21 Kasım 2020 Cumartesi
Diliniz kimliğinizdir
Hayat sonraları sevmez...
Aile insan hayatında çok
önemlidir; adeta hayatımızın anlamıdır. Günümüzün gelişmiş iletişim araçları
uzakları yakın etse de insan sevdiğini canı isteyince sarılıp kucaklayamadıktan
sonra, uzaklar yakın olmuş neye yarar.
Jean-Luc Godard’ın deyişiyle “Artık sadece iletişim araçları var,
iletişimin kendisi yok.” İletişim
insandan insana olduğun sürece haz verir. Aile bu anlamda sarılıp
koklayabileceğin insanların olduğu, sun’i muhabbetten uzak, sevgiyle yeşeren
bir sosyal ortamdır.
Aile, içinde herkesin aynı düşüncede olması yerine, bireylerin farklı düşünce ve kanılarını özgürce dile getirdiği ve bu farklılıklardan rahatsız olmak bir yana, fertlerin kişisel gelişimlerine katkı sağlanan sosyal ortamlardır. İleri sürülen farklı görüşlere katılmasak bile sahibine anlayışlı yaklaşmak gerekir. Anlayış, her derdi çözen anahtardır. Michel Foucault “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yok demektir.” diyerek, herkesin aynı düşünmesi yerine farklı düşüncelerin ufuk açıcı olduğuna dikkat çeker. İnsanlar huzuru aile içinde bulur. Bazen, özellikle ergenlik dönemindeki gençlerin zihninden geçenlerle yaşadıklarının örtüşmemesi, onları iki farklı dünya arasında serseme çevirip; yorgun, bitap düşürse de aile mefhumundan vaz geçmeye yöneltmemelidir. Bu duygu ortadan kalktığında insan kendini “Dost mu kaldı artık. Herkes menfaatinin peşinde koşar olmuş. Ne olduğuna değil, ne verdiğine bakar olmuş” diye bir yanılsamaya kaptırır. Aile biter; aile bittiğinde toplum biter.
Değerini tam olarak bilemediğimiz
zamanlar olsa da her şartta yanımızda kalan, bizi sadece biz olduğumuz için
seven ve karşılıksız kabul eden, ne olursa olsun bizi terk edip gitmeyen de ailemizdir.
İnsan aile içinde mutlu olur yahut öyle olmalı. Aile olmak zor, aileyi yaşatmak
ve ayakta tutmak daha zordur. Sabır ister, ilgi istir, sevgi ister, hoşgörü ve
kabulleniş ister. Aile denilince bir başka çarpar insanın kalbi. Buna rağmen en
çok da aileye karşı duygular saklanır. Aile içinde birbirimizi sevdiğimizi söylerken
çokça cimri, içimizdeki öfkeyi anlatmada bonkör davranırız nedense. Mutluluğu
dışarıda aramak yerine bizi sarıp sarmalayan ailemize dönmeyi nedense geç
aklederiz. Charles Bukowski’nin tespitine göre, “mutsuz insanlar yorgun olur;
hiçbir şey yapmak istemezler.” Oysa hatalarımızı
hoş gören, dışarıda karşılaştığımız kuvvetli fırtınalarda ayaklarımızın yerden
kesildiği anlarda, huzuru ve güveni aradığımız güvenli limanımız ailemizdir.
Aile içinde mutluluk güven
duygusuna bağlıdır. Karşılıklı güven çok önemlidir. Bu duygunun bebek gibi
ilgiye, bakıma ihtiyacı vardır. Kaybolduğunda
“Hayatta kimseye güvenmeyeceksin, babana bile…” demek durumunda kalır
insan. Victor Hugo’ya göre. “… kime iki defa güveneceğini hesaplamalı insan.”
ve insanlara ikinci bir şans verilmesi gerekir.
Paulo Coelho tam da bu anda
“Hatalarım orijinal olmalı. Eğer öncekilerin tekrarıysa, hiçbir ders
çıkarmamışım demektir.” derken; Arthur Schopenhauer da “Dünyanın en yoksul
insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır.” deyip, hayatta yegâne servetin
para olmadığını hatırlatır. Aile bireylerimiz bizi sadece biz olduğumuz için
sever ve kabul eder. Bu nedenle aile olmak dünyanın en zor ama en güzel
hissidir. Bu duyguyu ancak gerçek bir aile olduğunuz zaman hissedebilirsiniz. Ne
kadar muhteşem bir duygunun içinde yaşadığınızı ve bu duyguyu hayatınızın
sonuna kadar asla kaybetmek istemeyeceğinizi duyumsarsınız. Bu duygu maddi menfaatlere
bağlı değildir. Nazım Hikmet’in “Cebimde yoktu, yüreğimden verdim.” sözü bu
paylaşıma güzel bir örnektir.
Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş da
“İnsanın sevdiğini kaybetmesi, dişini kaybetmesi kadar ilginçtir. Acısını o an
yaşar, yokluğunu ömür boyu.” diyerek insan ilişkilerinde sevilenin önemini anlatır.
İnsan ilişkilerinde “gerek yokken yanında, ihtiyacın olduğunda uzakta” olanı
değil, Tolstoy’un dediği gibi, “hayatına girdiğinde hayatını aydınlatanlara” öncelik
vermek lazım, hayatından çıktığında rahatlatanları değil.
“Bazı insanlarla konuşmak,
sorunlarla yüzleşmek zordur; mutlaka sen haksız çıkarsın. Çünkü onların galip
gelecekleri ikinci bir yüzleri daha vardır.” diyen Bernard Shaw’ı haklı
çıkarmak zorunda olmasanız da insanın bazen yaşadıkları ile yüzleşmesi gerekebilir.
Aile içinde gerekli gereksiz tartışmalardan uzak durmak da hayatın huzuru ve
saadeti için gereklidir. Dünyada iyilik ve kötülük birbirini dengeleyen iki
terazi kefesi gibidir. Burada dengeyi bozan iyiler veya kötüler değildir. Hayat
Albert Einstein’ın gözlemine göre, “seyirci kalıp, hiçbir şey yapmayanlar” yüzünden
tehlikeli bir yere dönüşüyor. O nedenle, aile olabilmek, bazen hakem olmayı,
uzlaştırabilmeyi de becerebilmektir.
Platon der ki “Düşünceli olun,
çünkü karşılaştığınız herkes hayatta en az sizin kadar zorlu bir mücadele
veriyor.” Aile içinde sorunu değil, huzuru aramalı insan, küçük şeylerde derdi
değil, mutluluğu görmeli. Cemal Süreyya’nın dediği gibi; insan “Deniz gibi
berrak coşkulu, alabildiğine mavi, umut dolu” olmalı. Goethe’yi haklı çıkarırcasına, “İster kral,
ister köylü olsun; dünyanın en mutlu insanı evinde huzur olandır.” Evde huzur bulmak
için aile olmayı, her bir bireyin diğerine sımsıkı sarılmayı öğrenmesi gerekir.
Aile içinde insanların birbirinden saklısı gizlisi olmaz. Çocukluğumuzda
severek okuduğumuz Pinokyo’yu hatırlayın. “Tahta diye küçümsenen Pinokyo’nun
yalan söylerken burnu uzuyordu. Şimdiki insanların yüzü bile kızarmıyor” diyen
Paulo Ceolho’nun hakkını vermek lazım.
Bu arada, dış görünüşünüz neye
benzerse benzesin, nezaket sizi dünyanın en güzel insanı yapar. Hz. Ali’nin de
buyurduğu üzere, “Unutmayın ki güzel bir karakter; güzel bir yüzden daha uzun
ömürlüdür.”
Kinsun, “İnsanı farklı yapan,
affettikleri, güçlü yapan sabrettikleri, kendisi yapan vazgeçtikleridir.” der.
Bu nedenle insan ne istediğini, neyi ne zaman isteyeceğini, sınırlarını iyi çizmelidir.
Bazen bütün bunları anlamak, yaşamaktan, tecrübe etmekten geçer. Bazen de her
şeyi olduğu gibi kabul edip, olayları akışına bırakmak, zorlamamak lazım gelir;
kim bilir?
Son olarak, aileyi ayakta tutan kadındır,
annedir. M. Doğan Cüceloğlu’nun ifadesi ile “Annen yoksa, kimsen yoktur.” Paulo Coelho der ki “Hayat bazen insanları,
birbirleri için ne kadar çok şeyi ifade ettiklerini anlasınlar diye ayırır.” Annenin,
kadının kıymeti de ancak ortadan kaybolduğunda anlaşılır. Her şeyi vaktinde
değerlendirmek lazım gelir. Hayat yaşanması gerekenleri sonraya bırakmaz;
planları bekletmez; ertelemez; akıp giden çaydaki su gibidir. Suyu dinleyin,
ona karışın. Hayatın sonraları hiç sevmediğini, Heraklitos’un dediği gibi,
“aynı suda iki kere yıkanılmayacağını” unutmayın. Ailenizin kıymetini bilin,
birbirinizi sevin, sayın. Yaşarken sevginize sağır, yüreklere ağır olmayın.
Olmayın ki ne ömürlere ne gönüllere yük olun.
Mark Twain’in dediği gibi; “Hayat öyle kısa ki tartışmalara, özür dilemelere, kıskançlıklara, hesap sormalara zaman yok. Sadece sevmek için bir an var” O an da bu an.
Sevgiyle kalın.
Not: Bu yazı Haber Avrupa - Europa Journal Kasım 2020 sayısında yayımlanmıştır. https://www.yumpu.com/de/document/view/64920560/haber-avrupa-europa-journal-november2020 veya http://europa-journal.net/ailenizin-kiymetini-bilin/ (21.11.2020).
20 Kasım 2020 Cuma
Sevgi emek ister
Geçenlerde bir video izledim.
Konuşmacı “Eşinize öyle davranın ki eve koşarak gelsin”[1]
diyordu. Düşündüm de postmodern bir hayatın içinde acaba içimizden kaçımız eve
koşarak gidiyor. Yoksa gün be gün “koşarak” evden kaçıyor muyuz? Bugün bu
konuya, aile içi iletişime, sevgiye, saygıya değinmek istedim.
İnsanlar görece olarak gençken gelecek için bazı hayaller kurar. Bir yandan aldığı eğitimle istikbalini kazanmaya çalışır, öte yandan kendini toplum içinde konumlandıracak iyi bir yuva, aile kurmaya bakar. Geleneklerimizde “beşik kertmesi” adeti çok gerilerde kalsa da, ailelerin gençlerin bir araya gelmesine, tanışmalarına zemin oluşturarak, birbirlerini tanımalarını, geleceğe yönelik köprülerin kurulmasına vesile olmasına “görücü usulü” eş seçme denir. Bu gelenek halen devam etmektedir. Bu uygulama giderek terk edilmeye, gençler tarafından “eski moda” olarak görülmeye başlansa da uzman görüşleri, aile terapistleri bu yöntemin hala işe yaradığını gösteriyor. Buna mukabil gençler de bu kendi sosyal çevrelerinde gözlerine ve gönüllerine hitap eden ötekini bulabiliyor, anlaşarak yeni bir hayat kurabiliyor. Bu anlayış da modern yaşamın bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Gençler ayaklarını yerden
kesildiği dönemlerde “Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın”[2]
gibi şarkılara, kızlar “aynalı körük olmazsa, ben gelin gitmem”[3]
türündeki türkülerle içlerindeki duyguları yansıtırken, işler sarpa sardığında sevilenin
yokluğu üzerine söylenmiş türlü şarkılar, türküler gündeme geliyor. Çiftler
birbirlerine olan bağlılıklarını, aşkı sevdayı kendi sosyal çevrelerine uygun
kültürel motiflerle dışa vuruyorlar. “Gündüzüm seninle, gecem seninle”[4]
derken de “Her yerde sen, her şeyde sen[5]”
derken de uzaktaki sevgiliye “Senin kokunu bilmem. Benim ciğerlerime sadece
yokluğun doldu” derken de bu böyle.
Hayaller ile gerçekler uyuşmadığı zaman; pişmanlıklar, hayal kırıklıkları da şarkılar, türküler yoluyla dile gelir, destan olur. Yıldıray Çınar’ın söylediği “Geldi geçti benim ömrüm. Ömrüm kadrini bilmedim. Bir kuş gibi uçtu ömrüm. Ömrüm kadrini bilmedim.”[6] türküsünü dinlerken pişmanlıklarla dolu, tekrarı mümkün olmayan yaşanmışlıklar bir film şeridi gibi akıp gider. Elbette bütün bunlar boşuna söylenmemiş. Hayatın imbiğinden süzülerek damıtılmış, özgün kültürel ögeler olarak kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam ediyor. Bütün bunlar toplumsal ve sosyal hayattan çeşnisi gibi görünse de aslında bir toplumun, bir devletin yapısının oluşmasına da etkili oluyor.
Çağ açıp çağ kapayan, küçük bir
beylikten cihan imparatorluğuna giden yollardan geçen güçlü bir milletimiz,
kadim bir kültürümüz var. Bu kültürün çekirdeğinde her daim ailemiz, ailenin
çekirdeğinde de karşılıklı sevgi ve saygı. Hal böyle olunca; dünya milletler
sahnesine güçlü bir devlet olarak çıkmış, ülkeler arasındaki siyasi
ilişkilerden ziyade halklar arasında kurulan karşılıklı beşeri ilişkilerde
gönülleri kazanmışız. Çoğu kere zor kullanmadan uluslararası gündemi belirlemiş,
davranış kurallarımız uluslararası ilişkilerde rol belirleyici olmuştur. Devletlerin
ulusal çıkar kavramlarını kökten değiştirme gücü de dediğimiz bu yaklaşım,
günümüzde uluslararası ilişkilerde kültürel yolla kurulan gönül köprüleriyle
elde edilmeye çalışılmaktadır. Güçlü devletler, kadim kültürler kendi kültürel değerlerini
ve ideolojilerini diğerlerine sevgi ve saygı ile benimseterek aktarmaya
başlamışlar. Buna da milletlerin, devletlerin yumuşak gücü adı verilmiş.
Bir devletin yumuşak güce sahip
olması; kendi gücünü başkalarının gözünde meşru hâle getirebilmesi anlamına gelir.
Ecdadımızın cihan hâkimiyeti kurduğu zamanlar pek çok ülkeyi savaşmadan kazanması,
yumuşak gücü sayesinde olmuştur. Bu yumuşak güç; “insan sevgisini” temel alan
örnek aile hayatı, sosyal ve kültürel yaşam biçimi, kurduğu beşeri
ilişkilerdeki özelliğiyle etkili olmuştur. Bu gücün olumlu yansıması da örneğin
Avrupa kara kıtasında onlarca yıl süren savaşlardan, dini ve siyasi baskılardan
bunalan halkın, kendi inançlarını rahat yaşayabileceği, barış ve huzur ortamına
inandığı Osmanlı yönetimini kendi kurtuluşunun çözüm ortağı olarak görmüştür. Dolayısı
ile geçmişten günümüze sağlam bir aile hayatı olan Türkler, her türlü inceleme
ve araştırma konusu yapılmıştır. Türklerin aile hayatı bir zamanların
Fransa’sında Turquerie (Türk modası) olarak yansımış; günümüzde de pek çok bilimsel
araştırmanın konusu olmuştur.
Yazıyı bitirirken Gülay’ın “Ayrılık
da sevdadandır”[7] şarkısı
kulaklarımda çınlıyor. Üstat Necip
Fazıl’ın “Durun kalabalıklar! Bu
cadde çıkmaz sokak! Haykırsam kollarımı makas gibi açarak…” sözü aklıma
geliyor. Sevgi emek ister. Aksi halde kanadı kırık kuşa dönersiniz. Her nerede
yaşanıyorsa yaşansın; Türküler hayattır; Türkün yaşadığı coğrafyalarda bizi anlatır. İş işten geçmeden, sevdiğinize sevdiğinizi
söyleyin. Evlerinize, sevdiklerinize koşarak gelin. Geç kalırsanız; gözyaşınız
derya olsa, bülbülün güle figan etmesi, derdinize çare olmaz. “Her kuşun
yuvası, yaşamaya hevesi”[8]
olduğu gibi sizin de bir yuvanız, evininiz, gönlünüzün bir sultanı olsun. Bir
ömür yataksız yorgansız geçmeyeceği gibi, sevgisiz bir ömür sürmek de kalabalıklar
içinde yalnız yaşamaktır. Ailemizi, kültürümüzü yaşatıp, gelecek kuşakların
varlığını teminat altına almak için sevginize sevdiklerinize sahip çıkın. Yolunuz
aydınlık, sevenleriniz yanınızda olsun.
[1] Saliha
Erdim’in videosuna 15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=mbGzQRaBK8A
erişilmiştir.
[2] Muzaffer
İlkar’ın Nihavend makamındaki Şarkılar Seni Söyler Dillerde Nağme Adın adlı bu
şarkısının Melihat Gülses tarafından yorumuna 15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=VVLX530tS-Q
adresinden erişilmiştir.
[3] Sevcan
Orhan’ın yorumuyla seslendirilen bu Yozgat türküsüne 15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=0T_F3zA6diY
adresinden erişilmiştir.
[4]
SuatSayın’ın TRT sanatçısı Ayşen Birgör tarafından seslendirilen şarkısına
15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=M7GPUyyvJqE
adresinden erişilmiştir.
[5] TRT
sanatçısı Ayşen Birgör tarafından seslendirilen Ekrem Güyer’in nihavend
makamındaki şarkısına 15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=tFk84kkoGN0
adresinden erişilmiştir.
[6] Erzincan
yöresine ait bu türküye 15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=DQ6tnfOgCX0
adresinden erişilmiştir.
[7] Söz ve
müziği Tunay Bozyiğit’e ait bu türküye 15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=R63IZhPOb9U
adresinden ulaşılmıştır.
[8] Söz ve
müziği Seyfi Doğanay’a ait olan ve Emel Taşçıoğlu’nun yorumladığı Ömrüm (Güz Mü
Geldi Rengin Soluk) adlı şarkıya 15.11.2020 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=IXh1fTNSD3Y
adresinden erişilmiştir.
Argo Kullanımı
Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...
-
Bugün sanal dünyadan pulsuz bir mektup gönderiyorum; bir gün okunmayı bekleyen. İleride bu satırları okurken Özdemir Asaf gibi "Ba...
-
Bizim kültürümüzde geçmişten bize miras kalan ve geleceğe devretmek için itina ile korunan, adeta gelecek kuşaklara devredilecek emanet mu...
-
Ülkemizde soy sop araştırmaları çokça yapılıyor. Kişilerin nereden gelip nereye yerleştiği gibi konular merak ediliyor. Biri öbürü hakkın...