Yeni yılın girişi ile birlikte
Türkiye’nin iç ve dış politik gündemindeki yoğunluk her geçen ay yeni bir boyut
kazanıyor. Cumhuriyetimiz 100. yılına hazırlanırken, ülkedeki geleneksel
yapının da geleceğin yeni şartlarına bağlı dönüşüm geçirdiğini görüyoruz.
Bugünlerde yurt dışında yaşayan
Türklerin en fazla muhatap olduğu konu 1915 yılı olaylarıdır. Bir yanda
Çanakkale, öte yanda Ermenilerin başlattığı uluslararası politik hamleler
siyasete ilgisi olmayanları bile gündeme odaklıyor. Öğrenci değişim programı
ile yurt dışına gönderilen öğrencilerimiz ile yurt dışında yaşayan Türkiye
kökenli gençler, gerek yaşıtlarının saldırgan ve mütecaviz sorularından gerekse
bulundukları ülkelerdeki parlamentoların aldığı kararlardan rahatsız olan gençler,
“Hocam, o yıllarda ne oldu?” diye soruyor. Benim cevabım ise gayet açık ve net.
Türk Milleti tarihinin hiçbir döneminde sonradan utanacağı bir davranışta
bulunmamış, duygusal reflekslerle hareket etmemiştir. Büyük bir cihan
imparatorluğunun emperyalist çıkar grupları arasında paylaşımının yapılmaya
çalışıldığı dönemlerde, milletimiz varlığını sürdürme azim ve kararlılığı ile cepheden
cepheye koşmuş; bugün dost ve düşman herkesin örnek aldığı, övgü ile söz ettiği
kahramanlık öyküleri yazmıştır.
Doğu cephesinde Sarıkamış’ta on
binlerce evladını savaş(a)madan kara, soğuğa ve hastalığa kurban eden Türk
Milleti, bu üzücü olayın akabinde yaralarını sarmaya fırsat bulamadan Çanakkale’de
yedi düvele karşı savaşmak zorunda bırakılmış; Doğu Cephesindeki Ermeni çeteciler
ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ecdadımız vatan savunmasında verdiği
mücadele sırasında, bırakınız soykırım suçunu işlemeyi, düşmanla savaşmanın da
bir adabı olduğunu gösteren ve kuşaktan kuşağa anlatılan türlü çeşit destanlar
yazmış; gelecek kuşaklara örnek alınacak bir tarih bırakmıştır.
Bu destanların yazıldığı dönemde
doğu cephesindeki Ermeniler de imparatorluğun batısındaki coğrafyada yaşayan diğer
milletler gibi, bağımsız bir devlet kurmak istemiş; kendilerine göre bir kısım
gerekçeler öne sürerek silahlı bir mücadeleye başlamıştır. 1878’de Rusya’nın
desteği ile kıvılcım alan ve 1915 yılında hayata geçirilen bu silahlı mücadele,
Rusların Ekim Devrimi nedeniyle geri çekilmek zorunda kalması nedeniyle amacına
ulaşamamış; Ermenilerin bağımsızlık mücadelesi bölgede yaşayan vatandaşlarının
birbirini boğazlaması ve nihayet karşılıklı katliamların yaşanmasına neden
olmuştur. Bu durumun önüne geçmek isteyen dönemin hükümeti bir iskan kanunu
çıkarmış; çatışma ve karşılıklı kıyımların yaşandığı bölgelerdeki Ermenilerin
bugünkü Suriye’de Fırat Nehri’nin kuzey havzasına nakledilmesine karar
vermiştir. Bu nakil ile ilgili bir dizi tedbirler alınmışsa da göç sırasında arzu
edilmeyen kimi olayların önüne geçilememiştir. Bu süreçte hayatını kaybeden
Ermeni halkın ölümünden sorumlu tutulan Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey 1919
yılında Divan-ı Harp tarafından idam edilmiştir. Bundan sonra da 145 Türk
devlet adamı, asker, idareci ve aydın İstanbul7u işgal eden İngilizler
tarafından Malta’ya gönderilmiş; dönemin Osmanlı Başbakanı Tevfik Paşa’nın beş
tarafsız ülkeye (İspanya, Hollanda, Danimarka, İsveç ve İsviçre) başvurarak
Ermeni zorunlu göçü hakkındaki ithamları incelemek için tarafsız bir heyetin
oluşturulduğunu ve bu komisyona ikişer adli müfettiş göndererek gerçeklerin
ortaya çıkarılmasını istemesi üzerine de bu girişimi engellemişler; Hükümeti
düşürüp yerine Damat Ferit Hükümeti’nin kurulmasını ve bilahare Malta
tutuklularını da serbest bırakmışlardır. İstanbul’da kurulan sıkıyönetim
mahkemesinde ifade veren Ziya Gökalp, “Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de
bir Ermeni soykırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Onlar bize
arkadan vurdular; biz de vurmak mecburiyetinde kaldık” demiştir[1].
Savaştan sonra Birleşmiş
Milletler tarafından Amerikalı ve İngiliz uzmanlardan oluşturulan bir komisyon
Anadolu’da yaşananlara ve dünyadaki Ermenilerin durumuna ilişkin bir rapor hazırlamıştır.
Bu raporda o dönem Türkiye’de görev yapan yabancı diplomatlarının ülkelerine gönderdiği
resmi raporlardan yararlanılarak genel bir çerçeve çizilmiş; dünyadaki
Ermenilerin durumu ortaya koyulmuştur. Raporda öldüğü veya kaybolduğu öne
sürülen pek çok Ermeni’nin Türkiye’de kalıp “Müslüman” olduğu, yurtdışına
göçtüğü veya göç esnasındaki saldırılar ve hastalık gibi nedenlerden dolayı
hayatlarını kaybettiği ortaya koyulmuştur.
Tek bir canın bile sonsuz öneme
haiz olduğu düşünülürse, ölenlerin sayısı üzerinden bir tartışma yürütmek;
bizden bu kadar, sizden şu kadar insan hayatını kaybetti diye inatlaşmak,
milyonlara varan hayali ölümlerle üste çıkmaya çalışmak akıl karı görünmüyor.
Bununla birlikte sadece Türklerin değil; bütün dünya milletlerinin geçmişle
ilgili değerlendirme yaparken, geçmişin şartlarına göre değerlendirme yapması
gerekiyor. Saraybosna’daki bir suikast ile başlayıp Versailles Sarayı’ndaki
antlaşma ile sona eren ve milyonlarca insanın hayatına mal olan Birinci Dünya
Savaşı’nın nedenlerinin yeniden düşünülmesi; yaşanan olayların parlamentolarda
alınan siyasi kararlarla değişmesinin mümkün olmadığının görülmesi ve nihayet siyasal
ve ekonomik çıkarlara dayalı olarak yürütülen politikaların sonuçlarının nelere
mal olabileceğinin gelecek kuşaklara doğru ve tarafsız bir şekilde anlatılması
gerekiyor[2].
Hayatını kaybeden Ermeni vatandaşlarımızın hangi ülkelerce, ne gibi amaçlar
uğruna silahlandırıldıkları ve bu insanları ayağa kaldırdıktan sonra ideallerine
neden sahip çık(a)madıkları da anlatılmalıdır.
Türk gençlerinin İngilizlerin
Avustralya ve diğer sömürge ülkelerden getirdiği binlerce gence Çanakkale’nin
muhteşem sahillerinde çilek toplatmak gibi bir amacının olmadığını; her yıl
düzenlenen romantik şafak ayinleri ile geçmişin kirlerinin temizlenmesinin
mümkün olmadığını bir gün dahi unutmaması gerekir. Yine aynı şekilde Rusların
ekim devrimi nedeniyle kendi can derdine düşmüş olduğunu görmesi; Ermenileri
silahlandırırken ve onları sahipsiz bırakıp, Türkler ile boğuşmaya, yani
kaderlerine terk ederken güttüğü politikanın milletlerin ve özellikle de
Ermenilerin tarihinde ne gibi sonuçlara yol açtığını bilmesi ve gelecek
ideallerinin tarihi düşmanlık tezleri üzerine kurulmaması gerektiğini öğrenmesi
gerekir. Gençlerin, Fransızların bu konuya ilgisinin nedenini anlayabilmesi
için Çukurova’da Kilikyalı Ermeniler ile işbirliği yaparken aldıkları yenilgiyi
ve bu yenilgiyle ülkelerine taşıdıkları tarihi sorumlulukla vicdan azabından
kaynaklandığını bilmesi gerekir. Bu bilinçle hareket edecek Türk genci Urfa’nın
neden şanlı, Antep’in neden gazi olduğunu öğrenecek; Sütçü İmam’ın her hangi
biri olmadığının da farkına varacaktır.
Türk Milleti kıt kaynaklarını
kullanarak yedi düvele karşı savaşmış; ülkesini savunmuş; ülkedeki sınırlı
insan kaynağı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur. Ağır bedeller ödenmiştir.
Bugün yapılan tartışmalarda Balkanlardan Yemen cephesine kadar hayatını
kaybeden 5,5 milyon Türk evladının esamisi okunmazken; Sibirya’ya veya Asya’nın
steplerine sürgün edilen; Anadolu’ya göç etmek zorunda bırakılan Ahıskalı,
Çerkez, Gürcü, Ahbazların yaşadıkları gündemde yer almazken, özellikle belli
bir grubun, Ermenilerin öne çıkarılması; acıların tekrar tekrar sorgulanması
tesadüf değildir. Amaç bellidir. Türkiye Cumhuriyeti devletini zayıflatmak ve
ekonomik taleplerde bulunmaktır.
Bugün Ermenileri destekleyen kimi
ülkelerin, geçmişte de onların hamiliğini yaptığını bilinmektedir. Tarihi
kayıtlar, Avrupalıların 1895 yılı Eylül ayında İstanbul’un Kadırga semtinde
reform bahanesiyle ayaklanan Ermenileri desteklediklerini de ortaya
koymaktadır. Öte yandan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşının sonunda Osmanlı
İmparatorluğu’nun büyük kayıplar vererek imzaladığı Edirne Müterakesi sırasında
Ermeni Patrik, Yeşilköy’e gelen Grandük Nikola’dan Doğu Anadolu’da Ermenilere
toprak tahsis edilmesini istediği de bilinen bir gerçektir[3].
Tarihi sicili malum Almanya 13
Temmuz 1878’de Osmanlı Devleti ile Almanya, Avusturya, Macaristan, Fransa ve
Rusya arasında Berlin'de imzalanan Berlin Muahedesi çerçevesinde Doğu
Anadolu’da Kars, Ardahan ve Batum Sancaklarının Ruslara verilerek bu bölgede
bir Ermeni devleti kurulmasını öngörmüştü. Ama bu plan tutmadı. Bugün
Türkiye’ye “20. yüzyılda soykırım yapan ilk ülke” etiketini yapıştırmak
istemesi manidardır ve tarihin seyrini bilenler açısından gayrı ciddi bir girişim
olarak görülmektedir. Tarihi dost ve müttefik olarak görülen bir ülkenin
Anadolu’da yaşanan mukateledeki payı ve sorumluluğunu ve insanlık tarihindeki kirini
arındırmaya çalışırken de geçmişte ve günümüzdeki değerlerini gözden
geçirmesinde ve biraz da Güneybatı Afrika’da yani bugünkü Namibya’da 1904-1908
yılları arasında katlettiği 90.000 insanın akıbetini öncelikli olarak araştırmasında,
yarar olduğu düşünülmektedir[4].
Aradan geçen yüz sene sonra adeta
“ütopya armenia” şeklinde bir efsaneye dönüşen olayları kuşaktan kuşağa
aktararak anlatan Türkler ve Ermeniler, hangi taraftan olursa olsun, yaşanan bireysel
öykülerle tarih yazmaya ve anlatılanlara sorgusuz inanmaya ve duygusal tepkiler
vermeye devam ediyorlar[5].
Bu süreçte Türkler yaşanan acıların tekrar edilmemesi için yeni kuşaklara
anlatmamayı, unutmayı tercih ederken, Ermenilerin yaşadığı her bir tekil öykü,
Diasporada yaşayan Ermenileri bir arada tutan bir çekim gücüne dönüşüyor. Bu
sanal öykülerden güç alınarak düzenlenen Türkiye karşıtı siyasal kampanyalar,
parlamento kararları gerçeğin tarafsız bir şekilde ortaya koyulması amacından
çıkıp, kimseyi bağlamayan siyasal bir saldırı haline dönüşüyor.
Siyasal saldırıların farkına
varan İsveç Parlamentosu’nun Ermeni iddiaları ve Süryaniler ile ilgili olarak
2010 yılında aldığı kararı 2015 yılında rafa kaldırdığı görülüyor. Böylece
geçmişte yaşanmış bir trajedi için araştırma yapılmadan parlamento kararı ile
bir ülkenin soykırım yaptığına ilişkin karar verilemeyeceği, siyasi manevralar
ile tarih yazılamayacağı da kendiliğinden ortaya çıkıyor. İngiltere ise daha
önce kurduğu mahkemelerde olayların seyrini soruşturduğu için, yaşananların
somut delillere dayandırıl(a)madığı gerekçesiyle Ermeniler lehine bir karar almıyor.
Amerika da olayın aslını bildiğinden her yıl 24 Nisan günü yaptığı
açıklamalarda siyasi manevralar yapmaya devam ediyor.
Günümüze gelince, Ermenistan
Cumhurbaşkanı Serj Azati Sarkisyan, Türk tezinin aksine, tarihi bilgi ve
belgeleri araştırma aşamasının artık geride kaldığını, konunun bundan sonra
siyasal boyutta ele alınması gerektiğini söylüyor. Nitekim değişik ülke
parlamentolarının aldığı kararlardan sonra, Kozan Kalesi eteklerinde yer alan ve
Fransızlar’ın 1920'de Kozan'ı terk ederken
dönemin Katalikos vekili Yahişa/Yahya Efendi tarafından Kozan Mutasarrıfı Ihsan
Bey'e teslim edilen Kilikya Katolikosluğunun anahtarlarını Anayasa
Mahkemesi’nden geri istiyorlar[6].
Bu İstanbul’daki Ermeni vakıflarına ait kimi taşınmazlarının iadesinden sonraki
ikinci girişimdir ve 1915’ten sonra el konulan taşınmazlar için yeni bir hukuk
mücadelesinin başlatıldığının habercisidir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin
herkesi tarihi gerçekleri bilimsel platformda araştırmaya davet ederken, aynı
duyarlılığa karşılık alamadığı görülüyor. Başbakan yayımladığı mesajda özetle geçmişte
yaşananlardan derslerin çıkarılmasını, acıların paylaşılmasını diliyor. “Yüz
yıl önce Türk ve Müslüman Osmanlı vatandaşlarının maruz kaldığı sürgün ve
katliamların derin izleri bugün de hafızalardadır. Bu gerçeği görmezden gelmek,
acılar arasında ayırım gözetmek, tarihi bakımdan yanlış olduğu kadar vicdanen
de kabul edilemez. Nitekim geride bıraktığımız yıllar, çatışan hafızaların
birbirine dayatılmasının sonuç getirmeyeceğini göstermiştir; /.../ hayatını
kaybeden masum Osmanlı Ermenilerini saygıyla anıyor, torunlarına taziyelerimizi
sunuyoruz” diyor.
Biz de bu süreçte hayatını
kaybeden, bizlere bu cennet vatanı miras bırakan ecdadımızı rahmet ve saygı ile
anıyor; geride bıraktıkları evlatlarına da gösterdikleri alicenaplıktan dolayı
en derin şükran ve taziyelerimizi sunuyoruz.
Not:
Bu çalışma Europa-Journal Mayıs 2015 sayısı için hazırlanmıştır URL: http://www.europa-journal.net/mustafa052015.html (10.03.2015).
[1] Orhan
Karaevli (2008). Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak. İstanbul: Doğan Kitap, s. 55.
[2] Bkz.: Gözde
Kılıç (01.05.2014). Ermeni İddiasını Kabul Eden Ülkeler. Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi. URL: http://www.21yyte.org/tr/arastirma/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/2014/05/01/7571/ermeni-iddialarini-kabul-eden-ulkeler
(son erişim: 01.05.2015).
[3] Bkz.:
Yunus Zeyrek (14.03.2006). Ermeniler hakkında geniş bir çalışma. Kanka Net.
URL: http://forum.kanka.net/archive/index.php/t-128464.html (son erişim:
01.05.2015).
[4] Bkz.: Paul
Munzinger (28.04.2015). Der andere Völkermord. Süddeutsche Zeitung. URL: http://www.sueddeutsche.de/politik/hereros-in-deutsch-suedwestafrika-der-andere-voelkermord-1.2454826
(son erişim: 01.05.2015).
[5] Hatice
ve Halil ERDEMİR (2009). Uluslararası Politikalarda ‘Ütopya Armenia’. M. Metin
HÜLAGÜ, Şakir BATMAZ, Gülbadi ALAN (Yay.). Hoşgörüden
Yol Ayrımına Ermeniler. Erciyes Üniversitesi-Nevşehir Üniversitesi II. Uluslar
arası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (22-24 Mayıs 2008) Bildirileri.
Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayını No: 163, ss. 299-320.
[6] Uygar
Gültekin (04.30.2015). Kilikya Mülklerini Geri İstiyor. Agos. http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11437/kilikya-mulklerini-geri-istiyor
(son erişim: 01.05.2015).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder