26 Eylül 2017 Salı

Kulun hakkını yemeden Hakk’ın rızasını kazanmak

Etrafımıza baktığımızda kendine benzemeyene hoyratlık yaparak, oraya buraya sataşıp, saygısızlık ederek, hatta şiddet uygulayarak var olmaya çalışan; bireysel farklılıkları törpüleyerek kendine benzetmeye çalışıp “ötekini” ortadan kaldırmaya gayret eden birilerini mutlaka görür veya gözleriz. Bu gruba girenler için sayılan davranışlar, onların hayatlarını, varlıklarını sürdürmenin yegane amacı olmuştur. Bunları belli bir aşamadan sonra değiştirmek de mümkün değildir.

İnsanlar hayatta aradığı ilgiyi bulamamak, sosyal ve ailevî sorunlar yaşamak, her hangi bir nedenle kötü muamele görmek, kandırılmak, hakarete uğramak, aldatılmak, şiddete maruz kalmak, hak ettiğini alamamak gibi daha pek çok nedenle mazlum ve mağdur duruma düşebilmektedir. Bunlar hayatın akışında olağan dışı olmasına karşın, görülen durumlardır. Mazlum ve mağdurun, aynı davranışlarla hak arama çabasına yönelmemesi gerekir; aksi davranışlar da onun durumunu değiştirir ve bu defa onu zalim yapar. Yalanı yalanla, aldatmayı aldatmayla, haksızlığı hırsızlıkla tedavi edemeyiz. Karşı karşıya kaldığımız olumsuz davranışlar bizleri de aynını yapmaya yöneltmemeli. İntikam ateşi insanı için için kavuran, bitiren bir zehirdir.

Yoksa biz de kaybedenlerden olur, kendimizi haklı zanneder, haksızlığımızı göremeyecek kadar kötü bir duruma düşeriz de düştüğümüzü bile anlayamayız.

Bu davranışı sürdürmeye devam edenler, “Canım, ben kızınca aklıma geleni söylerim; sonra da unuturum” deyip, etrafa gülücükler dağıtmaya yeltenmemeli; hoyratlık yaptıkları insanlarla yeni ilişkiler kurmaya çalışmamalı; bu işin bir özeleştirisi, bir vicdan muhasebesi olmalıdır. Dolayısıyla akla hayale gelmeyen hoyratlıkları yapan kişiler ile kalıcı dostluklar kurulması mümkün değildir ve bir noktadan sonra bırakın dostluğu, beşeri ilişkileriniz bile biter. Bitmemesi kötüdür.

Bu durumda, bireyciler gibi, unutkanlığa sığınamazsınız; sığınmamalısınız. Hele her sözünün sorumluluğunu taşıyan insanlar arasındaysanız, sözünüzün nereye varacağını kestirebilmelisiniz. Anadolu deyişiyle, kafanızı kaldırmadan dağın ardını görecek; sözü söylemeden önce başınıza geleceği kestirecek olgunlukta olmalısınız. Bir noktadan sonra, sözü söyleyen de söz söylenen de yaşanmış olanı yaşamamış sayamaz. “Yanılmışım” diyemezsiniz; söz gelir gırtlakta düğümlenir. Gerçekten aydın olmak, kendini aşabilmek, bireycilikten sıyrılmak, halk için yanmak güçtür… Bunun için şair “sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” yakıştırmasını yapmış… Aydın olmak değil, bize erdemli, münevver, beyefendi/hanımefendi olmak yakışır.

Konfüçyüs’ün ifadesiyle "Erdemli kişi, ne kadar zor olursa olsun, hizmeti öne koyar, ondan ne fayda temin edileceği daha sonra düşünülecek bir meseledir." Yoksa etrafımızda yakinen gözlediğimiz gibi, kimi editörlüğünü yaptığı bir iki kitaptan, kimi de koordinatörlüğü verilen bir programdan aldığı üç kuruşun verdiği düşsel avuntulara kapılıp, günün maddi sorunlarını hissetmezse kendini gönenmiş görür. Kimi de dünya nimetlerinden nemalanma yerine Hakk’ın rızasını kazanmış olmanın verdiği huzuru her türlü maddenin üzerinde tutar. Bunların hepsi izafidir; asıl olan, kulun hakkını yemeden Hakk’ın rızasını kazanmaktır.

Ayakta kalabilmemiz, çokluk içinde birliği başarabilmemize bağlıdır. Gökkuşağını çekici kılan çoklu renkleri bünyesinde barındırmasıdır.

Seçim sizin…

--------------

* Bu yazının düşünsel altyapısında kendisinden sayısız okumalar yaptığım değerli felsefe hocası Prof. Dr. Ahmet İnam’ın izlerini görmek mümkündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...