Etrafımıza baktığımızda kendine
benzemeyene hoyratlık yaparak, oraya buraya sataşıp, saygısızlık ederek, hatta
şiddet uygulayarak var olmaya çalışan; bireysel farklılıkları törpüleyerek
kendine benzetmeye çalışıp “ötekini” ortadan kaldırmaya gayret eden birilerini
mutlaka görür veya gözleriz. Bu gruba girenler için sayılan davranışlar, onların hayatlarını, varlıklarını sürdürmenin yegane amacı olmuştur. Bunları belli bir aşamadan sonra değiştirmek de mümkün değildir.
İnsanlar hayatta aradığı ilgiyi
bulamamak, sosyal ve ailevî sorunlar yaşamak, her hangi bir nedenle kötü
muamele görmek, kandırılmak, hakarete uğramak, aldatılmak, şiddete maruz
kalmak, hak ettiğini alamamak gibi daha pek çok nedenle mazlum ve mağdur duruma
düşebilmektedir. Bunlar hayatın akışında olağan dışı olmasına karşın, görülen
durumlardır. Mazlum ve mağdurun, aynı davranışlarla hak arama çabasına
yönelmemesi gerekir; aksi davranışlar da onun durumunu değiştirir ve bu defa onu
zalim yapar. Yalanı yalanla, aldatmayı aldatmayla, haksızlığı hırsızlıkla
tedavi edemeyiz. Karşı karşıya kaldığımız olumsuz davranışlar bizleri de aynını
yapmaya yöneltmemeli. İntikam ateşi insanı için için kavuran, bitiren bir
zehirdir.
Yoksa biz de kaybedenlerden olur,
kendimizi haklı zanneder, haksızlığımızı göremeyecek kadar kötü bir duruma
düşeriz de düştüğümüzü bile anlayamayız.
Bu davranışı sürdürmeye devam
edenler, “Canım, ben kızınca aklıma geleni söylerim; sonra da unuturum” deyip,
etrafa gülücükler dağıtmaya yeltenmemeli; hoyratlık yaptıkları insanlarla yeni
ilişkiler kurmaya çalışmamalı; bu işin bir özeleştirisi, bir vicdan muhasebesi olmalıdır.
Dolayısıyla akla hayale gelmeyen hoyratlıkları yapan kişiler ile kalıcı
dostluklar kurulması mümkün değildir ve bir noktadan sonra bırakın dostluğu,
beşeri ilişkileriniz bile biter. Bitmemesi kötüdür.
Bu durumda, bireyciler gibi,
unutkanlığa sığınamazsınız; sığınmamalısınız. Hele her sözünün sorumluluğunu
taşıyan insanlar arasındaysanız, sözünüzün nereye varacağını
kestirebilmelisiniz. Anadolu deyişiyle, kafanızı kaldırmadan dağın ardını
görecek; sözü söylemeden önce başınıza geleceği kestirecek olgunlukta
olmalısınız. Bir noktadan sonra, sözü söyleyen de söz söylenen de yaşanmış olanı
yaşamamış sayamaz. “Yanılmışım” diyemezsiniz; söz gelir gırtlakta düğümlenir.
Gerçekten aydın olmak, kendini aşabilmek, bireycilikten sıyrılmak, halk için yanmak
güçtür… Bunun için şair “sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar
aydınlığa” yakıştırmasını yapmış… Aydın olmak değil, bize erdemli, münevver,
beyefendi/hanımefendi olmak yakışır.
Konfüçyüs’ün ifadesiyle "Erdemli
kişi, ne kadar zor olursa olsun, hizmeti öne koyar, ondan ne fayda temin
edileceği daha sonra düşünülecek bir meseledir." Yoksa etrafımızda
yakinen gözlediğimiz gibi, kimi editörlüğünü yaptığı bir iki kitaptan, kimi de
koordinatörlüğü verilen bir programdan aldığı üç kuruşun verdiği düşsel
avuntulara kapılıp, günün maddi sorunlarını hissetmezse kendini gönenmiş görür.
Kimi de dünya nimetlerinden nemalanma yerine Hakk’ın rızasını kazanmış olmanın
verdiği huzuru her türlü maddenin üzerinde tutar. Bunların hepsi izafidir; asıl
olan, kulun hakkını yemeden Hakk’ın rızasını kazanmaktır.
Ayakta kalabilmemiz, çokluk
içinde birliği başarabilmemize bağlıdır. Gökkuşağını çekici kılan çoklu
renkleri bünyesinde barındırmasıdır.
Seçim sizin…
--------------
*
Bu yazının düşünsel altyapısında kendisinden sayısız okumalar yaptığım değerli felsefe hocası Prof. Dr. Ahmet
İnam’ın izlerini görmek mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder