14 Kasım 2022 Pazartesi

Normal anormal

 

Günlük hayatımızda farkında olmadan kullanılan kavramları merak edip, sözlükteki karşılıklarına bakınca değişik anlamları olduğunu görüyor, bazen şaşırıyoruz. Söz gelimi, “normal” ya da “anormal” kelimelerini söylerken, bu kelimelerin gerçekte neyi ifade ettiğinin bile farkına varmıyoruz. İnsanın “normal” derken neyi kastettiğinin sınırlarını çizmek de her zaman kolay olmuyor. İnsanların farklı çevrelerde yetişmesi, farklı kültürel geçmişlerinin olması, bireysel özelliklerinin birbiriyle uyuşmaması, normal olanın hangisi olduğunun veya neyin kime göre normal olduğunun açıklanmasını zorlaştırıyor. Bazen anormal olanın normal, normal olanın da anormal olduğu kanaati ortaya çıkabiliyor.

Dünyanın adeta yeniden kurulduğu, toplumsal ve siyasal olumsuzluklar nedeniyle insanların ülkeler, kıtalar arası yolculuğa çıktığı yeni dünya düzeninin yol açtığı göçler,  Avrupa ülkelerinde yaşanan ekonomik sorunlar ve giderek artan ekonomik krizler ve buna bağlı işsizlikle birlikte İslamofobinin de artması; yerli halkın kendini koruma refleksi geliştirmesine neden oluyor. Bu refleks ile aşırı sağ partilerin prim yaptığı ve oylarının yükseldiği, sosyal hayatta ayrımcılık ve dışlanma konularının görece olarak daha yoğun şekilde gündeme gelmesine neden oluyor.

Normalin sosyal bir yargı olduğu belirtiliyor. Batı kültürünün egemen olduğu coğrafyada algılanan normal ile Doğu kültürünün egemen olduğu coğrafyadaki normal, yargılar ve değerler bakımından örtüşmüyor. Normal, ister Doğu isterse Batı coğrafyasında olsun, insanların alışkın olduğu yaşam biçimlerine bağlıdır ve günlük hayatın rutinidir. Medya üzerinden verilen normal algısı ise çoğu zaman sun’idir, manipülatiftir, zorlayıcıdır. Anormallik ise normal olarak algılanan değerlerden, yargı veya olgulardan sapmaya yapılan yakıştırmadır. Günlük hayatta neyin normal, neyin anormal olduğunun ölçütü de bir davranışın toplumsal veya sosyal hayatta sorun çıkarıp çıkarmamasıyla ilgilidir. Sorun yoksa normaldir.

Çok kültürlü toplumlarda yaşayan ve sayıca azınlık durumunda olanlar, kendileri gibi olmayan baskın kültürün taşıyıcıları tarafından öteki olarak değerlendirilir ve öteki olarak tanımlananlar bir şey yapmasa bile kendileri açısından “ötekinin bakışının nesnesi” durumuna düşer; baskın kültürün davranışlarını olduğu gibi kabul etmezlerse toplum içinde sorunlu ya da uyumsuz birey/grup olarak değerlendirilirler. Bu durum kültürler arası iletişimin basmakalıplaştırdığı bir “egemen kültür anlayışının” doğmasına yol açar.

“Bu durumda ötekinin ne yapması gerekir?” sorusuna farklı cevaplar verilebilir. Ötekileştirme ve ayrımcılık, bireyin doğuştan sahip olduğu özellikler üzerinden öngörülen eşitliğin bozulması ile ortaya çıkmakta ve bunun sonucunda ayrımcılığa uğrayan bireyin, kendini bağlı bulunduğu topluluktan dışlanmış, ötekileştirilmiş hissettiği düşünülmektedir. 

Ötekileştirilen gruplar içinde, kendini ötekileştirilenlerden değil baskın kültüre daha yakın gören, Şanlıurfalıların deyimi ile "yellehçiler” ortaya çıkar. Bunlar baskın kültürün taşıyıcılarına yellehçilik, yani bir tür dalkavukluk yaparlar. Bu yellehçileri hemen her meslek grubuna ait kişiler arasında görmek mümkündür ve bunlar sıkça ortalıkta bulunur, kendilerine kendilerince misyonlar yükler. Dalkavuk sözlüklerde; “kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse, huluskâr, yağcı, yalaka, yağdanlık, yalpak, yaltak, yaltakçı, kemik yalayıcı, çanak yalayıcı. Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse” olarak tanımlanmaktadır. Bu konuya burada nokta koyalım ve devam edelim.

Normal veya anormal ikilemi arasında ötekileştirilen Avrupalı Türklere ve öğrencilerimize devam ettikleri okullarda yapılan “kademeli ayrımcılığa” dikkat çekelim. Özellikle göçmen çocuklarının toplumun işgücü gerektiren meslek alanlarına yönlendirilip üst eğitim basamaklarına erişimleri örtük şekilde engellenmekte, bu da çocukların yetişkin hayata geçince siyasal, sosyal alanlara erişimlerinin kısmen engellenmesi anlamına gelmektedir. Kademeli ayrımcılık uygulamalarına bağlı olarak, örneğin Almanya’daki göçmenler birçok haktan mahrum kalarak etnik azınlıklara dönüşmekte, Alman vatandaşlığına geçmiş olsalar da toplum içinde Almanlar kadar ülkenin bir bireyi, eşit yurttaşı olarak değil; öteki olarak görülmeye devam edilmekte, kazanımlarının “ne olduğundan çok ne olmadığı” üzerine vurgu yapılmaktadır (Bkz.: Beyazyüz 2017).

Bir Türk çocuğu Almanya’da doğmuş ve orada büyümüş, orada okula gitmiş olsa ve hatta etnik bir Almandan daha iyi, aksansız bir Almanca konuşsa da zaman zaman ırksal olarak ayrımcılığa uğramaya devam etmektedir. Almanya’da anayasal değişiklik yapılmış olsa da kan bağı ilkesi Alman ulusçuluğunun temelini oluşturmakta ve Almanya’da yaşayan biri pratikte Alman kanından gelmediği veya farklı inanç grubuna ait olduğu için Alman olarak kabul edilmemektedir. Bu durum Almanya’nın ulus devlet olarak geç bir zaman diliminde ortaya çıkmasının sonucu olarak değerlendirilmektedir.

Avrupa’da ırkçı fikirler, mizah kisvesi altında güç kazanıyor ve giderek dozu artıp ve tahammül sınırlarını zorlayınca, duruma karşı çıkanlar, konunun mizah unsuru dışına çıktığını söyleyenler ötekileştiriliyor. Almanya’nın Bavyera Eyaletinde 2020 yılında ilkokul öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada (Bkz.: Yeşil 2020) birebir görüşülen öğrencilerin %72’sinin kendisini sosyal ve kültürel açıdan dışlanmış hissettikleri tespit edilmiştir. Burada Irkçılığın, ayrımcılığın gücü, kısmen ırkçılığı algılayan ama aynı zamanda hiçbir şey söylemeyen, tepki göstermeyip kabuğuna çekilen vatandaşlarımızın suskunluğundan da kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile ayrımcılığa, ırkçılığa maruz kalanların sessiz kalmak yerine, seslerini yükseltmeleri ve ilgili makamlara müracaat ederek kullanmakta zorlandıkları haklarını aramaları, ayrımcılıkla mücadele etmeleri ve sosyal, hukuki dayanışma ağı oluşturmaları gerekmektedir.

Gelgelelim Türkiye’ye. Türkiye’den Avrupalının medeniyeti nasıl görülüyor, ya da ötekiler nasıl değerlendiriliyor? Oktay Sinanoğlu (1935-2015) durumu şöyle özetliyor:

Bir millet her nesilde yeniden doğar. Bir milleti yaşatan kendi binlerce yıllık gelenekleri, süzülerek gelmiş kültürüdür. Kültür; Hakkâri’de bale gösterisi yapmak değildir. Kültür; arada bir konsere gidip hava atmak değildir. Çağdaşlık; Moda’nın ara sokaklarında köpek gezdirmek değildir. Bizde böyle çağdaş, sahte aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Her sömürgede böyle sahte çağdaş, aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Bunlar kendi kültüründen kopuk, kendi milletinden, halkından aslında tiksinen, kendi kültürüne yabancı, arada halkçılık edebiyatı yapan tipler yetişmiştir. Türkiye’nin başına da bunlar bela edilmiştir.

Alman Filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), ötekinin tanımlanmasını bir bireyin, ırkın veya ulusun özbilincinin gelişmesinde hayati bir aşama olarak değerlendirmiştir. Ona göre öteki olarak yaşamak, bir öznenin özgürlüğüne sınır koyma girişimine meydan okumayı gerektirir. Bu meydan okuma veya egemen olan ile mücadele sürecinde yaşanabilecek gerilimler ve buna bağlı dönüşümlerle bireysel, toplumsal sınırlar belirlenir. Bu dönüşümler de karşılıklı olarak ortak tanıma ve özbilincin oluşmasına zemin hazırlar (Bkz.: Southwell  2021).  

Biz Türkler hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım, çokluk içinde birlik; birlik içinde çokluk felsefesine inanmış; bu inancı hayatın günlük pratiğine aktarmış, yaşadığı toplumsal ve sosyal çevreye uyumu ve insanlığa saygısı ile örnek olmuş bir medeniyetin çocuklarıyız. Hem toplumsal ve sosyal hayatın getirdiği kültürel çoğulculuğumuzu, herkese olan hoşgörümüzü gösteriyor hem de ait olduğumuz kültüre, ait olduğumuz dine sadakatle bağlı kalıp bundan, bizi öteki olarak gösterene karşı farklı olarak, farkımızı fark ettirmekten onur duyuyoruz. Bizim sorunumuz Avrupa’ya uyum sağlamak değil; özgüven eksikliği nedeniyle sahip olduğumuz değerleri gerektiği gibi anlatamamak ve egemen toplum tarafından gerekli saygıyı yeterince görmemektir.

 

Önerilen Kaynaklar:

Beyazyüz, Selim. (2017). Oryantalizm, Batıcılık ve Modernleşme Kavramları Üzerinden Türk Sinemasına Bir Bakış. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (AKSOS). Güz: 2017/2. 125-151.

Çakır, Mustafa (2010). Kültürlerarası İletişimin Bir Yönü: Özün Ötekileştirilerek Yabancılaştırılması. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt 21, Sayı 1, Bahar: 75-84.

Kartarı, Asker (2019). Kültürlerarası İletişim. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, URL: https://ets.anadolu.edu.tr/storage/nfs/ILT204U/ebook/ILT204U-13V4S1-8-0-1-SV1-ebook.pdf (07.10.2022).

Sinanoğlu, Oktay. Savunan Adam. https://www.youtube.com/watch?v=w15cRAfLPTU (15.09.2022).

Southwell, Gareth (2021). Bir Bakışta Felsefe (Çev. Ecem Yıldız). İstanbul: Nova Kitap 24. ISBN: 978-625-8489-12-5,

Yeşil, Asaf Ekin (2020). Almanya’da Yaşayan Türk Öğrencilerin Ayrımcılık ve Dışlanmışlık Algıları. Eğitim Kuram ve Uygulama Araştırmaları Dergisi, Cilt 6, Sayı 3, 337-351. DOI: 10.38089/ekuad.2020.32

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...