Bir sosyoloji hocamız vardı, Allah gani gani rahmet eylesin. Bize derdi ki… “Çocuklar, Türkiye ciddi bir süreçten geçiyor. Bu süreçte bütün değerlerin çatışması yaşanır. Sonuçta üstün gelen kabul görür” Bugünkü yazımda, değerli hocamı, Prof. Dr. Yahya Kemal Kaya’yı rahmetle anarak, medyada yaşadığımız kirliliğin bir yönünü anlatmaya çalışacağım.
Postmodern çağlarda tahrik/manipüle edilen lüks hayatların, meşrulaştırılmaya çalışılan şehvet gücünün ülkemizde çıkardığı cinsel anarşiyi toplumca ağzımız açık izliyoruz. Dizilerde sanal; haberlerde gerçek olayları; bıçaklanan, kaçırılan, namusuna el sürülen, satılan, öldürülen gençleri yüreğimiz yana yana seyrediyoruz. Ne yazık ki toplumun bütün kesimlerini bayağı tutkularına meze yapan küresel bir ahlâksızlık dalgası, bütün toplumu kuşatmış durumda. Ahlaki değerlere yapılan saldırılar TV ve medya kanallarını da kullanarak bütün değerlerimizi ahtapot gibi sarmış; damarlarından tüm ahlâkî faziletleri çekip alırken, insanlık namusu adeta çatırdıyor.
Bir duyarsızlık, bir adamsendecilik almış başını gidiyor. Bütün değerler karışmış. Dünün kutsalı, ayıbı; bugünün sıradanı, alışılageleni olmuş adeta… Sorun A ya da B gazetesi dergisi, TV’si değil. Sorun toplum olarak hepimizin sorunu…
Televizyonlarda yaşanan yoğun izlenebilirlik yarışı, basılı medyada hissedilen satış kaygısı, sınır tanımaz rekabet ve kazanma hırsı almış başını gidiyor. TV’ler daha fazla izlenebilmek, gazete ve dergiler daha fazla satış yapabilmek için her yolu adeta meşru görüyor. En güzel kızlar, en yakışıklı delikanlılar… En çarpık ilişkiler, en anlamsız hayat tarzları… Her biri evimizin davetsiz misafiri; kovsan gitmiyor; evine sokmasan olmuyor. Makul ve mazbut bir dizinin izlenebilirliğini, heyecanını artırmak için araya –adeta- çeşni gibi tecavüz sahneleri ilave ediliyor; ya da aile içi ilişkileri temelden sarsan, yeni bakış açıları getiren davranışlara yer veriliyor. Sosyal paylaşım ağlarında da “… yapmam diyenlere ‘kapak’ olsun” diye marifetler anlatılıyor. Böylece bilinçaltına yeni algılar, değer yargıları yerleştirilmeye çalışılıyor. Bir dizi sapkın ilişki ağı çok matahmış gibi süslenerek, lastik gibi sündürülerek haftalarca ekranlara getiriliyor. Bir süre sonra, gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan haberler de “makulmüş de…, şuymuş da, buymuş da…” diye anlatılıyor. Yapılan iş meşru bir yayıncılık gibi gösteriliyor. Karşı çıkanlara da “istemiyorsan başka kanala geçersin, kardeşim…” gibi cevaplar verilerek, bunlar susturulmaya –hatta bir nevi ‘ötekileştirilmeye’ çalışılıyor… İstemiyorsan başka kanala geçersin, sıkıysa geçersin… Geçemezsen, mutfaktaki, arka odadaki TV’ye talim edersin…
Bu uygulamaya alternatif oluşturmaya çalışan bir grup TV ve medya kanalları da adeta "Sanal Kahraman" yaratmanın peşine takılmış gidiyorlar. İnsanların görmeyi arzu ettiği gücü uyarıyor, uyandırıyor, diriltiyor ve postmodern hayata birer "insan meleği modeli" sunmaya çalışıyorlar. Kendi ifadeleri ile “kalbi temiz, yüzü ak, alnı açık, boynu dik, gözleri pırıl pırıl, yanağında pembe hayâ gülleri, pırlanta gibi bir nesil ideali yaratmaya çalışıyorlar”. “Böyle de olabilirmiş!" dedirtiyor. Kendi değer yargıları ile “kalplerdeki imanı güçlendiriyor, hayâ duygusunu ayağa, iradî iffeti şaha kaldırıyor; tövbeye getirip günahlarına ağlatıyor, hakkına girdiklerinden helallik aldırıyor; bir dahi işlememeye azmettiriyorlar”. Adeta bir dünya cenneti vaat ediyor.
Değerlerin bu denli çatıştığı bir ortamda verilen mesajların hangisi doğru? Benimsediği dünya görüşüne uymadığını görünce etiketlenmeyi göze alarak ortaya çıkan, bin bir dereden su getirerek yanlış bir anlayışı alışılagelen kolaycılıkla savunma yoluna sapmayan bir avuç insana destek oluyor muyuz? Bu insanların aydın duruşuna yakışan serinkanlılıkla, akılcılıkla ortaya koymaya çalıştığı toplum sorunlarından dersler çıkarmaya çalışıyor muyuz? Sanırım, kocaman bir HAYIR…
Ortaoyunu gibi, hepimizin gözü önünde sergilenen rezalete dur demeye çalışan, yayanların orta yolunu bulmaya gayret gösteren iyi örneklere sahip çıkalım. Yozlaşmış, çürümekte olan bir anlayıştan, sağlıklı, geleceğe dönük bir anlayışa geçemeyen bizlere dayatılan parıltılı yaşamı gerçek sanarak kendimizi kaptırmayalım…