Bizim bir dilbilim grubumuz var.
Burada zaman zaman Türkçenin kullanımına ilişkin görüş alış verişinde bulunur,
tartışmalar yapar, farklı bakış açılarımızı paylaşırız. Bu yazıda bu
tartışmalardan ilginizi çekeceğini umduğum bir kesiti kendi yorumlarımla, yurt
dışındaki vatandaşlarımız dil kullanımlarıyla ilişkilendirerek anlatmaya
çalışacağım. Böylece Türkçe derslerinin hayatımıza kattığı anlamı da bir parça
göstermeye çalışacağım.
Gruptakiler dilimiz ve diller
konusundaki açıklamalarla bizleri bilgilendiriyor. Özellikle dilimiz Türkçe
yazım kurallarının ve kelimelerin anlamlarının yerli yerinde, doğru
kullanılması önemli. Evde barkta, çarşıda pazarda Türkçe konuşan herkes,
dilimizin kurallarını iyi bildiği sanısına kapılıyor. Evdeki büyüklerden, çarşı
pazar sohbetlerinden veya televizyon dizilerinden öğrenilen Türkçe kelimeler, dilimizi
konuşmak için yeterli gibi görünüyor. Çocukların Türkçe derslerine
gönderilmesi, bazen aileye, bazen de çocuklara külfet, adeta angarya gibi
görülebiliyor. Oysa dillerin de kuralları olduğunu unutuyor, kuralları dikkate
almıyoruz. Kuralları dikkate almayınca kullanılan dil de yeterli olmuyor.
Almancayı iyi öğrenmek, öğrenilen
dili yerli yerinde kullanmak için Türkçenin de iyi kullanılması gerekiyor. Dillerin
kültürün yansıtıcı olduğu unutulmamalıdır. Bu durumu küçük bir örnekle açıklayalım.
Noel bayramlarında Hristiyan ailelerde Noel baba figürü çocuklara hediyeler,
oyuncaklar, yemişler getirir. Müslümanlarda da söz gelimi kandil günü akşamında
işten eve dönen aile büyükleri evlerine kandil çörekleri, kandil şekerleri getirirler.
Eskiden bu kandil çörekleri ince, gül renkli parşömen kâğıtlara sarılır, tablalarda,
tezgâhlarda süslenir ve müşteriye özenle hazırlanan paketlerde verilirmiş.
Sokak satıcıları, da tablalarına dizdikleri kandil çöreklerini gerçek adları
ile değil, mecaz veya benzetme yoluyla “kandil gülleri” diye satarlarmış.
Halid Ziya Uşaklıgil’in benzetmesiyle;
dillerinde türlü zarafetler bulunan meyva satıcıları, tezgahlarındaki meyvaları
bazen yanlarına yaklaşan müşterilere ve yoldan geçen insanlara göre ayarlayarak
satarlarmış. Geçenlerin kadın, erkek, güzel, çirkin, tombul ve zayıf oluşlarına
göre meyvacı dükkânlarından veya sergilerinden sattıkları meyva adı başka başka
bir hal alırmış. Meyvaların adları ve cinasları o anlarda çok anlamlı ve
“kinayeli” söylenir; dut çiğ bal; armut tereyağ oluverirmiş. Bu zarafet
lisanını bir nükte çeşnisini aşmamak ve bir tecavüz derecesi anlamamak
şartıyla, bu seslenişlerde bile bir zekânın Türkçesi sezilmektedir.
Yasemin, lale, sümbül, gül,
menekşe, zerrin, zanbak, şekayık, nilüfer, nar ve şeftali gibi daha birçok
benzerleri ile birlikte, sade bahçede birer çiçek değil, aynı zamanda dilde
birer mecazdır. Bunlardan çoğunun bilhassa kız çocuklarına isim olması da
bundandır. Farsçada çiçek demek olan gül, Anadolu’da hem bir gül inceliğini hem
de bir güllü isimler saltanatını yaşamıştır. Bugün Türkiye’de köylü ve kentli
nice Türk kadını Güldalı, Güldane, Gül’izar, Gülfidan, Yazgülü, Kırgülü, Ayşegül
gibi güllü adlar taşıyorsa, bu dilimizin inceliğinin göstergelerinden biridir
(Banarlı, 2017, 140).
Bazı eylem ad birleşimleri, sözcüklerin
anlam birimcikleri tarafından yönetilir ve çay içmek, su içmek gibi
kullanımlara dönüşür. Bazı birleşimler insanın durumu nasıl kavramsallaştırdığıyla
ilgili ipuçları verir. Zaman harcamak dediğimizde zamanı para şeklinde
kavramsallaştırırız. Bu grup birleştirmelerin arka planında bir metafor veya
metonimi bulunur. Bu iki tür kullanım dillerde ortaklıklar olduğunu da
gösterir. Bir de üçüncü tip kullanımlar vardır. Bunlar kültürle ilgilidir.
Bizim sulu yemek dediğimiz şeye çorba diyenler olur. Çorbanın kıvamına göre
bazı kültürler çorba içiyor (drinking soup), bazıları çorba yiyor (eating soup).
Hatta bazı dillerde ise çorba almak şeklinde (taking soup) kullanılıyor. Biz
Türkler çorbayı içeriz; Alman komşularımız yer. Bir sakıncası da yok. Biz ilaç
içmek derken, bunu şurup, hap için de kullanırız. Bunda ilk ilaç formlarının
şurup şeklinde olması etkili olmuş olabilir. Almanca sigara tüttürülürken,
Türkçede sigara içiliyor. Bu içmek nargileden gelen bir benzetme olabilir.
Bunların anlam birimciklerle ya da zihnimizin olayı nasıl kavradığıyla ilgisini
kurmaz zordur. O yüzden kullanımlara kültürel diyoruz.
Günlük konuşmalarımız da böyle dolaylı
anlatımlar vardır. Bir taksi al gel deriz, bir taksiye atla gel deriz ama demek
istediğimiz; bir taksiye binip gelmek ya da taşıma aracı taksinin olanak ve
özelliğini bir yerden başka bir yere gitmek için kullanmaktır.
Türkçemiz; var olduğu asırlardan
bu yana her kelimeyi başka başka anlamlarda kullanmayı zevk edinmiş bir köklü
bir milletin icadı; kadim bir kültürün taşıyıcısıdır. Tarihin hiçbir döneminde
çağdaş medeniyet dilleriyle kelime sayısı bakımından yarıştırılmasına gerek
olmayan Türkçenin ihtiyaç duyulduğunda her bir kelimeyi yeni anlamlarla
süsleyerek, köklere yeni ekler getirerek karşılık bulma, anlam yaratma özelliği
vardır.
Bugün dünü, yarın bugünü
anlayacak, her dem geçmişle geleceği bağdaştıracak bir gençliğe sahip olmak için,
Türkçenin çiçeklerini, halk zevkinin yarattığı mecaz ve kullanım özellikleriyle
öğrenmek, çarşıda - pazarda hayatın anlamını mecaz bahçelerinde yaşamak bizim
elimizde.
Unutmayın; dilimiz kimliğimizdir.
Kaynak: Nihad Sami Banarlı. Türkçenin Sırları. 53.Baskı. İstanbul:
Kubbealtı Neşriyat, 2017.
Not: Bu yazı Post Atüel Gazetesi Temmuz 2020 sayısında yayımlanmıştır.
Mustafa Çakır (2020). Türkçenin Bademleri. Post Aktüel Gazetesi. Temmuz 2020, s. 2.
Mustafa Çakır (2020). Türkçenin Bademleri. Post Aktüel Gazetesi. Temmuz 2020, s. 2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder