Önceki yazımda erken çocukluk
döneminde elde edilen deneyimlerin erişkin yaşlardaki mutluluk ve başarıyla
ilişkisi üzerinde durmuş; iyi yetiştirilemeyen çocukların milletin geleceğini
tehdit edeceği görüşü ile bitirmiştim. Bu yazıya çocukların iyi yetişmesi için ailelerin
ve çevrenin üzerine düşen sorumluluğu anlatarak devam devam edeceğim.
Erken çocukluk döneminde beyin
yapısının hızlı gelişiminin yanı sıra hafızanın gelişimi de önemlidir. Bu
dönemin çocuğun gelecek hayatı üzerinde önemli bir etkisi vardır. İnsanlar,
özellikle erken çocukluk döneminde ebeveynlerinin ve içinde yetiştiği yakın
çevrenin olumlu desteğine gereksinim duyarlar. Bu duruma destekleyici
ebeveynlik ve destekleyici çevre denilmektedir. Bu desteği alamayan bireylerin
yetişkin dönemde özgüven eksiklikleri duyması kaçınılmaz olur.
Ebeveynlerin sorumluluğu daha çocuk
dünyaya gelmeden başlar. Annenin sağlıklı beslenmesi, babanın ise annenin hamilelik
döneminde yaşadığı biyolojik, duygusal, psikolojik ve psikosomatik değişim ve
dönüşüm süreçlerinde onun yanında bulunarak desteklemesi ve ailenin içinde
bulunduğu dönemi mümkün olduğunca yıpranmadan tamamlaması önemlidir. Çocuk bu
süreçte olumlu ve olumsuz dış etkilere maruz kalmakta ve tahmin edilemeyecek
düzeyde etkilenmektedir. Travma yaşayan bir hamilenin çocuğunun doğum
sonrasında normal gelişim seyreden çocuklardan farklı özellikler göstereceği aşikârdır.
Çocuğun dil gelişimi doğumdan
önce başlar ve doğumdan sonra belli evrelerde veya yaşlardaki kritik eşiklerden
geçerek şekillenir. Biriktirilen olumlu deneyimler, çocukların ileri
öğrenmelerine yardımcı olur.
Çocuklar hayatı ve onun olağan
akışını bebeklik döneminden itibaren inanılmaz bir hızda ve yoğunlukta sarmal
yapı içinde öğrenirler. Yani dil öğrenmek için bir kelimeyi veya cümlenin diğer
ögelerini birden fazla duyarak pekiştirir. Ailenin ve içinde büyüdüğü yakın
çevrenin kullandığı dili, belleğine sürekli kaydeder ve nihayetinde bilinenleri
tekrar ederek, yeni bilgileri üzerine koyarak geleceğe doğru yol alır. Bunun
için çocuklarla kurulacak iletişimin sesel ve sözel yönlerine de dikkat
edilmelidir. Masallardaki başlangıç kısımları ve son bölümlerdeki tekerlemeler dilsel
bilincin oluşmasına, kültürel birikimin dolaylı yoldan aktarılmasına, aile içi
interaktif iletişim kanallarının gelişmesine katkı sağlar. Hemen her masalın
başında tekrar tekrar okunan sözleri hatırladığında, sıkılmak bir yana daha
önce anlatılan, öyküleri keyifle tekrar tekrar dinler; sizin değiştirerek
anlattığınız öykülerde öncekinden farklı durumları tespit ederek sizi uyarmaya
başlar. Anlatılan öyküleri televizyon gibi görsel-işitsel ortamlarda seyreder,
geleceğe yönelik bilinç bilinç oluşturur. Bunun için televizyonun çocukları
meşgul edecek bir araç olmadığı bilinciyle izlenen programlarda da seçici
davranılmasında sayısız yararlar vardır.
Çocukları ile sözlü iletişimi
koparmayan ailelerin çocukların özel ilgi alanlarını öğrenmeye, geliştirmeye,
gelişmeye açık alanları da destek alarak iyileştirmeye çalışmalıdır. Aile içi
konuşma konularını çocukların özel ilgi alanlarından seçerek, konuşurken
muhatabına değer verdiğini göstermelidir. “Sen bizim için değerlisin” mesajını
verirken, bir yandan aile içi iletişimi geliştirmeye, öbür yandan da çocuğun
özgüveninin pekiştirilmesine katkıda bulunulduğu göz ardı edilmemelidir.
Çocuklar kelimeleri bağlamı,
anlam ilişkileri içinde kullanarak, deneme yanılma yoluyla öğrenir. Uygun
ortamlar oluşturulduğunda her bir kelimenin bir diğer kelime ile inanılmaz bir
ilişki içinde olduğunun farkına bile varmadan birinci, ikinci, üçüncü dili
edinerek kendiliğinden konuşmaya başlar.
Aile içindeki olumlu yaşam atmosferinin
ve kişiler arası pozitif iletişimin güçlü olduğu durumlarda yetişen çocukların
bilmediğini sorarak, sorulan sorulara cevap vererek özgüvenleri gelişir. Bu
dilsel aktivite hem çocukların konuşma becerilerinin gelişmesine hem de
bilişsel düzeydeki gelişimine katkıda bulunmaktadır. Dolayısı ile karma
evlilikler dışındaki aileyi oluşturan ebeveynlerin çocuklarıyla en iyi
bildikleri dilde, yani örneğimize göre, Türkçe konuşması yararlı olur.
İlerleyen süreçlerde ikinci dil olarak Almancanın edinilmesi için de bir
farkındalık yaratılması, çocuğun üç yaşından sonra kademeli olarak ikinci dil ile
ilgili uygun iletişim ortamlarına sokulmasında yarar vardır.
Eğitimde ve sosyal ilişkilerde
başarı için dilsel ve dil dışı iletişim becerisi önemlidir. Yaşanılan toplum
içinde arzu edilen akademik başarı, toplumsal kabul ve nihayetinde sosyal refah
için Almanca öğrenmek gerekir ki bu dil geleceğe açılan kapı için anahtar dildir.
Türkçe ise bireyin kimliğini unutmaması; geçmişi, bugünü ve geleceği arasında
sağlıklı ilişki kurması, ayaklarının yere basması ve özgüvenin pekişmesi için gerekli
dildir. Türkçe, “Benim atalarım geçmişte bunları yapmıştı, ben de şunları
yapabilirim” şuurunu verecek güce sahiptir. Ebeveynlerin destekleyici rolü
burada da anlam kazanmaktadır.
Çocukların dil gelişimiyle ilgili
olarak yapılan araştırmalarda, çocukların bir saatte 600 ile 2000 kelime
duyduğu kayda geçirilmiştir. Dört yaşına gelmiş üst ekonomik sosyal katmana ait
olan bir çocuk dört yaşına geldiğinde alt katmandakilere göre 30 milyondan daha
fazla kelime duymuş olarak okul öncesi eğitime başladığı kayıtlara geçmiştir. Alt
sosyal katmana ait çocuklar da yaşıtları olan üst katmana ait çocuklarla benzer
sorunları yaşayarak büyüyorlar, ancak daha okula başlarken akademik açıdan
geriden geliyorlar. Bu nedenle çocuklarla konuşmak için paraya pula değil,
zamana ve isteğe ihtiyaç vardır. Çocuklarınızla konuşarak, onlara kitaplar
okuyarak, masallar anlatarak dil gelişimine yardımcı olun.
Destekleyici aileler, bir
aktivitenin düzenlenmesi ve desteklenmesi sürecinde değişik toplumsal görev ve
sorumluluk üstleniyorlar. STK çalışmalarına katılıyorlar. Aile sorumluluğunun
birinci ayağı ebeveynlerin çocukları için asgari geçim standartlarına uygun
yaşam şartları oluşturulması ise ikinci ayağı da çocuğa başarmanın tadına
varacağı sosyal ortamların hazırlanmasıdır.
Öngörülen hedeflere ulaşabilmek için çocuğa yol göstermek ve çocuğun üst
eğitim basamaklarına devam edebilmesini engelleyecek durumların sorun yumağına
dönüşmeden gerekli tedbirlerin alınmasını ve ortadan kaldırılmasını
sağlayabilmek için okul-aile-öğretmen üçgeninin kurulması gerekir. Öğretmenlere
özellikle Türkçe ve Türk kültürü dersini veren öğretmenlerle bu bağlamda yakın
işbirliği yapılmasının gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Nihayetinde destekleyici aileler,
çocuklarına belli konularda arzu
edilmeyen davranışların tespit edildiğinde hemen değiştirilmesi için talimat
vermek yerine, bizzat kendi davranışları ile çocuklarına örnek olmakta ve onlara
öğrenmeyi öğretmeye çalışmaktadır. Bu yolla aile bireylerinin özel hayatlarının
da düzene girmesi ve hayatlarını çevresel faktörlerin gerektirdiği yaşam şartlarının
gereklerine göre düzenlemesi sağlanmaktadır.
Manevi değerlerin giderek ihmal
edildiği, önemini yitirdiği algısı giderek yayılıyor. Büyüme, zenginleşme
uğruna paranın tutkunu olup, sahip olunan kadim değerler aşınmaya başlıyor. Bu
değerlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması aile yapısının
korunmasına bağlıdır. Aile içinde yardımlaşma ve dayanışmayı ihmal etmeyenler,
süreçten karlı çıkacaktır. Unutmayın ki ideolojiler ile insanı yok etmeye
meyilli anlayışlar paraya tapınma içgüdüsü ile birleşince iyilik, günlük
hayatın dışına çıkmaya, sosyal medya hesaplarındaki dilek ve isteklere
dönüşmeye başlıyor.
Bugün doğru gibi görünen bilgilerin yarın geçerliliğini yitireceğini
unutmadan, sürekli gelişen bilginin peşine düşülmeli, öğrenmeyi hayatın belli
evreleri ile sınırlandırmadan, hayat boyu öğrenme ilkesine dönüştürmelidir.
Geleneksel kültürü muhafaza etme kaygısı ile çağdaş dünyanın sunduğu imkânlar
ihmal edilmemeli; bilgiye erişime açık meşru yollara yatırım yapılmalıdır. Evrensel bilgilerle donatılmayan, kulaktan
dolma hamasi bilgilerin esiri olan bireylerin, ne kendi milletine ne de ülkeye
pozitif katkı sağlaması mümkündür. Aile bireyleri gençse kendisine, yaşlıysa
çocuklarının veya torunlarının geleceğine eğitim yatırımı yapmalıdır. Toplumun
gelişmesinin bu yolla sağlanacağı unutulmamalıdır.
Avrupa’da doğulu; Asya’da batılı
görülen çocuklarımızı gündemin hızla değişen sorunları ile boğmak ve içinde
yaşadığımız günün telaşesi içinde geçmişi telafi etme çabası ile oyalamak
yerine, onları geleceğe hazırlamak için eğitime yatırım yapalım. Unutulmamalı
ki iyi eğitilmiş insanlar başarıyı tadınca tutkunu olurlar; sonraki kuşakların
başarısı için toplumsal ve sosyal adaleti sağlar; kendi temel ihtiyaçlarını
karşılayacak ekonomik girdiyi elde eder ve geleceğe güvenle bakar. Hem sağlıklı
bireyler hem de toplum mutlu olur.
Avrupa Türk toplumunun aydınlık
geleceğine olan inancımı Prof. Dr. Vernor MUÑOZ’un şu ifadesiyle tekrar edeyim:
“Ütopyaların peşinden koşan saf biri olabilirim; ama benim ideallerim öylesine
gerçekçi hale geldi ki, rüyalarımızı güçlü biçimde ilan edersek kâbuslar içinde
yaşamaktan kurtulacağımıza inanıyorum.”
Okuma önerisi:
Vernor MUÑOZ (2011). Alman Eğitim Sisteminde Anadilin Rolü
ve Göçmenlerin Eğitim Sorunları. Die Gaste, Sayı: 19 / Kasım-Aralık 2011. URL:
http://www.diegaste.de/gaste/diegaste-sayi1908.html
Bu yazı Europa Journal - Haber Avrupa Gazetesi Ocak 2019 sayısı için hazırlanmıştır. Yazıya ve gazetenin http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/ januar2019/cakir012019.jpg
adresinden ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder