Gün geçmiyor ki Avrupa’nın bir
yerinde İslam karşıtı bir eylem duyulmasın. PEGIDA’nın (Patriotische Europäer
Gegen die Islamisierung des Abendlandes) "Batı'nın İslamlaşmasına Karşı
Vatansever Avrupalılar" olarak filizlenip, güçlenmesiyle birlikte göçmenlere
ve Müslümanlara yönelik saldırılarda da göreceli bir artış gözleniyor. Bazen
bir ibadethane kundaklanıyor; bazen bir Müslüman kadın dış görünüşü nedeniyle arzu
edilmeyen davranışlara maruz kalıyor. Bu saldırılar ne amaçla yapılırsa
yapılsın, Müslümanların Avrupalının zihninde “öteki” olarak yer ettiğini
gösteriyor ve aklıselim sahibi herkesi kaygılandırıyor.
Aslında Avrupalının bizden
olanlar ve ötekiler diye yaptığı ayırım yeni değildir. Bu durum 16. yüzyılda
Endülüs Müslümanlarına karşı başlatılmış ve burada yaşayan Müslümanlara adlarını,
kültürlerini ve köklerini kaybettirene kadar sürdürülmüştür (Bkz. Kettani
1997). I. Dünya Savaşında Nazilerin ve yakın zamanlarda Çetniklerin Bosna’da
işledikleri cinayetler, zayıf hafızalı insanlığın benzer suçlarla tekrar tekrar
yüz yüze kalabildiğini göstermektedir.
Avrupalılar ilk defa Haçlı
seferleri sırasında kendilerini batılı, Müslümanları da doğulu olarak gördüler.
Sina’da karşılaştıkları Sarazen adlı bir Arap kabilesinin adını da kendilerinden
olmayan ötekileri tanımlamak için kullanmaya başladılar. Bu ifade zamanla bütün
Müslümanlar için yaygın hale geldi. Avrupa içlerine baskınlar ve fetih
hareketleri düzenleyen Osmanlılar ile birlikte, Türk ve Müslüman olmak aynı
anlamda kullanılmaya başlandı. Avrupalının belleğine de “Türk olmak” (Turn
Turk, tornarse turco) diye bir kavram yerleşti.
Türklerin güçlü olduğu dönemlerde
din adamları ve entelektüeller dahil olmak üzere hemen her Avrupalı Türkler ve
Müslümanlar ile ilgili olumsuz kavramlar kullandı. Matbaanın kullanılmaya
başlamasıyla birlikte, olumsuz Türk algıları daha da yayıldı ve kalıcı hale geldi.
Böylece Türkler hem öteki, hem de Müslüman olarak zihinlerde yer etti. Tanrının
Hristiyanları cezalandırmak üzere Avrupa’ya gönderdiği millet olarak tanımlandı.
Avrupa’nın en parlak figürlerinden biri olan Martin Luther vaazlarında Türklerden,
“Tanrının kırbacı” olarak söz ederken; Avrupa Rönesansı'nın önemli ismi
Rotterdamlı Desiderius Erasmus’a göre Türkler “vahşi barbarlar”; İslam da “karanlık
bir din” olarak tanımlanıyordu.
Günümüzdeki Avrupa’ya gelince; olaylar
Avrupalının Müslümanlar ile beraber yaşamaktan çok hoşnut olmadığını gösteriyor.
İslam'la birlikte gelecek yeni kültüre de hazır değiller. Avrupa kadına,
topluma, hayata kendileri gibi bakmayan kültürlerle birlikte yaşamanın doyma
noktasına gelmiş durumda. Yaşanan her türlü olumsuzluğun Müslümanlarla
ilişkilendirilmesi tesadüf değil; aksine çevrede olup bitenler, Müslümanların
teröristlerle eşdeğer bir algı uyandırması, olumsuz gidişatın nedenlerinden sadece
biridir. Bu sürecin iyi okunması; halkın duygu dünyasında büyük tahribatlar yapan
olumsuz mesajlar vermek yerine, sosyal ve ekonomik sorunlar karşısında bunalan vatandaşlara
hayatın yükünü hafifletecek alternatif politikalar sunulması gerekir. Küçük
kıvılcımların büyük yangınlara neden olduğu gibi, bir anlık öfkenin de telafisi
mümkün olmayan üzücü olaylara sebebiyet verebileceği unutulmamalıdır.
|
Dresden Belediye Başkanı Helma Orosz (61, CDU) |
PEGIDA’nın Almanya’da ortaya çıkması,
“halk biziz” sloganı ile meydanlarda toplanması ve binlerce insanın çığlığı tesadüf
değildir. Alternative für Deutschland (Almanya için Seçenekler) hareketinin Mut
zur Wahrheit (Hakikati Söyleyen Yürek) sloganı, halkın birikimini dışa vurmasını
sağlamıştır. Aşırı sağcılardan aşırı solculara kadar uzanan geniş bir yelpazede
yer alan, halkın sorunlarına çözüm üretmekten ziyade, onları yabancılara
yönelik söylemlerle kışkırtarak oy toplamaya gayret eden donanımsız politikacılar
da bu eylemlere olan ilginin artmasını sağlamaktadır.
Bu arada, yeri gelmişken,
Avrupa’da yaşayan herkesin İslam ya da yabancı düşmanı olmadığının altını
çizmek; yaşanan olaylardan kaygı duyan bilinçli yurttaşların, siyasi parti ve
dini cemaat temsilcilerinin olduğunu ve İslam düşmanlığını yaymaya çalışan
hareketlere karşı bir takım etkinlikler düzenlediklerini de söylemek gerekir.
Tarih boyunca önce kiliselerde,
sonra meydanlarda pek çok defa öteki teması işlenirken, Türkler de öteki
olmaktan, nasibini aldı. Bu duruma bizim de katkımız olmadı değil.
Gençlerimizin evde, işyerinde; kısacası bireysel ve sosyal yaşamın her
alanında, iyi eğitimli bireyler olarak, büyüklerine saygılı, küçüklerine sevgiyle
yaklaşan, sabır ve hoşgörüyü yaşam ilkesi edinen örnek davranışlar sergilemesini
beklerken, kimi zaman Avrupalıların sabır eşiğini zorladıkları da unutulmamalıdır.
Hiç de masum olmayan kimi siyasi söylemlerin
ardında öteki kültürle baş edememenin getirdiği yılgınlık, bıkkınlık da yatıyor.
Müslümanlara atfedilen her bir olumsuz davranış, Avrupa’da tarihten bu yana
mevcut olan ve yaşanan acı deneyimlerle baskılanmış olan ön yargıları,
soğukluğu, kini ve nefreti su yüzüne çıkarıyor. Kültürel farkları belirginleştiren
sloganlar, sıradan vatandaşları “ten renginiz ya da dininiz nedeniyle buraya
ait değilsiniz” diye sokaklara sevk ediyor.
Bu sokağa dökülmeler masum
eylemler olarak değerlendirilmemelidir. Politikacıların ülkede yaşanan
olumsuzlukların kaynağı, sorumlusu olarak yabancıları göstermesi, öteki olana duyulan
düşmanlığı körüklemektedir. Dikkat edilmez, gerekli tedbirler önceden alınmazsa,
kimi donanımsız politikacıların ektiği hiddet tohumları kısa bir zamanda nefret
meyvelerini vermeye başlar. Sokağa dökülen ve kontrolden çıkan kalabalıklar son
derece zararlı, tehlikeli hal alıverir. Toplum, fırtınalı havada yelken açmış
gemi gibi, felâket dalgalarıyla boğuşmak zorunda kalır. Bu hareketin karşısına
çıkmaya çalışanların tepkileri de iş işten geçtikten sonra faydasız kalır.
Siyasetin insanları ayrıştıran dili,
yerini birlik ve beraberliğe yönelik söylemlere bırakmak zorundadır. İnsan
öfkelendiğinde kızgınlığın ateşi, öfkesi geçince de pişmanlığın ateşi ile
kavrulur. Avrupa tarihi bunun örnekleri ile doludur. Almanya’da Solingen’de,
Mölln’de yakılan ateşlerin yüreklerde bıraktığı acılar henüz tazeliğini
yitirmemişken; Avrupa’nın hemen her ülkesinde Müslümanlara karşı tepki giderek
artmaktadır. Bu anlamsız tepkinin yerini aklıselim almalıdır. Bunun için sadece
sorumlu devlet adamlarına değil, sivil toplum kuruluşlarına da önemli görevler
düşmektedir.
Nitekim, Almanya Federal
Cumhuriyeti Şansölyesi Angela Merkel, 2015 yılı münasebetiyle yayımladığı
mesajda, yabancı düşmanı ve göçmen karşıtı söylemleri eleştirirken, nüfusu
yaşlanan, dijital devrime ayak uydurması gereken Almanya'nın, göçmenlere
ihtiyacı olduğuna işaret etmiştir. Merkel, "Almanya'ya göçmen olarak
gelenler, hepimiz için bir kazançtır" derken, 25 yıl önce Doğu Almanya'da
komünist rejime karşı sokağa çıkan halkın da çocuklarının korku altında
büyümemesi için, demokrasi ve özgürlükler için mücadele ettiğini ve bunda
başarıya ulaştıklarını belirterek, yabancılara sahip çıkılması gerektiği
fikrini savunmuştur. Federal Şansölye bu süreçte yalnız bırakılmamalıdır.
Avrupa’da yükselen mikro
milliyetçilik akımlarıyla güç ve taraftar toplayan bu tür söylemler analiz
edildiğinde, Avusturya’nın da bu tehditten uzak olmadığı görülmektedir. Aşırı
sağcı eylemler karşısında ortak tutum geliştirilmesi ve aklıselim tavırların
sergilenmesi; Müslümanlarla ilgili sorunların çözümü için buyurgan değil, ortak
akıl toplantıları ile üretilen çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi gerekir. Tek
taraflı alınan kararların uygulamada doğuracağı olumsuz sonuçlar, sıradan
insanları da büyük bir tedirginliğe sevk etmekte, geleceğe yönelik endişelerin
artmasına neden olmaktadır.
Bitirirken tekrar ediyorum. Sorumsuz
siyasal mesajların sıradan vatandaşlar üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler göz
önüne alınarak, ırkçılık yapanlara tolerans gösterilmemelidir. Avrupa tarihi
incelendiğinde, anlık öfkelerin ne derece büyük yıkımlara neden olduğu pek çok örnekle
görülmektedir. Öfkesini yenebilme erdemini gösteren, kitleleri olumlu
mesajlarla yönetip yönlendirme becerisine sahip devlet adamlarına her zamankinden
daha fazla ihtiyaç olduğu aşikardır.
Not:
Fransa'da yaşanan olaylardan önce kaleme alınan bu çalışma Europa Journal-Haber Avrupa Ocak 2015 sayısında yayımlanmıştır. http://www.europa-journal.net/
Kaynaklar
Kettani, Muntasır Ali. (1997).
Gırnata'nın Düşmesinden XIX. Yüzyıl Sonuna Kadar Endülüs’te İslam. Değişim Sürecinde İslam: Kutlu Doğum Haftası
1996, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., s. 65-79. URL: http://www.endulus.net/endulustarihi/kettani.htm
(son erişim: 02.01.2014).