3 Ekim 2017 Salı

Dil, kültür ve milli birlik

Cumhuriyet dönemi romancı, gazeteci şair ve diplomatlardan olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974) yazdığı “Yaban” adlı romanda, I. Dünya Savaşı sonrasında Porsuk Çayı’nın kenarındaki bir Anadolu köyüne yerleşen gazi Ahmet Celal’in dönemin aydınlarına sitem ettiği bir sözüne yer verilir. Beni çok derinden etkileyen bu söz, bana sanki Anadolu’nun değişik yerlerinden Avrupa’ya göçen soydaşlarımızın durumunu da anlatır: “Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın eline bıraktın” (Karaosmanoğlu 2017, 10) der. Avrupalı Türkler, yeni bir yüzyılın ilk çeyreği, yeni bir bin yılın başlangıcında, bugün kendilerini gurbete mecbur eden yoksulluğun da cehaletin de belini kırmış; geleceğe yönelik yeni ve öngörülmemiş uzak hedeflerin peşinden gitmektedir.

Dünya’daki gelişmeler küresel güçlerin siyasi dengeleri yeniden düzenleme çabası içinde olduğunu alenen gösteriyor. Yaşananlar hiç de Türklerin lehine görünmüyor. Avrupa ülkelerinde giderek yükselen ırkçılık hareketleri, siyasi kutuplaşmalar neredeyse Türklerin Avrupa’daki varlıklarını tehdit edecek boyutlara geliyor. Ortadoğu ise süper güçlerin, ırkların, kültürlerin, medeniyetlerin karşılaşma ve çatışma sahasına dönmüş durumda. Böyle bir durumda zaman, Türklerin ayrışmasının değil; nerede, hangi coğrafyada yaşanıyor olsa da “dilde birlik, fikirde birlik, dinde birlik ve işte birlik” felsefesi için ömürlerini vakfeden İsmail Bey Gaspıralı (1851-1914) ve nice Türk aydınının bıraktığı kültürel mirasa sahip çıkmasının zamanıdır.

Kültürün en önemli taşıyıcısı ve gelecek kuşaklara aktarıcısı olan dildir. Kendi dilini iyi bilen, ikinci veya üçüncü bir dile de hâkim olur. Yaşadığı çevrede kişiler arası iletişimi güçlü, hatırı sayılan bir konumda yaşar. Dil bu nedenle kişiye özgüven veren, onu ayakta tutan bir güçtür. Bununla birlikte, Türk tarihinde anadiline gereken özenin gösterilmediği dönemler de yaşanmamış değil. Örneğin Arapça ve Arap milleti “kavm-i necip” denilerek yüceltilmiş; hatta Kur’an-ı Kerim’in Arapça olması itibarı ile neredeyse kutsanmıştır.

Geçmişte uydurma hadislerle Fars dilini “cennet dili” olarak gösterenlerin yerini İngilizce “bilim dili” diyenler almış durumda. Yani tehlike geçmiş değil; geçmişte doğu dillerine atfedilen önem, bugün batı dillerine gösteriliyor; değişik platformlarda gereksiz dayatmalarda bulunuluyor; batı dillerinden birinde kısıtlı dil bilgisi ile de olsa okuyup yazmaya çalışanlara özenti yayılıyor. Bununla birlikte, küresel iletişim dilinin İngilizce olduğu gerçeği inkar edilemezse de Türkçe bizim anadilimiz. Onu öğrenemez, öğretemezsek, özendiğimiz diğer dilleri de öğretemeyiz. Dolayısı ile önce Türkçe, sonra diğer diller…

Yurt dışında, gurbet illerde Türkçe konuşmak, okuyup yazmak daha da bir önem ve anlam kazanmaktadır. Türk olmanın göstergesi, Türkçe konuşmaktır. Bir kısım çevrelerde Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, Türk kavramına duyulan tepkinin bilinçli bir karşılığı olarak arka plana atılmaya çalışılsa da Batı dünyasında Türklük ve Türk dünyası kavramları güncelliğini her geçen gün artırmaktadır. Türkçe, Orta Asya ve Afrika gibi henüz bütünüyle keşfedilmemiş bölgelere ulaşan yolların kesiştiği bir dönel kavşak gibidir. Bu nedenle her geçen gün önemini artırmaktadır.

Türk kelimesi bir ırkı tanımlamak için değil; milli birliğin, dayanışmanın sembolü olarak kullanılır. Türk milleti deyince de birbirine tarih, dil, kültür ve ülkü birliği gibi ortaklıkların ve bu ortaklığa bağlı olan duygudaşların oluşturduğu topluluk akla gelmektedir. Bu topluluğun üyeleri ortak bir geçmişe, ortak değerlere sahip olup, bir arada yaşamak için adeta kendiliğinden anlaşmış; kederde ve kıvançta bir arada olmaya sözleşmiştir. Tarihi küresel güçlerin yeniden hayat bulmak için büyük bir gayret içinde olduğunu unutmadan; nerede, hangi coğrafya olursak olalım; milli birliğimizi ve kardeşliğimizi korumaya özen göstermeliyiz. Bu şuurla, yani; heyecanlarımızı, renklerimizi kaybetmeden yaşarsak; millet olma özelliğimizi kaybetmeyiz.

Millet varlığını devam ettirebilmek için kendini koruma ihtiyacı duyar. Bu ihtiyaç toplu yaşama ve onun güçlenmiş şekli olan milli birlik, yani dil, kültür, tarih birliği yoluyla sağlanır. Milli birliğimizde söz edersek, Türk Milletinin tamamı bir bütündür ve Atatürk’ün sözüyle “Millet ve biz yoktur; birlik halinde millet vardır. Biz ayrı, millet ayrı değildir”. Milletin içinde ayırıcı, bölücü ve etnik adlandırmalar gibi unsurlara yer verilmez. Bu söylemler, kadim düşmanların milletin güçten düşürülmesi için yaptığı girişimlerdir. Atatürk’ün önemle belirttiği gibi milletimizin bütün bireyleri, aynı tarihe, ahlâka, hukuka, aynı ortak kültüre sahiptir. Tüm yurttaşlar eşittir. Bu husus “geleceklerini ve yazgılarını Türk milliyetine vicdanî arzularıyla bağlamış” olan, Hıristiyan, Musevî ve benzeri bütün yurttaşlarımız için de geçerlidir. Müslim ve gayrimüslim, Türk vatandaşları arasında hiçbir ayrım yapılmaz (Dura 2016, 6).

İngiliz devlet adamı Lord N. George Curzon (1859-1925) “Ülkeler, üzerinde dünya egemenliği için büyük oyunların oynandığı satranç tahtası gibidir” demişti. Bu oyundan galip gelebilmek için, milli birliğin önemi inkâr edilemez; milli birlik, bir yurdun, milletin en değerli varlığı ve gücüdür. Bu güç, maddi menfaate dayalı değil; ancak, yurttaşların birbirlerine millet bilinci etrafında bağlanması, kenetlenmesi ile gerçekleşir. Bir milletin çocuklarının birbirini tanıması, iyi geçinmesi ve birbirini sevmesi gerekir. Milletleri diğerlerinden farklı kılan özellikler; dil, kültür, tarih gibi alt birliklerin özelliklerinde saklıdır. Birliklerin yok olması, milli birliği, milletin yok olması, dolayısı ile Ahmet’in, Ayşe’nin ve pek çok bireyin teker teker yok olup gitmesidir.  Bu anlamda dil, milli birliği kuran; kültürünü ve tarihini gelecek nesillere aktaran ve milleti bir arada daha canlı tutan çimentodur.

Bütün bu birliklerin düzenlenmesi, gelecek kuşaklara aktarılması milli duygularla, karşılık gözetilmeden doğal yollarla yapılır. Bu çabanın temelinde ırkçılık yok; kültürel rekabet vardır. Kültürün yaşatılması da dilin yaşatılmasına bağlıdır. Türkler bu rekabetten galip geldiğinde rakiplerine karşı mağrur değil, müşfik ve alçak gönüllü davranırlar. Bu nedenle, Türk tarihinde ne kölelik, ne de ırk ayrımının izleri vardır. Tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur.

Bitirirken; milli duygular ile anadili arasındaki bağ çok kuvvetlidir ve anadilinin yaşatılması, milli duyguların yaşatılması ile eş değerdedir. Birlik ve beraberliklerine sahip çıkamayan, onları gelecek kuşaklara aktaramayan milletler, birlik ve beraberliklerinin yanı sıra yaşama dair umutlarını da kaybeder. Unutulmamalıdır ki Musa olmak isteyen, Firavun’un aklına uymaz.

Bu yazı Avusturya'da aylık periyotlarla yayımlanan Avrupa-Haber / Europa Journal Gazetesi Ekim 2017 sayısı için hazırlanmıştır. Yazıya http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/oktober2017/cakir102017.jpg adresinden ulaşılabilir.

Önerilen Kaynaklar
Cihan DURA (2015). “Milli Birlik… Hemen Şimdi!...” Bilgi Yurdu Gençlik Dergisi. Yıl 9, Sayı 51. ss. 6-7.

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU (2017). Yaban. 77. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları. (İlk yayın yılı: 1932. ISBN: 9789754700060)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...