Ankara'da yayımlanan BY PROTOKOL Dergisi ile Türk Eğitim Sistemi üzerine yapılan mülakatta yöneltilen sorulara aşağıdaki cevaplar verilmiştir. Röportaj derginin kasım 2018 sayısında yayımlanmıştır (ss. 90-95)
Bir akademisyen gözüyle, geçmişten günümüze Türk
eğitim sistemini nasıl yorumluyorsunuz?
Bugün uygulanan eğitim
sistemimizin geçmişi Osmanlı İmparatorluğunun yenileşme çabalarına kadar geri
gider. O zaman atılan tohumlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında somut
hedeflere dönüşmüş; çıkarılan kanunlar ile ihtiyacı karşılamak üzere yapılan
çalışmalar bazen yetersiz kalsa da toplumun yetişmiş insan gücü bu sistem ile
oluşturulmuştur. Bu sistemin gelişmeye açık olan yönü; bireysel yetenekleri
geliştirmekten uzak, yarışmacı bir anlayışın egemen olmasıdır. Öğrencilerin
üzerinde sınav baskısı, velilerin çocuklarını sınava hazırlama kaygısı,
okulların üzerinde ise diğer okullarla yarışma ve başarılı olma kaygısı var.
Sınavlar merkezi yapıldığından, okullar arasındaki gelişmişlik farkı gelişmiş
ülkelerdeki okullar arasındaki farkın yedi katı daha fazladır. Dolayısı ile bu
sınav eşit olmasına karşın, adil bir çözüm olarak görünmüyor; bununla birlikte
tamamen kaldırılması da mümkün görünmüyor.
Zamanla sarmal bir yapıya dönmüş
olan eğitim sistemimizin iyileştirilmesi için yapılan planlamalar da ülkemizin karşı
karşıya kaldığı sorunlara çözüm üretmede yetersiz kalmış, kâğıt üzerinde çok
iyi görünen projeler ya uygulamaya geçirilememiş ya da istenen sonuç
alınamamıştır.
Sorunların çözülebilmesi için bir
yandan Milli Eğitim Bakanlığı, öbür yandan eğitimin diğer paydaşları ciddi
çalışmalar yapıyor; birbirinden çarpıcı tespitlerin yer aldığı raporlar hazırlıyorlar.
Tespit edilen güçlü yönler, fırsatlar, tehditler ve gelişmeye açık yönler bir
arada toplanınca, gelişmeye açık olan yönlerin bugünden yarına çözülemeyecek
kadar karmaşık olduğu görülüyor. Gerek uygulamadaki gerekse sistemin kendi
yapısından kaynaklanan yetersizlikler de ilave edilince, eğitim sisteminin toplumun
beklentilerini karşılayacak, hayatın akışını düzenleyecek özellikte olmadığı
gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Çocuklar, gelişen çağ teknoloji
4.0’a ayak uydurabilmek için ülkenin ihtiyaçları, bireysel ilgi ve becerileri
doğrultusunda değil, adeta ailelerin egolarını yarıştırmak için okula gönderilmektedir.
Yarışmacı sistemin getirdiği
baskı ile okullarımızda verilmesi gereken uygulamalı eğitim yetersiz kalmakta, bu
yetersizliğe sistemin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan yönetim organizasyon
sorunları da ilave edilince, eğitim sistemi arzu edilen gelişmeyi sağlamakta
zorlanmaktadır. Tehditleri ortadan kaldırmak için uygulamaya koyulan her yeni uygulama;
alınan bütün tedbirlere ve uğraşılara rağmen, eğitimin ticarileşmesinin önünü
kesemiyor.
Tüm devlet yatırımlarına rağmen,
kimi okullardaki derslik sorunları hala çözülebilmiş değil; buna ek olarak
nüfus artışı, şehirleşme ve taşımalı eğitime harcanan olağanüstü para yeni
eğitim yatırımlarının önünde engel olarak görünmektedir. Bilimsellikten,
sanattan, spordan uzak, yavan ve içeriği tartışmalı programlardan oluşan bir
insan yetiştirme düzenimiz var.
Sistem içindeki öğretmenler adeta
çözümün değil, sorunun bir parçası durumundalar. Öğrettiği alana hakim olmayan
öğretmenleri bu sistem yetiştiriyor ve yine bu sistem istihdam ediyor. Eğitim
kurumlarında görev yapan personel arasında o kadar belirgin ayrışma ve
ötekileştirmeler var ki öğretmen odalarında bir araya gelmeyen, birbirine selam
vermeyen öğretmenler görülebiliyor.
Eğitim çıktılarının, yani büyük
bir yarışın içinde uzun nefesli olup da bir yükseköğretim kurumuna
yerleştirilenler veya yerleştirildiği kurumdan mezun olanlar, hayata ve insana
dair o kadar kısıtlı bilgiye sahip oluyorlar ki mezuniyet sonrasında tam bir
hayal kırıklığı yaşıyor; beklentilerine ulaşamadıkları için mutlu olamıyorlar.
Hal böyle
olunca eğitim alma ve sistemden eşit pay alma konusundaki avantajsız grup her
geçen gün büyüyor. Köylerde yetersiz altyapı nedeniyle geçilen taşımalı eğitim
nedeniyle hem köylüler başları sıkıştığında müracaat edebilecekleri öğretmene
ulaşmaktan yoksun, hem de çocuklar kendi köylerinden taşınarak bir başka
merkezdeki okula gitmek zorunda kaldı. Köylü doğal lideri olarak öğretmen
değil, imam ve kendi içinden çıkardığı muhtarla başbaşa kaldı. Köylerin
kalkınması ve köylülerin eğitilmesi için buralara küçük eğitim kampüsleri
kurulmalı; bu kampüslerde okul ve yaş gruplarına göre derslikler, beceri
kurslarının açılacağı merkezler, sağlık hizmetleri alınacak sağlık kabinleri,
köye gelen yabancıların kalabileceği konuk evleri, kültürel etkinliklerin
düzenleneceği salonlar, kütüphaneler ve kamu hizmetlerinin yürütüleceği çalışma
yerlerinin bulunması gerekir. Bu merkezlerde butik hizmetler STK’lar tarafından
geliştirilecek projeler yoluyla uygulamaya geçirilecek, yaşayan mekânlar
oluşturulacaktır. (X)
Türkiye’nin çocukları okullarda
hayat için öğrenmeyi değil, her aşamada önlerine koyulan sıralama sınavlarında
üst dilimlerde yer alabilmeyi önceliyorlar. Sınav baskısı ile psikolojik
sorunlar yaşayan öğrenci sayısındaki artış dikkat çekici boyutlarda. Çocuklar
her geçen gün örgün eğitimden çıkıp, açık öğretim sistemiyle eğitim verilen
okullara geçiyorlar. Sistemin Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu insan modelini karşılama
konusunda kat edeceği daha uzun bir yol var. Yarıştırdığımız çocukların
üzerindeki yükü hafifletecek bir hobi edinmesine bile fırsat vermiyor; elimizdeki
onca yetenekleri heba edip gidiyoruz.
Ülkemizde öğretmen olmanın zorlukları nelerdir?
Ülkemizde öğretmen yetiştirme
alanında zihin bulanıklığı ve siyasal baskı var. Bir yanda görevini yapmaya
çalışan eğitim fakülteleri, öbür yanda alan fakülteleri öğrencileri var.
Öğretmen yetiştirme süreci vatandaşın talebi ve siyasal müdahaleler ile adeta
çökertilmiş, eğitim fakülteleri de işlevini adeta yitirmiş durumda. Ülkenin ihtiyaç
analizi yapılmadan, üniversite dışından belirlenen kontenjanlar; ülke ihtiyacı
ile doğru orantılı olmadan açılan eğitim fakülteleri ve bu fakültelerden mezun
olan öğretmen adayları bir yanda, öğretmenlik meslek derslerini kısa süreli eğitimlerle
alan ve böylece öğretmen olunduğunu zanneden, atanmayı bekleyen öğretmen adayları
bir diğer yanda. Milli Eğitim Bakanlığı hemen her öğretim yılı başında binlerce
atama yapmasına karşın, ihtiyaç analizi yapılmadan mezun edilen öğretmen
adaylarının istihdam sorununa çözüm üretmekte yetersiz kalmaktadır.
İstihdam edilebilen öğretmenler
arasında değerlendirme ölçütlerindeki sıkıntılar nedeniyle terfilerin liyakate
göre değil, öznel tercihlere bağlandığı, yetişmiş insan kaynaklarının verimli kullanılamadığı
gibi bir genel duruma tanıklık ediliyor. Bu durum eğitim sisteminde tükenmişlik
yaşanmasına neden olmakta; kamu ile özel eğitim-öğretim kurumları çalışanları
arasında nitelikte ciddi bir farkındalık görülmektedir. Kamu eğitim kurumları
giderek öğrenmeye gönülsüz, öğretmeye isteksiz, daha az bilgili ve etik
değerleri zayıf insanların ağırlıkta olduğu bir ilişkiler ağına dönüşme
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Öğrenciler başta olmak üzere değişik grupların öğretmenlere
uyguladığı şiddet eylemleri, eğitim sisteminin veya öğretmenlerin yetersizliği
kadar bireylerin kendilerini ifade edememelerinden kaynaklanan sorunların
yansımasıdır. Arzu edilmeyen bu ve benzeri olaylar mesleğin toplumsal ve sosyal
saygınlığına giderek zarar vermektedir. Toplumda öğretmenlik mesleğinin herkes
tarafından kolaylıkla yapılabileceği şeklinde doğru olmayan bir algı vardır.
Öğretmenler, vakitlerinin büyük
çoğunluğunu okumak, kendini geliştirmek yerine siyaset, spor ve magazine
ayırmakta; kendilerine sunulan hizmet içi eğitim imkânlarına katılımı adeta
“angarya” olarak değerlendirip karşı çıkmaktadır. Öğretmenlerin düşük gelir
grubuna inmesi, devlet okullarındaki politik ayrışmanın girerek belirginleşmesi
ve nihayet eğitim kurumlarının ticari işletmelere dönüşmesi, nitelikli insanların
öğretmenlik mesleğini tercih etmemesine neden olmaktadır. Çağı yakalayamayan,
1930’lu yıllardan kalan ve neyi, nasıl, niçin yetiştireceğimize dair bir eğitim
felsefesinin yeterli olmayan çalışma şartları ve vizyonsuzluk nedeniyle toplumu
getirdiği nokta, ülkeyi ancak gelişmekte olan ülkeler kategorisine
taşıyabilmiştir. Ülkeyi daha ileri gelişmişlik düzeyine taşıyabilmek için bütün
paydaşlarla birlikte gerçekçi stratejiler belirlenmeli uygulamaya
geçirilmelidir. En son atanan Sn. Milli Eğitim Bakanı’nın ilk çalışmalarından
biri olan “Bulma Konferansı” bu konudaki kararlılığın ve iyi niyet ışığının
göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Sizce son yıllarda eğitim alanında gerçekleştirilen
projeler eğitim alanındaki aksaklıkların giderilmesinde ne kadar başarılıdır?
Son yıllarda iyi niyetli
girişimler ve çabalara rastlanıyor. Devlet, halkın tamamına eğitim hizmeti
vermek ve rahat, güvenli ve uygarca yaşaması için gerekli tedbirleri almak
üzere var olduğunun bilinciyle yeni eğitim politikaları geliştirmeye başladı. Eğitimde
fırsat eşitliğini sağlamak üzere ücretsiz ders kitabı dağıtılmasından özel okul
öğrenim giderlerine katkı sağlamaya kadar bir dizi tedbirler hayata geçirildi.
İnsana ve geleceğe yapılan yatırım stratejileri devletin öncelikleri arasına alındı;
eğitim anlayışında da köklü bir yenilenme ve değişim isteği görülmektedir.
Alınan tedbirlerin, uygulamaya koyulan projelerin kısa sürede sonuç vermesini
beklemek, uzun vadeli eğitim yatırımları açısından gerçekçi görülmemektedir.
Ancak olumlu sonuçlarının zaman içinde alınacağını belirtmek gerekir. Başarılı
uygulamalardan öne çıkanlar kısaca şunlardır:
- İlköğretim okullarında kullanılan öğretim
materyallerinin, ders kitaplarının ücretsiz dağıtılmaktadır.
- Gerekli altyapının oluşturulmadan başlanmasına ve
bu nedenle istendik sonuçlara ulaşılması zaman alan FATİH Projesi, eğitimde
teknoloji kullanımı için atılmış önemli bir adım olarak dikkat çekmekte olup, projeye
uygulamada tespit edilen gelişmeye açık hususlar iyileştirilerek devam
edilmelidir.
- Eğitimde öğretmeyi değil, öğrenmenin dolayısı
ile öğrenciyi merkeze alan anlayışın öne çıkarılmaktadır.
- Dershaneler kapatılmış; bunlardan ileri
uygulamaları olan ve altyapıları yeterli görülenler temel liselere
dönüştürülmüştür.
- Özel ders uygulaması kademeli olarak
azaltılmakta, öğrencilere özel ders yerine öğrenim gördükleri okullarda etüt
imkânı sunulmaktadır.
- Öğrencilere ve öğretmenlere bilgiye erişim
imkânı sunan bilişim altyapıların kurulmasına ve mevcutların geliştirilmesine başlanmıştır.
- Özel eğitime gereksinim duyan çocuklar ile üstün
zekâlı çocukların eğitimiyle ilgili önemli çalışmalar yapılmış, uluslar ötesi
model uygulamalar üzerinde çalışılmaya devam edilmektedir.
- Talim ve Terbiye Kurulu’nun okullarımızda
okutulan bütün derslerin müfredatlarını güncellemesi sağlanmış ve değişen müfredatlara
uygun öğretim materyalleri hazırlanmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir.
- Ortaokuldan liseye geçişlerde yaşanan yarışmacı
anlayış kırılarak, yapılan sıralama sınavına katılımın isteğe bağlı hale
getirilmesi, daha az gerilimli bir geçiş sisteminin uygulamaya geçilmesini
sağlamıştır. Uygulamada ortaya çıkan eksikliklerin giderilmesi halinde sistemin
uzun süre değiştirilmeden kullanılması mümkün görünmektedir.
- Kısıtlı imkânlara, sınırlı altyapılara rağmen
ikili öğretime kademeli olarak son verilip tam gün eğitimi uygulamasına
geçilmesi için yapılan çalışmalar devam etmektedir.
- Üniversiteye girişlerde uygulanan sınav
sisteminin yeniden yapılandırılması ve alt öğretim kurumlarındaki müfredat ile
ilişkisi kurulmuş; sorular öğrencilerin okulda kullandıkları ders kitaplarından
üretilmiştir.
Gözlemlediğiniz kadarıyla öğrencilerin genel durumu
hakkında ne düşünüyorsunuz? Başarının yükseltilebilmesi için öğretmene,
öğrenciye ve veliye düşen görevler nelerdir?
Öğrenciler yoğun bir stres
altında bir sonraki eğitim kademesine geçiş için hazırlanan testlerle boğuşarak
geleceğe hazırlık yaptığı algısıyla yetiştiriliyor. Bu ezberci bir yaklaşımla
sınıf geçmeye ve test çözmeye yönelik bir eğitim alıyor. Bu öğrencilerin okulda
öğrendiği bilgi ve becerileri günlük hayatta kullanabilme becerilerini ölçen
PİSA veya TIMSS araştırmaları da bu görüşü doğrular nitelikte. Araştırmalar; çocukların
fen, matematik sorularını çözemediğini, okuduğunu anlayamadığını, iki satır
kompozisyonda kendini ifade edecek dilsel beceriden yoksun olduğunu ortaya
koyuyor (Bkz. pisa.meb.gov.tr). Bu sistem içinde körelttiğimiz çocuklardan
üstün nitelikli bilim insanı olmasını beklemek, onlara yapılacak en önemli
haksızlıklardan biri olmakta; bu çocukları kör ve topal hale getiren sistemde
ısrar etmek de ülkeye zarar vermektedir.
Bilim insanı kitaplarda yazılan
bilimsel bilgiyi ezberleterek, çoktan seçmeli sorulardaki cevap seçeneklerinden
en doğrusunu buldurularak yetiştirilmez. Bilim, halkın bildiğini bilimsel
bilgiye dönüştürmenin yöntem ve tekniklerini uygulamalı olarak hayata geçirme
ile başlar; bilim, kesin bilgiler yerine sürekli gelişen bilgileri içerdiği
için, bilinenden bilinmeyene doğru sürekli bir arayışı gerektirir. Mevcut
sistem içerisinde alan bilgisi istendik düzeyde olmayan, kendini geliştirme
konusunda direnç gösteren, sosyal ve sendikal faaliyetlerle ayrışan, birbirini paydaş
olarak görmek yerine ötekileştiren öğretmenlerin bilimsel bilgiyi üretecek
öğrencileri yetiştirmesini beklemek, sisteme katkı sağlamasını ümit etmek;
okuma yazma bilmeyen bir kişiye en son hangi kitabı okuduğunu sormak kadar gereksizdir.
Sistem içindeki öğretmenlerin alan yeterlilikleri ölçülmeli, alanında yeterli,
gelişmeye açık ve öğretmenlik mesleği için yetersiz olanlar tespit edilerek geleceğe
yönelik stratejik eğitim planlaması yapılmalıdır. Uygulama aşamasında ise
öğretmenlik mesleğine elverişli olmayanların kamu kurumlarının ihtiyaç duyulan
diğer alanlarında görevlendirilmesi, gelişmeye açık olanların eksiklerini
gidermek için hizmet içi eğitimlere ağırlık veren çalışmalar yapılmalıdır.
Veliler için ülkede velileri
bilgilendirme ve bilinçlendirme amacıyla “Veli Okulu” kurulmalıdır. Veliler ve
çocuklar Türkçenin yanı sıra, bir yabancı dili ileri düzeyde kullanabilecek
bilgi birikimine ulaşmalıdır. Yabancı dil bilmeyen bir kişinin ülke sınırları
dışına çıktığında okuryazar olma özelliğini yitirdiği unutulmamalıdır. Bu
sistem okullarda rehberlik servisleri ile başlatılarak, velilerle çocuklarının
bilgiye ulaşma imkânlarını geliştirmeleri için uygun eğitim ortamları
oluşturulabilir. Veliler kendilerinin çok isteyip de ulaşamadıkları, içlerinde
ukde kalan meslekleri çocuklarının yapması konusunda hayal kurmayı bırakıp, onların
ayrı birer birey olduğunun bilincine varmalı; çocuklarına onların sahip olduğu
özel ilgi alanına, yetenek ve isteklerine göre eğitim imkânı sunmalı ve başarılı
oldukları alanlarda destek olmaya çalışmalıdır. Başarısız olunan alanlarda
ısrarcı olmak, çocuğun ruh sağlığını bozmakta, aileye maddi-manevi yük
getirmektedir. Buna karşın başarılı çocukların üzerinde durulması ve
başarılarını daha ileri taşıyacak imkanlar sağlanması ülkenin geleceğinde iyi
yetişmiş bilim insanlarının ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Özetle özel
çocuklara özel eğitim verilmeli, normal çocukların özel çocuklar düzeyine
çıkarılması için harcanan kaynakların boşa gittiğini görerek, bu kaynakların
çocukların özel ilgi alanına yönelik eğitim yatırımlarında kullanılmasına özen
gösterilmelidir.
Yaşadığımız gök kubbenin altında
hepimizin ortak veya kimimizin özel sorunları olmasına rağmen, geleceği
yönlendirmek için aydınlık bir kafa ile düşünmek ve bir an dahi hayal etmekten
vaz geçmemek; geleceğe olan umudu yitirmemek lazımdır.
Türk eğitim sisteminde neyi iyi yaparsak, sorunları
aşabiliriz?
Toplum olarak bugün dünden kalan
eksikleri telafi etmeye çalışmaktan geleceği planlamaya vakit bulamıyoruz. Oysa
eğitime, teknolojiye, bilime yatırım yaparak dünya milletleriyle yarışacak
nesilleri yetiştirmek için uzun vadeli programları bugünden yaparak gelecekte
uygun ortamlarda hayata geçirmeliyiz. Evrensel değerleri anlayabilmek,
uluslararası rekabette söz sahibi olabilmek için yabancı dil bilen; maziyi
unutmadan atiye hazırlanan vatandaşlar yetiştirmeliyiz. Bunun için de dil
bilmeyen dil öğretmenlerinden, alan bilgisi olmayan alan öğretmenlerinden,
çocuk sevmeyen sınıf öğretmenlerinden bir an önce kurtulmalı; eğitim
politikalarını ve kurumlarını günlük siyasetin dışına taşıyıp, gelişmiş
ülkeleri geçmek, ortak idealleri gerçekleştirmek için birlikte çalışmalıyız. Sistemin
oyaladığı çocuklara, üniversiteye geldiğinde hala YÖK zoru ile Türkçe, Türkiye
Cumhuriyeti tarihi öğretmeye veya bir temel yabancı dil becerisi kazandırmaya
çalışıyorsak, bu durum, yenilemekte zorlandığımız sistemin zayıf ve gelişmeye
açık yönlerini göremediğimiz ve alt eğitim basamaklarında başarılı olamadığımız
anlamına gelir. Gençlerin mutlaka bir yabancı dili öğrenmesi için alt eğitim
kademelerinde ana dilde verilen eğitimi terk edip, yabancı dilde eğitime geçilmemelidir.
Yabancı dilde eğitim sömürge ülkelerinde, sömürenlerin sömürülenlere
benimsettiği bir modeldir. Bunu söylerken, yabancı dile karşı bir tutum içinde
olduğumuz anlaşılmasın. Yabancı dil bilenler Türkiye dışında da bir dünyanın
varlığının farkına varır, hayata ve insana bakış açıları değişir. Evrensel
değerler ile tanışır, eğitim yoluyla gelişirler. Yerel değerleri yaşatma inat
ve kaygısı ile evrensel değerleri ihmal etmemek lazımdır. Çünkü evrensel
değerleri bilmeyenlerin yerel değerlere katkı sağlaması, gelecek kuşaklara
aktarması zordur.
Gelelim ana soruya. Neyi yaparsak
sorunları aşabiliriz? Eğitim sistemimiz bir yandan çocuklarımıza yaşantıları
yoluyla arzu edilen olumlu davranış modellerini kazandırmaya çalışırken, onları
geleceğe hazırlamakta yetersiz kalıyor; öte yandan onları milli ve insani
değerlerinden uzaklaştırıp, yaşadığı topluma ve değerlerine yabancılaştırıyor.
Eğitimli olmak, aydın ve entelektüel birikime sahip olmak, toplumla araya
mesafe koymayı gerektirdiği gibi bir yanılsamayı uygulamaya dönüşüyor. Oysa, hayatta
en zor olan, insan olmayı becerebilmektir. Sistemin bu nedenle uzak hedefler
yerine ulaşılabilir somut hedefler üzerinde yoğunlaşması gerekir.
Türk eğitim sistemini, diğer ülkelerin eğitim
sistemleri ile karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Ülkeler ekonomik gelişmişlik
düzeyi gibi eğitimdeki gelişmişlik düzeylerine göre de sınıflandırılmaktadır.
Türkiye eğitim alanında da “gelişmekte olan” ülkeler grubunda yer almaktadır.
Gelişmiş ülkelerde yaşayan bir çocuğun eğitimine yapılan yatırım, hem toplumu,
dolayısı ile insanlığı geliştirmek, hem de çağdaş uygarlık iddiasında olan milletin
geleceğini güvence altına almak üzere atılan küçük ama anlamlı bir adımdır. Gelişmiş
ülkelerde eğitim hedeflerinin belirlenmesi ve bu yöndeki çalışmalar partiler
üstü bir strateji içerir ve iktidarlar değişse de hedefler değişmez. Bu ülkeler
yeni kuşağı geleceğin öngörüleri ile eğitirken, geçmiş kuşaklardan devralınan
kültürel mirası, günübirlik kavgalar ve çatışmalardan uzak tutar; günün
mirasçıları geçmiş kuşaklardan devraldıkları değerler ile barışık şekilde yaşarken
ve yerel değerlerini geleceğin ihtiyaçlarına göre yapılandırılmak, evrensel
değerler manzumesi içine taşımak için toplumsal uzlaşma içinde çalışılır. Eğitim
süresince öğrenilen bilimsel bilgiler, hayatın gereksinimleri için uygulamaya
geçirilirken, kuramsal alandan pratik alana aktarılır. Bu süreçte bilimsel
bilgiyi üretenlere gösterilen saygı ve toplumun ihtiyaçlarına karşılık veren
kişilere değer verilir, mevcut değerler maddi ve manevi desteklerle rol
modeller olarak ileri pozisyonlara taşınır.
Gelişmiş ülkelerde gelişmişliğin
göstergesi olarak okumuşların, okumaz yazmaz bireylere dönüşmesi ve zamanla
hayata başlanan zaman ile yaşanan an arasındaki gelişmelerden doğan boşluğu kendi
kültür kodları ile araya mesafe koyarak kapatmaya çalışan nobranlara rastlanılmaz;
aydınların toplumdan uzaklaşması söz konusu değildir. Toplum, kendi ihtiyacına
uygun insanı kendi öz kaynağı içinden yine kendine özgü yöntemlerle
geliştirdiği eğitim sistemi ile somut, ulaşılabilir hedefler koyarak, yani
ülkenin gerçekten ihtiyaç duyduğu insan kaynağını yetiştirmeye çalışırlar.
İthal sistemler ile toplumun bünyesine uymayan, vitrinde şık göründüğü halde
giyince üzerine uymayan sun’i elbiseler peşinde koşmazlar. Bilgi ile etkileşime
girer, bilimsel bilgi üreterek bireysel anlamda refah düzeyine ulaşmak, yüksek
standartlarda bir hayat kurmak ve sürdürmek için çalışırlar. Bunlar toplumsal
kalkınmayı sağlamış ve gelişmiş ülkeler kategorisinde yer alırlar. Devam
ettirmek için de ekonomik gelir düzeyine paralel olarak demokratik ve sosyal
hukuk devletini oluşturan sistemi kurup, onu geliştirmenin yolunu ararlar.
Yaptığınız ve yapacak olduğunuz projelerden
bahsedebilir misiniz?
Özgeçmişimde yaptığım çalışmalar
kısmen yer alıyor. Geçmişte yapılanlar elbette önemli; ama geride kalmış başarılar
ile oyalanarak, geleceğe yönelik planlamalar göz ardı edilmemeli. Her yeni güne
dünden çıkarılan derslerle, yeni umutlarla, planlarla başlamalı; yeni adımlar
atılmalı. Mevlana’nın dediği gibi, “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar
söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”. Geleceğe yönelik
projelere gelince; Avrupa Türk toplumunun bütün sosyal katmanları ile birlikte
daha gelişmiş, çağdaş standartlarda bir hayata ulaşması için çalışıyoruz. Bu
süreçte temel önceliğimiz eğitimdir. Ben de bu kendi görev bölgemdeki eğitim
faaliyetlerini planlayan, uygulayan ekibin lideri ve yurt dışı teşkilatı olarak
adlandırılan sistemin bir parçasıyım. Görev bölgemdeki rutini yönetmenin yanı
sıra, Avrupa Türk toplumunun öncelikli eğitim sorunlarının çözümü için çok
uluslu çok paydaşlı projeler üzerinde çalışıyoruz. Bu projelerde Avrupa Türk
toplumunun eğitim ve kültür düzeyinin ileri toplumların düzeyine gelmesi, sosyal
sınıf bilincinin geliştirilmesi, gençlere akademik bilginin yanı sıra beceri ve
mesleki formasyon kazandırılmasını hedefliyoruz. Gençlerin içinde yaşadığı
toplumun dilini ve kültürünü öğrenerek sosyal hayata uyum sağlamalarını teşvik
ediyor; bu süreçte de köken kültürünü unutmaması; sahip olduğu değerleri gelecek
kuşaklara taşıması gibi hedefler koyuyor; her birinin mesleki saygınlığı olan,
sosyal sorumluluk sahibi entelektüel bireyler olarak yetişmesi için mesai
harcıyoruz.
Sivil toplum kuruluşları ile birlikte çalışıyor
musunuz? İletişim halinde misiniz?
Bizim işimizin bir
parçası da STK’lar ile yürütülüyor. Hem iyi bir eğitim altyapısı oluşturmak hem
de oluşturulan yapının içinde verimli ve üretken nitelikte insan yetiştirmek
gerektiğine inanıyorum.
Dergiye, http://byprotokol.com/3224-2/ adresinden ulaşılabilir.
(X) Bu kısım sonradan eklenmiştir.