24 Temmuz 2020 Cuma

Türkçenin bademleri


Bizim bir dilbilim grubumuz var. Burada zaman zaman Türkçenin kullanımına ilişkin görüş alış verişinde bulunur, tartışmalar yapar, farklı bakış açılarımızı paylaşırız. Bu yazıda bu tartışmalardan ilginizi çekeceğini umduğum bir kesiti kendi yorumlarımla, yurt dışındaki vatandaşlarımız dil kullanımlarıyla ilişkilendirerek anlatmaya çalışacağım. Böylece Türkçe derslerinin hayatımıza kattığı anlamı da bir parça göstermeye çalışacağım.

Gruptakiler dilimiz ve diller konusundaki açıklamalarla bizleri bilgilendiriyor. Özellikle dilimiz Türkçe yazım kurallarının ve kelimelerin anlamlarının yerli yerinde, doğru kullanılması önemli. Evde barkta, çarşıda pazarda Türkçe konuşan herkes, dilimizin kurallarını iyi bildiği sanısına kapılıyor. Evdeki büyüklerden, çarşı pazar sohbetlerinden veya televizyon dizilerinden öğrenilen Türkçe kelimeler, dilimizi konuşmak için yeterli gibi görünüyor. Çocukların Türkçe derslerine gönderilmesi, bazen aileye, bazen de çocuklara külfet, adeta angarya gibi görülebiliyor. Oysa dillerin de kuralları olduğunu unutuyor, kuralları dikkate almıyoruz. Kuralları dikkate almayınca kullanılan dil de yeterli olmuyor.

Almancayı iyi öğrenmek, öğrenilen dili yerli yerinde kullanmak için Türkçenin de iyi kullanılması gerekiyor. Dillerin kültürün yansıtıcı olduğu unutulmamalıdır. Bu durumu küçük bir örnekle açıklayalım. Noel bayramlarında Hristiyan ailelerde Noel baba figürü çocuklara hediyeler, oyuncaklar, yemişler getirir. Müslümanlarda da söz gelimi kandil günü akşamında işten eve dönen aile büyükleri evlerine kandil çörekleri, kandil şekerleri getirirler. Eskiden bu kandil çörekleri ince, gül renkli parşömen kâğıtlara sarılır, tablalarda, tezgâhlarda süslenir ve müşteriye özenle hazırlanan paketlerde verilirmiş. Sokak satıcıları, da tablalarına dizdikleri kandil çöreklerini gerçek adları ile değil, mecaz veya benzetme yoluyla “kandil gülleri” diye satarlarmış.

Halid Ziya Uşaklıgil’in benzetmesiyle; dillerinde türlü zarafetler bulunan meyva satıcıları, tezgahlarındaki meyvaları bazen yanlarına yaklaşan müşterilere ve yoldan geçen insanlara göre ayarlayarak satarlarmış. Geçenlerin kadın, erkek, güzel, çirkin, tombul ve zayıf oluşlarına göre meyvacı dükkânlarından veya sergilerinden sattıkları meyva adı başka başka bir hal alırmış. Meyvaların adları ve cinasları o anlarda çok anlamlı ve “kinayeli” söylenir; dut çiğ bal; armut tereyağ oluverirmiş. Bu zarafet lisanını bir nükte çeşnisini aşmamak ve bir tecavüz derecesi anlamamak şartıyla, bu seslenişlerde bile bir zekânın Türkçesi sezilmektedir.

Yasemin, lale, sümbül, gül, menekşe, zerrin, zanbak, şekayık, nilüfer, nar ve şeftali gibi daha birçok benzerleri ile birlikte, sade bahçede birer çiçek değil, aynı zamanda dilde birer mecazdır. Bunlardan çoğunun bilhassa kız çocuklarına isim olması da bundandır. Farsçada çiçek demek olan gül, Anadolu’da hem bir gül inceliğini hem de bir güllü isimler saltanatını yaşamıştır. Bugün Türkiye’de köylü ve kentli nice Türk kadını Güldalı, Güldane, Gül’izar, Gülfidan, Yazgülü, Kırgülü, Ayşegül gibi güllü adlar taşıyorsa, bu dilimizin inceliğinin göstergelerinden biridir (Banarlı, 2017, 140).

Bazı eylem ad birleşimleri, sözcüklerin anlam birimcikleri tarafından yönetilir ve çay içmek, su içmek gibi kullanımlara dönüşür. Bazı birleşimler insanın durumu nasıl kavramsallaştırdığıyla ilgili ipuçları verir. Zaman harcamak dediğimizde zamanı para şeklinde kavramsallaştırırız. Bu grup birleştirmelerin arka planında bir metafor veya metonimi bulunur. Bu iki tür kullanım dillerde ortaklıklar olduğunu da gösterir. Bir de üçüncü tip kullanımlar vardır. Bunlar kültürle ilgilidir. Bizim sulu yemek dediğimiz şeye çorba diyenler olur. Çorbanın kıvamına göre bazı kültürler çorba içiyor (drinking soup), bazıları çorba yiyor (eating soup). Hatta bazı dillerde ise çorba almak şeklinde (taking soup) kullanılıyor. Biz Türkler çorbayı içeriz; Alman komşularımız yer. Bir sakıncası da yok. Biz ilaç içmek derken, bunu şurup, hap için de kullanırız. Bunda ilk ilaç formlarının şurup şeklinde olması etkili olmuş olabilir. Almanca sigara tüttürülürken, Türkçede sigara içiliyor. Bu içmek nargileden gelen bir benzetme olabilir. Bunların anlam birimciklerle ya da zihnimizin olayı nasıl kavradığıyla ilgisini kurmaz zordur. O yüzden kullanımlara kültürel diyoruz.

Günlük konuşmalarımız da böyle dolaylı anlatımlar vardır. Bir taksi al gel deriz, bir taksiye atla gel deriz ama demek istediğimiz; bir taksiye binip gelmek ya da taşıma aracı taksinin olanak ve özelliğini bir yerden başka bir yere gitmek için kullanmaktır.

Türkçemiz; var olduğu asırlardan bu yana her kelimeyi başka başka anlamlarda kullanmayı zevk edinmiş bir köklü bir milletin icadı; kadim bir kültürün taşıyıcısıdır. Tarihin hiçbir döneminde çağdaş medeniyet dilleriyle kelime sayısı bakımından yarıştırılmasına gerek olmayan Türkçenin ihtiyaç duyulduğunda her bir kelimeyi yeni anlamlarla süsleyerek, köklere yeni ekler getirerek karşılık bulma, anlam yaratma özelliği vardır.

Bugün dünü, yarın bugünü anlayacak, her dem geçmişle geleceği bağdaştıracak bir gençliğe sahip olmak için, Türkçenin çiçeklerini, halk zevkinin yarattığı mecaz ve kullanım özellikleriyle öğrenmek, çarşıda - pazarda hayatın anlamını mecaz bahçelerinde yaşamak bizim elimizde.

Unutmayın; dilimiz kimliğimizdir.


Kaynak: Nihad Sami Banarlı. Türkçenin Sırları. 53.Baskı. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 2017.

Not: Bu yazı Post Atüel Gazetesi Temmuz 2020 sayısında yayımlanmıştır.
Mustafa Çakır (2020). Türkçenin Bademleri. Post Aktüel Gazetesi. Temmuz 2020, s. 2.

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...