Her bir çocuğu temsilen bir gül... |
Okul, öğrenciye toplumsal kültürü
ve bilimsel bilgileri aktaracak bir aracı (mediation) olarak görülebilir.
Burada çocuğa hayatı boyunca gereksinim duyacağı bilgilerin, kavram ve
anlamların aktarılması sağlanır. Aktarılan bilgilerin de öğrenciler tarafından
benimsenmesi, içselleştirilmesi (internalization) gerekir. Bu süreçte toplumun
kendi kültürünü, düşünce sistemini öğrenciye aktarması ve çocuğu mevcut
sistemle bütünleştirmeye (entegrasyon) çalışması dikkati çeker. Dışarıdan
alınan bu bilgiler, çocuğu kendi toplumsal bilgi tabanına uyumlu hale getirir. Bu
bilgiler bazen toplumu ileri götürürken, bazen de hastalıklı bir toplum haline
getirebilir.
Okula giden çocuğa önce yakın çevre
daha sonra da formel eğitim kurumlarındaki görevliler tarafından tam ihtiyaç
duyulan kadar destek verilir. Sosyokültürel ve sosyotarihsel açıdan eğitilir; aktarılan
bilgilerin kullanılması sağlanır; çocuk bunları zamanla içselleştirir. Onun
için çocukların eğitiminde esas olan içselleştirme, bağımsız düşünme, karar
verme ve problem çözme süreçlerinin aşamalı olarak geliştirilmesidir.
Bilgi insana bağlıdır. İnsanın
dışında bilgi üretimi mümkün olmadığı gibi, üretilen bilginin öğrenilmesi ve
edinilmesi; kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılması ve geliştirilmesi de veli,
öğretmen ve okul yönetiminin işbirlikçi yaklaşımla çocuğu kucaklayan bir eğitim
yaklaşımını gerektirmektedir.
Okul seçiminde dikkat edilmesi
gereken pek çok ölçüt sayılabilir. Okul, aile ve veli ile bunların sosyal
çevresinden oluşan üçgen çocuğun akademik gelişimi için önem taşımaktadır. Bu
arada unutulmaması gereken husus çocukların aklının, içinde yetiştiği sosyal
kültürel süreçler içinde şekillendiği gerçeğidir. Çocukların yetişkinlerle
kurduğu bire bir ilişki, onların bilişsel gelişimine önemli katkılar sağlar. Yurt
dışında yaşayan çocuğun sosyalleşebilmesi, gittiği okula uyum sağlayabilmesi
için anadili ve kültürünün yanı sıra ikinci dil ile de erken yaşlarda
tanıştırılması, okul başarılarının istendik düzeyin gerisinde kalmasını önler.
Bilindiği gibi çocukların akli
melekelerinin gelişimi ilk iki yılda doğal bir seyir izlerken, ikinci yılın
sonuna doğru içinde bulunduğu sosyal çevrenin ve kültürel dokunun da izlerini
almaya başlar. Dolayısı ile gelecekteki yaratıcı gücün bu kültürel çevre ile
şekilleneceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Erken iki dillilik bu aşamada
gerçekleşebilir. Ünlü eğitim bilimci Vygotsky (1896-1934), aklın sadece kafanın
içinde olmadığını; çocuğun psikolojik ve biyolojik gelişiminin içinde yetiştiği
kültürel, sosyal ve fiziki çevrenin karşılıklı etkileşimleri ile oluştuğuna
dikkat çekmektedir.
Çocuğun gelişiminde dil ve
düşünce arasında paralel bir ilişki vardır. Bu ilişki iki yaşına kadar
birbirinden ayrı ve bağımsız gelişir. İki yaşından sonra birleşmeye ve
gelişmeye başlar. Öğrenme gelişmeye dayanır, ama gelişme öğrenmeye dayanmaz
(Vygotsky 1985).
Öğrenmenin amacı karşılaşılan
problemleri çözmek, çelişkileri gidermek, yaşanılan bir durumu veya olguyu
anlamak içindir. Etkili öğrenme çocukların gelişimini hızlandırır. Bu nedenle,
öğrenme tek başına yapılan nedensiz bir etkinlik değil, çocuğun diğer
insanlarla karşılıklı ilişkileri içinde ona aktarılan ham bilginin gerektiğinde
kullanabilecek seviyeye ulaşması veya ulaştırılmasıdır.
Eğitim bilimciler çocuğun öğrenme
becerisini bağımsız olarak kazanmadığını söylerler. Genel kabul gören yaklaşıma
göre, çocukların kendi başına gerçekleştirebileceği ve gerçekleştiremeyeceği
davranışlar vardır. İnsan sosyal ve kültürel çevresi ile yaşayan bir fenomen
olduğuna göre, çocuğun belli gelişim evrelerinde kendi başına
gerçekleştiremeyeceği davranışlar için de dışarıdan yardım alması kaçınılmazdır;
kimi güçlüklerin üstesinden gelebilmek için ya kendine göre daha ileri gelişim düzeydeki
akranının veya bir yetişkinin desteğini alması gerekecektir (Bkz: Bacanlı 2009).
Yetişkin desteğinin alındığı oranda (scaffolding) çocuğun gelişimi de hızlanacaktır.
Çocuğun ‘bağımsız problem çözme’
olarak belirlenen gerçek gelişim düzeyi ile ‘bir akran veya yetişkin
rehberliğinde onlarla işbirliği yaparak problem çözme’ becerisini kazandığı gelişim
düzeyi arasındaki fark, onun ‘yakınsal gelişim alanı’ (zone of proximal
development) olarak tanımlanmaktadır (Bağlı, 2004). Çocuğun kullandığı dilin,
kavramların, olguların, araç-gereçlerin kendine özgü yapısı ile tarihî ve
kültürel karakteristik özellikleri vardır. Buradaki asıl konu, çocuğa aktarılan
bilgilerin ne kadarının toplumsal ve içinde yaşanılan gerçek duruma bağlı, ne
kadarının aile ve sosyal çevreye ait olduğudur (Bkz.: Ergün ve Özsüer 2006: 270).
Okulda işbirliğine dayalı eğitim süreçlerinde bu durum da göz önüne
alınmalıdır. Çünkü kuşaklar arası kültürel aktarım tam da bu noktada ortaya
çıkmaktadır. Çocuk büyüyüp, okula başlayıp sosyalleştikçe kendi içine dönük
olmaktan çıkıp, dışa dönük olmaya başlamaktadır. Bu durumda çocuğun ikinci
dilin konuşulduğu ortama önceden hazırlanarak girmesi sağlanmalıdır.
Çocuğun erken yaşlarda kendi
içine dönük “benmerkezci” konuşması, dış dünya tarafından anlaşılamaz. İçsel
konuşma büyük ölçüde ağırlıklı olarak anlamlarla ilişkilendirilmelidir
(Vygotsky 1985: 202). Çocuğun veya yetişkinin konuşması, zihindeki düşüncenin
belli bir bölümünün belli sınırlılıklarla ifade edilmesidir. Bu aşamada düşünce
önce anlamlardan daha sonra da sözcüklerden geçerek dışsal ifadeye yani iletişim
aracına dönüşür. Bir çocuğun konuşmasını anlamak için onun kullandığı
sözcükleri anlamak yetmez; aynı zamanda onun düşüncelerini, konuşmanın
oluşturulduğu sosyal ve kültürel çevre ile konuşmacının psikolojik olarak neyi
amaçladığını da bilmek zorundayız. Bunun için okul öncesi eğitim de genel
eğitimin başarısı için kaçınılmazdır.
Okula başlayan çocuk, yazılı
iletişim kurmayı da öğrenir. Yazılı iletişim, hem daha etkili hem de sese
dayalı olarak ifade edilen veya işitsel yolla algılanan sözcüklerin birer resme
dönüşmesine ve bu yolla kalıcı olmasına, dolayısı ile düşüncenin gelişimine
yardımcı olur. Her bir düşünce ortaya atılan bir genelleme olmakla birlikte,
kavramların ve sözcüklerin veya kelimelerin ortaya çıkarılmasını sağlar.
Kelimeler de nesneler ile onlara verilen adların sembolik olarak birleştiği
kavramlar olarak sembol değeri taşır; yazı dilinde kelime ve kavramlardan
oluşan dil, düşüncenin biçimsel görünüşüdür. Kavram oluşturma çocukluk
döneminde başlamakla birlikte, entelektüel oluşumlar ileri yaşlarda kazanılır
ve akademik gelişim formel eğitim ortamlarında sağlanır.
Kullanılan kelimelerin anlamları zamanla
değişebilir, gelişebilir. Bununla birlikte, kelimelerin kullanıldığı kültürel
alt yapı ile ilişkisi bağlantılı kalır. Çocuğun zihni ve içinde bulunduğu
sosyal ve kültürel çevre bu değişimi belirler. Düşünceler ile konuşma sırasında
seçilen kelimeler arasında sürekli bir ilişki vardır. Düşünceler kullanılan
kelimeler üzerinden anlam veya meşruiyet kazanır.
Konuşmanın işitilen boyutu ile
anlamsal boyutu yaşanılan ortamda edinilen deneyime göre farklı boyutlarda ve
yönde sürekli bir gelişim gösterir. Biri özelden bütüne, sözcükten kavrama
gelişirken öteki bütünden özele, cümleden kelimeye doğru gelişim gösterir.
Konuşma bireysel özellikleri yansıtırken, anlam toplumsal uzlaşıyı gerektirir.
Düşünce ile onları ifade etmeye yarayan sözler arasında her zaman birebir
örtüşme söz konusu olmayabilir. Bazen kastı aşan ifadeler de kullanılabilir.
Bununla birlikte düşünceler, her daim konuşma ile vücut bulur. Düşünce
sözcükler aracılığıyla dünyaya gelir. “Düşünceden yoksun bir sözcük ölüdür;
sözcüklerle kavramsallaşmayan, somutlaşmayan bir düşünce, gölgeden ibaret
kalır.” (Vygotsky 1985: 207)
Kavramlara gelince; kavramlar,
birçoklarının öne sürdüğü gibi önceden dışarda oluşturulmuş, daha sonra
çocukların zihnine yerleştirilmiş ve orada sabit kalan oluşumlar değildir.
Kavramlar beyinde aktif bir süreçle oluşturulur; daha sonraki iletişim ve
zihinsel işlemlerde de sürekli aktiftir ve kuşaktan kuşağa aktarılırken değişebilir.
Kavram oluştururken genelden özele ve özelden genele sürekli yön değiştiren bir
düşünce hareketi görülmektedir (Ergün ve Özsüer 2006: 270). Ancak Vygotsky,
kavram oluşturmanın ergenlik-öncesi çağdaki çocukların kapasitesini aştığını ve
kavram oluşturmanın ancak ergenlik döneminin başlamasıyla mümkün olduğunu
savunur (Vygotsky 1985: 83). Çocuğun zihinsel gelişmesinin bir doğrultusu
vardır. Gelişme hangi düzeyde ise o düzeye özgü bir düşünce vardır. Yetişkin,
çocuğa kendi düşünce tarzını aktaramaz. Ona gelişim öncesi verdiği hazır kavram
ve anlamlar ancak “yalancı kavram” olurlar.
Piaget (1939’dan aktaran Ergün ve
Özsüer 2006) “Öğrenilen kavramlar” okulda öğretilir ve bu da özelden genele
(tümevarım) giderek olur. İnsanların bütün psikolojik fonksiyonları kültürel,
tarihi ve kurumsal durumlar içinde oluşurlar. “Âletlerin âleti” dil de bu
kuralın dışında değildir. Bir hareket yapıldığı ortam içinde anlam kazanır.
Aklın çalışması da diğer ilişkileri göz önüne alarak olur.
Not:
Bu çalışma Europa-Journal Haziran
2015 sayısı için hazırlanmıştır URL: http://www.europa-journal.net/mustafa062015.html
(10.06.2015).
Kaynaklar
Bacanlı, H. (2009). Eğitim Psikoloji. Ankara: Pegem Akademi
Yayıncılık.
Bağlı, M. T. (2004). Oyun,
Bilişsel Gelişim ve Toplumsal Dünya: Piaget, Vygotsky ve Sonrası. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, 37/2, ss. 137-169.
Ergün, M. ve Özsüer, S. (2006). Vygotsky’nin
Yeniden Değerlendirilmesi. Kocatepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 8 /2, ss. 269-292. URL: http://www.egitim.aku.edu.tr/vygotsky.pdf
(son erişim 31.05.2015).
Vygotsky, L. S. (1985). Düşünce ve Dil (Çev. S. Koray).
İstanbul: Sistem Yay.