16 Ocak 2015 Cuma

Avrupalı Müslümanlar ve PEGIDA

Gün geçmiyor ki Avrupa’nın bir yerinde İslam karşıtı bir eylem duyulmasın. PEGIDA’nın (Patriotische Europäer Gegen die Islamisierung des Abendlandes) "Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar" olarak filizlenip, güçlenmesiyle birlikte göçmenlere ve Müslümanlara yönelik saldırılarda da göreceli bir artış gözleniyor. Bazen bir ibadethane kundaklanıyor; bazen bir Müslüman kadın dış görünüşü nedeniyle arzu edilmeyen davranışlara maruz kalıyor. Bu saldırılar ne amaçla yapılırsa yapılsın, Müslümanların Avrupalının zihninde “öteki” olarak yer ettiğini gösteriyor ve  aklıselim sahibi herkesi kaygılandırıyor.

Aslında Avrupalının bizden olanlar ve ötekiler diye yaptığı ayırım yeni değildir. Bu durum 16. yüzyılda Endülüs Müslümanlarına karşı başlatılmış ve burada yaşayan Müslümanlara adlarını, kültürlerini ve köklerini kaybettirene kadar sürdürülmüştür (Bkz. Kettani 1997). I. Dünya Savaşında Nazilerin ve yakın zamanlarda Çetniklerin Bosna’da işledikleri cinayetler, zayıf hafızalı insanlığın benzer suçlarla tekrar tekrar yüz yüze kalabildiğini göstermektedir.

Avrupalılar ilk defa Haçlı seferleri sırasında kendilerini batılı, Müslümanları da doğulu olarak gördüler. Sina’da karşılaştıkları Sarazen adlı bir Arap kabilesinin adını da kendilerinden olmayan ötekileri tanımlamak için kullanmaya başladılar. Bu ifade zamanla bütün Müslümanlar için yaygın hale geldi. Avrupa içlerine baskınlar ve fetih hareketleri düzenleyen Osmanlılar ile birlikte, Türk ve Müslüman olmak aynı anlamda kullanılmaya başlandı. Avrupalının belleğine de “Türk olmak” (Turn Turk, tornarse turco) diye bir kavram yerleşti.

Türklerin güçlü olduğu dönemlerde din adamları ve entelektüeller dahil olmak üzere hemen her Avrupalı Türkler ve Müslümanlar ile ilgili olumsuz kavramlar kullandı. Matbaanın kullanılmaya başlamasıyla birlikte, olumsuz Türk algıları daha da yayıldı ve kalıcı hale geldi. Böylece Türkler hem öteki, hem de Müslüman olarak zihinlerde yer etti. Tanrının Hristiyanları cezalandırmak üzere Avrupa’ya gönderdiği millet olarak tanımlandı. Avrupa’nın en parlak figürlerinden biri olan Martin Luther vaazlarında Türklerden, “Tanrının kırbacı” olarak söz ederken; Avrupa Rönesansı'nın önemli ismi Rotterdamlı Desiderius Erasmus’a göre Türkler “vahşi barbarlar”; İslam da “karanlık bir din” olarak tanımlanıyordu.

Günümüzdeki Avrupa’ya gelince; olaylar Avrupalının Müslümanlar ile beraber yaşamaktan çok hoşnut olmadığını gösteriyor. İslam'la birlikte gelecek yeni kültüre de hazır değiller. Avrupa kadına, topluma, hayata kendileri gibi bakmayan kültürlerle birlikte yaşamanın doyma noktasına gelmiş durumda. Yaşanan her türlü olumsuzluğun Müslümanlarla ilişkilendirilmesi tesadüf değil; aksine çevrede olup bitenler, Müslümanların teröristlerle eşdeğer bir algı uyandırması, olumsuz gidişatın nedenlerinden sadece biridir. Bu sürecin iyi okunması; halkın duygu dünyasında büyük tahribatlar yapan olumsuz mesajlar vermek yerine, sosyal ve ekonomik sorunlar karşısında bunalan vatandaşlara hayatın yükünü hafifletecek alternatif politikalar sunulması gerekir. Küçük kıvılcımların büyük yangınlara neden olduğu gibi, bir anlık öfkenin de telafisi mümkün olmayan üzücü olaylara sebebiyet verebileceği unutulmamalıdır.


Dresden Belediye Başkanı Helma Orosz (61, CDU) 
PEGIDA’nın Almanya’da ortaya çıkması, “halk biziz” sloganı ile meydanlarda toplanması ve binlerce insanın çığlığı tesadüf değildir. Alternative für Deutschland (Almanya için Seçenekler) hareketinin Mut zur Wahrheit (Hakikati Söyleyen Yürek) sloganı, halkın birikimini dışa vurmasını sağlamıştır. Aşırı sağcılardan aşırı solculara kadar uzanan geniş bir yelpazede yer alan, halkın sorunlarına çözüm üretmekten ziyade, onları yabancılara yönelik söylemlerle kışkırtarak oy toplamaya gayret eden donanımsız politikacılar da bu eylemlere olan ilginin artmasını sağlamaktadır.

Bu arada, yeri gelmişken, Avrupa’da yaşayan herkesin İslam ya da yabancı düşmanı olmadığının altını çizmek; yaşanan olaylardan kaygı duyan bilinçli yurttaşların, siyasi parti ve dini cemaat temsilcilerinin olduğunu ve İslam düşmanlığını yaymaya çalışan hareketlere karşı bir takım etkinlikler düzenlediklerini de söylemek gerekir.

Tarih boyunca önce kiliselerde, sonra meydanlarda pek çok defa öteki teması işlenirken, Türkler de öteki olmaktan, nasibini aldı. Bu duruma bizim de katkımız olmadı değil. Gençlerimizin evde, işyerinde; kısacası bireysel ve sosyal yaşamın her alanında, iyi eğitimli bireyler olarak, büyüklerine saygılı, küçüklerine sevgiyle yaklaşan, sabır ve hoşgörüyü yaşam ilkesi edinen örnek davranışlar sergilemesini beklerken, kimi zaman Avrupalıların sabır eşiğini zorladıkları da unutulmamalıdır.

Hiç de masum olmayan kimi siyasi söylemlerin ardında öteki kültürle baş edememenin getirdiği yılgınlık, bıkkınlık da yatıyor. Müslümanlara atfedilen her bir olumsuz davranış, Avrupa’da tarihten bu yana mevcut olan ve yaşanan acı deneyimlerle baskılanmış olan ön yargıları, soğukluğu, kini ve nefreti su yüzüne çıkarıyor. Kültürel farkları belirginleştiren sloganlar, sıradan vatandaşları “ten renginiz ya da dininiz nedeniyle buraya ait değilsiniz” diye sokaklara sevk ediyor.

Bu sokağa dökülmeler masum eylemler olarak değerlendirilmemelidir. Politikacıların ülkede yaşanan olumsuzlukların kaynağı, sorumlusu olarak yabancıları göstermesi, öteki olana duyulan düşmanlığı körüklemektedir. Dikkat edilmez, gerekli tedbirler önceden alınmazsa, kimi donanımsız politikacıların ektiği hiddet tohumları kısa bir zamanda nefret meyvelerini vermeye başlar. Sokağa dökülen ve kontrolden çıkan kalabalıklar son derece zararlı, tehlikeli hal alıverir. Toplum, fırtınalı havada yelken açmış gemi gibi, felâket dalgalarıyla boğuşmak zorunda kalır. Bu hareketin karşısına çıkmaya çalışanların tepkileri de iş işten geçtikten sonra faydasız kalır.

Siyasetin insanları ayrıştıran dili, yerini birlik ve beraberliğe yönelik söylemlere bırakmak zorundadır. İnsan öfkelendiğinde kızgınlığın ateşi, öfkesi geçince de pişmanlığın ateşi ile kavrulur. Avrupa tarihi bunun örnekleri ile doludur. Almanya’da Solingen’de, Mölln’de yakılan ateşlerin yüreklerde bıraktığı acılar henüz tazeliğini yitirmemişken; Avrupa’nın hemen her ülkesinde Müslümanlara karşı tepki giderek artmaktadır. Bu anlamsız tepkinin yerini aklıselim almalıdır. Bunun için sadece sorumlu devlet adamlarına değil, sivil toplum kuruluşlarına da önemli görevler düşmektedir.

Nitekim, Almanya Federal Cumhuriyeti Şansölyesi Angela Merkel, 2015 yılı münasebetiyle yayımladığı mesajda, yabancı düşmanı ve göçmen karşıtı söylemleri eleştirirken, nüfusu yaşlanan, dijital devrime ayak uydurması gereken Almanya'nın, göçmenlere ihtiyacı olduğuna işaret etmiştir. Merkel, "Almanya'ya göçmen olarak gelenler, hepimiz için bir kazançtır" derken, 25 yıl önce Doğu Almanya'da komünist rejime karşı sokağa çıkan halkın da çocuklarının korku altında büyümemesi için, demokrasi ve özgürlükler için mücadele ettiğini ve bunda başarıya ulaştıklarını belirterek, yabancılara sahip çıkılması gerektiği fikrini savunmuştur. Federal Şansölye bu süreçte yalnız bırakılmamalıdır.

Avrupa’da yükselen mikro milliyetçilik akımlarıyla güç ve taraftar toplayan bu tür söylemler analiz edildiğinde, Avusturya’nın da bu tehditten uzak olmadığı görülmektedir. Aşırı sağcı eylemler karşısında ortak tutum geliştirilmesi ve aklıselim tavırların sergilenmesi; Müslümanlarla ilgili sorunların çözümü için buyurgan değil, ortak akıl toplantıları ile üretilen çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi gerekir. Tek taraflı alınan kararların uygulamada doğuracağı olumsuz sonuçlar, sıradan insanları da büyük bir tedirginliğe sevk etmekte, geleceğe yönelik endişelerin artmasına neden olmaktadır.

Bitirirken tekrar ediyorum. Sorumsuz siyasal mesajların sıradan vatandaşlar üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler göz önüne alınarak, ırkçılık yapanlara tolerans gösterilmemelidir. Avrupa tarihi incelendiğinde, anlık öfkelerin ne derece büyük yıkımlara neden olduğu pek çok örnekle görülmektedir. Öfkesini yenebilme erdemini gösteren, kitleleri olumlu mesajlarla yönetip yönlendirme becerisine sahip devlet adamlarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu aşikardır.

Not:
Fransa'da yaşanan olaylardan önce kaleme alınan bu çalışma Europa Journal-Haber Avrupa Ocak 2015 sayısında yayımlanmıştır. http://www.europa-journal.net/

Kaynaklar

Kettani, Muntasır Ali. (1997). Gırnata'nın Düşmesinden XIX. Yüzyıl Sonuna Kadar Endülüs’te İslam. Değişim Sürecinde İslam: Kutlu Doğum Haftası 1996, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., s. 65-79. URL: http://www.endulus.net/endulustarihi/kettani.htm (son erişim: 02.01.2014). 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...