Göçün ilk yıllarında Köln
Bülbülü olarak adlandırılan Yüksel Özkasap, türkülerine “Almanya’ya mecbur
ettin yoksulluk beni” diye başlarken, Ali Ercan da hasretin dayanılmaz olduğu yokluk
ve yoksunluk anlarında “Soğan ekmek yiyelim Zeynep’im, dön gel” diye ağıt
yakıyordu. Bu ağıtlar göç gerçeğini değiştirmedi; ama zorunlu ayrılıkların bir
kurala bağlanması için ülkeler arasında göç anlaşmaların imzalanmasına vesile
oldu.
Göçün ardından insanların dilinden
düşürmediği bir kelime ortaya çıktı: Uyum.
Uyum, kimine göre toplumsal sosyal hayatın olmazsa olmazı; kimine göre
kültürler arası iletişimin egemen olduğu, gelişmeleri ve sosyal hayatı
etkileyen, toplumsal değişimi ve dönüşümü yönlendiren sosyolojik bir olgu. İsteyen
istediği gibi yorumluyor; işine geldiği gibi kullanıyor.
Bu yazıda uyum ile ilgili
kimi tespitlerimi, gözlemlerimi ve önerilerimi paylaşmak istiyorum.
İster psikolojik bir
zorunluluk, ister sosyolojik bir olgu, isterse politik amaçlara ulaşmak için
kullanılan sihirli bir anahtar olsun, hayatımızın kalitesini doğrudan ilgilendiren,
sosyal ve kültürel değerler olarak karşımıza çıkan bir gerçekliğe ve kültürler
arasındaki iletişime yatkınlığa ben uyum diyorum.
Benim anladığım kadarı ile
uyum, bazen kültürel, siyasi, ekonomik sorunların kördüğüm olduğu noktada,
düğümü çözecek anahtarın adı oluyor; bazen de uyum sağlamak durumunda olanların
değil de daha ziyade sorunlara çözüm üretme mekanizmalarında olanların tutunduğu
dal, sığındığı liman oluyor.
Toplumsal ve sosyal hayatta
ortaya çıkan sorunların önemli bir kısmı iletişim sorunlarından kaynaklanıyor. Dil
bilmeyen kişi iletişim kuramıyor; iletişim kuramayan kişi de toplumsal ve
sosyal hayatın içinde yer alamıyor. Dolayısı ile “uyumsuz” diye etiketleniyor. Kültürler
arası iletişim ve sosyal hayata katılım farklı olana saygı, farklı olanı
değerli kılan olguyu koruma ve yaşatmaya çalışma gibi çağdaşlık, evrensellik
gibi bir dizi değerler manzumesini içinde barındırıyor. Bu değerlerin günlük
hayatta yer bulması kitaplarda anlatıldığı, nutuklarda dillendirildiği gibi olmuyor.
Aksine, pratiğe başka türlü yansıyor. Uyum adı altında, sahip olunan kimi temel
değerlerin değiştirilmeye zorlanmadan olduğu gibi kabul edilmesinden ziyade, ters
yüz edilmeye, değiştirilmeye çalışıldığı görülüyor. Uyum tek yönlü bir talep
içeriyor. Toplumsal ve sosyal hayata katılım ise çift yönlü bir etkileşimi
içeriyor. Çift taraflı etkileşimde kabul etme, kabul görme söz konusudur. Tek
yönlü, taleplerde huzur için var olduğu düşünülen din, huzursuzluk kaynağına;
güven için var olan aile, toplum, millet gibi temel değerler güvensizlik
kaynağına dönüşüveriyor. Bu durum psikolojik bir savunma refleksi doğuruyor ve
taraflar birbirleri ile konuşmaktan ziyade birbirleri hakkında konuşmaya
başlıyorlar. Katılımcı anlayışa göre ise bireyler birbiriyle bir araya geliyor,
anlaşıyor veya anlaşamıyor; ama her halükarda konuşuyor.
Sıradan vatandaşın içinde yaşadığı
“öteki” kültürün evrensel kodlarını (dilini, kültürünü ve mental değerlerini)
öğrenmesi, bu süreçte kendi değerlerine sahip çıkarken, farklı olanın farkına
vararak, ona saygı göstermesi kimi çevreler için yeterli görülmüyor. Farklı
olanın, özgün değerini ortaya koyan özelliklerinin yaşatılmaya çalışılması da
uyumsuzluk olarak görülüyor. Özgün değerlerin korunması, sonraki kuşaklara
aktarılması yerine baskın kültürün hâkimiyetine girilmesi, onun içinde eriyip
gidilmesi öneriliyor sanki. Örneğin, aile içine girip, ebeveynler veya
kardeşler arasında hangi dilin konuşulduğu, hangi tv kanallarının izlendiği
sorgulanmaya başlanıyor. Bu noktada farklı olanın kabul edilmesi, farklı olana
saygı olgusu ortadan kalkıyor.
Değerlerin karşılıklı olarak
sorgulanmaya başladığı andan itibaren alınan tek yönlü kararlar belli istişare
süreçlerinden geçirilip olgunlaştırılmadan uygulamaya geçiriliyor. Bu uygulama
ise toplumsal barışa zarar vermeye başlıyor ve uyumdan ziyade ayrışmayı teşvik eden
bir görünüme bürünüyor. Bu tehlikeli durumun ayırdına varılması gerekir ve
sorunlara kanaat önderlerinin, alan uzmanlarının siyasi karar alıcılarla birlikte
çözüm araması, ortak akıl üretmesinde yarar var. Ortak akıl ile alınacak
kararların karşılıklı yarar ilkesi içinde iletişimi, kabul görmeyi ve toplumsal
hayata katılımı da içermesinde yarar görülmektedir.
Uyum söylemleriyle “uzaktaki
yakınlarımız için” oluşturulmaya çalışılan tek taraflı toplumsal ve sosyal düzen,
çağdaş dünyanın ve kültürler arası iletişim kuramlarının öngördüğü kanallar
üzerinden değil de yerel oluşumlar üzerinden uygulanmaya çalışılırsa, “öteki”
kültürün taşıyıcıları ile kurulması gereken iletişim kopar; toplumsal ve sosyal
yaşam da egemen güçlerin belirlediği eski dünyanın değerler manzumesine göre
inşa edilir. Çok yönlü işleyen bu sistem içinde Türk insanını ayakta tutan temel
değerler giderek sıradanlaştırılmaya başlanır.
Kültürler arasındaki
iletişimsizliğin kaynağında karşılıklı olarak eksikliği hissedilen güven
duygusu ve giderek örselenen hoşgörü anlayışı yatıyor. Güvensizlik ise yanlış
sosyal algılamalara ve kültürel çatışmalarla tetiklenen bir yabancılaşmaya
dönüşüyor. Bu yabancılaşma bazen öze dönük yabancılaşma, bazen de içinde
yaşadığı, parçası olduğu yönlendirici kültüre yönelik olarak ortaya çıkar.
Üçüncü kuşaktan gençler,
anılarında yaşattıkları duygusal Türkiye imgesi dışında Türkiye ile bir bağı
kalmadığı halde dudaklarından ve gönüllerinden Türkiye şarkısını düşürmüyorlarsa
ve doğup büyüdükleri ülkelere yabancılaşıyorsa, gençlerin bu tutumları
yönlendirici kültürün taşıyıcıları tarafından önemli bir uyum sorunu olarak görülüyorsa,
iletişim stratejilerinin ve uyum politikalarının karşılıklı olarak gözden
geçirilmesinde yarar var.
İletişim kurmak için de
birinci dilin yanı sıra ikinci dili de kültürel altyapısıyla öğrenmek gerekir;
dilin olmadığı yerde uyumdan, sağlıklı iletişimden, toplumsal ve sosyal hayata
katılımdan ve “öteki” tarafından kabul edilmek ve dolayısıyla uyumdan söz etmek
mümkün olmaz.
Bu yazı, Haber Avrupa - Europa Journal 2014 Aralık Sayısı için hazırlanmıştır. Bkz: http://www.europa-journal.net/mustafa122014.html (son erişim: 23.12.2014)
Bu yazı, Haber Avrupa - Europa Journal 2014 Aralık Sayısı için hazırlanmıştır. Bkz: http://www.europa-journal.net/mustafa122014.html (son erişim: 23.12.2014)