Toplumu oluşturan her bireyin
kendine düşen bir görevi ve sorumluluğu vardır. Bu anlayış ile hareket etmeye,
bunu yaşam biçimine dönüştürmeye holistik düşünce denir. Bu düşünce; yurttaşların
birey olarak taşıdığı değerin farkında olmakla birlikte, toplumun bir parçası olarak
yapılan bireysel girişimlerin değil, birlikte hareket edilerek ortaya koyulan
girişimlerin daha kısa sürede sonuçlanabileceğini savunur. Bu düşünce doğanın
yapısına da uygundur. Çünkü doğadaki bütün canlılar birbirleri ile sürekli
etkileşim halindedir.
Avrupa’daki her Türkün tek bir
bütünün parçası olduğunu bilmesi ve birbirlerinden haberdar olarak tek bir
sistem içinde birlikte hareket etmesi gerekir. Türklerin Avrupa’daki varlıkları
birbirleriyle anlamlı ilişki kurdukları, etkili iletişim ve etkileşim içinde
bulundukları ölçüde bir anlam taşır. Çünkü bireyler tek başına değil; birlikte
hareket ederek, diğerlerini etkileme, değiştirme ve yönlendirme özelliğine
sahiptir. Buradan büyük grubun içinde azınlığı oluşturan bireylerin tek başına
anlamsız, işe yaramaz olduğu sonucu çıkarılmamalı, aksine bu büyük grubun
içinde yer alan bireylerin en küçük bir girişiminin bile gerekli, önemli,
anlamlı ve değerli olduğu unutulmamalıdır. Bu girişimlerin anlamlı ve toplumun
yararına olması için sistem yaklaşımı içinde hareket edilmesi gerekir.
Sistem ise kendi alt unsurlarıyla
(iç çevre) ve dış çevresindeki değişkenlerle, alt sistemler kendi aralarında ve
dış çevreyle ayrı ayrı ve bir bütün olarak etkileşim içerisindedir; bu tanım, Ludwig
von Bertalanffy’nin 1928 yılında öne sürdüğü Genel Sistem Teorisi’nin yönetim
alanına taşınmış şeklidir. Buna göre; her sistem kendi çevresinden bağımsız
değil, bir bütün içinde kendini oluşturan alt sistemleriyle ilişkisi de dikkate
alınarak incelenmelidir. Bertalanffy’e göre; “Bütünü anlayabilmek için tek tek
parçaları veya süreçleri ele almak yetersiz kalmaktadır. Parçalar ve süreçler
arası etkileşimi de incelemek gerekir.”
Burada Aristoteles’in “bütün,
kendisini oluşturan parçaların toplamından fazladır” önermesi de yeniden bir
anlam kazanmaktadır. Bu anlayışın yeni bir sinerji[1]
oluşturduğu; bütünün kendisini oluşturan parçaların toplamından daha fazla ve
daha anlamlı bir değer yarattığı görülmektedir. Buna göre, bir sistemin alt
sistemleri birleşirse, onu oluşturan bütünün parçalarının her birinin sahip
olduğu değerlerin toplamından çok daha büyük bir güce sahip olan yeni bir
bütünü, yani gücü oluşturmaktadır. En çok bilinen tanımıyla sinerji 2+2=5
ifadesiyle veya “birlikten kuvvet doğar” deyişiyle açıklanabilir.
Bir otomobilin şanzımanını
oluşturan dişlilerden birini tutan küçük bir pimin işlevini kaybetmesi, o
düzeneğin çalışmamasına ve otomobilin hareket kabiliyetinin ortadan kalkmasına
neden olur. Toplumu oluşturan bireyler ve o bireylerin oluşturduğu bütün kurumsal
paydaşlar, sivil toplum kuruluşları da bu anlamda önem kazanmaktadır. Burada parçaların
yani derneklerin veya onların başkanlarının kişisel özelliklerinden çok, bu
derneklerin üyeleriyle birlikte oluşturduğu kurumsal kimlik ve yarattığı sinerji,
yani toplumsal ve sosyal hayata sağladığı katkı, tekil kazanımlardan daha
önemlidir.
İşte bu nedenle, Russell Ackoff parçaların
oluşturduğu bütünün önemine dikkat çeker: “Eğer bir sistemi alır, onu oluşturan
parçalarına böler ve parçaların en iyi şekilde çalışmasını sağlarsanız, bir
şeyden kesinlikle emin olabilirsiniz: Parçalar tek tek iyi çalışsa bile,
onlardan oluşan sistem en iyi verimi sağlamayacaktır.” Üst sistemin görevini
yerine getirebilmesi için onu oluşturan alt sistemlerin uyumlu çalışması da
önemlidir, yani aslolan bütünü oluşturan alt sistemlerin bütünüyle birlikte
koordineli çalışmasını sağlayabilmektir. Bu sağlanamadığı takdirde; ne un,
şeker, yağ karışımıyla hazırlanan helva helvaya benzer; ne de tek tek
dişlilerden oluşan şanzımanın eksik kalan bir pimi otomobili hareket ettirebilir.
Günümüzde Avrupa Türk toplumunun zayıf
yönlerinden biri de bu anlayışın yerleştirilememiş olmasıdır. Zaman
geçirmeksizin, farklı uzmanlıklara sahip çalışanlardan oluşturulan sivil toplum
kuruluşlarıyla bu yönde bir görevdeşlik, sorumluluk ve işbirliği anlayışı geliştirilmelidir.
Bir işletmede karşılaşılan sorunlara farklı uzmanlık alanlarına sahip
çalışanların işbirliği yaparak daha iyi çözümler ürettiği göz önüne alınırsa,
toplumsal ve sosyal hayatın sorunları da bu anlayışla çözülebilecektir. Türk
toplumu da sorunlarına çözüm üretebilmek için sahip olduğu birikimi görevdeş
anlayışa çevirmek ve farklı alanlarda sahip olduğu enerjiyi holistik bir
anlayışla sinerjiye dönüştürmek zorundadır.
“Birlikten kuvvet doğar” Birlik ve beraberlik
içerisinde yapılan işler daha iyi sonuçlar verir; sıkıntılı konular bile
kolayca aşılabilir.
[1] Birden
fazla öğenin bir arada meydana getirdiği etkinin bu öğelerin ayrı ayrı
yapacakları etkilerin toplamından daha fazla olması durumu.
-----------------------
Bu yazı HABER AVRUPA - EUROPA JOURNAL NOVEMBER / KASIM 2019 sayısı için hazırlanmıştır. Yazının tamamına http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/november2019 /cakir112019.jpg adresinden ulaşılabilir.