23 Aralık 2014 Salı

Toplumsal hayata katılım ve karşılıklı kabul

Göçün ilk yıllarında Köln Bülbülü olarak adlandırılan Yüksel Özkasap, türkülerine “Almanya’ya mecbur ettin yoksulluk beni” diye başlarken, Ali Ercan da hasretin dayanılmaz olduğu yokluk ve yoksunluk anlarında “Soğan ekmek yiyelim Zeynep’im, dön gel” diye ağıt yakıyordu. Bu ağıtlar göç gerçeğini değiştirmedi; ama zorunlu ayrılıkların bir kurala bağlanması için ülkeler arasında göç anlaşmaların imzalanmasına vesile oldu.

Göçün ardından insanların dilinden düşürmediği bir kelime ortaya çıktı: Uyum. Uyum, kimine göre toplumsal sosyal hayatın olmazsa olmazı; kimine göre kültürler arası iletişimin egemen olduğu, gelişmeleri ve sosyal hayatı etkileyen, toplumsal değişimi ve dönüşümü yönlendiren sosyolojik bir olgu. İsteyen istediği gibi yorumluyor; işine geldiği gibi kullanıyor.

Bu yazıda uyum ile ilgili kimi tespitlerimi, gözlemlerimi ve önerilerimi paylaşmak istiyorum.

İster psikolojik bir zorunluluk, ister sosyolojik bir olgu, isterse politik amaçlara ulaşmak için kullanılan sihirli bir anahtar olsun, hayatımızın kalitesini doğrudan ilgilendiren, sosyal ve kültürel değerler olarak karşımıza çıkan bir gerçekliğe ve kültürler arasındaki iletişime yatkınlığa ben uyum diyorum.

Benim anladığım kadarı ile uyum, bazen kültürel, siyasi, ekonomik sorunların kördüğüm olduğu noktada, düğümü çözecek anahtarın adı oluyor; bazen de uyum sağlamak durumunda olanların değil de daha ziyade sorunlara çözüm üretme mekanizmalarında olanların tutunduğu dal, sığındığı liman oluyor.

Toplumsal ve sosyal hayatta ortaya çıkan sorunların önemli bir kısmı iletişim sorunlarından kaynaklanıyor. Dil bilmeyen kişi iletişim kuramıyor; iletişim kuramayan kişi de toplumsal ve sosyal hayatın içinde yer alamıyor. Dolayısı ile “uyumsuz” diye etiketleniyor. Kültürler arası iletişim ve sosyal hayata katılım farklı olana saygı, farklı olanı değerli kılan olguyu koruma ve yaşatmaya çalışma gibi çağdaşlık, evrensellik gibi bir dizi değerler manzumesini içinde barındırıyor. Bu değerlerin günlük hayatta yer bulması kitaplarda anlatıldığı, nutuklarda dillendirildiği gibi olmuyor. Aksine, pratiğe başka türlü yansıyor. Uyum adı altında, sahip olunan kimi temel değerlerin değiştirilmeye zorlanmadan olduğu gibi kabul edilmesinden ziyade, ters yüz edilmeye, değiştirilmeye çalışıldığı görülüyor. Uyum tek yönlü bir talep içeriyor. Toplumsal ve sosyal hayata katılım ise çift yönlü bir etkileşimi içeriyor. Çift taraflı etkileşimde kabul etme, kabul görme söz konusudur. Tek yönlü, taleplerde huzur için var olduğu düşünülen din, huzursuzluk kaynağına; güven için var olan aile, toplum, millet gibi temel değerler güvensizlik kaynağına dönüşüveriyor. Bu durum psikolojik bir savunma refleksi doğuruyor ve taraflar birbirleri ile konuşmaktan ziyade birbirleri hakkında konuşmaya başlıyorlar. Katılımcı anlayışa göre ise bireyler birbiriyle bir araya geliyor, anlaşıyor veya anlaşamıyor; ama her halükarda konuşuyor.

Sıradan vatandaşın içinde yaşadığı “öteki” kültürün evrensel kodlarını (dilini, kültürünü ve mental değerlerini) öğrenmesi, bu süreçte kendi değerlerine sahip çıkarken, farklı olanın farkına vararak, ona saygı göstermesi kimi çevreler için yeterli görülmüyor. Farklı olanın, özgün değerini ortaya koyan özelliklerinin yaşatılmaya çalışılması da uyumsuzluk olarak görülüyor. Özgün değerlerin korunması, sonraki kuşaklara aktarılması yerine baskın kültürün hâkimiyetine girilmesi, onun içinde eriyip gidilmesi öneriliyor sanki. Örneğin, aile içine girip, ebeveynler veya kardeşler arasında hangi dilin konuşulduğu, hangi tv kanallarının izlendiği sorgulanmaya başlanıyor. Bu noktada farklı olanın kabul edilmesi, farklı olana saygı olgusu ortadan kalkıyor.

Değerlerin karşılıklı olarak sorgulanmaya başladığı andan itibaren alınan tek yönlü kararlar belli istişare süreçlerinden geçirilip olgunlaştırılmadan uygulamaya geçiriliyor. Bu uygulama ise toplumsal barışa zarar vermeye başlıyor ve uyumdan ziyade ayrışmayı teşvik eden bir görünüme bürünüyor. Bu tehlikeli durumun ayırdına varılması gerekir ve sorunlara kanaat önderlerinin, alan uzmanlarının siyasi karar alıcılarla birlikte çözüm araması, ortak akıl üretmesinde yarar var. Ortak akıl ile alınacak kararların karşılıklı yarar ilkesi içinde iletişimi, kabul görmeyi ve toplumsal hayata katılımı da içermesinde yarar görülmektedir.

Uyum söylemleriyle “uzaktaki yakınlarımız için” oluşturulmaya çalışılan tek taraflı toplumsal ve sosyal düzen, çağdaş dünyanın ve kültürler arası iletişim kuramlarının öngördüğü kanallar üzerinden değil de yerel oluşumlar üzerinden uygulanmaya çalışılırsa, “öteki” kültürün taşıyıcıları ile kurulması gereken iletişim kopar; toplumsal ve sosyal yaşam da egemen güçlerin belirlediği eski dünyanın değerler manzumesine göre inşa edilir. Çok yönlü işleyen bu sistem içinde Türk insanını ayakta tutan temel değerler giderek sıradanlaştırılmaya başlanır.

Kültürler arasındaki iletişimsizliğin kaynağında karşılıklı olarak eksikliği hissedilen güven duygusu ve giderek örselenen hoşgörü anlayışı yatıyor. Güvensizlik ise yanlış sosyal algılamalara ve kültürel çatışmalarla tetiklenen bir yabancılaşmaya dönüşüyor. Bu yabancılaşma bazen öze dönük yabancılaşma, bazen de içinde yaşadığı, parçası olduğu yönlendirici kültüre yönelik olarak ortaya çıkar.

Üçüncü kuşaktan gençler, anılarında yaşattıkları duygusal Türkiye imgesi dışında Türkiye ile bir bağı kalmadığı halde dudaklarından ve gönüllerinden Türkiye şarkısını düşürmüyorlarsa ve doğup büyüdükleri ülkelere yabancılaşıyorsa, gençlerin bu tutumları yönlendirici kültürün taşıyıcıları tarafından önemli bir uyum sorunu olarak görülüyorsa, iletişim stratejilerinin ve uyum politikalarının karşılıklı olarak gözden geçirilmesinde yarar var.

İletişim kurmak için de birinci dilin yanı sıra ikinci dili de kültürel altyapısıyla öğrenmek gerekir; dilin olmadığı yerde uyumdan, sağlıklı iletişimden, toplumsal ve sosyal hayata katılımdan ve “öteki” tarafından kabul edilmek ve dolayısıyla uyumdan söz etmek mümkün olmaz. 

Bu yazı, Haber Avrupa - Europa Journal 2014 Aralık Sayısı için hazırlanmıştır. Bkz: http://www.europa-journal.net/mustafa122014.html (son erişim: 23.12.2014)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...