10 Aralık 2015 Perşembe

Gar önünde yaşanan trafik kargaşası üzerine

Türkiye’nin birincil sorunu bence toplumsal suskunluğumuz. Bazıları buna sabır diyor, bazıları tevekkül. Temel değerlerimizin giderek aşınması, sorunların dayanılmaz olması ve hayatımıza doğrudan etki eden daha pek çok durum karşısında vurdumduymaz tutumumuzu sürdürüyoruz. Hâlbuki yazmamız; söylememiz lazım.

Ben sıradan bir yurttaş olarak oluşturduğum bu sanal ortamda “dünden sonra, yaşadığımız güne dair tespitlerimi, yarından önce” yazıya dökerken, bulunduğumuz çevreyi daha yaşanılır hale getirmeye çalışanları da bir ölçüde uyarmaya çalışıyorum. Hem böylece yaşadığımız yakın çevreden başlayıp halka halka genişleyerek, topluma ve sorunlarına ilgi gösterip, bizi yetiştirenlere karşı olan görev ve yükümlülüklerimizi bir parça yerine getirmeye çalışıyorum.

Geriye doğru baktığımda, burada Eskişehir’de Eskişehirlilerin yaşadığı trafik sorununa ilişkin epey yazı yayımlamış olduğumu görüyorum[1]. Kimi okuyucular geçmişte trafik konusunda sivil toplum gönüllüsü olarak yaptığım akademik ve toplumsal çalışmalardan haberdar olmadığından bu konuda yazı yazıyor olmamı sorguluyor olabilirler. Olsun. Yaşadıklarımdan edindiklerim bana yol gösteriyor. Stefan Zweig’ın “Dünün Dünyası” adlı eserinde ortaya koyduğu ve benim de hayatta benimsediğim yaklaşıma göre “aydın insan çağının tanığıdır”; aynı zamanda onu değiştiren, yönlendiren ve toplumu güdüleyen bir görev ve gösterime sahiptir. Dolayısı ile ben de gördüklerimi yazıyor; bildiklerimi paylaşıyorum. Zaten bilimsel etik anlayışı da bilmediğini öğrenmeyi, bildiklerini de öğretmeyi öngörüyor.

Bu yazımda Eskişehirlilerin yaşadığı trafik sorunlarından en belirgin olanlarından biri üzerine görüş ve önerilerimi sunacağım. Biliyorum ki görmesini bilen gözler için bu şehrin sorunları saymayla bitmez. Konu gar binası önündeki trafik yoğunluğunun giderilmesi hakkında olacak.

Bilindiği üzere bir şehirde zaman zaman yapılan kimi trafik düzenlemeleri bir kısım vatandaşın hayatını kolaylaştırırken, bir kısmın hayatını daha karmaşık hale getirebiliyor. Eskişehir’deki trafik akışı da uzunca bir süre tartışılıyor. Altyapı yetersizliği, trafik lambalarının yeşil dalgaya ayarlanamaması, tramvayların güzergâhı ve lastik tekerlekli araçlarla eşgüdümün sağlanamaması, sürücülerin ve yayaların trafik kurallarına yeterince riayet etmemeleri ve daha diğerleri.

Konuyu uzatmadan herkesin gördüğü, yaşadığı soruna gelelim.

Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi, Mustafa Kemal Atatürk Caddesi istikametinden İsmet İnönü 1 Caddesine doğru tek yönlü olarak işliyor. Araçlar da caddeye sağlı sollu park edebiliyorlar.

İstasyon Caddesi de Kızılcıklı’ya alternatif olarak İsmet İnönü Caddesi girişinden itibaren M. Kemal Atatürk Caddesi istikametine tek yönlü iken bu uygulamaya son verildi ve cadde iki yönlü olarak trafiğe açıldı. Bundan sonra zaten sıkışık olan trafik Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi kavşağındaki trafik lambasından itibaren M. Kemal Atatürk Caddesi - İstasyon Caddesi bağlamında gar geçişinde adeta kördüğüm haline geldi.

İsmet İnönü 1 Caddesi istikametinden istasyon caddesine gelen araçlar, Dumlupınar İlkokulu önünden İstasyon Caddesi’ni geçip M. Kemal Atatürk Caddesi istikametine devam ederken, Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi kavşağındaki lambalara kadar büyük bir yoğunluk yaşanıyor. Aynı şekilde Porsuk Bulvarı ile M. Kemal Atatürk Caddesi üzerinden gelen araçlar, İstasyon Caddesi üzerinden İsmet İnönü 1 Caddesine geçmek üzere gar istikametine doğru yöneldiklerinde, karşı İsmet İnönü 1 Caddesi yönden gelen araç trafiği özellikle gar binası önünde kilitleniyor.  Bu trafik yoğunluğu yüksek hızlı trenlerin geliş saatlerinde gar önünde park eden özel araçlar ile ticari taksilerin üç, dört sıra park etmesi, yolun geliş-gidişlerinin de tıkanmasına neden oluyor.

İnanıyorum ki İsmet İnönü 1 Caddesi üzerinden şehre gelen sürücüler Espark AVM önündeki dönel kavşaktan İstasyon Caddesi istikametine zorunlu olarak yönlendirilmek yerine, dileyen sürücülerin bu kavşaktan Kanatlı AVM önüne kadar devam edebilmesi ve Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi üzerindeki iki yönlü araç parkının kaldırılarak, caddenin iki yönlü trafiğe açılması halinde, İstasyon Caddesi üzerindeki trafik yoğunluğu ortadan kalkabilecektir.

Öte yandan, Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi iki yönlü trafiğe açıldığında, M. Kemal Atatürk Caddesi üzerinden gelen sürücüler zorunlu olarak İstasyon Caddesi üzerinden değil, diledikleri takdirde Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi üzerinden Nayman Sokağı geçerek Cengiz Topel Caddesi’ne ve oradan Üniversite Caddesi/Bulvarına devam edecek veya Kanatlı AVM önünden İsmet İnönü 1 Caddesi üzerinden Tepebaşı istikametine devam edebilecektir.  Hal böyle olunca da Gar önündeki yoğunluk ortadan kalkacaktır.

Aynı şekilde Üniversite Bulvarı ile İsmet İnönü Bulvarı da Siloönü Sokak veya bir başka alternatif ile İbis Hotel önünden birleştirilebilir. Böylece Hem İsmet İnönü Caddesi, Cengiz Topel-Üniversite Bulvarı bağlantısı ve hem de İstasyon Caddesi M. Kemal Atatürk Bulvarı bağlantısı rahatlayabilir.

Burada üzerinde durmak istediğim bir diğer konu da DDY’nın özel otobüs şirketleri ile yaptığı anlaşmalara bağlı olarak, Ankara veya İstanbul istikametinden gelip otobüs ile komşu illere devam etmek isteyen yolcuların durumudur. Yolcu almak üzere gelen otobüslerin gardan ayrılırken M. Kemal Atatürk Caddesi üzerine çıkmadan, doğrudan Demirsoy Sokak üzerinden geçip Porsuk Bulvarı güzergâhına devam etmesi ve böylece Porsuk Bulvarında oluşan trafik yoğunluğuna karışmadan Basın Şehitleri Caddesi veya Ali Fuat Güven Bulvarı üzerinden devam etmelerine imkân sağlanacaktır.

Bir diğer konu da Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi-M.Kemal Atatürk Caddesi-Porsuk Bulvarı dörtyol kavşağındaki trafik lambalarının düzenlenmesi ve gar istikametinden gelen dolmuş, otobüs gibi toplu taşıma araçlarının Porsuk Bulvarına döndükten sonraki gelişigüzel durmaları ve yolcu-indirip bindirmeleri hususudur. Porsuk Bulvarı üzerinden gelen araçlar için yanan yeşil ışıkta üç-dört araç geçebilmektedir. Kavşak içindeki durak, trafiği aksatmaktadır. Burada yolcu indirip bindirmek için duran araçlar, akan trafiğin kilitlenmesine neden olmaktadır. Yoğunluğun ve tıkanıklığın azaltılabilmesi için durağın Devlet Hastanesi Zübeyde Hanım Yerleşkesi yanına cep yapılmak suretiyle daha ileri alınması sağlanabilir.

Gar önündeki trafik yoğunluğunda yolcu karşılamaya gelen vatandaşların özel araçlarını park edecek mahal bulmakta zorluk çekmeleri de bir diğer faktör olarak göz önüne alınabilir. Ara sokaklardaki “özel otoparklar” çalışma ruhsatları ile ilişkili olarak kapatılınca, ana cadde üzerinde bir yoğunlaşma görülmektedir. Ticari taksiler için ayrılan park alanının öngörülenin 1,5 katı kadar uzatılmış olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra gerek ticari taksiler gerekse özel araçlar gar binası önünde dört sıraya kadar bekleme yapmakta ve trafiğin kilitlenmesine neden olmaktadır.
Ticari taksiler ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, yeri gelmişken belirteyim: Taksilerin tepe lambalarında yer alan “Taksi” yazısının, son dönemde “Taxi” şekline dönüşmeye başladığı; kimi araçların “sarı” renklerinin de değişik tonları almaya başladığı dikkati çekmektedir. Bunların trafik kontrollerinden nasıl geçtiğini merak etmiyorum.

“Avrupa kenti olma” sloganı ile çağdaş hayattan kesitler sunan şehir yönetiminin, ilgili birimlerinde burada gündeme getirilen görüş ve önerilerin kayda değer görüleceği umuduyla…



[1] Eskişehirli sürücülere yasak yok... (7 Ekim 2009). http://m-cakir.blogspot.com.tr/2009/10/eskisehirlilere-yasak-yok.html
Eskişehirlilerin şehiriçin ulaşımı (4 Şubat 2009). http://m-cakir.blogspot.com.tr/2009/02/eskisehirlilerin-sehirici-ulasm.html
Eskişehirlilerin trafik sorunlarına ilişkin (4 Nisan 2010). http://m-cakir.blogspot.com.tr/2010/04/eskisehirlilerin-trafik-sorunlarna.html
Eskişehirlilerin trafik sorunu (25 Kasım 2013). http://m-cakir.blogspot.com.tr/2013/11/eskisehirlilerin-trafik-sorunu.html

2 Aralık 2015 Çarşamba

Okullarda akran zorbalığı

Çocuklar ve gençler, birbirleri ile en güzel ve en özel anlarını eğitim hayatında paylaşır; yaşanan kimi ortak anların hatırasını da ömür boyu taşırlar. Bu yaşanmışlıklar, gelecekte yaşanacak zaman dilimi ile geçmişte kalan anılar arasında bazen kalıcı dostluklar, bazen de unutulmaz gönül kırıklıkları şeklinde iz bırakır. Hiç kimse, bir ilişkiye başlarken geride gönül kırıklıkları bırakmak niyeti taşımaz; bununla birlikte ilişkilere karşılıklı özen gösterilmez, arkadaşlık ve dostluğa değer verilmezse insanın doğasında var olan saldırgan davranışlar, kızgınlık ve öfke durumları kontrol altına alınamaz. Bunların dışa yansıması ile yaşanan olumsuzluklar ve kişiler arasında yaşanan şiddet ilişkilere zarar verdiği gibi, hiç de arzu edilmeyen, telafisi imkânsız sonuçlara da neden olabilir.

Bilimsel olarak "okullarda akran zorbalığı" diye tanımlanan durumlar okul çağındaki çocuk ve gençlerin ilişkilerine ve hayatına zarar verebilmektedir. Çünkü okul çağındaki çocukların özellikle ergenlik veya gelişim dönemlerinde birbirlerine karşı takındığı olumsuz tutumlar, gerekli koruyucu ve önleyici tedbirler ihmal edilirse, kalıcı sorunların ortaya çıkmasına ve gençlerin bu sorunlardan ciddi şekilde etkilenerek ömür boyu sorunlu bireyler olarak yaşamasına neden olabilir.

Okullarda akran zorbalığı denildiğinde, öğrencilerin birbirlerine karşı tekme ya da tokat atması; itmesi, çekmesi, dürtmesi; birbirlerini dövme tehdidinde bulunması; korkutması, sözle sataşması, alay etmesi, dalga geçmesi, küçük düşürmeye çalışması, öğrencinin ailesine hakaret edilmesi, hoşa gitmeyen isim takılması, hakkında söylenti çıkarıp türlü iletişim kanalları üzerinden yayılması, arkadaş gruplarından dışlayarak yalnız bırakılması, oyun, kulüp çalışmaları ve diğer etkinliklere alınmaması veya engel olunması, karşıdakinin kendini kötü hissetmesine neden olacak sözler söylenmesi gibi davranışlardan birini veya birden fazlasının hedef olarak seçilen öğrenciye karşı uygulamasıdır.

Öğrencilerin sınıfta, koridorda, okul çevresinde, öğrenci servislerinde, iletişim araçları ile (telefon, internet gibi) mahallerde hedef seçtikleri öğrenciyi aşağılama ve küçük düşürme gibi eylemleri sürdürülmesi az rastlanan bir durum olmaktan çıkmıştır.

Anadolu’da ebeveynlere, çocukların tartışmasına müdahil olunmaması önerilir. Çünkü gençler ve çocuklar arasında yaşananlara müdahil olmak olayların daha da büyümesine neden olacaktır. Bunun yerine, çocukların kendi sorunlarını kendilerinin çözmesini beklemek önerilmektedir. Böylece, çocukların yaşananlar sonucunda kendi sınırlarını, haklarını ve taleplerini fark edeceği; anlaşma yapmayı öğrenecekleri varsayılmaktadır.

Okullarda yaşanan akran zorbalığı bu durumdan farklı özellikler taşımaktadır ve zamanında müdahale edilmesi gerekir. Çünkü bazı hassas yapılı, içe dönük, kaygılı, çekingen çocuklar zorbaca davranışlara maruz kaldıklarında bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Çünkü bu çocuklar bu durumlara nadiren karşı koyabilmekte, anne-babalarına bağımlı olmaları nedeniyle, yaşadıkları olumsuzluklarla karşı koyamamaktadır. Bu durum onlarda korku ve endişe, okulu sevmeme ve okula devam etmeme, okuldan kaçma, kaygı, kızgınlık ve çaresizlik duygusu, bazı kronik hastalıkların oluşması, özgüvenin azalması gibi sonuçlar doğurabilir. Hatta bazı durumlarda öğrencinin eğitim hayatına son vermesi gibi arzu edilmeyen durumlara kadar varan sorunlar da yaşanabilir.

Çocuklarının kırılgan yapısının, yaşadığı sorunların farkına varmayan veya varamayan kimi aileler, çocuğunun yarım kalan eğitim hayatı ile ilgili olarak yaptıkları değerlendirmelerde “çocuk okula gitmedi, okuldan kaçtı, sonunda da okuldan soğudu, okulu bıraktı” gibi gerekçeler üretir. Hâlbuki akranlarının baskısından bunalan çocuk, kaynağı okul ve arkadaşları ile ilişkilendirilebilen ciddi sıkıntılar yaşamış ve bu sıkıntılar nedeniyle, okul fobisi diye tanımlanan bir psikolojik rahatsızlık yaşamıştır. Bu nedenle okula devam edemeyen, devamsızlık yapan öğrencilerin özenle takip edilmesi, devamsızlık nedenlerinin de okulda görevli uzman rehberlik öğretmenleri vasıtasıyla kayıt altına alınması, okul-öğrenci-veli görüşmeleri ile devamsızlığın altında yatan gerçek nedenin ortaya çıkarılması gerekir. Ailelerin akut durumlarda aile danışma merkezlerinden, psikologlardan veya duruma göre psikiyatri kliniğine başvurarak uzman hekimlerden profesyonel destek alması önerilmelidir.

Ailelerin bu süreçte psikolojik bakımdan oldukça zor bir dönemden geçeceğini, kendilerini veya çocuklarını suçlamak yerine sabırlı davranmalarını hatırlatmakta yarar var. Ayrıca kendini güçsüz, sorunları ile başa çıkamayacak kadar çaresiz, arkadaş ve aile çevresinde değersiz, okula devam edemediği için akademik açıdan başarısız, işe yaramayan bir birey olarak gören çocukların da yaşadığı sorunla yüzleşmelerine, onların güçlendirilerek gerçek hayata döndürülmelerine yardımcı olmak gerekir.

Bu süreçte yoğun bir duygusal incinme yaşayan çocuğun sıkıntılarını ortadan kaldırmak için verilen destek hizmetleri ona değerli olduğunu hissettirmek, arkadaş çevresiyle ilişkilerini gözden geçirmesine yardımcı olmak gerekir. Bu süreçte okul, veli ve öğrenci üçgeninin iyi kurulması; öğrenci mahremiyetine özen gösterilmesi gerekir. Öte yandan çocukların ilgi alanlarına göre katılmaktan keyif alacağı sosyal, kültürel etkinliklere katılmasını sağlamak onun toplumdan izole bir yaşam sürmesi yerine, sosyalleşmesine de katkı sağlayacağı için teşvik edilmelidir. Her bir etkinliğin özellikle okul ile ilişkilendirilmesi, çocuğun okul ile ilişkisini koparmak bir yana daha da pekişmesine katkısı olacaktır. Bu süreçte okuldan ayrı kalınan süre ile okula dönüş süresinin yakından ilişkili olduğu unutulmamalı; öğrencinin mümkün olan en kısa sürede normal eğitim öğretim hayatına dönmesi sağlanmaya çalışılmalıdır.

Uzman görüşüne göre, özellikle gelişim veya ergenlik diye adlandırılan dönemde arkadaşlarına karşı olumsuz, yıkıcı tutum sergileyen ve “akran zorbası” olarak tanımlanan çocukların da gözlem altına alınması; bu çocukların sergilediği olumsuz davranışların altında yatan psikolojik nedenlerin öğrenilebilmesi ve bunların kalıcı davranış modellerine dönüşmeden profesyonel destek verilerek düzeltilmesi gerekir.  Bu öğrencilerin akranları içinde her ne şekilde olursa olsun, popüler olma veya saygı kazanma ihtiyacını bu yolla karşılamaya çalıştığı, öğrenme yaşantısı ile ilgili olumsuz deneyimler edindiği, toplumsal, sosyal ve aileden kaynaklanan bir dizi nedenin öğrencinin şiddete başvurmasına yol açtığı unutulmamalıdır. Bu öğrenciler görülen yalnızlık, içe dönme, şiddet uygulama, disiplin problemi yaşama, okul araç gerecine zarar verme isteği, küçük olaylara şiddetli tepki verme şiddet ve zorbalığın belirtileridir. Bunların benlik saygıları düşük, özgüvenleri eksik, başkalarını ve olayları kontrol etme isteği baskındır. Bunların diğer özellikleri arasında arkadaşlarını kıskanma ve yenilgiyi kabul edememe, ebeveynleri tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete uğraması, ihmal edilmesi, arkadaş edinememesi, dışlanması, aile desteği ve yakınlığının olmaması gibi durumlar da sayılabilir. Okulda şiddetin önüne geçilebilmesi bakımından, diğer arkadaşlarına zarar veren tutumları geliştiren öğrencilerin her birine diğer öğrencilere göre ayrıcalık tanınmaması, sınırlarının belirlenmesi ve istikrarlı bir tutum geliştirilmesi de gerekir. Ayrıca ergenlik dönemindeki gençler arasında yapılacak kıyaslamanın, gençler arasında ayrışmaya, rekabete ve belki düşmanlığa yol açabileceği unutulmamalıdır. Gençlerin olumsuz davranışlarının düzeltilmemesi ve yaşam biçimine dönüşmesi halinde, bunların yetişkinlik dönemlerinde de uyumsuz ve sorun oluşturan durumlarla karşılaması ve adli vakalara karışmaları kaçınılmaz olacaktır.

Okula devam etmeyen öğrencilerde görülen diğer özellik de öğrencilerin arkadaş çevresinde edindiği olumsuz alışkanlıklarla ilgilidir. Hangi sosyal çevreden olursa olsun, öğrencilerin hayatın belli dönemlerinde dış etkilere açık olduğunu unutmadan, onlarla kurulan bağı otorite üzerine değil, sevgi çatısı altında sürdürmeye özen gösterilmelidir. Arkadaş çevresi en sıradan görünen ve aslında ciddi bir madde bağımlılığının başlangıcı sayılan sigara içme alışkanlığından tutun, alkol ve uyuşturucu bağımlılığına kadar götürebilecek tehlike ve tehditlerle doludur. Önemli olan, çocuk ve gençlerin bu duruma karşı bilinçlenmelerini sağlamak ve olumsuz durumlarda kendilerini savunma mekanizmalarını güçlendirmeye çalışmak gerekmektedir.

Sonuç olarak, gençler arasında yaşanan ilişkiler, artık basit ergen muhabbetleri olmanın ötesine geçmektedir. Bu nedenle onların hayatını baskı altına almadan, onları hayatın günlük rutini içinde izlemek; birbirlerine karşı geliştirdikleri davranış, tutum ve hitaplarının kabul edilebilirlik sınırlarına göre düzenlemelerine yardımcı olmak ve gençleri zararlı alışkanlıklardan korumak gerekir.

Okuldaki akran şiddetinin önüne geçilebilmesi, öğrencilerin zararlı alışkanlıklardan korunabilmesi için okul, aile ve öğrenci arasındaki iletişim kanallarının sürekli açık tutulmasında, okuldaki ders dışı faaliyetlere katılmakta yarar vardır. Öğretmenlerin ve diğer okul personelinin, öğrencilerin, sosyal çevrenin ve özellikle ailelerin, her ne pahasına olursa olsun, çocuklarına ilgi göstermekten kaçınmaması; aile bireylerinin birbirini sevgiyle kucaklaması ve duygularını paylaşırken de cimri davranması gerekir.

Not:
Bu çalışma Europa-Journal Aralık 2015 ve Ocak 2016 sayıları için dizi yazı olarak hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net/

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...