Bir süre önce kamuoyunun
gündemini meşgul eden, Alman siyasetçiler tarafından da sıkça gündeme
getirilmesi üzerine kimi ailelerde de “Biz burada kalıcıyız” düşüncesi ile
pratiğe dönüşen bir konunun üzerinde durmak istiyorum. “Almanya’da Almanca
konuşuluyor. O halde biz de çocuğumuzla evde Almanca konuşalım. Okula gidince
Almanca dil sorunu yaşamasın.”
Öncelikle şunun altını çizerek
belirteyim ki bir ülkenin tek bir dili konuşan milletten ibaret olduğu
düşüncesi 18. ve 19. Yüzyıllardaki bir anlayışın ürünü. O dönemde bile insanlar
evde, sokakta aynı dili konuşmuyordu. Bugünkü Almanya toprakları üzerinde
değişik diyalektler, ağızlar demiyorum, diyalektler konuşuluyordu. Hatta bir
köyde yaşayanların, komşu köydekinin ne dediğini anlayamayacağı durumlar
yaşanıyordu. Zaman içinde bir köşe yazısının sınırları içinde anlatılması
mümkün olmayan dil, kültür ve siyasi tarihin sonucu bugünkü sınırlar çizildi ve
herkesin ortak dili kullandığı resmi eğitim kurumları oluşturuldu. Bu eğitim
kurumlarında öğretilen dil de ulusal dil olarak benimsendi; kamu kurum ve kurumlarında
kullanılmaması yadırganır oldu; öyle ki bu dili konuşmak ile ülkeye bağlılık,
ülkenin hükümranlığı arasında doğrudan ilişki kurulmaya başlandı.
Eğitim kurumları, doğal olarak
geçmiş ile gelecek arasında köprü görevi yapan ve eğitim sisteminin en temel
yapı taşlarından bir kısmıdır. Doğal olarak da bu kurumlarda eğitim alan
çocukların belli normları olan, ortak dilde ve içeriği kamu tarafından belirlenmiş
ortak müfredatta eğitim görmesi gerekir. Kamu kurum ve kuruluşlarının dışına
sapıldığında, toplum için öngörülen ortak gelecek hedeflerinden de şaşma olur.
Dolayısı ile okullarda geçerli olan müfredat ve eğitim dilinin yanı sıra bu
kurumların yönetim ve organizasyonu da önemlidir. Okullar toplumsal dönüşümün
ve geleceğe yönelik planlamaların odak noktasını oluşturur; burada uygulamaya
koyulan öğretim programları bir ülkenin, milletin geleceğinin şekillenmesinde
önemli bir rol oynar.
Türk eğitim tarihi incelendiğinde,
bir zamanlar Almanca ve Fransızcanın önemli yeri olduğu görülür. Zamanla İngilizcenin
etkisi ile yeni bir dil ve dünya görüşü egemen olur. Benzer süreçler Almanya’da
da görülür. Bundan 50-60 yıl öncesine geri gidildiğinde, okulda veya okul
öncesi eğitim kurumlarında konuşulan dil ile bugünkü dil çeşitliliğinin aynı
olmadığı görülür. Daha da gerilere gidildiğinde, Fransızcanın önemli izleri
görülür. Toplumun Almancayı koruma refleksi ile “Dil Temizleme Cemiyetleri”
kurduğu dönemlere şahit olunur. Ancak yaşanmışlıklar ve ihtiyaçlar eğitim
konusuna daha liberal bir bakış açısını zorunlu kılmıştır. Almanya’daki istatistikler
2004 yılında 340 adet iki dilli okul öncesi eğitim kurumuna yer verirken, on
sene sonra bu sayı 1035 olarak kayda geçirilmiş.
İki dillilik üzerine olumlu
tespitler ve değerlendirmeler yapılıyor. Bununla birlikte Almanya’da yetişen
iki veya daha fazla dilli çocukların kendiliğinden avantajlı bir durumda
olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü her şeyden önce bu çocukların her iki
dildeki kelime hazinesinin ilk yıllarda son derece sınırlı ve yavaş geliştiğini
bilmek lazım. Dil gelişiminin zaman içindeki kullanıma göre şekil aldığını
unutmamak lazım. Çocuklar farklı dillerden farklı kelimeleri gerek aile
ortamında, gerekse arkadaş ortamında veya eğitim kurumlarında bazen edinerek,
bazen de öğrenerek büyüyorlar. Okul öncesi eğitim kurumları bu süreçte oldukça
etkili oluyor. Çocuk iki ayrı dile ait kelimeleri öğrendiği sürece iki dildeki
gelişimi de birbirine paralel olarak gelişiyor ve çocuk iki dilli oluyor.
Çocuk okul çağında okulda sadece
Almanca konuşmaya başlayınca, doğuştan itibaren edindiği köken dil, kaynaklarda
buna ana dili veya birinci dil de deniyor, gerilemeye başlıyor. İşte bu noktada
her türlü siyasi değerlendirmeleri geride bırakıp, çocuğun köken dilini
öğrenmesi ve ikinci diline paralel olarak geliştirebilmesi için eğitim
kurumlarında da yer açılması gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde, okulda Almanca
konuşan çocuk, evde ve arkadaşları ile de Almanca konuşmayı tercih etmeye
başlıyor; ebeveynleri ile kurulan bağ ise zamanla yavaşlıyor. Çocuk Türkçe konuşurken
sadece kelimeleri seçmekte zorlanmıyor; farkında olmadan köken kültüründen de
uzaklaşıyor. Bu süreçte köken diline ağırlık verilmezse, çocuk iki dilli olma
avantajını kaybediyor.
Okula yeni başlayan iki dilli
çocukların gelişimi, tek dilli çocuklara göre daha geriden gelebilir. İki dilli
çocukların dilsel performansı ile ilgili deneysel çalışmalar var. Bunların
birinde çocuklardan 60 saniye içinde akıllarına gelen hayvan isimlerini bir kâğıda
yazmaları istenmiş. Tek dilli çocuklar verilen süre içinde iki dilli çocuklara
göre daha fazla hayvan adı yazarken, iki dilli çocukların yazabildiği hayvan
adlarının sınırlı olduğu görülmüş. Bununla birlikte önceden hazırlık
yapılmadan, kendiliğinden anlık olarak verilen bir harfle başlayan kelime bulma
oyununda ise iki dilli çocukların bulduğu kelime sayısı tek dilli çocuklara
göre daha fazla olmuş. Ancak bu noktada çocukların beyinlerinin serebral
gelişimlerinin de dikkate alınmasında fayda var. Çünkü beyin kelimeleri
alfabetik sıraya göre kaydetmeyip, nesneleri oluşturulan kavramlar ve o
kavramlara verilen ada göre tasnif etmektedir. İki dilli çocukların beyin
gelişimleri de bir bilgisayarın ana belleğinin iki ayrı formatta iki ayrı
işletim sistemine göre yapılandırılmasına benzer şekilde iki ayrı dile göre
yapılandırılmakta ve her bir dile ait öğrenilenler beyindeki ilgili dile ait
kısıma depolanmaktadır. Bu nedenle de iki dilli çocukların beyinleri tek dilli
çocukların beyinlerine göre daha farklı bir işletim sistemi oluşturmaktadır. Bu
farklı yapı veya işletim sistemi beynin işlevleri üzerinde de olumlu etkiler
bırakmakta, öğrencinin devam ettiği eğitim kurumlarında dil dışındaki alanlardaki
bilişsel becerilerin tek dilli yaşıtlarına göre daha ileride olmasını
sağlamaktadır; iki dilli çocuklar bu özelliği ile de tek dilli yaşıtları
arasında öne çıkmaktadır. Beynin bu farklı gelişimi çocukların erişkin dönemlerine
geldiklerinde tek dilli çocuklarla olan gelişimsel farkların kapanmasını
sağlamakta; iki dillilik akademik hayatın yanı sıra toplumsal ve sosyal hayatta
da farkındalık yaratmaktadır. Bilimsel çalışmalar, iki dilliliğin hayat boyu
avantajlarının olduğunu ortaya koymakta; örneğin ileri yaşlarda dil yitimi
(afazi) yaşayan bireylerin tedavilerinin tek dillilere göre iki dillilerde daha
kolay olduğunu, iki dillilerin tek dillilere göre daha geç yaşlarda demansa
(zihinsel becerilerin yitirilmesi, bunama) yakalandığını ortaya koymaktadır.
Çocukların iki dilli ortama ne
kadar erken yaşta çıkarılırsa dil gelişimine o kadar olumlu katkısı olacağına
ilişkin araştırma bulguları vardır. Eğer uygun ortamlar varsa, çocuk aile ortamında
da ikinci bir dilin olduğu bilinciyle büyürse, ikinci dildeki dil gelişimi daha
kolay olur. Bununla birlikte şartlar uygun değilse, aile dışında konuşulan dil yeterli
düzeyde bilinmiyorsa, çocuğun okul öncesi dönemde yarım veya eksiltili
konuşulan bir ikinci dil ile zihnini bulandırmanın anlamı yoktur. Bu durumun
çocuğa faydası yerine zararı dokunabilir ve doğru bilinen yanlışlar kalıcı
olabilir; dil yanlışlarının ileri yaşlarda düzeltilmesi zaman alabilir.
Özellikle aile içinde ebeveynlerin kendilerinin yeterince hâkim olmadıkları bir
dili çocuklarına öğretmeye çalışmaları çocuğun dil gelişimine zarar verir.
Unutulmamalıdır ki dil sadece kelimelerden ve dilbilgisi yapılarından ibaret
değildir. Aileler çocuklarına bir dili öğretirken yahut çocuklar aile ortamında
bir dili edinirken o dille ilgili kültürü de öğrenmekte ve/veya edinmektedir. Çocuğun
yeterli dilsel altyapının olmadığı aile ortamında ikinci bir dili konuşmaya
zorlanması, altyapı olsa da çocuğun iki dilli ortamdan hoşnut olmamaya
başlaması halinde, iki dilli iletişim ortamına son verilmeli; çocuk ikinci dili
konuşmaya zorlanmamalıdır. Aksi durumlar çocuğun dil ve zihin gelişimine
olumsuz etkileri kaçınılmaz olacaktır. Bu süreçte ilave öğretim malzemeleriyle ikinci
dilin öğrenilmesine okul dışından destek olmaya çalışmanın zaman, emek ve
ekonomik kaybı dışında kayda değer bir etkisi olmayacaktır. 8-16 aylık bebekler
üzerinde yapılan bir araştırmada, bebeklere günde asgari bir saat müzik
dinletilmiş veya çocuk filmleri izletilmiş, bu uygulamanın sonuca olumlu bir
katkısı olmamış. Yani çocuk doğduktan sonra ne müzik dehası olmuş, ne de dil
gelişimi normal gelişim süreçlerinin dışında gözlenmiş. Bunun yerine anne ve
babanın çocukları ile çok uzun süre olmasa da anlamlı bir zaman geçirmesi, bu
arada kendisine kısa bir öykü okuması, bir masal anlatması veya çocuğun
hoşlandığı bir oyunu birlikte oynaması aile içinde kullanılan tek dilin, iki
veya daha fazla dilin iletişim aracı olarak geliştirilmesine katkısı olacağı
gibi aile içi bağların güçlendirilmesine, çocuğun bilişsel ve sosyal gelişimine
daha olumlu etkileri olacaktır.
Kaynak: sakhalife.ru |
Gerçekte olmayan veya varmış gibi
gösterilen iki dilliliğin ne çocuğa ne de topluma bir faydası olur. Bir annenin
çocuğu ile yeterince bilmediği bir dilde konuşması veya bu ailenin bireylerinin
akşam olup bir araya toplanınca Türkçe yerine Almanca konuşması ne kadar mümkün
değilse, bu aileden çocukları ile Almanca konuşmasını beklemek de Anadolu
deyişiyle abesle iştigal etmektir. Bununla birlikte tek dilli ailelerde yetişen
çocukların mümkün olan en erken yaşlarda ikinci dil konuşulan ortamlara
sokulması, onların zorunlu eğitim çağından önce okul öncesi eğitim kurumlarına verilmesi,
ikinci dile yatkınlıklarını kolaylaştıracak, bu tutum çocukların okul
başarısına da olumlu yansıyacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder