29 Eylül 2016 Perşembe

Modern Batının Sancıları

Gerek Avrupa ülkelerine yaptığım gezilerde karşılaştığım gerekse Türkiye’de ders verdiğim gençlerin Avrupalılar ile ilişkilerimiz konusunda derin bir bilgiye sahip olmadıklarını gözlüyorum. Okullarda da sınıf geçme ve soru çözme tekniklerine yoğunlaşan gençlerde ortaya çıkan bu bilgi eksikliğinin de gerek Türkiye gerekse Avrupa hakkında kimi ön yargılara ve yanılsamalara neden olduğunu görüyorum.

Bazı gençlerin yaşadıkları şehirlerin ne tarihine ne de yaşadığı zaman dilimine ilişkin doyurucu bilgiye sahip olmamaları, araştırmamaları veya yeterince sorgulamamaları beni bu konularda düşünmeye sevk ediyor. Ben, bütün içtenliğimle, kişinin kendine olan güveninin öncelikle geçmişini bilmesiyle, mevcut durumu doğru değerlendirecek donanıma sahip olmasıyla ve bunlara ilave olarak geleceğe güvenle bakmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum.

Gençlerin bilgi eksikliğinin doğurduğu yanılsamalara pek çok örnek verilebilir. Söz gelimi Avrupa tarihi bilinmezse, günümüzde yaşanan kimi olguların sadece Avrupalıların iç işleri olduğu veya Batıya atfedilen kimi üstün değerlerin sadece buralara ait olduğu sonucu çıkarılabilir. Yaşanan olaylar hakkında doğru bir neden sonuç ilişkisi kurmak güçleşebilir.

Avrupalıların tarihine bakıldığında “Türk” kavramının 11. yüzyıla kadar pek fazla bilinmediği görülür. Bu zamana kadar bilinenler ise Türklerin Doğu Roma İmparatorluğu ile Malazgirt ovasında yaptığı savaş ve Hıristiyanlığa tehdit oluşturmaya başlamasıyla ilişkilidir. Öncesi yoktur. Bunun öncesindeki bilgilery Türklerle ilgili değil, 4. ve 5. yüzyıllarda Avrupa’da “tanrının kırbacı” (Flagellum dei) olarak bilinen Attilla’nın ordularıyla ilgilidir. Dolayısı ile o dönemde Türk sözcüğü yoktur.

Malazgirt Savaşı (1071) Türklerin Batı ile ilişkisinde önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Türkler, bu savaşta sadece Romalıları yenmemiş, onların şahsında Hıristiyan dünyasına da saldırmışlardı. Hıristiyan dünyasının önde gelenleri de “şiddet yanlısı, zalim, vahşi Türkler dinimizi yok edecekler”, “kökümüzü kurutacaklar”  şeklinde bir propagandaya başladılar. Bu propagandaların sonunda da bütün dünyanın “Haçlı Seferi” olarak bildiği, Alman tarih yazınına “Türkenkrieg” (Türk savaşı, Türklerle savaş) olarak geçen seferler ve savaşlar başladı.

Avrupalının Türk korkusunun, Türk karşıtlığının mayası tam da bu dönemde çalındı. Ne yazık ki bu maya tuttu; Türkler, yüzyıllar boyunca da “kötülükte benzeri olmayan” (!) ve “Hıristiyanlığın en amansız düşmanı” (?) gibi bir dizi gerçek dışı ifadelerle, her türlü yokluğun ve yoksunluğun nedeni olarak anlatıldı. Dikkat edilirse, bu tür propaganda faaliyetleri günümüzde de “ihtiyaca binaen” siyasi mühendislik faaliyetleri olarak sürdürülmeye devam ediliyor.

Bu faaliyetlerin kökenine inildiğinde Doğu’nun zenginliği, refahı ve gelişmişliği dillere destan iken Hıristiyanlaşmış Avrupa’nın sınırlı bir ekonomisinin olduğu görülüyor. Avrupalı için cennet, tasvirlerle anlatılamayan “altınla kaplı sokaklarından adeta bal ve süt akan” Doğu’da bir yerlerdeydi.

Avrupa’nın geleceğini kurtarmak isteyen Papalık, siyasi birliktelikleri pekiştirmek, ekonomiyi iyileştirmek gibi düşüncelerle önderlik rolünü üstlendi. Dinin birleştirici gücü de kullanılarak güçlü bir “Avrupa Birliği” projesi oluşturuldu. Projenin hayata geçirilebilmesi için de biraz “şiddet” ve biraz da “zor” kullanmak gerekiyordu. Papalık tarafından da bunun için türlü bahaneler üretilmiş; hedefler belirlenmişti. Müslüman “kâfirlerin”, “dinsizlerin” ve “paganların” bütün Avrupa’yı ele geçirmesinin önüne geçmek gerekiyordu. Doğu Romalılara saldıran Türkler ilk hedef olarak belirlenmişti. Çünkü Doğu Roma’ya ve dolayısı ile Doğu Hıristiyanlığına darbe vurmuşlardı. Böylece Avrupa’da tarihin, belki de dünya tarihinin ilk topyekûn savaşı için topyekûn seferberlik başlatılıyordu. Bu duruma Batı dünyasının din adamları ve yağmacılığa hazır şövalyeleri,  öncülük ve önderlik ettiler. Tasarlanan seferlerin provası önce İspanya’da yapıldı ve Yahudilerden “İsa’nın öldürülmesi dolayısıyla” öç alınmasının yanı sıra, fırsattan istifade, servetlerine de el koydular. Almanya’da da Haçlı Seferlerine hazırlanırken Ren boyunca yerleşik Yahudileri öldürdüler, mallarını gasp ettiler.

İlk sefer 1095 yılında Almanya üzerinden başlatıldı ve vaatlerle kamçılanmış, kandırılmış, kışkırtılmış insanlar yol boyu ilerledikçe çoğaldılar. Bilinçsiz, geri ve gözü dönmüş kitleler, inanışları ve kulaktan dolma bilgileri ile düzensizce yola koyuldular.

Yüzlerce yıl aralıklarla tekrar edilen savaşlarda yüzbinlerce insan katledildi; çok sayıda insan esir edildi. Sefere katılan Avrupalı tarihçiler, Avrupalıların Türk ve Müslümanların çocuklarını şişe geçirip kızartarak, yetişkinleri kazanlarda kaynatıp pişirerek yediklerini yazdı (Frank kronikçiler Raoul de Caen ve Albert d’Aix). İnsan etinin seferler sırasında yendiği, sonraları Avrupa tarihine de geçti.

Doğu ile Batı arasındaki çıkar çatışmaları şu veya bu nedenler gerekçe gösterilerek günümüzde de devam ediyor. İstedim ki bugün toplum liderliğine soyunanlar daha dün gibi yaşanmış olan tarihi gerçekleri görsün ve gençler de bilgi eksikliklerini gidererek kimi değerlendirmelerde yanılsamalara düşmesinler.

Unutulmamalıdır ki haklılık, toplumsal ve öznel bir kavramdır; yaratılabilir; ikame edilebilir; dönemsel olabilir; duruma göre var edilebilir. Peki, evrensel geçerliliği olan ahlaki kurallar? Hukuk? Ahlaki kuralları geçmişte kilise dışında kimse koyamıyordu. Bu kural koyucuların başlattığı savaşlarda da hukukun uygulanmasına gerek ve imkân olmadığını tarih belgeleri ile ortaya koyuyor. Savaş ve hukuk ilişkilerine gelince: Inter arma silent leges (Savaş zamanı hukuk susar).

Sanırım günümüzde de değişen bir şey yok.

Not:
Bu yazının oluşturulması sırasında yararlandığım ve okuyucuya önerdiğim kaynak: Alp HAMUROĞLU. Hıristiyanlık, İslamlık ve Avrupa. Doğudan Batıya Uygarlık Kapıları. İstanbul: 2016. ISBN 978-605-5888-49-7

Bu yazı Europa-Journal - Haber Avrupa Gazetesinin 2016/Eylül sayısı için hazırlanmıştır. http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/september2016/cakir092016.jpg (29.09.2016).

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...