Okullar açıldı; aile ortamlarında
da “Çocuğum ders çalışmıyor” “Tembellik ediyor” “Odasında saatlerce oturuyor”
gibi konuşmaları duymak şaşırtıcı gelmiyor. Çocuk ve aile ilişkileri konusunda
çalışan uzmanlar, bu konuşmayı değerlendirirken, bir dizi nedenler üzerinde
duruyor ve en başa da interneti koyuyorlar.
Benim kuşağım öğrencilik yıllarında
on parmak daktilo yazabiliyor olmayı bir ayrıcalık olarak görüyordu. Okullarda
daktilo dersleri vardı. Bugünkü gibi uyarlanmış Türkçe-Q değil; dilimizin
yapısına uygun gerçek Türkçe F-Klavye kullanılıyordu. Gerek kamu gerekse özel
sektör eleman alırken, en hızlı ve hatasız yazan daktilografları tercih
ediyordu. Hal böyle olunca da özel girişimciler, eğitim kurumları dışında özel
kurslarda daktilo eğitimi veriliyor, eğitim sertifikalar ile belgelendiriliyordu.
Zaman içinde bilgisayar çıktı.
Okullardaki daktilo dersleri temel bilgisayar kullanımına dönüştü, özel
girişimciler de kurslarda daktilo yerine bilgisayar ve değişik yazılım-donanım
eğitimleri vermeye başladılar. Daktilografların sertifikaları yerini artık
bilgisayar kullanıcı yetkinlik belgesi olan ECDL (European Computer Driving
Licence)’e bıraktı.
Başlarda masaların üzerinde ekranı,
mouse ve klavyesi ile ayrıcalıklı bir yer işgal eden, büyük ve gösterişli
aletler, giderek küçüldü ve mikro boyutlara geldi. Sağladığı imkânlar
sayılamayacak düzeyde gelişti; telefonlar akıllandı; bilgisayarları da artık
ceplerimizde taşımaya başladık. Onun sağladığı imkânlardan yararlanılmayan bir
günün geçirilmesi hayal dahi edilemiyor.
Bilgisayar kullanımı ile internet
ağı erişimi artık birbiri ile özdeş hale geldi. Bu birliktelik bir yandan
hayatımızı kolaylaştırırken, öte yandan kullanıcılarını öğrenilmiş bir
çaresizliğin içine de yönlendirmeye başladı. Geçmişte akıllara gelmeyen nice
sorunlar ile başa çıkmak zorunda kalan veliler, okula giden çocuklarına arkadaş
seçimleri konusunda uyarılarda bulunurken, bilgisayar başına oturanlara nasıl
müdahale edebileceklerini kestiremez hale geldiler. Yani ve kendilerinin tam
hâkim olamadığı bir alan olan internetin, çocuklarının hayatını kolaylaştırması
bir yana onların bu yolla yanlış arkadaş edinmesine de zemin oluşturabileceğini
gördüler. Çocuklar bazen ders çalışma bahanesi ile kontrolsüz şekilde
bırakılınca, saatlerce tanımadığı kişilerle yazışabilecekleri bir ortamda
doğru-yanlış arkadaşlar edinmeye başladılar. Yanlış arkadaşı uzun uzun
anlatmaya gerek yok. Yanlış arkadaş; yanlış, toplumun benimsemediği işlerle
uğraşan kişi demektir. Bunun başka bir tanımı yoktur.
Anne baba hayatın türlü dertleri
ile başa çıkmaya çalışırken, çocuklar da ya televizyon karşısında ya da odalarında
veya evin bir köşesinde bilgisayar başında saatler geçiriyor. Bu durum ilk
başlarda önemsiz gibi görünse de gerekli tedbirler alınmadığı takdirde,
geleneksel aile yapısının bozulmasına neden olabiliyor. Şöyle ki bir çatının
altında yaşayan insanlar zamanla birbirine yabancılaşmaya başlıyor. Çocuk aile
içinde yalnızlığa itildikçe, her türlü oyalanma ve vakit geçirme aracı olarak bilgisayar
ve interneti görüyor. Bu durum zaman içinde içinden çıkılmaz bir hal alıyor; karışık
bir sarmala dönüyor. Huzur ve güven kalmıyor. Oysa mutlu aile; birbiriyle
paylaşımda bulunan, ruh sağlığı yerinde, birbirlerine karşı anlayışlı davranan insanların
oluşturduğu bir gruptur ve mutlu çocuklar da bu mutlu ailelerde yetişir. Bu
aileler de toplumun çekirdeğini oluşturur.
Mutluluk ne ki diyebilirsiniz. İnsanlar
mutluluğu bazen uzaklarda, kendi dışında ararlar. Bazen de duyguların bir dizi
maddi ihtiyaçların karşılanmasıyla elde edileceğini düşünürler. Bunlara ulaşamayınca
da kendilerine sanal dünyalar yaratarak mutlu olmaya çalışır, kendilerini mutlu
olduklarına inandırmaya gayret ederler. Oysa mutluluk, bazen küçük bir teşekkür
ile ilişkili, bazen de küçük bir gülümsenin ucundadır. Mutluluk, hemdem
olabilmektir.
Çocuğu mutlu etmek için her
istediğinin yerine getirilmesi gibi bir yaklaşım doğru değildir. Ayrıca her
akşam birbiri ile didişen, birinin ötekine bağırıp çağırdığı bir aile ortamında
da mutluluğun, bir anlık huzurun yeri olamaz. Böyle bir ortamın tutsağı olan
çocuk, içine kapanacak, tedirgin olacak; aradığı huzuru ve mutluluğu kendi oluşturduğu
sanal dünyada arayacaktır. Bu sanal dünya internet üzerinden oluşturulan
arkadaş zinciri, oyun grupları ve benzerleri ile oluşabilir; gerçek dünyada
kontrol edilemeyen bir sosyal çevrede de olabilir.
Bir toplumun bireyleri kendi çocuğunun
mutlu olmasını istiyorsa, komşunun çocuğunun da mutlu olması için çalışması
gerekir. Bunun için de çocukların toplumsal ve sosyal hayatın içinde özgür
yaşayacağı, sanal “online” hayatın, özel ders ve sınavların oluşturduğu olumsuz
koşulların dışında bir hayat kurulmalıdır.
Gün be gün ağırlaşan hayat
şartlarına rağmen yaşadığı her bir günü bir sonraki güne aktarmaya çalışan veya
bir önceki günün telafisini yapma umut ve gayreti içinde yaşayan mutsuz
ailelerin çocukları da mutsuz, başarısız ve umutsuz oluyor. Kendilerini
kapattıkları odalarında güzel bir söze veya latif bir davranışa duydukları
özlemle yaşıyorlar. Zehir gibi zekâsıyla, üstün başarılar beklediğimiz bu
mutsuz ve huzursuz çocuklar, kendilerini bilgisayar üzerinden hapsettikleri
sanal dünyada boş ve olumsuz uğraşılar arasında kaybolup gidiyor; var olan
potansiyelleri sıradanlaşıyor, cılızlaşıyor ve kuruyup gidiyor. Bu yolla
kaybolan gençler değil, toplumun geleceği de bundan nasibini alıyor.
Uygun sosyal ortamları hazırlamak
kaydı ile çocuklarımıza bilgisayarda, internet üzerinden sanal oyun oynamanın
eğlence değil, vakit kaybı olduğu; sokak oyunlarının, arkadaş ve aile
ortamlarının sağladığı geleneksel değerleri kendi hayatımızdan örnekle
anlatmak, kendi içinde bulunduğumuz tembelliği kırmak ve rol model oluşturmak
gerekiyor. Çocuklar, yetişkinlerin sanal dünyada gördüğü olumsuzlukları ve
tehlikeleri kendileri için tehdit olarak algılayamayabilir, kendini gördüğü
sanal ortamın cazibesine kaptırabilir. Bu nedenle, çocuğun sanal ortamda ne
yaptığı, ne izlediği ve bunların ne kadar etkisinde kaldığı takip edilmeli ve çocukla
gerçek hayata dair, örnek olaylar üzerinden paylaşımlarda bulunulmalıdır.
Çocukların aklı, fikri
işlenmemiş, nadasa bırakılmış bir tarla gibidir. İşlenmeyen tarlada nasıl yabani
otlar çıkar, etrafı sararsa; boşluğa düşen, zihni de hedeflerinden şaşmış bir
çocuğun zihnini de olumsuz düşünceler işgal edecektir. Boş, hedeflerinden
sapmış zihin; patlamaya hazır bir bomba gibidir. Dünyadaki olumsuzlukların
önemli bir kısmı da bu şekilde yoldan çıkmış ve toplumda kabul görmeyen kişi
veya grupların duygu ve düşüncelerinin somut bir şekilde yansımasıdır.
İlkbahar mevsimi gibi olan ilk
gençlik çağında kendini bulma çabası içindeki ergen gençlerin hazan rüzgârına
kapılan yaprak gibi amaçsızca oradan oraya savrulmasına, akan bir su gibi
olumsuz ortamlara akmasına izin verilmemeli; onlara belli idealler, hedefler
gösterilmelidir. Unutulmamalıdır ki gençlerin bu dönemde deneyimleyeceği her
bir olumsuz davranış, hayatlarında kalıcı izler bırakabilir.
Hayatın gerçeklerinden kopuk,
kendi sanal dünyalarında özgür bir hayatı benimseyen gençler, internet
üzerinden kurdukları sanal ilişkileri gerçek hayata aktardıklarında da hayal
kırıklıkları yaşayabilirler. Bu nedenle, okula giderken arkadaş seçimi
konusunda uyarılana gençlerin, bilgisayar ortamında da arkadaş seçerken bilinçli
olması gerekir. Bilinç, insanı tehlikelerden koruyan bir kalkandır. Hiçbir kötü
arkadaş iyi planın içinde olmaz. Arkadaş uçurumun kenarına gelmiş kişileri
kurtarabileceği gibi, aşağıya da atabilir. Arkadaş, arkadaşının sözünden
çıkmaz. Ergenlik dönemlerinde arkadaşlarının etkisi ile içkiye, sigaraya
başlayan gençler, yine internet forumlarında uyuşturucu ve madde bağımlılığına
kapılabilir. Bunun arkasında yine arkadaş seçimi ve internet tutkusu
bulunmaktadır. İnternette kötü niyetli kişilere ve onların oluşturduğu olumsuz
grupları haber veren de arkadaştır. Gencin gerçek hayattaki arkadaşı iyi ise,
kendisi de iyi ve mutlu; kötü ise kendisi de kötü ve mutsuzlardan olur.
Olumsuz aile içi iletişimler ve
yanlış tutumlar gençleri toplum dışına iter. Antisosyal gruplar bu şekilde oluşur.
Bazı aileler, çocuklarının bu grup içinde yer almasından kendileri için olumlu
pay çıkarsa da bu durum tasvip edilecek bir yol değildir. Antisosyal grupların
dikkat çeken özelliği, toplumsal ahlak normlarının dışında davranması, aksi ve
şiddet yanlısı davranış sergilemesidir. Çevrelerinde bulunan ve kendi
özelliklerinde olanlarla arkadaşlık ederler. Ergenlik döneminde başlayan bu
davranışlar, tedavi edilmediği takdirde ileri dönemlerde yaşam biçimine dönüşür
ve kriminal bir yapıya evrilir. Bu kişilerin bir diğer özelliği de saç
modelleri, ayakkabı ve kıyafetlerinin de alışılmışın dışında bir tarza sahip
olmasıdır. Karşı cinsten olanların bu tarzlarından hoşlandığı gibi bir algıya
sahiptirler. Bunların bu şekilde davranmaları tasvip edilmese de kendilerinin
“çizgi dışında” olduklarını kabul etmezler.
Böyle bir ortamda yaşayan
gençler, internet ile olan ilişkisini sınırlandıramadığında, ortaya önemli bir
sorun çıkabilmektedir. Bunlardan biri de ders çalışmamaktır. Bu konuya gelecek
yazılardan birinde ayrıca yer vermek isterim. Ancak şu kadarını belirteyim ki hafıza
ve zekâ oyunları çocuğun beyin fonksiyonlarını geliştirdiği için, internet
ortamında yer alan bu oyunlara etkili bir zaman planlaması ile izin
verilmesinde yarar görülebilir.
İnsanlar artık daktilonun
şeridinin mürekkebine değil; bilgisayarın, tabletin, akıllı telefonun ekranına
bakar oldu. Yani internet bağlantısı olmayan daktilo gitti; yerine türlü çeşit
bilgisayar geldi. Bu değişiklik insanların hayatına yeni ufuklar açarken, öngörülmeyen
sorunları da beraberinde getirdi. Unutulmamalıdır ki değişmeyen tek şey
değişimin kendisidir. Bize düşen; bu durumdan yakınmak yerine, değişen çağın
gereklerini yerine getirmeye çalışmak ve oyunu kuralına göre oynamaktır.
------
Bu yazı Avusturya'da aylık periyotlarla yayımlanan Avrupa-Haber / Europa Journal Gazetesi Eylül 2017 sayısı için hazırlanmıştır. Yazıya http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/september2017/cakir092017.jpg adresinden ulaşılabilir.