22 Nisan 2015 Çarşamba

Türklerin türlü halleri

Her türlü iletişim ortamının hızla geliştiği, toplumsal ve sosyal hayatın etkilerinin bireylerin yaşam alanlarına etkili bir şekilde nüfuz ettiği, dünyanın giderek küçüldüğü, buna karşın bilgi ağlarının büyüdüğü bir zamanda yaşıyoruz. İletişim ağını etkin olarak kullanan bir grubun her türlü güdümleme tekniklerini kullanarak istemediği, rakip olarak gördüğü bir grup hakkında dilediği gibi operasyonel bir faaliyette bulunması, o grup hakkında algı oluşturması, mevcut algıyı da dilediği yönde, içerik ve boyutlarda yönetmesi ve yönlendirmesi mümkün oluyor.  

Basın, yayın organlarının yanı sıra sosyal medya üzerinden de takip ettiğim kadarı ile Avrupa Türk toplumu her şeyi dolu dolu yaşıyor. Duyguları da heyecanları da zirve yapıyor. Bu heyecan, bazen Türk toplumunu kendi içinde ayrışmasına neden olurken bazen de kendiliğinden bir olmaya, birlik olmaya sevk ediyor.

Pasaportu veya yurttaşlık bağı hangi ülkeyle ilişkili olursa olsun, yüreklerin bir yerindeki Türk milletine olan aidiyet duygusu ve Türkiye sevgisi, Türk insanının belirgin farkını ve diğer duygulardan ayrıştığı özellikleri ortaya koyuyor. Hal böyle olunca Türk olmak, duyguları alabildiğine yaşamak, hizmet yolunda karşılık beklemeden mücadele etmek, beklenmedik anlarda umulmadık ölçüde bedel ödemeyi de beraberinde getiriyor. Ödenen bedeller ise elde edilen kazanımların değerini daha da anlamlı hale getiriyor.

Geçen yazımda “Gelin canlar bir olalım” diye çağrıda bulunmuştum (http://europa-journal.net/mustafa022015.html). Yazı yayımlandıktan sonra bir hayli olumlu görüş ve öneri aldım. Geçtiğimiz günlerde yapılan seçimlerde Türkiye kökenli Avusturyalı soydaşlarımız yine bir olmanın, birlik olmanın destanını yazdı ve içlerinden çıkardığı birbirinden değerli politikacıları övünç kaynağımız oldu. Seçilenlerin temsil ettiği siyasi görüşlere katılırsınız, katılmazsınız; ama demokratik kazanımlar çerçevesinde yurttaş olmanın bilinci ile birlik olunca, beraber hareket edince nelerin başarılabileceği gerçeği bir kere daha ortaya çıktı. Her bir seçmen yurttaş olmanın sorumluluk ve bilinci ile hareket ederek yerel yönetime katkıda bulundu ve bundan sonra da temsilcileri vasıtası ile haklarının takipçisi olacak.  

Sizler yaşadığınız illerde ayrı bizler yaşadığımız illerde ayrı hayaller peşindeyiz; lakin hepimizin terennüm ettiği sevda türküleri aynı. Önce birey olarak, sonra da millet olarak alnımız ak, yüzümüz pak yaşayabilmek. Bunun örneklerini iyi günde, zor günde dayanışarak ortaya koydunuz. Tarihte değişik örneklerini gördüğümüz birlik ve beraberlik duygularının diyar-ı gurbette de devam ettiğini gösterdiniz.

-/-

Sarıkamış’ta Allahüekber dağlarında canlarını feda eden binlerce vatan evladının yüreklerde bıraktığı yara henüz kabuk bağlamadan yapılan bir büyük savaşta daha milletimiz bir olmanın, birlik olmanın destanını yazdı. Bu destan, milletimizin kanı ve canı ile büyük bir bedel karşılığı yazıldı. Milletimiz Sarıkamış bozgunundan sonra yaşanan yokluk ve yoksunluk günlerinde tarihte henüz son sözünü söylemediğini yedi düvele bir kere daha gösterdi. Kurtuluş Savaşının adeta önsözünün yazıldığı, ulus olma bilincinin oluştuğu,  Türk’ün ölüm ile imtihan edildiği Çanakkale kara ve deniz savaşlarının acısı ve kazanılan zaferin kıvancı dün gibi taze.

Türkiye bugünlerde 2023’ün stratejik planlarını yaparken, geçmişini yâd etmeyi de unutmadı. O günlerin yüzüncü yılı dolayısı ile yurdun değişik yerlerinde ve dış temsilciliklerimizde, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum birlikte bir dizi etkinlikler düzenledi. 18 Mart Şehitler Günü'nde, Anafartalar Kahramanı Türk Milletinin bağrından çıkan seçkin evlatlarından Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile bütün şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygı ile yâd ettik. Genç kuşaklara yurt sevgisini, yurt olmadan millet olunamayacağının bilinciyle ecdada duyulan saygıyı aktarmaya, anlatmaya çalıştık. Kimimiz sabah namazlarının ardından mevlit ve Kur’an kıraati yaptı; kimimiz klasikten moderne uzanan geniş bir yelpazede kültür ve sanat etkinlikleri yaparak geçmişi yâd etti.

Geçmişten gelen bu zengin birikim, bizim geleceğe daha bir güvenle bakmamız için gerekli moral desteği sağladı. Türkiye’de katıldığım bir törende, kendi cenaze namazını “Er kişi niyetine!” diye tekbir alıp, komutanlarının imametinde arkadaşları ile topluca eda eden bir ecdada sahip olduğumuzu öğrenmekten son derece onur duydum. “Ne mutlu Türküm diyene!” diyebilmenin mutluluk ve heyecanı ile ayrıcalığını bir kere daha yaşadım.

Yurt içinde veya yurt dışında yaşanılan bu duygu yoğunluğu arasında “Türk” olduğunu söylemekten neredeyse imtina eden, birleştirmek yerine ayrıştırmaya çalışan bir kesimin ölçüsüz söylemleri de yüreğimizi acıttı. Bununla birlikte, bütün bunlara nispet yapar gibi Türkiye’den binlerce kilometre uzakta yaşayan ve bir dünya yıldızı olan Avustralyalı Hugh Jackman’ın da İstanbul’da kökünün Türk olduğunu iftiharla anlatması yüreğimize su serpti. Gençlerimiz için geçmişten utanmak yerine, ecdadımızla iftihar etmemiz ve bu özgüvenle geleceğe umutla bakabileceğimize olan inancımızı pekiştirdi.

Bizi “öteki” olarak görenlere, “etiketleyerek” hakkımızda olumsuz algılar oluşturmaya çalışanlara tarihimizden verebileceğimiz pek çok iyi ve seçkin örnekler var. Bunlardan ikisini vererek bitireyim.
Dünyaca tanınan edebiyat adamımız Yaşar Kemal’in vefatı dolayısıyla katıldığım bir etkinlikte söz döndü dolaştı Nobel Edebiyat Ödülü’ne geldi. Kendisine ne kadar haksızlık edildiğinden filan bahsedildi. Ben de Yaşar Kemal’e verilmeyen; ama Orhan Pamuk’a verilen bu ödülün o kadar da önemsenmemesi gerektiğini anlattım ve “Madem bu kadar önemsiyorsunuz, Seferis’i kaçınız hatırlıyor?” diye sormadan edemedim.  

Giorgos Seferis (1900-1971)
İzmirlilerin içlerinden çıkarıp dünya müzik piyasasına armağan ettiği sanatçı Dario Moreno’ya olan kadirşinaslığını neredeyse cümle âlem biliyor. Peki, aynı duyarlık Giorgos Seferis için de gösteriyor mu? “Seferis de kim ola ki?” diye yüzüme baktılar. Onlara Seferis’in Urla'da (İzmir) doğduğunu, 1914'te ailesiyle Atina'ya taşındığını, çalışmalarını 1918 - 1925 arası Paris Sorbonne'da sürdürdüğünü ve 1963 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldığını anlatınca, şaşkın bir ifade ve hayretle yüzüme baktılar. Seferis yabancı almanaklarda Osmanlı Türk vatandaşı olarak tanıtılıyor.

Orhan Pamuk’a gelince, 2006 yılında Nobel edebiyat ödülü aldıktan sonra bir iki üniversitede düzenlenen etkinliklerin dışında sesinin pek fazla çıkmadığını görüyorum. Türkiye’de ya Orhan Pamuk yandaşı veya karşıtı olacaksınız. Bitaraf olmak mümkün değil sanki. Halbuki Masumiyet Müzesi gibi başka sahalarda da etkin bir tanıtım yapılabilirdi. Biz susmayı tercih ediyoruz.

Türkiye’de bunlar yaşanırken,  aklım yeniden dışarıya kayıyor. Yurt dışındaki birlik ve beraberlik öykülerinin yanı sıra kültür ve sanat etkinliklerine takılıyorum.

Herta Müller 
Sekiz adet Nobel Edebiyat Ödülü sahibi olan Almanya “Şiirin yoğunluğu ve nesirin samimiyeti ile yoksulların dünyasını tasviriyle" 2009 yılında Edebiyat ödülü alan Herta Müller’i Romanya muhaciri olduğuna bakmadan bağrına basmış. Biz, Osmanlı geçmişi nedeniyle Seferis’in adını bilmiyoruz. Orhan Pamuk hakkında kesin bir yargıya varamamışız. Avusturya ise "Romanlarındaki seslerin müzikal ahengi ve oyunlarındaki sıra dışı dilsel coşkunlukla toplumun klişelerinin saçmalığını gözler önüne sermesindeki ustalık için" 2004 yılında Nobel Edebiyat Ödülü verilen Elfriede Jelinek için “Çek asıllı bir Yahudi’nin çocuğu” gibi saçma düşüncelere saplanmamış; geçmişine, geleceğine laf söylememiş. Üstüne üstlük bir zamanlar öğrencisi olduğu Viyana Üniversitesi adına bir araştırma merkezi kurmuş.

Bizler ne yapıyoruz?

Elfriede Jelinek
Yunan (!) Seferis’in esamisi okunmuyor. Yaşar Kemal’e ödül verilmedi diye dövünüyor; Orhan Pamuk için de üstü örtülü, kıskançlıkla karışık bir kin duyuyoruz. Lafımızı eveleyip geveliyoruz. İçimizden çıkan değerleri sıradanlaştırmayı marifet sayıyor; sonra da itibarsızlaştırmaya çalışıyor, yarım yamalak cümlelerle ecdada laf etmeye yelteniyor; yapılan densizliğin alkış aldığını gören densiz-i ekberlere bu davranışları ile “ezber bozduklarını” söyleyip, yarı cahil kerameti kendinden menkul aydınların peşine takılmayı marifet sayıyoruz. İnsan, bugünün aydını nerede, geçmişin münevveri nerede diye iç geçiriyor.

Kendimiz gurbette gönlümüz sılada “Ne mutlu Türküm diyene!” diyecek cesareti toplayıp yine bir olur, iri olur, diri oluruz.

Not:
- Kullanılan görseller Google görsellerden common user access (ortak kullanıcı erişimi) arasından seçilmiştir.
- Europa-Journal Nisan 2015 sayısı için hazırlanmıştır (URL: http://www.europa-journal.net/mustafa042015.html (16.02.2015).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...