Bu yazımda Avrupa’da yaşayan
Türklerin eğitim, kültür konusundaki gelişmeye açık yönleri ve dilini,
kimliğini koruması üzerinde duracağım. Zaman artık ümit etmek değil, düşünceyi
eyleme dönüştürmek zamanı.
Bir zamanlar Anadolu’dan Viyana
kapılarına kadar giden âşıklar ordusu, aynı topraklarda yaşadığı yoldaşlarına
soyunu, sopunu sormadı. Hepsi el birliği ile birlik ve beraberlik ülküsü içinde
Türk üslubunu, Türk töresini ve Türk yurdunu oluşturdu. Türk töresine göre
kıbleye doğru ayak uzatılmaz; nimete şükür edilir; sofradaki ekmek kırıntıları bile
tek tek toplanır. Her gelen Hızır bilinir, gösterişten kaçılır.
Bugün ne günlere geldik. Avrupalılara
Türk olduğunu söylemeden önce düşünen, yutkunan, zihninin derinliklerinden
türlü çeşitli kariyer planı akıp giden mahzunlara diyecek bir sözüm yok; ama ezelden
ebede, Malazgirt’ten Viyana’ya anlatılan destansı öykülerin bir parçası
olduğunu düşünen; orada uğradığı bozgunun ardından Sakarya’da yeniden ayağa kalkabilmenin
heyecanını duyan bir milletin evlatlarının bugün Avrupa ülkelerine dağılmış neslinin
devamını sağlayabilmesi için gelecekte de özü Türk, sözü Türkçe olmak
zorundadır.
Gelişmiş ülkelerde, en ileri
eğitim imkânlarının ayağınızda olduğu topraklarda yaşıyorsunuz. Ancak sahip
olduğunuz nimetlerden yeterince yararlanma konusunda biraz çekimser
davranıyorsunuz. Düşünmeyi
öğrenemeyenlere hangi fırsatları verirseniz verin, hangi hakları sağlarsanız
sağlayın, onlar “Önce hangi ayağını atıyorsun?” sorusuyla aklı karışan, bir
türlü yürümeye başlayamayan kırkayağın akıbetini hatırlayın. Sizler asil Türk
milletinin aziz evlatlarısınız. Sizlerin içinde bulunduğu derin gaflet uykusundan
uyanmanız, benim için görülebilecek en büyük rüyadır. Yaşadığınız,
yurt edindiğiniz bu topraklarda çocuklarınızı yaşıtlarıyla aynı eğitimi
almalarını sağlamadan, bilimde, teknolojide, yüksek katma değer üretmeden bu
toplum içinde tutunmanız kolay olmaz. Martin L. King Jr.'ın dediği gibi, "Bu dünyada hiçbir şey, bilinçli cehaletten ve aptallıktan daha tehlikeli değildir". Çocuklarınızı okutun. Onları yalansız, dolansız helal
lokma ile büyütün. İçlerindeki gücü fark etmelerini sağlayın. Bir de vatanını,
milletini sevmelerini öğütleyin onlara. Sonra hayallerinizin gerçeğe dönüştüğünü
göreceksiniz!
Tarihinizi, soyunuzu araştırın.
Avrupa tarihinden Türkleri çıkardığınızda, Avrupa ve dünya milletler tarihi
diye bir durumun da ortadan kalkacağını öğrenin. Öğrenin ki bugünkü Avrupa
kültürünün nasıl bir eritme kazanına dönüştüğünü görün. Aradaki farkın
Greko-Latin kültürü; Hristiyanlığın töresel etkileri, Fransız devrimi ve Alman
felsefesinin ulusalcılığı ve nihayet endüstri (sanayi) devrimine dayandığını,
özünde ne Türk’e; ne de başka milletlere üstün olmadığını analiz edin; ışığın
doğudan yükseldiğini bir kere daha duyumsayın. İnsan olduğumuz için eşitiz. Sonra
bizde Greko-Latin kültürü yoksa Hristiyan kültürü yerine İslam’ın canlanışı vardır.
Eşitlik özgüvenle, kendine güvenmeyle başlar. Kendine güvenen, özgüveni yüksek,
başarma azmi ve kararlılığında olan eğitimli bir kişinin giderek zorlaşan hayatın, küstahlaşan insan ilişkilerinin üstesinden gelemeyeceği düşünülemez. Geçmişte yaşanan, günümüzde anlatılan
pek çok başarı öyküsü bu azim, kararlılık ve planlı çalışmanın ürünüdür.
Siz yükseldikçe, sizin başarı öyküleriniz anlatılırken, siz John F. Kennedy’nin Halil Cibran’dan alıntıladığı gibi, “Vatan bizim için ne yapabilir diye değil; ben vatanım için ne yapabilirim” diye sorun. Vatanı ve milletiyle özdeşleşmiş bireylerin başarıları ile yeni Türkiye Atatürk’ün deyişiyle “Medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır”.
Siz yükseldikçe, sizin başarı öyküleriniz anlatılırken, siz John F. Kennedy’nin Halil Cibran’dan alıntıladığı gibi, “Vatan bizim için ne yapabilir diye değil; ben vatanım için ne yapabilirim” diye sorun. Vatanı ve milletiyle özdeşleşmiş bireylerin başarıları ile yeni Türkiye Atatürk’ün deyişiyle “Medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır”.
Bu nedenle, bugün de yarın da “Anadolu’nun
bozkırından, çorak ikliminden gemileri yakıp, bilmediği bir kültüre,
iklime dalan insanların yeni yetişen gençleri olarak, geride kalanlar için daha yapabilecek neyim var?”
diye sorun. Köyünden yalın ayak baş açık, cep delik, cepken delik çıkan; bazen
sepetindeki üç beş yumurtayı satıp harçlık eden yahut istikbal için harcayan
fakir Anadolu çocuklarının öğretmen, mühendis, doktor, diplomat ve daha fazlası
olan bu cumhuriyetimizi kuranları da unutmayın. Cumhuriyeti sahip çıkın, onu gelecek
nesillerden ödünç aldığınızı unutmayın.
Aldığınız eğitim ile “dalları
meyva ile dolu” ağaç misali açan güneşin, esen rüzgârın, yağan yağmurun altında
sahip olduğunuz meyvaların birileri tarafından koparılmasını beklemek yerine,
siz onların her birini değerlendiriyor, birilerine dağıtabiliyor; hayır dua
alabiliyor musunuz, ona bakın.
Bugün bazılarından duyduğum gibi,
siz de dost, ahbap söyleşilerinde şunları söylüyor olabilirsiniz: Sahip
olduklarım için çok çalıştım; acı çektim. Bedel ödedim. Devlet bana ne verdi? Bu
ülke, çorak topraklara bir tohum attı mı ki benim hasat günümde ortağım olsun? Akılsız
mıyım ki bedava dağıtayım.
Bugün bir kandil misali karanlığı
aydınlatıyorsam, o kandilde parlayan alev, beni gurbete atan o ülkeye ait değil
ki… Bendeki kandilin yağını koyan
başkası, fitilini ateşleyen başkası. Kaldı ki ben artık Türkiye vatandaşı da
değilim… Bugün çevreyi aydınlatma vakti gelmiş olsa da başkasının elindeki
kandilden kendi karanlığını aydınlatmasını beklemek niye?
Ben, yüreğinin derinlerinde genç
bir ergen misali, kimseye açamadığım gizli sırlarla, özlemle gelmeyecek
günlerin hayalini kurarken, bugün sahip olduğum kandil senin değil ki… Ödünç
aldığımız gök kubbe altında bin bir zahmetle yeni düşler edindik. Bu düşler,
geride kalanlar için değil; gelecek için kuruluyor. Geride kalan hüzünler,
gelecek için umuda dönüştü…
Unutmayın, herkesin ardında bir hikâyesi
vardır; kiminin şiir olup, şarkı olup terennüm ettiği, kiminin
kimselere söyleyemediği. Herkesin hikâyesi kendine göre değerlidir, anlamlıdır.
Eğer insanların hikâyelerini bilip anlayabilirsek insanlara daha anlayışlı davranabiliriz.
Bu aziz millet böyle düşünenlere hiçbir şey veremediyse bile ayla yıldızı, bağımsız
bir devlet olmanın sembolü olan şanlı bayrağımızı bıraktı.
Birinci kuşaktan, ikinci ve
üçüncü kuşaktan canlar geçmişte yaşanan kırgınlıklar bizi ayırmasın; aramıza
nifak sokmasın. Bilin ki Anayurdun üzerimize düşen ışığı iyi günde, dar günde yüzümüzü
ağartan, ufkumuzu aydınlatan güneş oldu. O güneş bazen yüzümüzün akı, bezen gözümüzün
yaşı oldu. Anıları bıraktığımız ülkeye büyük özlem duyuyoruz. Bu özlemin ana
dili Türkçe olsun. Sizin de torunlarınıza ana dilinizde anlatabileceğiniz yurt
öyküleri olsun.
Mevlana der ki
“Bitip tükenmek bilmeyen dertler yağmur olup üstüne yağar; ama rengârenk gök
kuşağı yağmurlardan sonra ortaya çıkar”. Gök kuşağının kaynağı güneş ışığıdır.
Gençlerin aydınlanabilmesi için eğitim güneşinin aydınlığına ihtiyacımız var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder