30 Eylül 2018 Pazar

Çocukların dil gelişimi ve evde konuşulan Almanca


Bir süre önce kamuoyunun gündemini meşgul eden, Alman siyasetçiler tarafından da sıkça gündeme getirilmesi üzerine kimi ailelerde de “Biz burada kalıcıyız” düşüncesi ile pratiğe dönüşen bir konunun üzerinde durmak istiyorum. “Almanya’da Almanca konuşuluyor. O halde biz de çocuğumuzla evde Almanca konuşalım. Okula gidince Almanca dil sorunu yaşamasın.”

Öncelikle şunun altını çizerek belirteyim ki bir ülkenin tek bir dili konuşan milletten ibaret olduğu düşüncesi 18. ve 19. Yüzyıllardaki bir anlayışın ürünü. O dönemde bile insanlar evde, sokakta aynı dili konuşmuyordu. Bugünkü Almanya toprakları üzerinde değişik diyalektler, ağızlar demiyorum, diyalektler konuşuluyordu. Hatta bir köyde yaşayanların, komşu köydekinin ne dediğini anlayamayacağı durumlar yaşanıyordu. Zaman içinde bir köşe yazısının sınırları içinde anlatılması mümkün olmayan dil, kültür ve siyasi tarihin sonucu bugünkü sınırlar çizildi ve herkesin ortak dili kullandığı resmi eğitim kurumları oluşturuldu. Bu eğitim kurumlarında öğretilen dil de ulusal dil olarak benimsendi; kamu kurum ve kurumlarında kullanılmaması yadırganır oldu; öyle ki bu dili konuşmak ile ülkeye bağlılık, ülkenin hükümranlığı arasında doğrudan ilişki kurulmaya başlandı.

Eğitim kurumları, doğal olarak geçmiş ile gelecek arasında köprü görevi yapan ve eğitim sisteminin en temel yapı taşlarından bir kısmıdır. Doğal olarak da bu kurumlarda eğitim alan çocukların belli normları olan, ortak dilde ve içeriği kamu tarafından belirlenmiş ortak müfredatta eğitim görmesi gerekir. Kamu kurum ve kuruluşlarının dışına sapıldığında, toplum için öngörülen ortak gelecek hedeflerinden de şaşma olur. Dolayısı ile okullarda geçerli olan müfredat ve eğitim dilinin yanı sıra bu kurumların yönetim ve organizasyonu da önemlidir. Okullar toplumsal dönüşümün ve geleceğe yönelik planlamaların odak noktasını oluşturur; burada uygulamaya koyulan öğretim programları bir ülkenin, milletin geleceğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynar.

Türk eğitim tarihi incelendiğinde, bir zamanlar Almanca ve Fransızcanın önemli yeri olduğu görülür. Zamanla İngilizcenin etkisi ile yeni bir dil ve dünya görüşü egemen olur. Benzer süreçler Almanya’da da görülür. Bundan 50-60 yıl öncesine geri gidildiğinde, okulda veya okul öncesi eğitim kurumlarında konuşulan dil ile bugünkü dil çeşitliliğinin aynı olmadığı görülür. Daha da gerilere gidildiğinde, Fransızcanın önemli izleri görülür. Toplumun Almancayı koruma refleksi ile “Dil Temizleme Cemiyetleri” kurduğu dönemlere şahit olunur. Ancak yaşanmışlıklar ve ihtiyaçlar eğitim konusuna daha liberal bir bakış açısını zorunlu kılmıştır. Almanya’daki istatistikler 2004 yılında 340 adet iki dilli okul öncesi eğitim kurumuna yer verirken, on sene sonra bu sayı 1035 olarak kayda geçirilmiş.

İki dillilik üzerine olumlu tespitler ve değerlendirmeler yapılıyor. Bununla birlikte Almanya’da yetişen iki veya daha fazla dilli çocukların kendiliğinden avantajlı bir durumda olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü her şeyden önce bu çocukların her iki dildeki kelime hazinesinin ilk yıllarda son derece sınırlı ve yavaş geliştiğini bilmek lazım. Dil gelişiminin zaman içindeki kullanıma göre şekil aldığını unutmamak lazım. Çocuklar farklı dillerden farklı kelimeleri gerek aile ortamında, gerekse arkadaş ortamında veya eğitim kurumlarında bazen edinerek, bazen de öğrenerek büyüyorlar. Okul öncesi eğitim kurumları bu süreçte oldukça etkili oluyor. Çocuk iki ayrı dile ait kelimeleri öğrendiği sürece iki dildeki gelişimi de birbirine paralel olarak gelişiyor ve çocuk iki dilli oluyor.

Çocuk okul çağında okulda sadece Almanca konuşmaya başlayınca, doğuştan itibaren edindiği köken dil, kaynaklarda buna ana dili veya birinci dil de deniyor, gerilemeye başlıyor. İşte bu noktada her türlü siyasi değerlendirmeleri geride bırakıp, çocuğun köken dilini öğrenmesi ve ikinci diline paralel olarak geliştirebilmesi için eğitim kurumlarında da yer açılması gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde, okulda Almanca konuşan çocuk, evde ve arkadaşları ile de Almanca konuşmayı tercih etmeye başlıyor; ebeveynleri ile kurulan bağ ise zamanla yavaşlıyor. Çocuk Türkçe konuşurken sadece kelimeleri seçmekte zorlanmıyor; farkında olmadan köken kültüründen de uzaklaşıyor. Bu süreçte köken diline ağırlık verilmezse, çocuk iki dilli olma avantajını kaybediyor.

Okula yeni başlayan iki dilli çocukların gelişimi, tek dilli çocuklara göre daha geriden gelebilir. İki dilli çocukların dilsel performansı ile ilgili deneysel çalışmalar var. Bunların birinde çocuklardan 60 saniye içinde akıllarına gelen hayvan isimlerini bir kâğıda yazmaları istenmiş. Tek dilli çocuklar verilen süre içinde iki dilli çocuklara göre daha fazla hayvan adı yazarken, iki dilli çocukların yazabildiği hayvan adlarının sınırlı olduğu görülmüş. Bununla birlikte önceden hazırlık yapılmadan, kendiliğinden anlık olarak verilen bir harfle başlayan kelime bulma oyununda ise iki dilli çocukların bulduğu kelime sayısı tek dilli çocuklara göre daha fazla olmuş. Ancak bu noktada çocukların beyinlerinin serebral gelişimlerinin de dikkate alınmasında fayda var. Çünkü beyin kelimeleri alfabetik sıraya göre kaydetmeyip, nesneleri oluşturulan kavramlar ve o kavramlara verilen ada göre tasnif etmektedir. İki dilli çocukların beyin gelişimleri de bir bilgisayarın ana belleğinin iki ayrı formatta iki ayrı işletim sistemine göre yapılandırılmasına benzer şekilde iki ayrı dile göre yapılandırılmakta ve her bir dile ait öğrenilenler beyindeki ilgili dile ait kısıma depolanmaktadır. Bu nedenle de iki dilli çocukların beyinleri tek dilli çocukların beyinlerine göre daha farklı bir işletim sistemi oluşturmaktadır. Bu farklı yapı veya işletim sistemi beynin işlevleri üzerinde de olumlu etkiler bırakmakta, öğrencinin devam ettiği eğitim kurumlarında dil dışındaki alanlardaki bilişsel becerilerin tek dilli yaşıtlarına göre daha ileride olmasını sağlamaktadır; iki dilli çocuklar bu özelliği ile de tek dilli yaşıtları arasında öne çıkmaktadır. Beynin bu farklı gelişimi çocukların erişkin dönemlerine geldiklerinde tek dilli çocuklarla olan gelişimsel farkların kapanmasını sağlamakta; iki dillilik akademik hayatın yanı sıra toplumsal ve sosyal hayatta da farkındalık yaratmaktadır. Bilimsel çalışmalar, iki dilliliğin hayat boyu avantajlarının olduğunu ortaya koymakta; örneğin ileri yaşlarda dil yitimi (afazi) yaşayan bireylerin tedavilerinin tek dillilere göre iki dillilerde daha kolay olduğunu, iki dillilerin tek dillilere göre daha geç yaşlarda demansa (zihinsel becerilerin yitirilmesi, bunama) yakalandığını ortaya koymaktadır.

Çocukların iki dilli ortama ne kadar erken yaşta çıkarılırsa dil gelişimine o kadar olumlu katkısı olacağına ilişkin araştırma bulguları vardır. Eğer uygun ortamlar varsa, çocuk aile ortamında da ikinci bir dilin olduğu bilinciyle büyürse, ikinci dildeki dil gelişimi daha kolay olur. Bununla birlikte şartlar uygun değilse, aile dışında konuşulan dil yeterli düzeyde bilinmiyorsa, çocuğun okul öncesi dönemde yarım veya eksiltili konuşulan bir ikinci dil ile zihnini bulandırmanın anlamı yoktur. Bu durumun çocuğa faydası yerine zararı dokunabilir ve doğru bilinen yanlışlar kalıcı olabilir; dil yanlışlarının ileri yaşlarda düzeltilmesi zaman alabilir. Özellikle aile içinde ebeveynlerin kendilerinin yeterince hâkim olmadıkları bir dili çocuklarına öğretmeye çalışmaları çocuğun dil gelişimine zarar verir. Unutulmamalıdır ki dil sadece kelimelerden ve dilbilgisi yapılarından ibaret değildir. Aileler çocuklarına bir dili öğretirken yahut çocuklar aile ortamında bir dili edinirken o dille ilgili kültürü de öğrenmekte ve/veya edinmektedir. Çocuğun yeterli dilsel altyapının olmadığı aile ortamında ikinci bir dili konuşmaya zorlanması, altyapı olsa da çocuğun iki dilli ortamdan hoşnut olmamaya başlaması halinde, iki dilli iletişim ortamına son verilmeli; çocuk ikinci dili konuşmaya zorlanmamalıdır. Aksi durumlar çocuğun dil ve zihin gelişimine olumsuz etkileri kaçınılmaz olacaktır. Bu süreçte ilave öğretim malzemeleriyle ikinci dilin öğrenilmesine okul dışından destek olmaya çalışmanın zaman, emek ve ekonomik kaybı dışında kayda değer bir etkisi olmayacaktır. 8-16 aylık bebekler üzerinde yapılan bir araştırmada, bebeklere günde asgari bir saat müzik dinletilmiş veya çocuk filmleri izletilmiş, bu uygulamanın sonuca olumlu bir katkısı olmamış. Yani çocuk doğduktan sonra ne müzik dehası olmuş, ne de dil gelişimi normal gelişim süreçlerinin dışında gözlenmiş. Bunun yerine anne ve
Kaynak: sakhalife.ru
babanın çocukları ile çok uzun süre olmasa da anlamlı bir zaman geçirmesi, bu arada kendisine kısa bir öykü okuması, bir masal anlatması veya çocuğun hoşlandığı bir oyunu birlikte oynaması aile içinde kullanılan tek dilin, iki veya daha fazla dilin iletişim aracı olarak geliştirilmesine katkısı olacağı gibi aile içi bağların güçlendirilmesine, çocuğun bilişsel ve sosyal gelişimine daha olumlu etkileri olacaktır.

Gerçekte olmayan veya varmış gibi gösterilen iki dilliliğin ne çocuğa ne de topluma bir faydası olur. Bir annenin çocuğu ile yeterince bilmediği bir dilde konuşması veya bu ailenin bireylerinin akşam olup bir araya toplanınca Türkçe yerine Almanca konuşması ne kadar mümkün değilse, bu aileden çocukları ile Almanca konuşmasını beklemek de Anadolu deyişiyle abesle iştigal etmektir. Bununla birlikte tek dilli ailelerde yetişen çocukların mümkün olan en erken yaşlarda ikinci dil konuşulan ortamlara sokulması, onların zorunlu eğitim çağından önce okul öncesi eğitim kurumlarına verilmesi, ikinci dile yatkınlıklarını kolaylaştıracak, bu tutum çocukların okul başarısına da olumlu yansıyacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...