Aristoteles’e göre insanlar
mutluluğun peşinden koşar. Mutluluk insan hayatının amacıdır. Bu amaca ulaşmak
için de bir dizi faaliyetlerde bulunur. Mutluluk bilişsel (düşünme, hissetme,
öğrenme, hatırlama, karar verme, problem çözme ve yargılama gibi zihinsel
süreçler) ve duyuşsal (insan duygularını içeren ilgi, tutum, akademik özgüven,
değer ve alışkanlıklar) olmak üzere iki açıdan tanımlanıyor. Kişinin kendini
psikolojik olarak iyi hissetmesi, öznel olarak yaptığı mutluluk tanımına
uyuyor. Bu durumda bireyin olumlu duyguları (sevinci, neşesi, gurur ve güven
duyması), olumsuz duygulara (öfke, korku, kaygı) göre daha fazla yaşaması,
yaşamın çeşitli alanlarında yüksek doyuma ulaşması, onun mutluluğunda önemli
rol oynuyor. Mutlu bireyler kendilerini iyi hissediyorlar; olumlu duygular
yaşıyorlar. Mutlu bireylerden oluşan toplumlar da mutlu toplumlar oluyor.
Mutlu olunabilmesi için üçüncü
şart da kişiler arasındaki iletişimin doğru ve etkili kullanılmasıdır. Sağlıklı
iletişim kişiler arasındaki ilişkilere olumlu yansıyabileceği gibi iş
başarısına da olumlu katkı sağlar.
Uzmanlar hayatta başarı ve
mutluluğun kaynağını erken çocukluk dönemi ile ilişkilendiriyor. Çocuk ve dil
gelişimi uzmanları erken çocukluk dönemine bu nedenle çok önem veriyorlar. Erken çocukluk deyince de çocuğun 0-6 yaş
arasında geçirdiği dönem anlaşılıyor. Bu dönemde çocuğun zihinsel ve fiziksel
gelişimi ileri yaşlara göre daha hızlı olur ve yaşanan olumlu veya olumsuz
deneyimler, bundan sonraki hayatının belirleyicisi olarak görülür.
Çocuğun mutlu bir ailede
büyümesi, erken yaşta toplum içine çıkarılması, çok dilli ve çok kültürlü
ortamlarda “öteki” dil ve kültürün farkına varmasının sağlanması öneriliyor. Çocuğun
bu dönemde içinde büyüdüğü çevre, öğrenme süreçleri ve edindiği tecrübeler, çocuk
gelişimiyle ilgili tartışmaların da bir parçasını oluşturuyor. Günümüzde sosyal
ve ekonomik değişkenlerin çocukların bilişsel ve bilişsel olmayan becerilerinin
zengin veya fakir aileye mensubiyete göre nasıl değişiklik gösterdiği, erken
çocukluk döneminde edinilen deneyimlerden yola çıkılarak tartışılıyor. Çocuğun
bu dönemde yaşadıklarının ilerideki hayatını nasıl etkileyeceği önceden kestirilmeye
çalışılıyor.
Bilimsel araştırmalar (örn. Dünya
Bankası tarafından hazırlatılan Mind, Society and Behaviour adlı rapor) zengin ve
daha düşük gelir sahibi ailelerin çocukları arasındaki gelişim farkının her
geçen yıl arttığını gösteriyor. Buna göre, düşük gelire sahip ailelerin
çocuklarının performanslarının daha düşük oluyor. Bu gruptaki çocukların
dinlediğini ve okuduğunu anlamada gelişmiş gruba göre daha geri kaldığı
gözlenirken, uzun süreli dikkat ve kısa süreli bellek gelişimleri de daha iyi
değil.
Erken dil gelişimi okulun ilk
yıllarındaki okuma ve sayılarla işlem yapmayı öğrenme kadar, ileri yaşlarda
daha karmaşık okuma ve matematik işlemlerini yapmada ve bu alanlarla ilgili tam
öğrenmede de belirleyici oluyor. Refah seviyesinin en alt diliminde yer alan
çocukların söylenenleri anlama ve bir süre sonra hatırlama becerisi, en üst
dilimde yer alan çocuklardan yaklaşık 1/3 kadar geride olduğu tespit edilmiş.
Dolayısı ile bu çocukların içinde bulunduğu olumsuz çevresel faktörlerin
ortadan kaldırılabilmesi için gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasında yarar
görülüyor.
Çevresel faktörlere geri dönecek
olursak, zekânın bir kısmının genetik veya kalıtsal olduğu öne sürülse de
çocuğun çevreden alacağı destek, onun performansını geliştirebilmesi için
gereklidir. Bu destek, en temel
boyutlarda çocukla yapılacak sohbeti (sözel iletişim), bilişsel ve
sosyal-duygusal uyarımlarla birlikte doğru beslenmeyi, davranış özgürlüğünü ve yeterli
sağlık hizmetlerini almasını kapsıyor.
Alman okul sisteminden ayrılıp,
Türk sistemine geçen çocukların karneleri incelendiğinde, çocukların derste ağırlıklı
olarak sessiz, sakin ve derse katılımlarının istendik düzeyde olmadığı; okul ve
sınıf içi aktivitelerden uzak durduğu belirtiliyor. Dolayısı ile bu çocuklara
verilen kanaat notu da düşük oluyor. Türk aile yapısının çocukları çok öne
çıkarmayan özelliği ve çocukların içinde bulunduğu dar sosyal çevrenin kendilerini
ifade etme becerisinin geliştirilmesi için yeterli olmadığını da açık bir
şekilde gösteriyor. Dolayısı ile çocukların okulda arzu edilen akademik başarıyı
yakalayamamasının nedenlerinden biri bu bağlamda kendini gösteriyor. Çocuğun
derste “uslu” durması; onun dil ve iletişim becerilerinin yeterli gelişmediği,
alan bilgisinin yeterli olmadığı şeklinde olarak yorumlanıyor ve bu tutum
çocuğun okuldaki akademik başarısına olumsuz yansıyor. Düşük karne notları da daha
alt eğitim basamağına yönlendirilmesine neden oluyor. Ailenin dil ve eğitim
durumu yetersizse, öğretmen ve okulun verdiği karar saygı ile karşılanıyor.
Bazı çocuk gelişim uzmanları, psikologlar
çocukların sosyal beceri (soft skills) olarak tanımlanan gelişimlerini kişilik
özellikleri ile ilişkilendirirken, bazı nörobiyologlar da kendini kontrol etme
becerisi (öz-düzenleme) ve ilgili yapıları merkeze alıyor. Alman eğitim uzmanları ve öğretmenlerin bu
değerlendirmede Türk aile yapısının özelliklerini de göz önüne alması
gerekirken, Türk ailelerin okul aile birliği çalışmalarına katılmaması, Alman
okulları ile yetersiz iletişimi, öğrenci-öğretmen-aile arasındaki iletişim
kanalının önünü kesiyor.
Ön düzenleme denilen hususlar;
dikkat yöneltme, kendine doğru odaklanma, bakış açısını değiştirebilme,
değişimlerde esnek olabilme, kısa süreli bellek, problem çözme gibi bir hedefi
gerçekleştirmek üzere biriktirilen otomatik veya haz, doyum isteyen; neden
sonuç ilişkisini düşünmeden ortaya koyulan dürtüsel tepkilerden oluşuyor. Örneğin,
çocuk derste verilen arada arkadaşları oyun oynarken, öğretmenin verdiği
matematik problemini çözmeye devam ediyorsa, ön düzenleme denen beceriyi
kullanmış oluyor. Bu beceri duyguları
düzenleme, kendini kontrol etme, gelecekteki bir kazanım için doyumu erteleme
gibi bileşenleri de kapsıyor. Uzmanlar
ön düzenleme becerilerinin çocuğun okula başlamak için gerekli temel gereksinimler
olarak değerlendiriyor ve bu konuların üzerinde durulması gerektiğini belirtiyorlar.
Ekonomik olarak az gelişmiş bir
çevrede büyüyen bir çocuğun ön düzenleme becerisinin gelişimi önceden
kestirilemeyen çevresel şartlar ve uzun süren stres nedeniyle aksayabiliyor.
Bunlara ilave olarak dezavantajlı çocukların devamlı destek ve yönlendirme
almaları, güdü kontrolü, perspektif değiştirme, alternatif sosyal uyaranlar
alma ve dikkat toplama gibi becerileri geliştirme fırsatına sahip olmaları daha
düşük oluyor.
Ailelerin gerek çocukları ile konuşurken
gerekse küçük çocuklarının yanında üçüncü şahıslarla konuşurken dikkat etmesi,
çocukların konuşulan her bir sözü hafızalarına kayıt ettiklerini unutmaması
gerekir. Örneğin çocuk düşük puan aldığı bir sınav kâğıdını eve getirdiğinde
çok güzel, ama şurası eksik kalmış; şu kısmı neden yanlış çözdün gibi eleştirilerde
bulunulursa, çocuk olumludan önce olumsuzu algılayıp seçip zihnine kaydeder.
Hayatı boyunca da başarısızlık, yetersizlik gibi olumsuz duyguları yük olarak taşır.
Bu durum çocuğun özgüvenini zayıflattığı gibi, yukarıda yapılan mutluluk
tanımının da eksik kalmasına, sağlıksız toplumların ortaya çıkmasına neden
olur.
Eksik kalan çocuk etrafındaki
nesne ve olguların farkına varmakta, neden – sonuç ilişkisi kurmakta ve olaylar
zincirini analiz etmekte zorlanır; bilişsel, duyuşsal, devinişsel ve sezgisel davranışları
istendik düzeyde geliştiremez. Oysa çocuklar toplum denen ormandaki ağaçları
besleyen birer kök gibidir. Kökler kurursa, ağaçlar da kurur. İyi
yetiştirilemeyen çocuklar, milletlerin geleceklerini de tehlikeye atar.
Okuma notları:
1. Erken çocukluk dönemine https://tedmem.org/mem-notlari/degerlendirme/erken-cocukluk-donemi-uzerine
adresinden ulaşılabilir.
2. Dünya Bankası Araştırması için: World Bank. 2015. World
Development Report 2015: Mind, Society, and Behavior. Washington, DC: World
Bank. doi:10.1596/978-1-4648-0342-0
Bu yazı Zeitung Europa-Journal Haber Avrupa Gazetesi'nin Aralık 2018 sayısı için hazırlanmış olup, gazeteye http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/dezember2018/cakir122018.jpg adresinden ulaşılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder