Bu satırları yazıp yazmama
konusunda çekincelerim oldu. Bununla birlikte yazma eğilimim ağır bastı. Türkiye’nin
geleceğini ilgilendiren bir konudaki gözlemlerimi, duygu ve düşüncelerimi “toplum yararını kişisel
çıkarının üstünde tutan; aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu” [1] bir Cumhuriyet aydını sorumluluğuyla
teşrih etmeye ve yayımlamaya karar verdim.
İngiltere eski başbakanlarından
Margaret Teacher’in, 1992 yılında İskoçya'da yapılan NATO toplantısındaki konuşmasında
şu sözü söylediği rivayet ediliyor: "Düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz.
Bizim yaşayabilmemiz için mutlaka bir düşmanımızın olması lazımdır. Sovyetler
Birliği dağıldı ve düşman olmaktan çıktı. Onun yerine yeni bir düşman koymamız
gerekiyor."
Bugünkü siyasetçiler, bu sözlere
nazire yaparcasına sürekli bir sanal düşman yaratmaya çalışıyorlar. Ülkede her
daim İslâm'a ve Müslümanlara karşı olanların, Türkiye’nin güvenliğini tehdit
eden iş ve işlemler konu ediliyor. Meydanlarda, medyalarda “Yeni Türkiye”
versus “Eski Türkiye” tartışması ile kendilerine sempati toplamaya çalışıyorlar.
Bu durum, bir kesimde radikal İslami eğilimleri, bir diğer kesimde de Avrupa
ile bütünleşme eğilimlerini köpürtüyor. Batıya yönelen bir grup, kaygı ve
endişelerini daha da ileri götürüp, adeta Türkiye’yi Batılılara şikâyet etmeye
kalkıyor. Uluslararası medya kuruluşları da Türkiye’deki kampanyalara bakıp,
rejim sorunu yaşandığı izlenimini yayıyor.
Siyasetçiler kâh televizyonlarda kâh
meydanlarda hitap ettikleri grubun kendilerini desteklemesini, söylediklerini
sorgusuz onaylamasını bekliyor gibi bir izlenim bırakıyor. Farklı sorulara ve
aksi davranışlara tahammül eşikleri her geçen gün düşüyor. Karşılıklı hoşgörü giderek
azalıyor.
Meydanlarda toplanan kalabalık, kendi
gibi düşünmeyenlerin toplantılarını sabote ediyor; öteki olarak gördüklerinin kendilerini
ifade etmeleri engellemek için bin türlü zorluk çıkarıyorlar. Yer yer yaşanan
olaylarda polisiye müdahaleleri izliyoruz.
Kemal Tahir “Akılsızlara da,
cahillere de kızılmaz. Ama akılsızlığı ve cehaleti saldırganlık biçiminde
meydana sürenlere kızılır” diyor bir sözünde. Ben de farklı düşünmüyorum. Bir
de terbiyesizliği, kırıcılığı ve densizliği “siyaset söylemi” haline getirenleri
anlamakta güçlük çekiyorum.
Meydanlar kendinden başkasını
adam yerine koymayan siyasetçilerle kaynıyor. Kendini her şeye kadir gören,
karşı taraftan sürekli ve nedensizce öncelikli ve özel muamele görme isteği
olan siyaset erbabı, uzman fikirlerine ihtiyaç duymuyor; farklı olanın her
zaman dışlanması, horlanması ve ezilmesi gerektiğine yönelik politik söylemler
üretiyor.
Başkalarının fikirlerini ve
inanışlarını (hükümlerini) ancak ve ancak kendisi ile aynı olduğunda (kendi
fikirleri ile örtüştüğünde) destekleyen, arkasında duran politikacılar;
beklentileri karşılanmadığında, önüne engeller çıktığında veya zorlandığında
birden bire aslan kesiliyorlar; siyasi rakiplerine karşı haksız iddialarda
bulunan, bazen küstah, bazen kaba ve bazen de itici davranış sahibi kişiliklere
bürünüveriyorlar.
Hâlbuki vatandaşın devleti
yönetmeye talip olanlardan beklentisi bu değil. Başkalarını, kendi başarısı
için kullanmayı iyi becerebilen ve bunu da kendisi için hak gören anlayışın
yerine, nimette ve külfette adalet, insan onuruna saygı bekliyor vatandaş. Hakir
ve hor görülmemek istiyor.
Anadolu insanı öteden beri belki biraz
eğitimsiz, biraz da yoksuldur; ama bilgedir. Yılların tecrübesinden,
yaşanmışlıklarından ürettiği sözlerle hayatı bir çırpıda özetleyiverir. Kendini
adeta tek ve erişilmez gören, özel yaratılmış olduğuna inanan siyaset erbabını,
yüksek seviyede, eşsiz ve erişilmez ince zekâsının ürünleriyle tanıyıp, dersini
verir.
Anadolu insanına göre zekâ sudur.
Tohumları yeşertir. Yalanı da, bilgiyi de...
Yetenek, topraktır. Ne ekersen onu
biçersin. Ekmezsen üzerinde ayrık otları biter...
Emek güneştir. Tohuma da, suya
da, toprağa da hayat verir...
Kader…
Kader çadırındaki kilim gibidir.
İpliğini Ulu Tanrı verir sen dokursun. Deseni sendendir, renkleri Mevla'dan...
Siyaset şansı da bazen doğal bir gübredir. Ne zaman nereye düşeceği belli olmaz.
Kilimine düşerse kirletir; desenini soldurur; emekleri yok eder. Uygun toprağına
düşerse de her şeyi besler; güç ve kuvvet verir.
Geçmişe bakılırsa, kimi
siyasetçilerin “Dün dündür; bugünse bugün” kolaycılığı ile halkı aldatmaya
yeltendiği görülür. Benzer söylemleri kimi zaman günümüzde de duymak mümkün.
Ama ortaya atılan yalan, nifak bir tohumdur. Bire kırk verir. Verdiği kırkın
her biri bir başka tohumdur ki, o da bire kırk verir. Hâlbuki bilgi de bir
tohumdur; o da bire yüz verir. Verdiği yüzün her biri bir tohumdur ki insana
bilgelik, torunlarına da ilham verir...
Limitsiz başarı ve şöhret
beklentileri içinde kendini her şeye kadir gören; bir benzeri olmayan zekâya sahip
olduğunu düşünen, güzel beden ve yüksek performansa sahip olduğuna inanan, ideallerin
adamı olma ve kendini çok daha fazlası şeklinde görme eğilimleri ağırlık kazanmaya
başlayınca, bu kişilerden uzak durmaya çalışılmalı; bilgiye itibar edilmeli,
yalandan dolandan uzak durulmalıdır.
Şimdi sadede gelelim. Türkiye
seçime hazırlanıyor. Ortalık toz duman…
2011 yılında yapılan 24. Dönem
Milletvekili Genel Seçimlerinde, 52.806.322 seçmenden 43.914.948 kişi oy
kullanmış. Bunlardan geçerli oy sayısı 42. 941.762; geçersiz oy sayısı da
973.185 olarak tespit edilmiş. 8 milyon
891 bin 374 seçmen oy kullanmamış. Seçime katılım oranı yüzde 87,4 ile son
üç seçimin en düşük oranını oluşturmuş.
Geçen dönem oy kullanmayan 8
milyon 891 bin 374 seçmenin pek çoğu haklı veya haksız mazeret üretip, en temel
yurttaşlık hakkını kullanmamış. Bu defa yapılacak seçimlerde de oy kullanmak
istemeyen olursa, oy kullanması için
teşvik edin; ısrar edin. Oylarınıza, dahası yurttaşlık haklarınıza sahip çıkın.
Hangi görüşü destekliyor olursanız olun, sandığa gidin. Çünkü geçen dönemde
barajı geçemeyen partilere oy veren 1 milyon 981 bin 279 seçmenin oyu ile oy
kullanmayanların toplamı, meclise yansımayan oy sayısı 11 milyona yaklaşmış.
Buna geçersiz olduğu tespit edilen 973.185 adet oy da eklendiğinde toplam 12
milyona yakın seçmenin iradesi meclise yansımamış. İyi de olmamış…
Cumhuriyet tarihi sadece yedi
düvele karşı verilen bağımsızlık savaşını, ikinci dünya savaşı yıllarındaki
ekonomik krizin Türkiye’ye yansımasını, her on yılda bir yapılan askeri
müdahaleleri değil, yakın tarihimizde yaşanan bu tür garabetleri de yazıyor. Oy
kullanmak yerine bir tatil kasabasında, bir mesire yerinde, bilemediğimiz her
hangi bir köşede sevdikleri ile birlikte geç Pazar kahvaltısı yapmayı tercih
edenlerin, Türkiye’nin geleceğine ilişkin görüş belirtme haklarının da
tartışılması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşı olmanın onurunu yaşarken, yurttaş olmanın bilinci ile hareket edip,
sorumluluklarını da yerine getiren bireylerin ülkenin geleceğine ilişkin
projeleri, kaygıları, heyecanları olabilir.
Hangi görüşten olursanız olun; 7 Haziran 2015 günü yataklarınızdan erken kalkıp oyunuzu kullanmaya gidin. O gün, yuttaşlık göreviniz ilk; sosyal aktiviteleriniz ikinci
önceliğiniz olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder