29 Kasım 2022 Salı

Okul Başarısı


Toplumumuzda bir öğrencinin derslerinden yüksek not alması, sınıfını yüksek notlarla geçmesi, üst eğitim basamakları için yapılan yarışma veya sıralama sınavlarında yüksek bir puan elde ederek önceden belirlenen hedeflere ulaşması başarı olarak değerlendirilmektedir. Oysa okul başarısı hayattaki başarı için tek ölçüt olarak görülmemelidir. Asıl başarı, öğrenilen veya edinilen bilginin hayata aktarılabilmesi ve olumlu sonuç alınmasıyla ilişkilidir. Bu yazıda başarıyı etkileyen unsurların bir kısmı anlatılacaktır.

Öncelikle öğrencilerin iyi bir başarı çizgisine ulaşabilmesi için, çocuğun okula gitmeden önce gideceği okulu farklı özellikleri ile tanıması, okul açılıp derslere başlandıktan sonra da her gün işlenecek konular hakkında ön bilgi edinilmesi ve bu yolla öğrenmeye hazır olarak okula gidilmesi, okul dönüşünde de elde edilen günlük kazanımların kısa bir tekrarının yapılması tavsiye edilmektedir. Bu süreçte öğrenciler için ilave ödev verilmesine de gerek kalmamaktadır. Okuldan verilen ödevler de aslında günün tekrarı ve öğrenilen bilginin kalıcı olmasını sağlamaya yöneliktir.

Öğrencilerin bir kısmının devam ettiği okul türünde arzu edilen başarıya ulaşamadığı, karne notlarının akranlarına göre daha düşük olması nedeniyle eğitimlerine devam etmedikleri görülüyor. Bu öğrencilerin meslek eğitimine başladıktan sonra çıraklık, kalfalık ve nihayetinde ustalık derecelerinden birini bile almadan eğitimlerine son verdikleri de gözlenebiliyor.

Bu süreçte belirleyici olan birinci faktör veli, ikinci önemli faktör öğretmendir. Mesleğini seven, öğrencisine bir şeyler öğretmek için gayret sarf eden, kendisini sürekli yenileyen, işini ve öğrencilerini seven ve mesleğine adanmışlıkla çalışan bir öğretmen, aynı zamanda öğrencileri için de iyi bir rol model olur ve öğrenciler de öğretmeninin desteğini almak, onun gözüne girebilmek için daha çok çaba gösterir.

Öğrencilerin düşük başarılarının altında öncelikle öğrencilerin öğrenme güçlüğü aranır. Bu süreçte öğretme güçlüğü çeken öğretmen ve çocuğu ile ilgilenmeyen veli de hesaba katılmalıdır. Sorunların önüne geçilmesi amacıyla okul psikoloğu veya okuldaki rehber öğretmenle ve öğrencinin ders aldığı öğretmenle işbirliği yapılmasında yarar vardır. Okul profesyonellerinin, yani ister sınıf isterse alan öğretmeni, rehber veya okul psikoloğu olsun, her birinin aynı zamanda iyi birer öğretmen olması beklenir. Okulda öğretmen, okul idaresi ve veli arasında yakın işbirliği sağlanabilirse, eğitimdeki düşük başarının kaynaklarının tespit edilmesi ve zamanında tedbir alınması kolaylaşır.

Öğrencilerin performans düşüklüğünün kaynağı dört temel noktada aranmalıdır. Bunlar;

1. Bireysel sorunlar: Burada öğrencinin öğrenme sorunları, dil bariyerleri, öğrenme güçlükleri, duygusal bozukluklar sıralanabilir. Ayrıca öğrenciye okulunu, öğretmenini, dersleri, eğitim faaliyetlerini sevdirmek; eğitimin önemini anlatmak gerekir.

2. Sosyal faktörler: Evde stres ya da uygun yaşam alanı bulamayan, anne ve babasının sevgisini, ilgisini ve desteğini hissetmeyen, evde katı disiplin altında, psikolojik baskılar gören, huzurlu ve mutlu bir aile ortamı olmayan çocukların başarısızlıklarında sayılan hususlar önemli birer etken olarak değerlendirilmelidir.

3. Etiketleme: Sınıfta öğrencinin akranları arasında ayrıştırılması, kendisine “aptal” gibi yakıştırmalar yapılması, türlü anlamlara gelen lakaplar takılması da öğrencinin kendini değersiz hissetmesine ve okul başarısının düşmesine neden olabilir. Buna kısaca okul ya da akran zorbalığı da ilave edilebilir. Bu zorbalık, fiziksel şiddet ve tehditten başlayarak hemen dikkat çekmeyen ama öğrencilerin duygusal travmalar yaşamasına neden olan sözlü tacizlere, ayrımcılığa ve dışlanmaya kadar çeşitlilik gösterebilir. Bu olumsuzluklardan etkilenenler bireyler olmasına rağmen, bu bireylerin psikolojik olarak taşımakta güçlük çekeceği grup içi özdeşleşme gibi sosyal ve psikolojik faktörler tarafından desteklenirse, sorun bireysel olmaktan çıkıp kurumsal bir hüviyete dönüşür. Türkiye kökenli öğrencilerin okulda kimi derslerde Türkiye karşıtı konularla yüz yüze bırakılması da sorunu bireysel veya kurumsal olmaktan çıkarıp eğitim politikalarına kadar uzanan bir dizi sorun yumağına dönüştürür.

4. Toplumsal faktörler: Bu bağlamda öğrencinin yaşadığı toplumsal ve sosyal çevreyle ilgili faktörler dikkate alınmalıdır. Bazı ailelerde çocuğun cinsiyet ayrımına tabi tutulması, bazı sosyal ortamlarda ırkçılık ve sosyal ayrımcılığa maruz kalınması öğrencinin okul başarısını olumsuz yönde etkileyebilir. Öğrencilerin ayrımcılığa maruz kaldıkları dönemlerde veli, okul psikoloğu ve okul yönetimi bu konuyu birlikte ele almalı; uygun bir çözüm üretmeye çalışmalıdır. Eğitim hizmetlerinin aksayan zincirlerinde veliler okul idaresi ile işbirliği imkânı bulamadıkları durumlarda hukuk desteği alabilirler ve öğrencilerin okul başarısının istendik düzeyden daha düşük olmasının önüne geçebilirler.

Öğretmen, veli ve uzman işbirliğinde öğrencinin özel gereksinimlerinin belirlenmesi, değerlendirilmesi ve elde edilen çıktıların yardımı ile ortaya koyulan olumsuzluklar ile baş edilebilmesi için uygun yöntem ve tekniklerin önerilmesi, hayata geçirilmesi mümkün olabilir. Bu yolla kendini okulda yabancı hisseden öğrencinin gerek dil engelinin kaldırılması gerekse sosyal çevreye uyum sağlamasının yolu açılabilir. Buna ek olarak yukarıda sözü edilen diğer hususların ortadan kaldırılmasına yönelik çabalarla “sıcak öğrenme ortamları” oluşturulabilir. Ortak çalışmalar fiziksel engeli olan çocukların okuldaki yaşantısını kolaylaştırıcı tedbirler alınmasına da yardımcı olur. Zihinsel engeli olan veya disleksi vb. gibi nedenlerden dolayı öğrenme güçlüğü çeken çocukların durumlarının tespit edilmesi, üstün yetenekli çocukların yaşıtları arasındaki farkındalıklarının ortaya koyulması sağlanarak, öğrencilerin öğrenme performanslarına uygun grupların içinde özel eğitim almaları sağlanabilir.

Öğrencilerin okul başarısını artırmak için onlarda sorumluluk duygusunun geliştirilmesi, kendilerine yaşlarına uygun görev ve ödevler verilerek öğrenmeye yönelik motivasyonlarının yükseltilmesi, başarılı olan rol modellerin tanıtılması sağlanabilir. Öğrencilerin bu yolla kendisine güvenmesi ve okul arkadaşları ile yakın ilişki kurabilecek ortamların oluşturulmasına imkân sağlanabilir. Çocukların sosyal ve kültürel ortamlara katılarak sosyalleşmesinin sağlanmasına, okul arkadaşını rakip olarak değil, akran ve arkadaş olarak değerlendirilmesine uygun ortamlar oluşturmak gerekir. Öğrencileri birbirleriyle yarıştırmak, mukayese etmek yerine her birinin yetenek ve kabiliyetlerine, yaş ve gelişim özelliklerine uygun çalışmalar yapmak, onları kapasitelerinin üzerinde bir hedef uğruna yarıştırarak gerçekçi olmayan beklentiye sokmak ve veli olarak kendi ideallerini çocuk üzerinde gerçekleştirmeye kalkıp hayal kırıklıkları yaşamaktan uzak durmakta yarar görülmektedir.

 

Bu yazı Avusturya'da aylık yayımlanan Haber Avrupa Gazetesi Kasım 2022 sayısı için hazırlanmıştır. (http://avrupa.at/okul-basarisi/ )

14 Kasım 2022 Pazartesi

Normal anormal

 

Günlük hayatımızda farkında olmadan kullanılan kavramları merak edip, sözlükteki karşılıklarına bakınca değişik anlamları olduğunu görüyor, bazen şaşırıyoruz. Söz gelimi, “normal” ya da “anormal” kelimelerini söylerken, bu kelimelerin gerçekte neyi ifade ettiğinin bile farkına varmıyoruz. İnsanın “normal” derken neyi kastettiğinin sınırlarını çizmek de her zaman kolay olmuyor. İnsanların farklı çevrelerde yetişmesi, farklı kültürel geçmişlerinin olması, bireysel özelliklerinin birbiriyle uyuşmaması, normal olanın hangisi olduğunun veya neyin kime göre normal olduğunun açıklanmasını zorlaştırıyor. Bazen anormal olanın normal, normal olanın da anormal olduğu kanaati ortaya çıkabiliyor.

Dünyanın adeta yeniden kurulduğu, toplumsal ve siyasal olumsuzluklar nedeniyle insanların ülkeler, kıtalar arası yolculuğa çıktığı yeni dünya düzeninin yol açtığı göçler,  Avrupa ülkelerinde yaşanan ekonomik sorunlar ve giderek artan ekonomik krizler ve buna bağlı işsizlikle birlikte İslamofobinin de artması; yerli halkın kendini koruma refleksi geliştirmesine neden oluyor. Bu refleks ile aşırı sağ partilerin prim yaptığı ve oylarının yükseldiği, sosyal hayatta ayrımcılık ve dışlanma konularının görece olarak daha yoğun şekilde gündeme gelmesine neden oluyor.

Normalin sosyal bir yargı olduğu belirtiliyor. Batı kültürünün egemen olduğu coğrafyada algılanan normal ile Doğu kültürünün egemen olduğu coğrafyadaki normal, yargılar ve değerler bakımından örtüşmüyor. Normal, ister Doğu isterse Batı coğrafyasında olsun, insanların alışkın olduğu yaşam biçimlerine bağlıdır ve günlük hayatın rutinidir. Medya üzerinden verilen normal algısı ise çoğu zaman sun’idir, manipülatiftir, zorlayıcıdır. Anormallik ise normal olarak algılanan değerlerden, yargı veya olgulardan sapmaya yapılan yakıştırmadır. Günlük hayatta neyin normal, neyin anormal olduğunun ölçütü de bir davranışın toplumsal veya sosyal hayatta sorun çıkarıp çıkarmamasıyla ilgilidir. Sorun yoksa normaldir.

Çok kültürlü toplumlarda yaşayan ve sayıca azınlık durumunda olanlar, kendileri gibi olmayan baskın kültürün taşıyıcıları tarafından öteki olarak değerlendirilir ve öteki olarak tanımlananlar bir şey yapmasa bile kendileri açısından “ötekinin bakışının nesnesi” durumuna düşer; baskın kültürün davranışlarını olduğu gibi kabul etmezlerse toplum içinde sorunlu ya da uyumsuz birey/grup olarak değerlendirilirler. Bu durum kültürler arası iletişimin basmakalıplaştırdığı bir “egemen kültür anlayışının” doğmasına yol açar.

“Bu durumda ötekinin ne yapması gerekir?” sorusuna farklı cevaplar verilebilir. Ötekileştirme ve ayrımcılık, bireyin doğuştan sahip olduğu özellikler üzerinden öngörülen eşitliğin bozulması ile ortaya çıkmakta ve bunun sonucunda ayrımcılığa uğrayan bireyin, kendini bağlı bulunduğu topluluktan dışlanmış, ötekileştirilmiş hissettiği düşünülmektedir. 

Ötekileştirilen gruplar içinde, kendini ötekileştirilenlerden değil baskın kültüre daha yakın gören, Şanlıurfalıların deyimi ile "yellehçiler” ortaya çıkar. Bunlar baskın kültürün taşıyıcılarına yellehçilik, yani bir tür dalkavukluk yaparlar. Bu yellehçileri hemen her meslek grubuna ait kişiler arasında görmek mümkündür ve bunlar sıkça ortalıkta bulunur, kendilerine kendilerince misyonlar yükler. Dalkavuk sözlüklerde; “kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse, huluskâr, yağcı, yalaka, yağdanlık, yalpak, yaltak, yaltakçı, kemik yalayıcı, çanak yalayıcı. Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse” olarak tanımlanmaktadır. Bu konuya burada nokta koyalım ve devam edelim.

Normal veya anormal ikilemi arasında ötekileştirilen Avrupalı Türklere ve öğrencilerimize devam ettikleri okullarda yapılan “kademeli ayrımcılığa” dikkat çekelim. Özellikle göçmen çocuklarının toplumun işgücü gerektiren meslek alanlarına yönlendirilip üst eğitim basamaklarına erişimleri örtük şekilde engellenmekte, bu da çocukların yetişkin hayata geçince siyasal, sosyal alanlara erişimlerinin kısmen engellenmesi anlamına gelmektedir. Kademeli ayrımcılık uygulamalarına bağlı olarak, örneğin Almanya’daki göçmenler birçok haktan mahrum kalarak etnik azınlıklara dönüşmekte, Alman vatandaşlığına geçmiş olsalar da toplum içinde Almanlar kadar ülkenin bir bireyi, eşit yurttaşı olarak değil; öteki olarak görülmeye devam edilmekte, kazanımlarının “ne olduğundan çok ne olmadığı” üzerine vurgu yapılmaktadır (Bkz.: Beyazyüz 2017).

Bir Türk çocuğu Almanya’da doğmuş ve orada büyümüş, orada okula gitmiş olsa ve hatta etnik bir Almandan daha iyi, aksansız bir Almanca konuşsa da zaman zaman ırksal olarak ayrımcılığa uğramaya devam etmektedir. Almanya’da anayasal değişiklik yapılmış olsa da kan bağı ilkesi Alman ulusçuluğunun temelini oluşturmakta ve Almanya’da yaşayan biri pratikte Alman kanından gelmediği veya farklı inanç grubuna ait olduğu için Alman olarak kabul edilmemektedir. Bu durum Almanya’nın ulus devlet olarak geç bir zaman diliminde ortaya çıkmasının sonucu olarak değerlendirilmektedir.

Avrupa’da ırkçı fikirler, mizah kisvesi altında güç kazanıyor ve giderek dozu artıp ve tahammül sınırlarını zorlayınca, duruma karşı çıkanlar, konunun mizah unsuru dışına çıktığını söyleyenler ötekileştiriliyor. Almanya’nın Bavyera Eyaletinde 2020 yılında ilkokul öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada (Bkz.: Yeşil 2020) birebir görüşülen öğrencilerin %72’sinin kendisini sosyal ve kültürel açıdan dışlanmış hissettikleri tespit edilmiştir. Burada Irkçılığın, ayrımcılığın gücü, kısmen ırkçılığı algılayan ama aynı zamanda hiçbir şey söylemeyen, tepki göstermeyip kabuğuna çekilen vatandaşlarımızın suskunluğundan da kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile ayrımcılığa, ırkçılığa maruz kalanların sessiz kalmak yerine, seslerini yükseltmeleri ve ilgili makamlara müracaat ederek kullanmakta zorlandıkları haklarını aramaları, ayrımcılıkla mücadele etmeleri ve sosyal, hukuki dayanışma ağı oluşturmaları gerekmektedir.

Gelgelelim Türkiye’ye. Türkiye’den Avrupalının medeniyeti nasıl görülüyor, ya da ötekiler nasıl değerlendiriliyor? Oktay Sinanoğlu (1935-2015) durumu şöyle özetliyor:

Bir millet her nesilde yeniden doğar. Bir milleti yaşatan kendi binlerce yıllık gelenekleri, süzülerek gelmiş kültürüdür. Kültür; Hakkâri’de bale gösterisi yapmak değildir. Kültür; arada bir konsere gidip hava atmak değildir. Çağdaşlık; Moda’nın ara sokaklarında köpek gezdirmek değildir. Bizde böyle çağdaş, sahte aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Her sömürgede böyle sahte çağdaş, aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Bunlar kendi kültüründen kopuk, kendi milletinden, halkından aslında tiksinen, kendi kültürüne yabancı, arada halkçılık edebiyatı yapan tipler yetişmiştir. Türkiye’nin başına da bunlar bela edilmiştir.

Alman Filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), ötekinin tanımlanmasını bir bireyin, ırkın veya ulusun özbilincinin gelişmesinde hayati bir aşama olarak değerlendirmiştir. Ona göre öteki olarak yaşamak, bir öznenin özgürlüğüne sınır koyma girişimine meydan okumayı gerektirir. Bu meydan okuma veya egemen olan ile mücadele sürecinde yaşanabilecek gerilimler ve buna bağlı dönüşümlerle bireysel, toplumsal sınırlar belirlenir. Bu dönüşümler de karşılıklı olarak ortak tanıma ve özbilincin oluşmasına zemin hazırlar (Bkz.: Southwell  2021).  

Biz Türkler hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım, çokluk içinde birlik; birlik içinde çokluk felsefesine inanmış; bu inancı hayatın günlük pratiğine aktarmış, yaşadığı toplumsal ve sosyal çevreye uyumu ve insanlığa saygısı ile örnek olmuş bir medeniyetin çocuklarıyız. Hem toplumsal ve sosyal hayatın getirdiği kültürel çoğulculuğumuzu, herkese olan hoşgörümüzü gösteriyor hem de ait olduğumuz kültüre, ait olduğumuz dine sadakatle bağlı kalıp bundan, bizi öteki olarak gösterene karşı farklı olarak, farkımızı fark ettirmekten onur duyuyoruz. Bizim sorunumuz Avrupa’ya uyum sağlamak değil; özgüven eksikliği nedeniyle sahip olduğumuz değerleri gerektiği gibi anlatamamak ve egemen toplum tarafından gerekli saygıyı yeterince görmemektir.

 

Önerilen Kaynaklar:

Beyazyüz, Selim. (2017). Oryantalizm, Batıcılık ve Modernleşme Kavramları Üzerinden Türk Sinemasına Bir Bakış. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (AKSOS). Güz: 2017/2. 125-151.

Çakır, Mustafa (2010). Kültürlerarası İletişimin Bir Yönü: Özün Ötekileştirilerek Yabancılaştırılması. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt 21, Sayı 1, Bahar: 75-84.

Kartarı, Asker (2019). Kültürlerarası İletişim. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, URL: https://ets.anadolu.edu.tr/storage/nfs/ILT204U/ebook/ILT204U-13V4S1-8-0-1-SV1-ebook.pdf (07.10.2022).

Sinanoğlu, Oktay. Savunan Adam. https://www.youtube.com/watch?v=w15cRAfLPTU (15.09.2022).

Southwell, Gareth (2021). Bir Bakışta Felsefe (Çev. Ecem Yıldız). İstanbul: Nova Kitap 24. ISBN: 978-625-8489-12-5,

Yeşil, Asaf Ekin (2020). Almanya’da Yaşayan Türk Öğrencilerin Ayrımcılık ve Dışlanmışlık Algıları. Eğitim Kuram ve Uygulama Araştırmaları Dergisi, Cilt 6, Sayı 3, 337-351. DOI: 10.38089/ekuad.2020.32

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...