Ağustos
ayının sıcak bir akşamında ekran başına geçtim. Amacım, Manisa’da oynanan ve Soma
kurbanlarının yakınlarına yardım gibi “insani” bir amaç doğrultusunda organize
edilen bir futbol maçını çocuklarımla birlikte izlerken keyifli anlar geçirip, günün yorgunluğunu atmaktı. Günün
yorgunluğunu atmak bir yana, milli takımın kalesini defalarca korumuş ve
güzide bir kulübün futbol takımında kaptanlık payesi almış bir şahsın hiçbir “sportif” değerle
bağdaşmayan söylemlerini duymanın, yakışıksız eylemlerine tanıklık etmenin sıkıntısını
yaşadım. Ertesi günü de -bir dil ve iletişim uzmanı olarak- bu yazıyı
yazmaya karar verdim.
Artık
eğri oturup, doğru konuşmanın/yazmanın vakti geldi de geçiyor. Kimsenin “sporcu” kisvesi
altında millete eziyet etmesine gerek yok. Türkiye'deki sportif anlayışın düzeyi ayan beyan ortada.
Adrenalin patlaması
“alkışlayın ulan i......"
Maçı
kazanan takımın sporcularının kupa töreninden önce seyircinin önünde toplanıp "En
büyük Fener, şampiyon Fener! Alkışlayın ulan i......" demesi ile birlikte benim
sigortalar attı.
İçimden aynı üslupla
“Hadi ordan!" diye cevap verip, şu soruya cevap aradım: "Burada söz konusu olan i.ne kim?" Bence i.ne, ne benim gibi evinde ekran
karşısında oturan veya stadyumda bu saygısızlığa maruz kalanlar ne de yediği ekmeğe,
meslektaşlarına saygısızlık eden, sporcu ahlakından uzak şahıslar; bilakis sporcu
geçinen bu arena kabadayılarının, ekmeğini yediği seyirciye bu şekilde hitap etmesine
müsamaha gösteren; sporcu kisvesi altında bir türlü yerelden evrensel standartlara geçemeyen sınırlı kapasitedeki
insanlara hak ettiklerinin kat be kat üzerinde ücretleri ödeyenler ve -işini layıkıyla yapanları tenzih ederek belirteyim ki- bunların
yeteneklerini, özel hayatlarındaki şımarıklıklarını gazete köşelerinde ve tv programlarında
öve öve bitiremeyen, yere göğe sığdıramayan medya maymunları ile nihayet gerçek anlamda sporcu olana değil, sporcu
geçinen bir kısım şımarık züppeye hak etmediği ilgiyi göstererek onları adeta şempanzeye
çeviren, kendine küfürler savurmasından mazoşist bir keyif alan fanatik seyirci
bozmalarıdır.
Maçın ilginç pozisyonları
ve hakem
Bu maçta ilginç hakem olayları yaşandı. Çizgi hakemi sakatlandı, yerine dördüncü hakem (E. Toroğlu'nun deyişiyle) çizgi hakemi olarak devşirildi. Maç uzatmalara taşındı, gol olmayınca da penaltı atışlarına geçildi. Penaltı
atışlarında vuruşlar bazen gol olur, bazen olmaz. Bu son derece doğaldır.
Bununla birlikte, penaltı atışlarında süreci yöneten hakemin hal ve hareketleri ile beden dili üzerinden verdiği mesajlar sporcuların
şımarık davranışlarının veya diğer paydaşlar arasındaki istenmedik durumların önüne geçilebilmesi bakımından
son derece önemlidir. Bu uygulamaya yaşanmış taze bir örnek olarak Dünya Kupası maçları
sırasında penaltılara kalan Hollanda-Arjantin karşılaşması gösterilebilir.
Uluslararası maçlarda ülkemizi başarı ile temsil eden Cüneyt Çakır bu maçta kaleci Jasper Cillessen’in rakip oyuncunun konsantrasyonunu
bozmaya yönelik gayri sportif davranışına izin vermemişti[1].
Dün akşam ise hemen bütün atışlarda, galip takımın kalecisinin kalenin
dışındaki oyalama ve konsantrasyon bozmaya yönelik davranışlarını
ve rakip takımın tribünlerdeki seyircileri ile ekran başındaki izleyicilere karşı yaptığı “tombala
çekme” hareketini herkes gibi hakem de seyretti. Ama
sadece seyretti, o kadar...
Bu
atmosferde penaltı atan rakip oyuncunun atışı gole çevirememesi üzerine duyduğu üzüntüyü hafifletmek üzere arkadaşıyla birdirbir oynamaya
kalkan bir kaleci gördük. Arkadaşının üzerine zıplayan kaleciye kırmızı kart göstermek yerine, ilk önce mağlup takımın penaltı
kaçıran ve duyduğu üzüntü nedeniyle milli kalecinin sevinç ve coşku ile yaptığı kısa mesafeli koşuda önüne çıkarak engellediği için (!) fiili müdahaleye maruz kalan oyuncusuna sonra da olayın failine sarı
kart vermekle durumu idare ettiğini sandı. Bu uygulama maçın sonucuna doğrudan etki eden
fahiş bir hakem hatasıydı. Hakem, önemli bir amaç uğruna yapılan maçta da didişmeyi sürdüren kart ergenlere kırmızı kart gösterme
cesaretini gösterseydi, belki maçın sonucu değişecekti, ama daha da önemlisi Mustafa
Kamil Abitoğlu adı Türk spor tarihine altın harflerle yazılacaktı. Olmadı, tren
kaçtı...
Sporcu ahlakıyla
bağdaşmayan işler
Hakemin
gayet makul olduğunu gören, takım kaptanlığı bandını üzerinde taşıyan milli
kalecimiz, maçı kazanmış olmanın verdiği moral ve yüksek adrenalin coşkusuyla hızını alamayıp, rakip takımın "Pitbull"
lakaplı oyuncusu için "Belediye gereksiz sokak köpeklerini zehirlesin, ..."
gibi gereksiz sözleri sarf etmek yerine, rakip takımın kalecisi gibi olumlu mesajlar verebilecekti. Bu arada rakip takımın kalecisi Fernando Muslera, gerek sportif başarısı ile gerekse centilmen tavırları ile maçın adamı olmayı sonuna kadar hak etti.
Galip
takım, “karakter olarak, insan olarak iyi insanlardan oluşuyor” derken bir
duruma işaret ediyordu, ama sergilediği olumsuz davranışları ile arkadaşlarının
başarısını gölgelemekle kalmadı; benim gibi Türkiye’nin sempatisini de
kaybetti.
Büyük
kaptan, maçtan sonra sosyal medya üzerinden mesaj yayımlamış; ama bu mesajında
özrü kabahatinden büyük. Kendini eleştirenlere aba altından sopa göstermiş.
Milletin yemediğini görünce de “çevir kazı yanmasın” misali, söz ve
davranışlarını tevil etmeye çalışmış. “Hiç kimse üstüne alınmasın” diyor. Sen
takım kaptanı olarak arkadaşlarınla el ele verip, size tezahürat yapanları “i.neler!”
diye nitelendiriyorsun. Sonra da “...bu tarz şeyler futbolda güzel değil ama
her derbi maçından sonra bu tarz şeyler konuşuluyor, yaşanıyor. Bunlar oluyor
futbolda. Fazla da abartmaya, büyütmeye gerek yok. Bunlar futbolun içinde olan
şeyler” diye demeç veriyorsun. “Bu tarz şeyler” kabak tadı verdi ve artık tekrar
etmesin. Saha içindeki gerilime atıfta bulunarak, sorumluluktan kaçamazsın; bu
tip gerilimleri kaldıramıyorsan profesyonel destek almalısın. Aksi halde masum
rollere bürünüp, işin içine üçüncü şahısları karıştırmayacaksın! Unutma, “En ummadığın
keşfeder esrâr-ı derûnun, Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”[2]
Benim
sporcum senin sporcundan daha ...
Bazı
Fenerbahçe sempatizanlarının konuya farklı yaklaştığını gördüm. Sosyal Medya’da
bir arkadaş “hakem araya girmeyeydi de, Türkiye'nin en iyi kalecisi Volkan bu
terbiyesize kendi takım arkadaşını soyunma odasında dövmek, rakip takımın
futbolcusuna pabuç gibi dilini çıkarmak, çimlere yayılıp köpek gibi havlamak
neymiş bir göstereydi” diye yazmış. Bunlar yandaşların hoşuna giden, egoları parlatan, lakin içi boş,
topluma mesaj vermeyen, aksine geçmişi tekrar eden, gerilimi körükleyen
laflar. Bu satırların yazarı, malum şahsın zafiyetlerinin ve geçmişteki fallerinin farkında ve "sütten çıkmış ak kaşık" olmadığını biliyor. Lakin, eskiyi kurcalamanın bir manasının olmadığının da farkında.
Vatandaşlar, taraftarlar vs neyse de gerek Galatasaray gerekse Fenerbahçe kulüp yetkililerinin yangına bir çap çıra ile gider gibi yaptığı açıklamalar da geleceğe yönelik umut vermekten uzak.[3] Fair play açısından ise tünelin ucu karanlık görünüyor.
Geçmişten ders
çıkarmak
Bu
yazıyı "büyük" kaptanın deyişiyle “laf olsun diye” değil, tarafları, paydaşları aydın olmanın sorumluluğu ile uyarmak, tarihe not düşmek için yazıyorum[4]. Yandaki gazete kupüründe Türk sporunda bugün hatırlamak istemediğimiz ve 1967 yılında yaşanan olumsuz bir haber
yer alıyor. Bu haber, sorumsuzluğun sonunun nereye varacağının göstergesi
olarak zihinlere nakşedilmeli. Onca uyarıya rağmen kendine çeki düzen
vermeyen habercilerin, sporcuların, idarecilerin, seyircilerin, sair bütün paydaşların/aktörlerin
aklını başına alması için önlerine konulmalı. Almayanlara da mevzuatın öngördüğü yaptırımları
uygulamak ve sonuçlarını topluma göstermek gerekmez mi?
Sporsever bir yurttaşın beklentileri
Geçmişte spor yapmış, sporcularla pek çok müsabakaya çıkmış bir sporsever olarak, bırakın sporsever olmayı sıradan bir
yurttaş olarak beklentim, sportif anlayışla bağdaşmayan, gençlere olumsuz örnek olan, toplumda infial
uyandıran, vatandaşları kamplara ayıran etik dışı davranışları sergileyenler
hakkındaki yasal kovuşturmanın taraf gözetilmeksizin yapılması.
Yöneticilerin
söz ve davranışları ile genç kuşaklara örnek olmasını; sporcuların da futbol
antrenman bilgisi ve teknik, taktik çalışmalarının yanı sıra profesyonel destek
alıp stresle başa çıkma, kişisel imaj yönetimi, etkili iletişim kurma ve takımdaşlık gibi becerileri kazanmaları, toplumsal hayatın içinde genç
kuşaklara sadece sözleri ile değil, davranışları ile de olumlu örnekler sunan
birer centilmen olarak yer almasını diliyorum.
Hakemlere
gelince; müsabakalar sırasında ölçüsüz
sevincini/kinini ilkokul çocuğu gibi dışa vuran sözde sporcuların sorumsuz davranışlarını sarı kartla geçiştiren basiretsiz hakemlerden rahatsız oluyorum; sahada, kuralları adil bir şekilde uygulayan; eyyam yapmayan hakemler; gol sevincini beş vakit namaz gösterisine çevirmeyen; formasını çıkarıp, bedenini teşhir etmeyen kişiler görmek
istiyorum.
Bir iki söz de seyircilere. Maçı centilmence seyreden; müsabaka sırasında oyunun akışına göre sporculara destek olan erdemli insanların spor ve sporcunun gelişimi üzerindeki olumlu etkileri herkes tarafından takdir edilmektedir. Müsabakaları izlemeye gidenlerin, "yakası açılmadık" küfürlerle rahatlamaya çalıştığı dönemler artık geride kaldı. Dürüst oyun, adil ve insanca yarış her yerde destek görür; ne pahasına olursa olsun kazanmaya çalışmak ve ben yapınca mübah, rakip yapınca değil anlayışın bırakılması gerekir. Futbol, sonuçta bir oyundur. Oyuncular da saygı görmek, takdir edilmek ister; tekdir değil [5]. Sonuçta fair play, spora anlam kazandıran erdemli bir duruştur ve yürekli insanların ürünüdür.
Bir iki söz de seyircilere. Maçı centilmence seyreden; müsabaka sırasında oyunun akışına göre sporculara destek olan erdemli insanların spor ve sporcunun gelişimi üzerindeki olumlu etkileri herkes tarafından takdir edilmektedir. Müsabakaları izlemeye gidenlerin, "yakası açılmadık" küfürlerle rahatlamaya çalıştığı dönemler artık geride kaldı. Dürüst oyun, adil ve insanca yarış her yerde destek görür; ne pahasına olursa olsun kazanmaya çalışmak ve ben yapınca mübah, rakip yapınca değil anlayışın bırakılması gerekir. Futbol, sonuçta bir oyundur. Oyuncular da saygı görmek, takdir edilmek ister; tekdir değil [5]. Sonuçta fair play, spora anlam kazandıran erdemli bir duruştur ve yürekli insanların ürünüdür.
Bitirirken
Gazi Mustafa Kemal’in şu
sözü ile bitirmek istiyorum: “Spor, yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü
sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zeka ve kavrayışı kısa olan
kuvvetliler, zeka ve kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa
çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklısını severim.”
[1] Tuncay
Hoş. Cüneyt Çakır psikolojik baskıya izin vermedi. Milliyet –Skorer. 10 Temmuz
2014. http://www.milliyet.com.tr/dunya-kupasi/cuneyt-cakir-psikolojik-baskiya-hollanda-arjantin-detay-1909684/
(26.08.2014)
[2] Ziya
Paşa’nın Terkîb-i bendinden.
[3] İlhan Ekşioğlu: İki ayaklı köpek kendini bilir. Milliyet Gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/ilhan-eksioglu-iki-ayakli-kopek-fenerbahce-1931208-skorerhaber/ (26.08.2014). Galatasaray’dan
Volkan açıklaması. Milliyet Gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/galatasaray-dan-volkan-aciklamasi-galatasaray-1931335-skorerhaber/
(26.08.2014) ve Fenerbahçe: Sizi değiştireceğiz. Milliyet Gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/fenerbahce-sizi-degistirecegiz--fenerbahce-1931390-skorerhaber/
(26.08.2014).
[4] Volkan
Demirel’den bir açıklama daha. Milliyet Gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/volkan-demirel-den-bir-aciklama-galatasaray-fenerbahce-1931073-skorerhaber/
(26.08.2014).
[5].Okuyun: Sporu güzelleştiren evrensel kavram: Fair-Play. Türkiye Futbol Federasyonu. http://www.tff.org/default.aspx?pageID=228&ftxtID=15815 (26.08.2014).
[5].Okuyun: Sporu güzelleştiren evrensel kavram: Fair-Play. Türkiye Futbol Federasyonu. http://www.tff.org/default.aspx?pageID=228&ftxtID=15815 (26.08.2014).