Almanya’nın başkenti Berlin’de Mitte Belediyesi sınırları içindeki 17 okulda okulun işletme giderlerinin
karşılanması için yaklaşık 27 bin 400 Avro talep edilmesi üzerine, bu ilçedeki
Türkiye kökenli öğrenciler Türkçe dersine girememektedir. Söz konusu okullarda
571 öğrenci Türkçe ve Türk Kültürü dersi almaktaydı. Bu durum Berlin Eğitim
Müşaviri Prof.Dr. Cemal Yıldız tarafından basına açıklandı ve önemli
tartışmalar yaşanmaya başlandı[1].
Konuya geniş yer veren Avrupa Sabah Gazetesi (27.09.2017) de gelişmeyi skandal
olarak değerlendirip, okuyucuya „Türk çocuklarının asimile edilmesi ve Türkiye
ile bağlarının kesilmesi için Türkçe dersini hedef alan siyasiler, dersin
verilmesini engellemek amacıyla harekete geçti“ şeklinde duyurdu[2].
Almanya’da aylık periyotlarla yayımlanan Perspektif Dergisi redaktörü Şeyma
Karahan da konuyla ilgili uzman görüşü almak üzere şahsımla yazılı bir mülakat
yaptı. Aşağıda yöneltilen sorular ve bunlara verdiğim cevaplar yer alıyor.
1. Türk konsolosluğunun öğretmenleri tarafından verilen derslerin medyada bu denli yer alması konusunda ne düşünüyorsunuz, bunun bir nedeni var mı?
Öncelikle konuya basın yayın organlarına yansıyan günlük siyasi
tartışmalara taraf olmak yerine, akademik açıdan yaklaştığımı belirtmek isterim.
Almanya’daki Türkiye kökenli çocuklara verilen dersin adı, Türkçe ve Türk
Kültürü dersidir. Konsolosluk dersi ifadesi ile bu ders sıradanlaştırılmakta, onun
her hangi bir ders olarak algılanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle doğru bir
tanımlama Türkçe ve Türk Kültürü Dersi olmalıdır. „Konsolosluk öğretmeni“ veya
„konsolosluk dersi“ ifadelerinin arkasında burada tekrar etmeyi gerekli görmediğim,
ama geçmişte yoğun olarak tartışılan bir dizi sorun yer almaktadır.
Bu dersin Almanya’daki geçmişine bakıldığında, önce Bavyera Eyaletinde verildiği;
Alman yetkililerin girişimleriyle başlatıldığı görülür. Bunun nedeni de hem
insani hem de Almanya’nın da taraf olduğu kimi uluslar üstü anlaşmaların göçmen
çocuklarının köken dillerini öğrenebilmeleri konusundaki hükümlerdir. Avrupa
Konseyinin de göçmen çocuklarının köken dili eğitimi hakkından
yararlanabilmeleri için üye ülkelerde gerekli düzenlemelerin yapılması
konusunda aldığı kararlar vardır. Almanya Federal Cumhuriyeti bakanlıklar arası
ortak kültür komisyonu da bu dersin verilmesi konusunda aldığı kararlar vardır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ile yapılan karma eğitim uzmanları toplantılarında
da diğer eğitim konularının arasında bu derse ilişkin değerlendirmeler ve
uygulamaya ilişkin görüş ve öneriler gözden geçirilmektedir.
Dersin tartışmaya konu edilmesinin değişik nedenleri olabilir. Konuya
nesnel olarak yaklaşmaya ve tarafların bakış açılarını özetlemeye çalışayım.
a) Türkiye’nin resmi görüşü ve konuya yaklaşımı: Türkçe ve Türk Kültürü
dersinin öğretimi Türkiye Cumhuriyeti tarafından gönderilen öğretmenler
tarafından verilmektedir. Öğretmenlerin maaşları da Türkiye tarafından karşılanmaktadır.
Bu dersin öğretim programı (1-10. sınıflar) da yine Milli Eğitim Bakanlığı
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından oluşturulan özel bir komisyon
tarafından belirlenmiş; 2007 yılından bu yana uygulanmaktadır. Bu dersin
içeriği, program yapısı, temel beceriler, bu derste kullanılacak ders
kitaplarının özellikleri, Türkçe, Türk kültürü dersinin amaçları ve sınıflara
göre uygulanmasına ilişkin esaslar ve öğrenci kazanımları 1739 sayılı Milli
Eğitim Temel Kanunu’nda yer alan Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçlarına uygun
olarak hazırlanmıştır. Hazırlanan ve gerek TTKB ve gerekse yurt dışındaki
eğitim ataşeliklerinin internet sayfalarından ulaşılabilen bu program ile „Türk
çocuklarının Türk dilini ve kültürünü tanımaları, benimsemeleri, geliştirmeleri,
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda millî duygularını pekiştirmeleri ve
yaşadıkları ülkeye uyum sağlayarak etkili toplumsal ilişkiler içine girmeleri
amaçlanmıştır.”
b) Almanya Federal
Cumhuriyeti’nin konuya bakış açısı ise şu şekildedir: Dersin içeriği konusunda
bilgi sahibi değiliz. Derste kullanılan kitaplarda Türkiye ve Türk tarihi ile
ilgili gereksiz ayrıntılar ve milliyetçi, ayrıştırıcı bir içerik verilmekte ve
bu durum Almanya’da yetişen kuşakların topluma uyum sağlamasını
zorlaştırmaktadır.
Her iki görüşe eleştirel olarak
bakıldığında, ortada gerçek bir iletişim kopukluğu, güven eksikliği ve yapılan
çalışmaların yetersiz olduğu gözlenmektedir. Gerek Kuzey Ren Vestfalya gerekse
Hamburg Eyaletinde yapılan uzman denetiminde konuyla ilgili eleştirilerin
gerçekçi olmadığı belirtilmiştir. Sorun kullanılan öğretim materyallerinden,
ders kitaplarından kaynaklanıyorsa, bu da alanla ilgili uzmanların yeterince
çalışmadığının göstergesidir.
Almanya’ya gönderilen
öğretmenlerle ilgili eleştirilere gelince, Türkiye’nin geçmiş yıllarda ülkeye
gönderdiği Türkçe ve Türk kültürü dersi öğretmenlerinin seçiminde kimi hatalar yaptığı
doğrudur. Bu nedenle bazı eyaletlerin Türkiye’den öğretmen alımını durdurmuş
olması, bunların yerine ihtiyacı mahalden temin ettiği öğretmenlerle
karşılamaya başlaması da gerçektir. Türkiye’den gelen öğretmenlerin yer yer dil
ve uyum sorunu yaşadığı, Alman meslektaşları ile yeterli iletişim kuramadığı, bu
nedenle görev yaptıkları eğitim kurumlarında istenmeyen bir dizi olayların yaşandığı
gözlenmektedir. Bu durum karşılıklı yanlış anlamalara ve iletişim sorunlarının
yaşanmasına neden olmaktadır. Dolayısı ile Alman okul yöneticileri mevzuata
göre tedbir alma ihtiyacı duymaktadır. Bu sorunlar karşılıklı işbirliği ve iyi
niyetle aşılabilecek durumdadır.
Türkiye Cumhuriyeti Almanya’ya
gönderdiği öğretmenlerin eyaletlerdeki yönetim, organizasyon ve planlamasının
ihtiyacı karşılayacak şekilde yapılmasını sağlama konularında da yetersiz
kalabilmektedir. Bu planlamaların yapılması, eğitim öğretim sürecinin takip
edilmesi ve olası sorunlara önceden müdahale edilmesi, okul yönetimleri ile
gerekli irtibatın kurulup, okul yönetimiyle işbirliği yapılarak gerekli
tedbirlerin alınması konularında çalışacak Eğitim Ataşeleri de
görevlendirilememiştir. Bu eksikliklerden dolayı, öğretmenler karşılaştıkları
sorunlara kendi geliştirdikleri yöntemlerle çözüm üretmeye çalışmışlar; bazen
de olmayacak konulardan sorun üretmişlerdir.
Konuya Almanya açısından
bakıldığında şöyle bir durum görülmektedir: Almanya bir göç ülkesi olmasına
karşın, ülkede çok kültürlü yapıya geçiş ve yabancıların “öteki” olarak
görülmemesi konusunda bir dizi güçlükler yaşanmaktadır. Yabancılara “yabancı”
olanların, ülkeye uyum güçlüğü çeken bütün yabancılara karşı olması ve giderek
artan “yabancı düşmanlığı” eğilimi, sorunlara anlayışla yaklaşılmasını ve çözüm
üretilmesini güçleştirmektedir. Okul yönetimleri de tahammül sınırlarını
zorlayan durumlarla karşılaştıklarında, radikal çözümler üretmeye ve uygulamaya
başlamışlardır.
Almanya’da çok kültürlülüğün bir
politika olarak sürdürülemeyeceği, bu görüşün “iflas ettiği” bizzat şansölye
tarafından açıklamıştır. Yeni anlayışa göre, kökeni neresi olursa olsun,
Almanya’da doğan herkes vatandaşlıkla ilgili şartları sağlıyorsa Alman
vatandaşıdır. Alman vatandaşı olan herkes de göçmen kökenli olmayanlarla eşit
anayasal haklara sahiptir. Bu hak eğitim alma hakkı olarak da geçerlidir. Bu
mantığa göre, Alman okullarında öğretim dili Almancadır. Öğrenciler ağırlıklı
olarak Alman vatandaşıdır. Öğrencilerin önceliği de topluma uyum sağlamak ve
bunun için de Alman dilini ve kültürünü öğrenmektir. Türkçe veya bir başka
köken dilinin öğretilmesi, yeni kuşağın Almanya ile olan bağını zayıflatmakta,
köken ülke ile olan bağını da taze tutmakta, yeşertmektedir. Bu da ülkede
paralel toplum oluşmasına yol açmakta, Türk kökenlilerin topluma uyum
sağlamasına engel olmaktadır. Birbirleriyle kopuk alt kültürlerden oluşan bir
toplumsal yapı Almanya için istenmeyen bir durumdur. Almanya okul sistemi
içinde İngilizce, Fransızca, Türkçe gibi dilediği bir yabancı dilin öğretilmesi
için de düzenlemeler yapar.
Burada, Almanya’nın okul
sistemine dâhil edilmeyen Türkçe ve Türk kültürü dersinin okul saatleri dışında
verilmesi, genel eğitim programına dâhil edilmemesi sorun oluşturmaktadır.
Alman okul idarelerine de ek bir mali yük getirmektedir. Bu maliyetin “bu dersi
alanlar tarafından karşılanması gerekir” anlayışı, yukarıda açıklanan bakış
açısına rağmen doğru bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşım, derslerin okullardan
sivil toplum kuruluşlarına kaymasına neden olacağı gibi, dersin içeriğinin ve
öğretim elemanlarının denetimini imkânsızlaştıracak; Almanya için yeni ve
bugünden kestirilemeyen bir dizi sorunun kaynaklarını oluşturacaktır.
Benim önerim, Türkçe derslerinin
Alman eğitim sistemi müfredatı içinde not verilen ve kredilendirilen bir ders
olarak yer alması ve dersi sadece Türkiye kökenli öğrencilerin değil, Almanlar
dâhil olmak üzere diğer uluslardan öğrencilerin de alabileceği açık bir yapıya dönüştürülmesi
gerektiği yönündedir. Dersin içeriğiyle ilgili çekincelerin ortadan
kaldırılabilmesi için Berlin Eğitim Müşavirliği tarafından yapılan çalışma ve
girişimlerin desteklenmesinde yarar görülmektedir. Ayrıca bu dersin Almanya
genelinde uygulanma standartlarının belirlenmesi için her bir eyalette Türk ve
Alman eğitim uzmanları ile ilgili bütün paydaşların katılacağı arama ve ortak
akıl toplantıları yapılmalı, bu toplantılardan çıkacak sonuçların yine karma
eğitim uzmanları tarafından ortak bir programa (müfredata) dönüştürülmesi
gerekmektedir. Böylece ortak içerikli bir ders programının uygulamaya geçirilmesi
halinde, iki ülke arasında günlük siyasi anlaşmazlıklarla gerilen ilişkilerden
öğrencilerin ve eğitimcilerin olumsuz etkilenmemesi sağlanacağı gibi, dersin
karşılıklı güven, işbirliği ve birlikte belirlenen amaçlarda görüş birliğinde
yürütülmesi sağlanacaktır.
2.
Almanya’da yeni kuşakların yetişmiş olması nedeniyle konsolosluk derslerinin
uygulanmasını gerektirecek şartlar kalmadı. Bu görüşe ilişkin neler söylersiniz?
“Türkiye’den konsolosluklar
üzerinden getirilecek öğretmenlerle ders verme dönemi artık geride kaldı” demek
doğru bir yaklaşım değildir. Konuya sadece Türkiye kökenli öğrenciler açısından
da yaklaşılmamalıdır. Ülkede yaşayan bütün göçmen kökenli çocuklara köken dili
öğretimi ile kazandırılacak beceriler, onların bulundukları ülkenin dilini daha
kolay öğrenmelerine katkı sağlayacak; onların hem köken dilini konuşanlarla hem
de yaşadıkları ülkenin insanlarıyla sağlıklı iletişim kurmasına yardımcı
olacaktır. Köken dilinin öğretiminin ihmal edilmesi, sonucu önceden
kestirilmesi mümkün olmayacak toplumsal, sosyal sorunları da beraberinde
getirecektir. Çünkü köken dili, Almancanın istendik düzeyde öğrenilmesini
kolaylaştırıp, öğrencilerin akademik gelişimlerine ve okul başarılarına olumlu
yansıyacağı altyapının oluşmasına da yardımcı olacaktır.
Bu bağlamda, benim önerim,
Almanya’daki üniversitelerin Türkiye’deki üniversiteler ile işbirliği yaparak
çift diploma programları geliştirmeleri ve öğretmen ihtiyacının Almanya’dan
karşılanması için gerekli çalışmaların bir an önce başlatılması gerektiği
yönündedir. Bu arada ülkedeki öğretmen ihtiyacı karşılanana kadar Türkiye’den
öğretmen getirilmesine devam edilmelidir. Çift diploma programları için
özellikle liseyi Almanya’da bitiren veya Türkiye’de okuyup da Almancası iyi,
Almanya ile ilgili yaşamsal geçmişi olan öğrenciler tercih edilmeli; bunların
iki yıl Türkiye’de iki yıl da Almanya’da öğrenim görmeleri, Türkiye’de çalışmak
isteyenler için Türkiye’de Almanya’da çalışmak isteyenler için de Almanya’da staj
ve uygulama imkânları sağlanmalıdır. Bu şekilde ortak öğretmenlik programları
için işbirliği yapmaya hazır Türk ve Alman üniversitelerinin olduğunu, bu
isteği destekleyecek siyasi iradenin tarafları desteklemesi gerektiğini
belirtmek isterim.
3. Türkiye’deki Alman okullarındaki Almanca dersleri
Almanya hükümeti tarafından finanse ediliyor; öğretmenler de Almanya’dan
gönderiliyor. Buna rağmen Almanya’daki konsolosluk dersleri bir sorun olarak
görülüyor. Bu tartışmanın mütekabiliyet çerçevesinde yapılmadığını düşünüyor
musunuz?
Türkiye’deki Alman okullarında verilen Almanca dersleri ile Almanya’daki
Alman okullarında verilen Türkçe ve Türk kültürü derslerini karşılaştırmanın,
Almanya’da yaşanan sıkıntıların ortadan kaldırılması bakımından doğru bir
yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Türkiye’deki Alman Lisesindeki öğretmenler
Almanya’dan geliyor, giderleri Almanya Federal Cumhuriyeti tarafından
karşılanıyor. Ancak bu okulların Türkiye’de özel yasaya tabi devlet okulu
olduğu unutulmamalı. Dersler Almanca veriliyor. Türkiye mevzuat açısından ülkede
bulunan Alman kökenli öğrencilere Türk öğrencilerden farklı bir uygulama
yapmıyor.
Devlet okullarının dışında özellikle İstanbul’da pek çok okul öncesi eğitim
kurumları da var ve bunlar özel öğretim kurumları yönetmeliğine göre faaliyet
gösteriyor. Kamu kurumu değiller ve serbest piyasa koşulları içinde MEB’nın
denetim ve kontrolleri altında çalışıyorlar.
Bu bağlamda, Almanya’ya gönderilen ve maaşları Türkiye’den ödenen Türk
öğretmenlerin bu ülkede ders verebilmeleri için öğrencilerden veya Türkiye
Cumhuriyeti’nden „Alman okullarına genel gider ücreti ödenmesi gerektiği“ veya
Almanya’da oluşan durumun Türkiye’deki eğitim şartları ile karşılaştırılması ve
mütekabiliyet gerektirdiği görüşü doğru bir yaklaşım değildir. Ayrıca bu görüş Alman
mevzuatına göre hem etik olarak hem de yasal olarak eleştiriye açıktır.
Almanya’da Türkçe ve Türk kültürü dersi alan öğrenciler Türkiye kökenli de
olsalar, kısmen Alman vatandaşıdır. Bu talep Türkiye kökenli Alman öğrencilere
karşı yapılmış bir ayrımcılık ve ötekileştirme olarak değerlendirilebilir ve bu
öğrencilerin Alman vatandaşı olmalarına rağmen ülkede eğitim hizmetlerinden
eşit olarak yararlanamaması, köken dillerini öğrenmelerinin engellenmesi gibi
bir durumu da beraberinde getirir ki bu uygulama hem Almanya’nın taraf olduğu
uluslar üstü anlaşmalara hem de Alman anayasasına aykırıdır.
Yazının yayımlandığı adres: http://www.perspektif.eu/2017/11/29/almanyada-tuerkcenin-ihmali-soeylesi/ (30.11.2017).
[1]Işın Toymaz. Türkçe
Restleşme Kurbanı. İçinde: ABC Gazetesi.29 Eylül 2017. http://m.abcgazetesi.com/turkce-restlesme-kurbani-65442h.htm
(24.10.2017).
[2] Türkçe’ye kıskaç. Avrupa
Sabah (27 Eylül 2017). http://www.sabah.de/gundem/2017/09/27/turkceye-kiskac
(24.10.2017).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder