Yazının
başlığını İspanyolcadan aldım. Türkler demek. Bu ifade, İspanya'nın
A Corûna şehrinde 1906 yılında kurulmuş ve halen İspanya birinci liginde
oynayan köklü futbol kulübü Deportivo
La Coruna takımının taraftarları için de kullanılır. Bunun ardında
göz yaşartan bir kadirşinaslık öyküsü yatar. Önce onu paylaşayım.
Anlatıldığına
göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın
(1494-1566) donanma komutanı ve Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin Paşa
(1478-1546), İspanya kralı ve kraliçesinin dönemin Yahudilerine karşı yaptığı kötü
muamelelerden dolayı, bu ülkeye, Galipçe bölgesine yardıma gider. Kendisini ve
askerlerini A Corûna halkının gençleri karşılar ve yardımcı olurlar. Aralarında
bir dostluk kurulur. Galipçe Bölgesi’nin bir başka takımı olan Celta vigo ise
bu dostluğu hazmedemez. Türk dostu olan Corûnalı gençleri “Deportivo şehrinde yaşayan
Türkler” diye adlandırıp, değersizleştirmeye,
itibarsızlaştırmaya çalışırlar. Onlarla karşılaştıklarında da “Siz Türkler gibi
barbarsınız” diyerek alay ederler (!). A Corûna şehrinin değerbilir insanları
ise “Türk olmanın aşağılanacak, alay edilecek bir durum olmadığını”, aksine “gurur
duyulacak bir şey olduğunu” göstermek için, “Evet, biz Türkler gibiyiz; onlar
gibi güçlü ve cesuruz.” diyerek Los
Turcos lakabını benimserler. Kendilerini aşağılamaya çalışan Celta vigo halkını da Portekizliler ile
yaptıkları işbirliği gerekçesiyle hain ilan ederler.
Aradan
geçen yıllar yeryüzünde her daim mazlum halkların yardımına koşan aziz
milletimizin bıraktığı anıları silemez. Aksine grup arasında 500 sene önce
başlayan bu rekabet Celta vigo ile Deportivo arasında oynanan ve Galiçya Derbisi olarak adlandırılan futbol maçlarına
da yansır. Nitekim
30 Kasım 2006 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübü ile Celta
vigo Spor Kulübü arasında oynanan UEFA kupası futbol maçında Celta taraftarları bu
rekabete atıfta bulunmak, Türklere karşı duydukları olumsuz duygularını dışa
vurmak için tribünde Kürdistan pankartı açmış, bölücülere destek vermiştir.
Bugünün Deportivo La Coruna futbol takımı yeşil sahalardaki
mücadelesini geçmişlerine saygılarının ve Türklerle dostluklarının göstergesi
olarak Los Turcos yani Türkler lakabıyla devam ettirmekte, zaman zaman da Türkler ile dostluklarına atıfta bulunan etkinlikler düzenlemektedir.
Konuyla ilgili başka örnekler de
verilebilir. İtalya’da, Belçika’da veya dünyanın her hangi bir köşesinde
kendini Türk olarak gören köyler, kentler veya insanlara rastlamak; bu konuyla
ilgili bir habere rastlamak şaşırtıcı olmasın.
Küresel emperyalist güçlerin devletimize, milletimize türlü baskılar ve şantajlar yaptığı anlarda bile Türklere duyulan sempati ortadan kalkmamıştır. Çünkü Türkler, insanlara kök
aidiyetiyle bakmaz; Yunus Emre’nin deyişiyle “Kamu âlem birdir bize”. Türk ifadesinde
ırkçılık ve diğer unsurları ayrıştırmak yoktur. Bununla birlikte, diğer
milletlerde olduğu gibi, kendi tarihinin ve kültürünün bilinci ve bundan
duyduğu derin hoşnutluk ve gurur vardır. Onların Türklüğü de milliyetçiliği de,
“Ne mutlu Türküm diyene” anlayışı üzerine kurulmuştur. Dayandığı yer de, etnik
veya mezhepsel milliyetçilik değil, Türk milletine duyulan bağlılık,
hissiyattır.
Yurt dışında yaşayan her
bir soydaşımızın siyasi görüşü ne olursa olsun kendini Türk olarak
adlandırmaktan imtina etmek bir yana, göğsünü gererek Türk olduğunu söylemekten
çekinmemesi; birbirine kenetlenmesi, yaşadıklarından ibret alıp, dersler
çıkararak kendilerinden sonraki kuşakları da bu anlayışla yetiştirmek için
gerekli girişimlerde bulunması en doğal hakkıdır. İçlerinden çıkan bazı
menfaatperestlerin zaten yeterince kamplara bölünmüş olan Avrupalı Türk toplumu
üzerinde siyasi baskıların oluşmasına neden olacak boyutlarda arayışlara
düştüğü görülmektedir. Avrupalı Türklerin yaşadıkları, yurttaşlık hakkı
edindikleri, Aristofanes’in son komedi oyunu Plutos‘daki ifadesiyle ubi
bene, ibi patria[1]
(mutlu oldukları anayurt) olarak gördükleri ülkelere bağlılıkları ikide bir sorgulanmamalı;
toplum bağlı olanlar, daha bağlı olanlar, en bağlı olanlar gibi klişeler
üreterek daha fazla gerilip ayrıştırılmamalıdır. Avusturya veya bir başka ülkede
yaşayan ve bu ülkenin vatandaşı olan Avrupalı Türkler, Türkiye’ye ait oldukları
kadar, yaşadıkları ülkelere de anayasal vatandaşlık bağları ile bağlıdır ve
yaşadıkları ülkelerde Polonya, Macaristan, İtalya vb. kökenli vatandaşları
kadar da söz sahibidir. Türkiye kökenli her bir Avrupalı Türk, yaşadığı ülkede
yurttaş olmanın bilinci ile hareket etmekte ve yükümlülüklerini yerine
getirmeye çalışmaktadır. Onların Türk kökenli Avusturyalı vd. olmaları onların
meşrebinden, mezhebinden ayrılmasını gerektirmez. Onlar zaten davranış biçimi,
yaşayış tarzı ile kendilerine gereken tanımı yapmışlar, kendilerinden Avrupalı
Türk olarak söz ettirmeye başlamışlardır.
Türkiye kökenli Avrupalı
Türkler, kendini bilmezlerin sonu gelmeyen itham, hakaret ve cehaletlerine
karşı dik durabilecek gücü ve söyleyecek sözü tarih sayfalarında görebilir,
tarih bilgisi ile özgüvenlerini pekiştirebilirler. Unutmasınlar ki açık denizlerde savaşılmadan karada
fetih olmaz. İnsan hangi coğrafyada hangi kimlikle yaşarsa yaşasın, niyeti iyi
olduktan ve düzenini kurduktan sonra, iyi bir işi ve aşı da oldukça kendisi ve çevresi ile barışık,
rahat ve onurlu bir hayat sürebilir.
Tarihin hiçbir döneminde Türk olmak, Türk kimliği
ile yaşamak kolay olmadı. Türk kimliğini taşımak, iki kefeli bir terazide satış
yapmaya benzer; bazen ayarı bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konan
ağırlık misali, yaşanan tüm olumsuzlukları abra gibi taşımak; bazen de dostlarla
duygudaşlığı yaşarken kefenin dengesini şaşırmamak gerekir.
[1] “İnsanın
kendini iyi hissettiği yer vatanıdır” ifadesi Aristofanes’in son komedi oyunu Plutos‘daki
1151. dizede geçer ve Latince (aktaran Cicero, Gespräch in Tusculum 5,37) “Patria est, ubicunque est bene” ifadesi
Friedrich Hückstädt’ın bir şarkısında nakarat olarak geçer (Gedichte, Rostock 1806).