11 Mayıs 2015 Pazartesi

“Ütopya Armenia” ve Türkiye

Yeni yılın girişi ile birlikte Türkiye’nin iç ve dış politik gündemindeki yoğunluk her geçen ay yeni bir boyut kazanıyor. Cumhuriyetimiz 100. yılına hazırlanırken, ülkedeki geleneksel yapının da geleceğin yeni şartlarına bağlı dönüşüm geçirdiğini görüyoruz.

Bugünlerde yurt dışında yaşayan Türklerin en fazla muhatap olduğu konu 1915 yılı olaylarıdır. Bir yanda Çanakkale, öte yanda Ermenilerin başlattığı uluslararası politik hamleler siyasete ilgisi olmayanları bile gündeme odaklıyor. Öğrenci değişim programı ile yurt dışına gönderilen öğrencilerimiz ile yurt dışında yaşayan Türkiye kökenli gençler, gerek yaşıtlarının saldırgan ve mütecaviz sorularından gerekse bulundukları ülkelerdeki parlamentoların aldığı kararlardan rahatsız olan gençler, “Hocam, o yıllarda ne oldu?” diye soruyor. Benim cevabım ise gayet açık ve net. Türk Milleti tarihinin hiçbir döneminde sonradan utanacağı bir davranışta bulunmamış, duygusal reflekslerle hareket etmemiştir. Büyük bir cihan imparatorluğunun emperyalist çıkar grupları arasında paylaşımının yapılmaya çalışıldığı dönemlerde, milletimiz varlığını sürdürme azim ve kararlılığı ile cepheden cepheye koşmuş; bugün dost ve düşman herkesin örnek aldığı, övgü ile söz ettiği kahramanlık öyküleri yazmıştır.

Doğu cephesinde Sarıkamış’ta on binlerce evladını savaş(a)madan kara, soğuğa ve hastalığa kurban eden Türk Milleti, bu üzücü olayın akabinde yaralarını sarmaya fırsat bulamadan Çanakkale’de yedi düvele karşı savaşmak zorunda bırakılmış; Doğu Cephesindeki Ermeni çeteciler ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ecdadımız vatan savunmasında verdiği mücadele sırasında, bırakınız soykırım suçunu işlemeyi, düşmanla savaşmanın da bir adabı olduğunu gösteren ve kuşaktan kuşağa anlatılan türlü çeşit destanlar yazmış; gelecek kuşaklara örnek alınacak bir tarih bırakmıştır.

Bu destanların yazıldığı dönemde doğu cephesindeki Ermeniler de imparatorluğun batısındaki coğrafyada yaşayan diğer milletler gibi, bağımsız bir devlet kurmak istemiş; kendilerine göre bir kısım gerekçeler öne sürerek silahlı bir mücadeleye başlamıştır. 1878’de Rusya’nın desteği ile kıvılcım alan ve 1915 yılında hayata geçirilen bu silahlı mücadele, Rusların Ekim Devrimi nedeniyle geri çekilmek zorunda kalması nedeniyle amacına ulaşamamış; Ermenilerin bağımsızlık mücadelesi bölgede yaşayan vatandaşlarının birbirini boğazlaması ve nihayet karşılıklı katliamların yaşanmasına neden olmuştur. Bu durumun önüne geçmek isteyen dönemin hükümeti bir iskan kanunu çıkarmış; çatışma ve karşılıklı kıyımların yaşandığı bölgelerdeki Ermenilerin bugünkü Suriye’de Fırat Nehri’nin kuzey havzasına nakledilmesine karar vermiştir. Bu nakil ile ilgili bir dizi tedbirler alınmışsa da göç sırasında arzu edilmeyen kimi olayların önüne geçilememiştir. Bu süreçte hayatını kaybeden Ermeni halkın ölümünden sorumlu tutulan Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey 1919 yılında Divan-ı Harp tarafından idam edilmiştir. Bundan sonra da 145 Türk devlet adamı, asker, idareci ve aydın İstanbul7u işgal eden İngilizler tarafından Malta’ya gönderilmiş; dönemin Osmanlı Başbakanı Tevfik Paşa’nın beş tarafsız ülkeye (İspanya, Hollanda, Danimarka, İsveç ve İsviçre) başvurarak Ermeni zorunlu göçü hakkındaki ithamları incelemek için tarafsız bir heyetin oluşturulduğunu ve bu komisyona ikişer adli müfettiş göndererek gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istemesi üzerine de bu girişimi engellemişler; Hükümeti düşürüp yerine Damat Ferit Hükümeti’nin kurulmasını ve bilahare Malta tutuklularını da serbest bırakmışlardır. İstanbul’da kurulan sıkıyönetim mahkemesinde ifade veren Ziya Gökalp, “Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni soykırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Onlar bize arkadan vurdular; biz de vurmak mecburiyetinde kaldık” demiştir[1].

Savaştan sonra Birleşmiş Milletler tarafından Amerikalı ve İngiliz uzmanlardan oluşturulan bir komisyon Anadolu’da yaşananlara ve dünyadaki Ermenilerin durumuna ilişkin bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda o dönem Türkiye’de görev yapan yabancı diplomatlarının ülkelerine gönderdiği resmi raporlardan yararlanılarak genel bir çerçeve çizilmiş; dünyadaki Ermenilerin durumu ortaya koyulmuştur. Raporda öldüğü veya kaybolduğu öne sürülen pek çok Ermeni’nin Türkiye’de kalıp “Müslüman” olduğu, yurtdışına göçtüğü veya göç esnasındaki saldırılar ve hastalık gibi nedenlerden dolayı hayatlarını kaybettiği ortaya koyulmuştur.

Tek bir canın bile sonsuz öneme haiz olduğu düşünülürse, ölenlerin sayısı üzerinden bir tartışma yürütmek; bizden bu kadar, sizden şu kadar insan hayatını kaybetti diye inatlaşmak, milyonlara varan hayali ölümlerle üste çıkmaya çalışmak akıl karı görünmüyor. Bununla birlikte sadece Türklerin değil; bütün dünya milletlerinin geçmişle ilgili değerlendirme yaparken, geçmişin şartlarına göre değerlendirme yapması gerekiyor. Saraybosna’daki bir suikast ile başlayıp Versailles Sarayı’ndaki antlaşma ile sona eren ve milyonlarca insanın hayatına mal olan Birinci Dünya Savaşı’nın nedenlerinin yeniden düşünülmesi; yaşanan olayların parlamentolarda alınan siyasi kararlarla değişmesinin mümkün olmadığının görülmesi ve nihayet siyasal ve ekonomik çıkarlara dayalı olarak yürütülen politikaların sonuçlarının nelere mal olabileceğinin gelecek kuşaklara doğru ve tarafsız bir şekilde anlatılması gerekiyor[2]. Hayatını kaybeden Ermeni vatandaşlarımızın hangi ülkelerce, ne gibi amaçlar uğruna silahlandırıldıkları ve bu insanları ayağa kaldırdıktan sonra ideallerine neden sahip çık(a)madıkları da anlatılmalıdır.

Türk gençlerinin İngilizlerin Avustralya ve diğer sömürge ülkelerden getirdiği binlerce gence Çanakkale’nin muhteşem sahillerinde çilek toplatmak gibi bir amacının olmadığını; her yıl düzenlenen romantik şafak ayinleri ile geçmişin kirlerinin temizlenmesinin mümkün olmadığını bir gün dahi unutmaması gerekir. Yine aynı şekilde Rusların ekim devrimi nedeniyle kendi can derdine düşmüş olduğunu görmesi; Ermenileri silahlandırırken ve onları sahipsiz bırakıp, Türkler ile boğuşmaya, yani kaderlerine terk ederken güttüğü politikanın milletlerin ve özellikle de Ermenilerin tarihinde ne gibi sonuçlara yol açtığını bilmesi ve gelecek ideallerinin tarihi düşmanlık tezleri üzerine kurulmaması gerektiğini öğrenmesi gerekir. Gençlerin, Fransızların bu konuya ilgisinin nedenini anlayabilmesi için Çukurova’da Kilikyalı Ermeniler ile işbirliği yaparken aldıkları yenilgiyi ve bu yenilgiyle ülkelerine taşıdıkları tarihi sorumlulukla vicdan azabından kaynaklandığını bilmesi gerekir. Bu bilinçle hareket edecek Türk genci Urfa’nın neden şanlı, Antep’in neden gazi olduğunu öğrenecek; Sütçü İmam’ın her hangi biri olmadığının da farkına varacaktır.

Türk Milleti kıt kaynaklarını kullanarak yedi düvele karşı savaşmış; ülkesini savunmuş; ülkedeki sınırlı insan kaynağı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur. Ağır bedeller ödenmiştir. Bugün yapılan tartışmalarda Balkanlardan Yemen cephesine kadar hayatını kaybeden 5,5 milyon Türk evladının esamisi okunmazken; Sibirya’ya veya Asya’nın steplerine sürgün edilen; Anadolu’ya göç etmek zorunda bırakılan Ahıskalı, Çerkez, Gürcü, Ahbazların yaşadıkları gündemde yer almazken, özellikle belli bir grubun, Ermenilerin öne çıkarılması; acıların tekrar tekrar sorgulanması tesadüf değildir. Amaç bellidir. Türkiye Cumhuriyeti devletini zayıflatmak ve ekonomik taleplerde bulunmaktır.

Bugün Ermenileri destekleyen kimi ülkelerin, geçmişte de onların hamiliğini yaptığını bilinmektedir. Tarihi kayıtlar, Avrupalıların 1895 yılı Eylül ayında İstanbul’un Kadırga semtinde reform bahanesiyle ayaklanan Ermenileri desteklediklerini de ortaya koymaktadır. Öte yandan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşının sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük kayıplar vererek imzaladığı Edirne Müterakesi sırasında Ermeni Patrik, Yeşilköy’e gelen Grandük Nikola’dan Doğu Anadolu’da Ermenilere toprak tahsis edilmesini istediği de bilinen bir gerçektir[3].

Tarihi sicili malum Almanya 13 Temmuz 1878’de Osmanlı Devleti ile Almanya, Avusturya, Macaristan, Fransa ve Rusya arasında Berlin'de imzalanan Berlin Muahedesi çerçevesinde Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan ve Batum Sancaklarının Ruslara verilerek bu bölgede bir Ermeni devleti kurulmasını öngörmüştü. Ama bu plan tutmadı. Bugün Türkiye’ye “20. yüzyılda soykırım yapan ilk ülke” etiketini yapıştırmak istemesi manidardır ve tarihin seyrini bilenler açısından gayrı ciddi bir girişim olarak görülmektedir. Tarihi dost ve müttefik olarak görülen bir ülkenin Anadolu’da yaşanan mukateledeki payı ve sorumluluğunu ve insanlık tarihindeki kirini arındırmaya çalışırken de geçmişte ve günümüzdeki değerlerini gözden geçirmesinde ve biraz da Güneybatı Afrika’da yani bugünkü Namibya’da 1904-1908 yılları arasında katlettiği 90.000 insanın akıbetini öncelikli olarak araştırmasında, yarar olduğu düşünülmektedir[4].

Aradan geçen yüz sene sonra adeta “ütopya armenia” şeklinde bir efsaneye dönüşen olayları kuşaktan kuşağa aktararak anlatan Türkler ve Ermeniler, hangi taraftan olursa olsun, yaşanan bireysel öykülerle tarih yazmaya ve anlatılanlara sorgusuz inanmaya ve duygusal tepkiler vermeye devam ediyorlar[5]. Bu süreçte Türkler yaşanan acıların tekrar edilmemesi için yeni kuşaklara anlatmamayı, unutmayı tercih ederken, Ermenilerin yaşadığı her bir tekil öykü, Diasporada yaşayan Ermenileri bir arada tutan bir çekim gücüne dönüşüyor. Bu sanal öykülerden güç alınarak düzenlenen Türkiye karşıtı siyasal kampanyalar, parlamento kararları gerçeğin tarafsız bir şekilde ortaya koyulması amacından çıkıp, kimseyi bağlamayan siyasal bir saldırı haline dönüşüyor.

Siyasal saldırıların farkına varan İsveç Parlamentosu’nun Ermeni iddiaları ve Süryaniler ile ilgili olarak 2010 yılında aldığı kararı 2015 yılında rafa kaldırdığı görülüyor. Böylece geçmişte yaşanmış bir trajedi için araştırma yapılmadan parlamento kararı ile bir ülkenin soykırım yaptığına ilişkin karar verilemeyeceği, siyasi manevralar ile tarih yazılamayacağı da kendiliğinden ortaya çıkıyor. İngiltere ise daha önce kurduğu mahkemelerde olayların seyrini soruşturduğu için, yaşananların somut delillere dayandırıl(a)madığı gerekçesiyle Ermeniler lehine bir karar almıyor. Amerika da olayın aslını bildiğinden her yıl 24 Nisan günü yaptığı açıklamalarda siyasi manevralar yapmaya devam ediyor.

Günümüze gelince, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Azati Sarkisyan, Türk tezinin aksine, tarihi bilgi ve belgeleri araştırma aşamasının artık geride kaldığını, konunun bundan sonra siyasal boyutta ele alınması gerektiğini söylüyor. Nitekim değişik ülke parlamentolarının aldığı kararlardan sonra, Kozan Kalesi eteklerinde yer alan ve  Fransızlar’ın 1920'de Kozan'ı terk ederken dönemin Katalikos vekili Yahişa/Yahya Efendi tarafından Kozan Mutasarrıfı Ihsan Bey'e teslim edilen Kilikya Katolikosluğunun anahtarlarını Anayasa Mahkemesi’nden geri istiyorlar[6]. Bu İstanbul’daki Ermeni vakıflarına ait kimi taşınmazlarının iadesinden sonraki ikinci girişimdir ve 1915’ten sonra el konulan taşınmazlar için yeni bir hukuk mücadelesinin başlatıldığının habercisidir.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin herkesi tarihi gerçekleri bilimsel platformda araştırmaya davet ederken, aynı duyarlılığa karşılık alamadığı görülüyor. Başbakan yayımladığı mesajda özetle geçmişte yaşananlardan derslerin çıkarılmasını, acıların paylaşılmasını diliyor. “Yüz yıl önce Türk ve Müslüman Osmanlı vatandaşlarının maruz kaldığı sürgün ve katliamların derin izleri bugün de hafızalardadır. Bu gerçeği görmezden gelmek, acılar arasında ayırım gözetmek, tarihi bakımdan yanlış olduğu kadar vicdanen de kabul edilemez. Nitekim geride bıraktığımız yıllar, çatışan hafızaların birbirine dayatılmasının sonuç getirmeyeceğini göstermiştir; /.../ hayatını kaybeden masum Osmanlı Ermenilerini saygıyla anıyor, torunlarına taziyelerimizi sunuyoruz” diyor.

Biz de bu süreçte hayatını kaybeden, bizlere bu cennet vatanı miras bırakan ecdadımızı rahmet ve saygı ile anıyor; geride bıraktıkları evlatlarına da gösterdikleri alicenaplıktan dolayı en derin şükran ve taziyelerimizi sunuyoruz.

Not:
Bu çalışma Europa-Journal Mayıs 2015 sayısı için hazırlanmıştır URL: http://www.europa-journal.net/mustafa052015.html (10.03.2015).


[1] Orhan Karaevli (2008). Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak. İstanbul: Doğan Kitap, s. 55.
[2] Bkz.: Gözde Kılıç (01.05.2014). Ermeni İddiasını Kabul Eden Ülkeler. Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi. URL: http://www.21yyte.org/tr/arastirma/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/2014/05/01/7571/ermeni-iddialarini-kabul-eden-ulkeler (son erişim: 01.05.2015).
[3] Bkz.: Yunus Zeyrek (14.03.2006). Ermeniler hakkında geniş bir çalışma. Kanka Net. URL: http://forum.kanka.net/archive/index.php/t-128464.html (son erişim: 01.05.2015).
[4] Bkz.: Paul Munzinger (28.04.2015). Der andere Völkermord. Süddeutsche Zeitung. URL: http://www.sueddeutsche.de/politik/hereros-in-deutsch-suedwestafrika-der-andere-voelkermord-1.2454826 (son erişim: 01.05.2015).
[5] Hatice ve Halil ERDEMİR (2009). Uluslararası Politikalarda ‘Ütopya Armenia’. M. Metin HÜLAGÜ, Şakir BATMAZ, Gülbadi ALAN (Yay.). Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler. Erciyes Üniversitesi-Nevşehir Üniversitesi II. Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (22-24 Mayıs 2008) Bildirileri. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayını No: 163, ss. 299-320.
[6] Uygar Gültekin (04.30.2015). Kilikya Mülklerini Geri İstiyor. Agos. http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11437/kilikya-mulklerini-geri-istiyor (son erişim: 01.05.2015). 

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...