11 Kasım 2018 Pazar

En büyük rüyam


Bu yazımda Avrupa’da yaşayan Türklerin eğitim, kültür konusundaki gelişmeye açık yönleri ve dilini, kimliğini koruması üzerinde duracağım. Zaman artık ümit etmek değil, düşünceyi eyleme dönüştürmek zamanı.

Bir zamanlar Anadolu’dan Viyana kapılarına kadar giden âşıklar ordusu, aynı topraklarda yaşadığı yoldaşlarına soyunu, sopunu sormadı. Hepsi el birliği ile birlik ve beraberlik ülküsü içinde Türk üslubunu, Türk töresini ve Türk yurdunu oluşturdu. Türk töresine göre kıbleye doğru ayak uzatılmaz; nimete şükür edilir; sofradaki ekmek kırıntıları bile tek tek toplanır. Her gelen Hızır bilinir, gösterişten kaçılır.

Bugün ne günlere geldik. Avrupalılara Türk olduğunu söylemeden önce düşünen, yutkunan, zihninin derinliklerinden türlü çeşitli kariyer planı akıp giden mahzunlara diyecek bir sözüm yok; ama ezelden ebede, Malazgirt’ten Viyana’ya anlatılan destansı öykülerin bir parçası olduğunu düşünen; orada uğradığı bozgunun ardından Sakarya’da yeniden ayağa kalkabilmenin heyecanını duyan bir milletin evlatlarının bugün Avrupa ülkelerine dağılmış neslinin devamını sağlayabilmesi için gelecekte de özü Türk, sözü Türkçe olmak zorundadır.

Gelişmiş ülkelerde, en ileri eğitim imkânlarının ayağınızda olduğu topraklarda yaşıyorsunuz. Ancak sahip olduğunuz nimetlerden yeterince yararlanma konusunda biraz çekimser davranıyorsunuz. Düşünmeyi öğrenemeyenlere hangi fırsatları verirseniz verin, hangi hakları sağlarsanız sağlayın, onlar “Önce hangi ayağını atıyorsun?” sorusuyla aklı karışan, bir türlü yürümeye başlayamayan kırkayağın akıbetini hatırlayın. Sizler asil Türk milletinin aziz evlatlarısınız. Sizlerin içinde bulunduğu derin gaflet uykusundan uyanmanız, benim için görülebilecek en büyük rüyadır. Yaşadığınız, yurt edindiğiniz bu topraklarda çocuklarınızı yaşıtlarıyla aynı eğitimi almalarını sağlamadan, bilimde, teknolojide, yüksek katma değer üretmeden bu toplum içinde tutunmanız kolay olmaz.  Martin L. King Jr.'ın dediği gibi, "Bu dünyada hiçbir şey, bilinçli cehaletten ve aptallıktan daha tehlikeli değildir". Çocuklarınızı okutun. Onları yalansız, dolansız helal lokma ile büyütün. İçlerindeki gücü fark etmelerini sağlayın. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütleyin onlara. Sonra hayallerinizin gerçeğe dönüştüğünü göreceksiniz!

Tarihinizi, soyunuzu araştırın. Avrupa tarihinden Türkleri çıkardığınızda, Avrupa ve dünya milletler tarihi diye bir durumun da ortadan kalkacağını öğrenin. Öğrenin ki bugünkü Avrupa kültürünün nasıl bir eritme kazanına dönüştüğünü görün. Aradaki farkın Greko-Latin kültürü; Hristiyanlığın töresel etkileri, Fransız devrimi ve Alman felsefesinin ulusalcılığı ve nihayet endüstri (sanayi) devrimine dayandığını, özünde ne Türk’e; ne de başka milletlere üstün olmadığını analiz edin; ışığın doğudan yükseldiğini bir kere daha duyumsayın. İnsan olduğumuz için eşitiz. Sonra bizde Greko-Latin kültürü yoksa Hristiyan kültürü yerine İslam’ın canlanışı vardır. Eşitlik özgüvenle, kendine güvenmeyle başlar. Kendine güvenen, özgüveni yüksek, başarma azmi ve kararlılığında olan eğitimli bir kişinin giderek zorlaşan hayatın, küstahlaşan insan ilişkilerinin üstesinden gelemeyeceği düşünülemez. Geçmişte yaşanan,  günümüzde anlatılan pek çok başarı öyküsü bu azim, kararlılık ve planlı çalışmanın ürünüdür. 

Siz yükseldikçe, sizin başarı öyküleriniz anlatılırken, siz John F. Kennedy’nin Halil Cibran’dan alıntıladığı gibi, “Vatan bizim için ne yapabilir diye değil; ben vatanım için ne yapabilirim” diye sorun. Vatanı ve milletiyle özdeşleşmiş bireylerin başarıları ile yeni Türkiye Atatürk’ün deyişiyle “Medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır”.

Bu nedenle, bugün de yarın da “Anadolu’nun bozkırından, çorak ikliminden gemileri yakıp, bilmediği bir kültüre, iklime dalan insanların yeni yetişen gençleri olarak, geride kalanlar için daha yapabilecek neyim var?” diye sorun. Köyünden yalın ayak baş açık, cep delik, cepken delik çıkan; bazen sepetindeki üç beş yumurtayı satıp harçlık eden yahut istikbal için harcayan fakir Anadolu çocuklarının öğretmen, mühendis, doktor, diplomat ve daha fazlası olan bu cumhuriyetimizi kuranları da unutmayın. Cumhuriyeti sahip çıkın, onu gelecek nesillerden ödünç aldığınızı unutmayın.

Aldığınız eğitim ile “dalları meyva ile dolu” ağaç misali açan güneşin, esen rüzgârın, yağan yağmurun altında sahip olduğunuz meyvaların birileri tarafından koparılmasını beklemek yerine, siz onların her birini değerlendiriyor, birilerine dağıtabiliyor; hayır dua alabiliyor musunuz, ona bakın.

Bugün bazılarından duyduğum gibi, siz de dost, ahbap söyleşilerinde şunları söylüyor olabilirsiniz: Sahip olduklarım için çok çalıştım; acı çektim. Bedel ödedim. Devlet bana ne verdi? Bu ülke, çorak topraklara bir tohum attı mı ki benim hasat günümde ortağım olsun? Akılsız mıyım ki bedava dağıtayım.

Bugün bir kandil misali karanlığı aydınlatıyorsam, o kandilde parlayan alev, beni gurbete atan o ülkeye ait değil ki…  Bendeki kandilin yağını koyan başkası, fitilini ateşleyen başkası. Kaldı ki ben artık Türkiye vatandaşı da değilim… Bugün çevreyi aydınlatma vakti gelmiş olsa da başkasının elindeki kandilden kendi karanlığını aydınlatmasını beklemek niye?

Ben, yüreğinin derinlerinde genç bir ergen misali, kimseye açamadığım gizli sırlarla, özlemle gelmeyecek günlerin hayalini kurarken, bugün sahip olduğum kandil senin değil ki… Ödünç aldığımız gök kubbe altında bin bir zahmetle yeni düşler edindik. Bu düşler, geride kalanlar için değil; gelecek için kuruluyor. Geride kalan hüzünler, gelecek için umuda dönüştü… 

Unutmayın, herkesin ardında bir hikâyesi vardır; kiminin şiir olup, şarkı olup terennüm ettiği, kiminin kimselere söyleyemediği. Herkesin hikâyesi kendine göre değerlidir, anlamlıdır. Eğer insanların hikâyelerini bilip anlayabilirsek insanlara daha anlayışlı davranabiliriz. Bu aziz millet böyle düşünenlere hiçbir şey veremediyse bile ayla yıldızı, bağımsız bir devlet olmanın sembolü olan şanlı bayrağımızı bıraktı.

Birinci kuşaktan, ikinci ve üçüncü kuşaktan canlar geçmişte yaşanan kırgınlıklar bizi ayırmasın; aramıza nifak sokmasın. Bilin ki Anayurdun üzerimize düşen ışığı iyi günde, dar günde yüzümüzü ağartan, ufkumuzu aydınlatan güneş oldu. O güneş bazen yüzümüzün akı, bezen gözümüzün yaşı oldu. Anıları bıraktığımız ülkeye büyük özlem duyuyoruz. Bu özlemin ana dili Türkçe olsun. Sizin de torunlarınıza ana dilinizde anlatabileceğiniz yurt öyküleri olsun. 

Mevlana der ki “Bitip tükenmek bilmeyen dertler yağmur olup üstüne yağar; ama rengârenk gök kuşağı yağmurlardan sonra ortaya çıkar”. Gök kuşağının kaynağı güneş ışığıdır. Gençlerin aydınlanabilmesi için eğitim güneşinin aydınlığına ihtiyacımız var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...