Bizim kültürümüzde geçmişten bize miras kalan ve geleceğe devretmek için itina ile korunan, adeta gelecek kuşaklara devredilecek emanet muamelesi gören değerlerimiz, hasletlerimiz vardır. Bunlardan biri de hürmettir. Biz millet olarak hürmet etmeye, saygı göstermeye ayrı bir anlam yükleriz.
Hürmet; lügatlerde, sözlüklerde bir şeye veya bir kimseye değer vermekten ileri gelen ölçülü davranma hissi, çekinme ile karışık bir sevginin verdiği dikkat ve îtinâ gösterme duygusu, saygı olarak tanımlanmaktadır.
Hürmet etmek ise; “saygı
göstermek, saymak” anlamlarında kullanılıyor. Gazeteci, yazar Burhan Felek de
bir yazısında Gurbetteki Türkler’in üzüntüsü bizden fazla oluyor, hürmet
edelim derken, bu kelimenin
kullanımından güzel bir örnek vermiş.
Bizde, kültürümüzde, kendimizden yaşça veya makam olarak ileri
gelenlere hürmet edilir; saygı gösterilir. Evimize gelen misafirlerlere âilenin
ve an’anenin gerektirdiği hürmet ve îtibarda da kusur edilmez. Bir
kişi ile karşılaştığımızda, ondan veya bazı davranışlarından hoşlanmasak bile
yaşına hürmeten saygı gösteririz.
Bu bağlamda; başkalarına karşı kibar, düşünceli davranma, karşısındakini düşünüp
hakkına riâyet etme duygusu bize saygının ne olduğunu pek güzel anlatıyor.
Günümüzde insanlar hemen her
şeyin fiyatını kılı kırk yararak öğrenmeye çalışırken, değer kavramını unutmaya
başladıkları dikkatlerden kaçmıyor. Bir ürünün fiyatı ile değeri aynı
görülüyor. İki kavram arasındaki fark neredeyse unutulmaya yüz tutmuş.
Değerler eğitimi deyince, hangi
milletten, hangi kültürden olursa olsun, insanın canlılar arasında insan olarak
farkını ortaya koyan ve onun kimliğini, kişiliğini oluşturan kültürleme sürecini
anlarız. Bu süreçte insanın bilen ve bildiğini hayata geçiren olmak üzere iki
özelliği vardır. İnsanın bu iki özelliğini yönetmesi ise aklı ile yakın
alakalıdır. Bu özelliklerden ilki insanın bedeni; ikincisi de insanın iç
dünyası, ruhu ile alakalıdır. İnsan bedeninin arzularını yok sayamaz, ancak
tutsağı da olmamalıdır. İç dünyasına yönelik gücünü ise yani aklını kullanarak kontrol
altında alabilir, geliştirebilir. Akıl; insanı düşünce ve ihtiyaçları
doğrultusunda belli eylemlerde bulunmaya yöneltir. İnsanın bedeniyle ilgili dürtüleri
de aklının emrindedir. Eğer kişi bedeninin nefis ve arzularını yöneten
güçlerine engel olamazsa, kötü alışkanlıklar edinir; tersi olursa da insanın
fazileti, erdemli yönü ortaya çıkar.
İnsanın ruhu ile bedeni birbiri
ile ilişki içinde olsa da ruh, aslında bedende misafirdir. Beden insanın görünen
suretini oluşturur ve ruh ile anlam, varlık kazanır. Buna karşın ruh, bedene
ihtiyaç duymaksızın varlığını sürdürebilir. Beden ve kalp, ruh için birer barınaktır.
Ruh sevgiyi, adaleti, insani veya manevi duyguları düşündüğü zaman beden
ürperir. Buna karşılık bedenin bitip tükenmeyen gündelik taleplerinden de ruh
etkilenir; körelir. İnsanın doğuştan itibaren içinde bulunduğu kültürel
süreçlerde edinmesi gereken maddi ve manevi değerlerine yabancılaşır.
Toplumsal ve sosyal hayatta ruhu
körelmiş, hassasiyetini kaybetmiş insanlara bazen “kalıbının adamı değil”
derken aslında bu aktarılması gereken değerler eğitiminin bir yerlerde
kesintiye uğramış olduğunu da görürüz.
Değerlerimizin eğitimi ve aktarımı dil ve maneviyatla olur. Dil giderse, din de gider. Kendi haline bırakılan eğitilmemiş bireyler, ne içinde yetiştiği halde aidiyet duymadığı olduğu topluma ne de ait olmak istediği halde aldığı değerler eğitiminin yeterli görülmemesi ve toplum içinde ötekileştirilmesi nedeniyle kabul görmediği topluma değer katar.
Not: Bu yazı Post Atüel Gazetesi Ekim 2020 sayısında yayımlanmıştır.
Mustafa Çakır (2020). Hürmet etmek, saygı
göstermek. Post Aktüel Gazetesi. Ekim 2020, s. 2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder