16 Aralık 2018 Pazar

Çocukluk deneyimlerinin mutluluk ve başarıyla ilişkisi


Aristoteles’e göre insanlar mutluluğun peşinden koşar. Mutluluk insan hayatının amacıdır. Bu amaca ulaşmak için de bir dizi faaliyetlerde bulunur. Mutluluk bilişsel (düşünme, hissetme, öğrenme, hatırlama, karar verme, problem çözme ve yargılama gibi zihinsel süreçler) ve duyuşsal (insan duygularını içeren ilgi, tutum, akademik özgüven, değer ve alışkanlıklar) olmak üzere iki açıdan tanımlanıyor. Kişinin kendini psikolojik olarak iyi hissetmesi, öznel olarak yaptığı mutluluk tanımına uyuyor. Bu durumda bireyin olumlu duyguları (sevinci, neşesi, gurur ve güven duyması), olumsuz duygulara (öfke, korku, kaygı) göre daha fazla yaşaması, yaşamın çeşitli alanlarında yüksek doyuma ulaşması, onun mutluluğunda önemli rol oynuyor. Mutlu bireyler kendilerini iyi hissediyorlar; olumlu duygular yaşıyorlar. Mutlu bireylerden oluşan toplumlar da mutlu toplumlar oluyor.

Mutlu olunabilmesi için üçüncü şart da kişiler arasındaki iletişimin doğru ve etkili kullanılmasıdır. Sağlıklı iletişim kişiler arasındaki ilişkilere olumlu yansıyabileceği gibi iş başarısına da olumlu katkı sağlar.

Uzmanlar hayatta başarı ve mutluluğun kaynağını erken çocukluk dönemi ile ilişkilendiriyor. Çocuk ve dil gelişimi uzmanları erken çocukluk dönemine bu nedenle çok önem veriyorlar.  Erken çocukluk deyince de çocuğun 0-6 yaş arasında geçirdiği dönem anlaşılıyor. Bu dönemde çocuğun zihinsel ve fiziksel gelişimi ileri yaşlara göre daha hızlı olur ve yaşanan olumlu veya olumsuz deneyimler, bundan sonraki hayatının belirleyicisi olarak görülür.

Çocuğun mutlu bir ailede büyümesi, erken yaşta toplum içine çıkarılması, çok dilli ve çok kültürlü ortamlarda “öteki” dil ve kültürün farkına varmasının sağlanması öneriliyor. Çocuğun bu dönemde içinde büyüdüğü çevre, öğrenme süreçleri ve edindiği tecrübeler, çocuk gelişimiyle ilgili tartışmaların da bir parçasını oluşturuyor. Günümüzde sosyal ve ekonomik değişkenlerin çocukların bilişsel ve bilişsel olmayan becerilerinin zengin veya fakir aileye mensubiyete göre nasıl değişiklik gösterdiği, erken çocukluk döneminde edinilen deneyimlerden yola çıkılarak tartışılıyor. Çocuğun bu dönemde yaşadıklarının ilerideki hayatını nasıl etkileyeceği önceden kestirilmeye çalışılıyor.

Bilimsel araştırmalar (örn. Dünya Bankası tarafından hazırlatılan Mind, Society and Behaviour adlı rapor) zengin ve daha düşük gelir sahibi ailelerin çocukları arasındaki gelişim farkının her geçen yıl arttığını gösteriyor. Buna göre, düşük gelire sahip ailelerin çocuklarının performanslarının daha düşük oluyor. Bu gruptaki çocukların dinlediğini ve okuduğunu anlamada gelişmiş gruba göre daha geri kaldığı gözlenirken, uzun süreli dikkat ve kısa süreli bellek gelişimleri de daha iyi değil.

Erken dil gelişimi okulun ilk yıllarındaki okuma ve sayılarla işlem yapmayı öğrenme kadar, ileri yaşlarda daha karmaşık okuma ve matematik işlemlerini yapmada ve bu alanlarla ilgili tam öğrenmede de belirleyici oluyor. Refah seviyesinin en alt diliminde yer alan çocukların söylenenleri anlama ve bir süre sonra hatırlama becerisi, en üst dilimde yer alan çocuklardan yaklaşık 1/3 kadar geride olduğu tespit edilmiş. Dolayısı ile bu çocukların içinde bulunduğu olumsuz çevresel faktörlerin ortadan kaldırılabilmesi için gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasında yarar görülüyor.

Çevresel faktörlere geri dönecek olursak, zekânın bir kısmının genetik veya kalıtsal olduğu öne sürülse de çocuğun çevreden alacağı destek, onun performansını geliştirebilmesi için gereklidir.  Bu destek, en temel boyutlarda çocukla yapılacak sohbeti (sözel iletişim), bilişsel ve sosyal-duygusal uyarımlarla birlikte doğru beslenmeyi, davranış özgürlüğünü ve yeterli sağlık hizmetlerini almasını kapsıyor.

Alman okul sisteminden ayrılıp, Türk sistemine geçen çocukların karneleri incelendiğinde, çocukların derste ağırlıklı olarak sessiz, sakin ve derse katılımlarının istendik düzeyde olmadığı; okul ve sınıf içi aktivitelerden uzak durduğu belirtiliyor. Dolayısı ile bu çocuklara verilen kanaat notu da düşük oluyor. Türk aile yapısının çocukları çok öne çıkarmayan özelliği ve çocukların içinde bulunduğu dar sosyal çevrenin kendilerini ifade etme becerisinin geliştirilmesi için yeterli olmadığını da açık bir şekilde gösteriyor. Dolayısı ile çocukların okulda arzu edilen akademik başarıyı yakalayamamasının nedenlerinden biri bu bağlamda kendini gösteriyor. Çocuğun derste “uslu” durması; onun dil ve iletişim becerilerinin yeterli gelişmediği, alan bilgisinin yeterli olmadığı şeklinde olarak yorumlanıyor ve bu tutum çocuğun okuldaki akademik başarısına olumsuz yansıyor. Düşük karne notları da daha alt eğitim basamağına yönlendirilmesine neden oluyor. Ailenin dil ve eğitim durumu yetersizse, öğretmen ve okulun verdiği karar saygı ile karşılanıyor.

Bazı çocuk gelişim uzmanları, psikologlar çocukların sosyal beceri (soft skills) olarak tanımlanan gelişimlerini kişilik özellikleri ile ilişkilendirirken, bazı nörobiyologlar da kendini kontrol etme becerisi (öz-düzenleme) ve ilgili yapıları merkeze alıyor.  Alman eğitim uzmanları ve öğretmenlerin bu değerlendirmede Türk aile yapısının özelliklerini de göz önüne alması gerekirken, Türk ailelerin okul aile birliği çalışmalarına katılmaması, Alman okulları ile yetersiz iletişimi, öğrenci-öğretmen-aile arasındaki iletişim kanalının önünü kesiyor.

Ön düzenleme denilen hususlar; dikkat yöneltme, kendine doğru odaklanma, bakış açısını değiştirebilme, değişimlerde esnek olabilme, kısa süreli bellek, problem çözme gibi bir hedefi gerçekleştirmek üzere biriktirilen otomatik veya haz, doyum isteyen; neden sonuç ilişkisini düşünmeden ortaya koyulan dürtüsel tepkilerden oluşuyor. Örneğin, çocuk derste verilen arada arkadaşları oyun oynarken, öğretmenin verdiği matematik problemini çözmeye devam ediyorsa, ön düzenleme denen beceriyi kullanmış oluyor.  Bu beceri duyguları düzenleme, kendini kontrol etme, gelecekteki bir kazanım için doyumu erteleme gibi bileşenleri de kapsıyor.  Uzmanlar ön düzenleme becerilerinin çocuğun okula başlamak için gerekli temel gereksinimler olarak değerlendiriyor ve bu konuların üzerinde durulması gerektiğini belirtiyorlar.

Ekonomik olarak az gelişmiş bir çevrede büyüyen bir çocuğun ön düzenleme becerisinin gelişimi önceden kestirilemeyen çevresel şartlar ve uzun süren stres nedeniyle aksayabiliyor. Bunlara ilave olarak dezavantajlı çocukların devamlı destek ve yönlendirme almaları, güdü kontrolü, perspektif değiştirme, alternatif sosyal uyaranlar alma ve dikkat toplama gibi becerileri geliştirme fırsatına sahip olmaları daha düşük oluyor.

Ailelerin gerek çocukları ile konuşurken gerekse küçük çocuklarının yanında üçüncü şahıslarla konuşurken dikkat etmesi, çocukların konuşulan her bir sözü hafızalarına kayıt ettiklerini unutmaması gerekir. Örneğin çocuk düşük puan aldığı bir sınav kâğıdını eve getirdiğinde çok güzel, ama şurası eksik kalmış; şu kısmı neden yanlış çözdün gibi eleştirilerde bulunulursa, çocuk olumludan önce olumsuzu algılayıp seçip zihnine kaydeder. Hayatı boyunca da başarısızlık, yetersizlik gibi olumsuz duyguları yük olarak taşır. Bu durum çocuğun özgüvenini zayıflattığı gibi, yukarıda yapılan mutluluk tanımının da eksik kalmasına, sağlıksız toplumların ortaya çıkmasına neden olur.

Eksik kalan çocuk etrafındaki nesne ve olguların farkına varmakta, neden – sonuç ilişkisi kurmakta ve olaylar zincirini analiz etmekte zorlanır; bilişsel, duyuşsal, devinişsel ve sezgisel davranışları istendik düzeyde geliştiremez. Oysa çocuklar toplum denen ormandaki ağaçları besleyen birer kök gibidir. Kökler kurursa, ağaçlar da kurur. İyi yetiştirilemeyen çocuklar, milletlerin geleceklerini de tehlikeye atar.

Okuma notları:
1. Erken çocukluk dönemine https://tedmem.org/mem-notlari/degerlendirme/erken-cocukluk-donemi-uzerine adresinden ulaşılabilir.
2. Dünya Bankası Araştırması için: World Bank. 2015. World Development Report 2015: Mind, Society, and Behavior. Washington, DC: World Bank. doi:10.1596/978-1-4648-0342-0

Bu yazı Zeitung Europa-Journal Haber Avrupa Gazetesi'nin Aralık 2018 sayısı için hazırlanmış olup, gazeteye http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/dezember2018/cakir122018.jpg adresinden ulaşılabilir.

3 Aralık 2018 Pazartesi

Türk eğitim sistemi üzerine


Ankara'da yayımlanan BY PROTOKOL Dergisi ile Türk Eğitim Sistemi üzerine yapılan mülakatta yöneltilen sorulara aşağıdaki cevaplar verilmiştir. Röportaj derginin kasım 2018 sayısında yayımlanmıştır (ss. 90-95)

Bir akademisyen gözüyle, geçmişten günümüze Türk eğitim sistemini nasıl yorumluyorsunuz?
Bugün uygulanan eğitim sistemimizin geçmişi Osmanlı İmparatorluğunun yenileşme çabalarına kadar geri gider. O zaman atılan tohumlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında somut hedeflere dönüşmüş; çıkarılan kanunlar ile ihtiyacı karşılamak üzere yapılan çalışmalar bazen yetersiz kalsa da toplumun yetişmiş insan gücü bu sistem ile oluşturulmuştur. Bu sistemin gelişmeye açık olan yönü; bireysel yetenekleri geliştirmekten uzak, yarışmacı bir anlayışın egemen olmasıdır. Öğrencilerin üzerinde sınav baskısı, velilerin çocuklarını sınava hazırlama kaygısı, okulların üzerinde ise diğer okullarla yarışma ve başarılı olma kaygısı var. Sınavlar merkezi yapıldığından, okullar arasındaki gelişmişlik farkı gelişmiş ülkelerdeki okullar arasındaki farkın yedi katı daha fazladır. Dolayısı ile bu sınav eşit olmasına karşın, adil bir çözüm olarak görünmüyor; bununla birlikte tamamen kaldırılması da mümkün görünmüyor.

Zamanla sarmal bir yapıya dönmüş olan eğitim sistemimizin iyileştirilmesi için yapılan planlamalar da ülkemizin karşı karşıya kaldığı sorunlara çözüm üretmede yetersiz kalmış, kâğıt üzerinde çok iyi görünen projeler ya uygulamaya geçirilememiş ya da istenen sonuç alınamamıştır.

Sorunların çözülebilmesi için bir yandan Milli Eğitim Bakanlığı, öbür yandan eğitimin diğer paydaşları ciddi çalışmalar yapıyor; birbirinden çarpıcı tespitlerin yer aldığı raporlar hazırlıyorlar. Tespit edilen güçlü yönler, fırsatlar, tehditler ve gelişmeye açık yönler bir arada toplanınca, gelişmeye açık olan yönlerin bugünden yarına çözülemeyecek kadar karmaşık olduğu görülüyor. Gerek uygulamadaki gerekse sistemin kendi yapısından kaynaklanan yetersizlikler de ilave edilince, eğitim sisteminin toplumun beklentilerini karşılayacak, hayatın akışını düzenleyecek özellikte olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Çocuklar, gelişen çağ teknoloji 4.0’a ayak uydurabilmek için ülkenin ihtiyaçları, bireysel ilgi ve becerileri doğrultusunda değil, adeta ailelerin egolarını yarıştırmak için okula gönderilmektedir.

Yarışmacı sistemin getirdiği baskı ile okullarımızda verilmesi gereken uygulamalı eğitim yetersiz kalmakta, bu yetersizliğe sistemin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan yönetim organizasyon sorunları da ilave edilince, eğitim sistemi arzu edilen gelişmeyi sağlamakta zorlanmaktadır. Tehditleri ortadan kaldırmak için uygulamaya koyulan her yeni uygulama; alınan bütün tedbirlere ve uğraşılara rağmen, eğitimin ticarileşmesinin önünü kesemiyor.

Tüm devlet yatırımlarına rağmen, kimi okullardaki derslik sorunları hala çözülebilmiş değil; buna ek olarak nüfus artışı, şehirleşme ve taşımalı eğitime harcanan olağanüstü para yeni eğitim yatırımlarının önünde engel olarak görünmektedir. Bilimsellikten, sanattan, spordan uzak, yavan ve içeriği tartışmalı programlardan oluşan bir insan yetiştirme düzenimiz var.

Sistem içindeki öğretmenler adeta çözümün değil, sorunun bir parçası durumundalar. Öğrettiği alana hakim olmayan öğretmenleri bu sistem yetiştiriyor ve yine bu sistem istihdam ediyor. Eğitim kurumlarında görev yapan personel arasında o kadar belirgin ayrışma ve ötekileştirmeler var ki öğretmen odalarında bir araya gelmeyen, birbirine selam vermeyen öğretmenler görülebiliyor.

Eğitim çıktılarının, yani büyük bir yarışın içinde uzun nefesli olup da bir yükseköğretim kurumuna yerleştirilenler veya yerleştirildiği kurumdan mezun olanlar, hayata ve insana dair o kadar kısıtlı bilgiye sahip oluyorlar ki mezuniyet sonrasında tam bir hayal kırıklığı yaşıyor; beklentilerine ulaşamadıkları için mutlu olamıyorlar.

Hal böyle olunca eğitim alma ve sistemden eşit pay alma konusundaki avantajsız grup her geçen gün büyüyor. Köylerde yetersiz altyapı nedeniyle geçilen taşımalı eğitim nedeniyle hem köylüler başları sıkıştığında müracaat edebilecekleri öğretmene ulaşmaktan yoksun, hem de çocuklar kendi köylerinden taşınarak bir başka merkezdeki okula gitmek zorunda kaldı. Köylü doğal lideri olarak öğretmen değil, imam ve kendi içinden çıkardığı muhtarla başbaşa kaldı. Köylerin kalkınması ve köylülerin eğitilmesi için buralara küçük eğitim kampüsleri kurulmalı; bu kampüslerde okul ve yaş gruplarına göre derslikler, beceri kurslarının açılacağı merkezler, sağlık hizmetleri alınacak sağlık kabinleri, köye gelen yabancıların kalabileceği konuk evleri, kültürel etkinliklerin düzenleneceği salonlar, kütüphaneler ve kamu hizmetlerinin yürütüleceği çalışma yerlerinin bulunması gerekir. Bu merkezlerde butik hizmetler STK’lar tarafından geliştirilecek projeler yoluyla uygulamaya geçirilecek, yaşayan mekânlar oluşturulacaktır. (X)

Türkiye’nin çocukları okullarda hayat için öğrenmeyi değil, her aşamada önlerine koyulan sıralama sınavlarında üst dilimlerde yer alabilmeyi önceliyorlar. Sınav baskısı ile psikolojik sorunlar yaşayan öğrenci sayısındaki artış dikkat çekici boyutlarda. Çocuklar her geçen gün örgün eğitimden çıkıp, açık öğretim sistemiyle eğitim verilen okullara geçiyorlar. Sistemin Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu insan modelini karşılama konusunda kat edeceği daha uzun bir yol var. Yarıştırdığımız çocukların üzerindeki yükü hafifletecek bir hobi edinmesine bile fırsat vermiyor; elimizdeki onca yetenekleri heba edip gidiyoruz.

Ülkemizde öğretmen olmanın zorlukları nelerdir?
Ülkemizde öğretmen yetiştirme alanında zihin bulanıklığı ve siyasal baskı var. Bir yanda görevini yapmaya çalışan eğitim fakülteleri, öbür yanda alan fakülteleri öğrencileri var. Öğretmen yetiştirme süreci vatandaşın talebi ve siyasal müdahaleler ile adeta çökertilmiş, eğitim fakülteleri de işlevini adeta yitirmiş durumda. Ülkenin ihtiyaç analizi yapılmadan, üniversite dışından belirlenen kontenjanlar; ülke ihtiyacı ile doğru orantılı olmadan açılan eğitim fakülteleri ve bu fakültelerden mezun olan öğretmen adayları bir yanda, öğretmenlik meslek derslerini kısa süreli eğitimlerle alan ve böylece öğretmen olunduğunu zanneden, atanmayı bekleyen öğretmen adayları bir diğer yanda. Milli Eğitim Bakanlığı hemen her öğretim yılı başında binlerce atama yapmasına karşın, ihtiyaç analizi yapılmadan mezun edilen öğretmen adaylarının istihdam sorununa çözüm üretmekte yetersiz kalmaktadır.

İstihdam edilebilen öğretmenler arasında değerlendirme ölçütlerindeki sıkıntılar nedeniyle terfilerin liyakate göre değil, öznel tercihlere bağlandığı, yetişmiş insan kaynaklarının verimli kullanılamadığı gibi bir genel duruma tanıklık ediliyor. Bu durum eğitim sisteminde tükenmişlik yaşanmasına neden olmakta; kamu ile özel eğitim-öğretim kurumları çalışanları arasında nitelikte ciddi bir farkındalık görülmektedir. Kamu eğitim kurumları giderek öğrenmeye gönülsüz, öğretmeye isteksiz, daha az bilgili ve etik değerleri zayıf insanların ağırlıkta olduğu bir ilişkiler ağına dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Öğrenciler başta olmak üzere değişik grupların öğretmenlere uyguladığı şiddet eylemleri, eğitim sisteminin veya öğretmenlerin yetersizliği kadar bireylerin kendilerini ifade edememelerinden kaynaklanan sorunların yansımasıdır. Arzu edilmeyen bu ve benzeri olaylar mesleğin toplumsal ve sosyal saygınlığına giderek zarar vermektedir. Toplumda öğretmenlik mesleğinin herkes tarafından kolaylıkla yapılabileceği şeklinde doğru olmayan bir algı vardır.


Öğretmenler, vakitlerinin büyük çoğunluğunu okumak, kendini geliştirmek yerine siyaset, spor ve magazine ayırmakta; kendilerine sunulan hizmet içi eğitim imkânlarına katılımı adeta “angarya” olarak değerlendirip karşı çıkmaktadır. Öğretmenlerin düşük gelir grubuna inmesi, devlet okullarındaki politik ayrışmanın girerek belirginleşmesi ve nihayet eğitim kurumlarının ticari işletmelere dönüşmesi, nitelikli insanların öğretmenlik mesleğini tercih etmemesine neden olmaktadır. Çağı yakalayamayan, 1930’lu yıllardan kalan ve neyi, nasıl, niçin yetiştireceğimize dair bir eğitim felsefesinin yeterli olmayan çalışma şartları ve vizyonsuzluk nedeniyle toplumu getirdiği nokta, ülkeyi ancak gelişmekte olan ülkeler kategorisine taşıyabilmiştir. Ülkeyi daha ileri gelişmişlik düzeyine taşıyabilmek için bütün paydaşlarla birlikte gerçekçi stratejiler belirlenmeli uygulamaya geçirilmelidir. En son atanan Sn. Milli Eğitim Bakanı’nın ilk çalışmalarından biri olan “Bulma Konferansı” bu konudaki kararlılığın ve iyi niyet ışığının göstergesi olarak değerlendirilmelidir. 

Sizce son yıllarda eğitim alanında gerçekleştirilen projeler eğitim alanındaki aksaklıkların giderilmesinde ne kadar başarılıdır?
Son yıllarda iyi niyetli girişimler ve çabalara rastlanıyor. Devlet, halkın tamamına eğitim hizmeti vermek ve rahat, güvenli ve uygarca yaşaması için gerekli tedbirleri almak üzere var olduğunun bilinciyle yeni eğitim politikaları geliştirmeye başladı. Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak üzere ücretsiz ders kitabı dağıtılmasından özel okul öğrenim giderlerine katkı sağlamaya kadar bir dizi tedbirler hayata geçirildi. İnsana ve geleceğe yapılan yatırım stratejileri devletin öncelikleri arasına alındı; eğitim anlayışında da köklü bir yenilenme ve değişim isteği görülmektedir. Alınan tedbirlerin, uygulamaya koyulan projelerin kısa sürede sonuç vermesini beklemek, uzun vadeli eğitim yatırımları açısından gerçekçi görülmemektedir. Ancak olumlu sonuçlarının zaman içinde alınacağını belirtmek gerekir. Başarılı uygulamalardan öne çıkanlar kısaca şunlardır:
  • İlköğretim okullarında kullanılan öğretim materyallerinin, ders kitaplarının ücretsiz dağıtılmaktadır.
  • Gerekli altyapının oluşturulmadan başlanmasına ve bu nedenle istendik sonuçlara ulaşılması zaman alan FATİH Projesi, eğitimde teknoloji kullanımı için atılmış önemli bir adım olarak dikkat çekmekte olup, projeye uygulamada tespit edilen gelişmeye açık hususlar iyileştirilerek devam edilmelidir.
  • Eğitimde öğretmeyi değil, öğrenmenin dolayısı ile öğrenciyi merkeze alan anlayışın öne çıkarılmaktadır.
  • Dershaneler kapatılmış; bunlardan ileri uygulamaları olan ve altyapıları yeterli görülenler temel liselere dönüştürülmüştür.
  • Özel ders uygulaması kademeli olarak azaltılmakta, öğrencilere özel ders yerine öğrenim gördükleri okullarda etüt imkânı sunulmaktadır.
  • Öğrencilere ve öğretmenlere bilgiye erişim imkânı sunan bilişim altyapıların kurulmasına ve mevcutların geliştirilmesine başlanmıştır.
  • Özel eğitime gereksinim duyan çocuklar ile üstün zekâlı çocukların eğitimiyle ilgili önemli çalışmalar yapılmış, uluslar ötesi model uygulamalar üzerinde çalışılmaya devam edilmektedir.
  • Talim ve Terbiye Kurulu’nun okullarımızda okutulan bütün derslerin müfredatlarını güncellemesi sağlanmış ve değişen müfredatlara uygun öğretim materyalleri hazırlanmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir.
  • Ortaokuldan liseye geçişlerde yaşanan yarışmacı anlayış kırılarak, yapılan sıralama sınavına katılımın isteğe bağlı hale getirilmesi, daha az gerilimli bir geçiş sisteminin uygulamaya geçilmesini sağlamıştır. Uygulamada ortaya çıkan eksikliklerin giderilmesi halinde sistemin uzun süre değiştirilmeden kullanılması mümkün görünmektedir.
  • Kısıtlı imkânlara, sınırlı altyapılara rağmen ikili öğretime kademeli olarak son verilip tam gün eğitimi uygulamasına geçilmesi için yapılan çalışmalar devam etmektedir.
  • Üniversiteye girişlerde uygulanan sınav sisteminin yeniden yapılandırılması ve alt öğretim kurumlarındaki müfredat ile ilişkisi kurulmuş; sorular öğrencilerin okulda kullandıkları ders kitaplarından üretilmiştir. 
Gözlemlediğiniz kadarıyla öğrencilerin genel durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Başarının yükseltilebilmesi için öğretmene, öğrenciye ve veliye düşen görevler nelerdir?
Öğrenciler yoğun bir stres altında bir sonraki eğitim kademesine geçiş için hazırlanan testlerle boğuşarak geleceğe hazırlık yaptığı algısıyla yetiştiriliyor. Bu ezberci bir yaklaşımla sınıf geçmeye ve test çözmeye yönelik bir eğitim alıyor. Bu öğrencilerin okulda öğrendiği bilgi ve becerileri günlük hayatta kullanabilme becerilerini ölçen PİSA veya TIMSS araştırmaları da bu görüşü doğrular nitelikte. Araştırmalar; çocukların fen, matematik sorularını çözemediğini, okuduğunu anlayamadığını, iki satır kompozisyonda kendini ifade edecek dilsel beceriden yoksun olduğunu ortaya koyuyor (Bkz. pisa.meb.gov.tr). Bu sistem içinde körelttiğimiz çocuklardan üstün nitelikli bilim insanı olmasını beklemek, onlara yapılacak en önemli haksızlıklardan biri olmakta; bu çocukları kör ve topal hale getiren sistemde ısrar etmek de ülkeye zarar vermektedir.

Bilim insanı kitaplarda yazılan bilimsel bilgiyi ezberleterek, çoktan seçmeli sorulardaki cevap seçeneklerinden en doğrusunu buldurularak yetiştirilmez. Bilim, halkın bildiğini bilimsel bilgiye dönüştürmenin yöntem ve tekniklerini uygulamalı olarak hayata geçirme ile başlar; bilim, kesin bilgiler yerine sürekli gelişen bilgileri içerdiği için, bilinenden bilinmeyene doğru sürekli bir arayışı gerektirir. Mevcut sistem içerisinde alan bilgisi istendik düzeyde olmayan, kendini geliştirme konusunda direnç gösteren, sosyal ve sendikal faaliyetlerle ayrışan, birbirini paydaş olarak görmek yerine ötekileştiren öğretmenlerin bilimsel bilgiyi üretecek öğrencileri yetiştirmesini beklemek, sisteme katkı sağlamasını ümit etmek; okuma yazma bilmeyen bir kişiye en son hangi kitabı okuduğunu sormak kadar gereksizdir. Sistem içindeki öğretmenlerin alan yeterlilikleri ölçülmeli, alanında yeterli, gelişmeye açık ve öğretmenlik mesleği için yetersiz olanlar tespit edilerek geleceğe yönelik stratejik eğitim planlaması yapılmalıdır. Uygulama aşamasında ise öğretmenlik mesleğine elverişli olmayanların kamu kurumlarının ihtiyaç duyulan diğer alanlarında görevlendirilmesi, gelişmeye açık olanların eksiklerini gidermek için hizmet içi eğitimlere ağırlık veren çalışmalar yapılmalıdır.

Veliler için ülkede velileri bilgilendirme ve bilinçlendirme amacıyla “Veli Okulu” kurulmalıdır. Veliler ve çocuklar Türkçenin yanı sıra, bir yabancı dili ileri düzeyde kullanabilecek bilgi birikimine ulaşmalıdır. Yabancı dil bilmeyen bir kişinin ülke sınırları dışına çıktığında okuryazar olma özelliğini yitirdiği unutulmamalıdır. Bu sistem okullarda rehberlik servisleri ile başlatılarak, velilerle çocuklarının bilgiye ulaşma imkânlarını geliştirmeleri için uygun eğitim ortamları oluşturulabilir. Veliler kendilerinin çok isteyip de ulaşamadıkları, içlerinde ukde kalan meslekleri çocuklarının yapması konusunda hayal kurmayı bırakıp, onların ayrı birer birey olduğunun bilincine varmalı; çocuklarına onların sahip olduğu özel ilgi alanına, yetenek ve isteklerine göre eğitim imkânı sunmalı ve başarılı oldukları alanlarda destek olmaya çalışmalıdır. Başarısız olunan alanlarda ısrarcı olmak, çocuğun ruh sağlığını bozmakta, aileye maddi-manevi yük getirmektedir. Buna karşın başarılı çocukların üzerinde durulması ve başarılarını daha ileri taşıyacak imkanlar sağlanması ülkenin geleceğinde iyi yetişmiş bilim insanlarının ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Özetle özel çocuklara özel eğitim verilmeli, normal çocukların özel çocuklar düzeyine çıkarılması için harcanan kaynakların boşa gittiğini görerek, bu kaynakların çocukların özel ilgi alanına yönelik eğitim yatırımlarında kullanılmasına özen gösterilmelidir. 

Yaşadığımız gök kubbenin altında hepimizin ortak veya kimimizin özel sorunları olmasına rağmen, geleceği yönlendirmek için aydınlık bir kafa ile düşünmek ve bir an dahi hayal etmekten vaz geçmemek; geleceğe olan umudu yitirmemek lazımdır. 

Türk eğitim sisteminde neyi iyi yaparsak, sorunları aşabiliriz?
Toplum olarak bugün dünden kalan eksikleri telafi etmeye çalışmaktan geleceği planlamaya vakit bulamıyoruz. Oysa eğitime, teknolojiye, bilime yatırım yaparak dünya milletleriyle yarışacak nesilleri yetiştirmek için uzun vadeli programları bugünden yaparak gelecekte uygun ortamlarda hayata geçirmeliyiz. Evrensel değerleri anlayabilmek, uluslararası rekabette söz sahibi olabilmek için yabancı dil bilen; maziyi unutmadan atiye hazırlanan vatandaşlar yetiştirmeliyiz. Bunun için de dil bilmeyen dil öğretmenlerinden, alan bilgisi olmayan alan öğretmenlerinden, çocuk sevmeyen sınıf öğretmenlerinden bir an önce kurtulmalı; eğitim politikalarını ve kurumlarını günlük siyasetin dışına taşıyıp, gelişmiş ülkeleri geçmek, ortak idealleri gerçekleştirmek için birlikte çalışmalıyız. Sistemin oyaladığı çocuklara, üniversiteye geldiğinde hala YÖK zoru ile Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti tarihi öğretmeye veya bir temel yabancı dil becerisi kazandırmaya çalışıyorsak, bu durum, yenilemekte zorlandığımız sistemin zayıf ve gelişmeye açık yönlerini göremediğimiz ve alt eğitim basamaklarında başarılı olamadığımız anlamına gelir. Gençlerin mutlaka bir yabancı dili öğrenmesi için alt eğitim kademelerinde ana dilde verilen eğitimi terk edip, yabancı dilde eğitime geçilmemelidir. Yabancı dilde eğitim sömürge ülkelerinde, sömürenlerin sömürülenlere benimsettiği bir modeldir. Bunu söylerken, yabancı dile karşı bir tutum içinde olduğumuz anlaşılmasın. Yabancı dil bilenler Türkiye dışında da bir dünyanın varlığının farkına varır, hayata ve insana bakış açıları değişir. Evrensel değerler ile tanışır, eğitim yoluyla gelişirler. Yerel değerleri yaşatma inat ve kaygısı ile evrensel değerleri ihmal etmemek lazımdır. Çünkü evrensel değerleri bilmeyenlerin yerel değerlere katkı sağlaması, gelecek kuşaklara aktarması zordur. 

Gelelim ana soruya. Neyi yaparsak sorunları aşabiliriz? Eğitim sistemimiz bir yandan çocuklarımıza yaşantıları yoluyla arzu edilen olumlu davranış modellerini kazandırmaya çalışırken, onları geleceğe hazırlamakta yetersiz kalıyor; öte yandan onları milli ve insani değerlerinden uzaklaştırıp, yaşadığı topluma ve değerlerine yabancılaştırıyor. Eğitimli olmak, aydın ve entelektüel birikime sahip olmak, toplumla araya mesafe koymayı gerektirdiği gibi bir yanılsamayı uygulamaya dönüşüyor. Oysa, hayatta en zor olan, insan olmayı becerebilmektir. Sistemin bu nedenle uzak hedefler yerine ulaşılabilir somut hedefler üzerinde yoğunlaşması gerekir.

Türk eğitim sistemini, diğer ülkelerin eğitim sistemleri ile karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Ülkeler ekonomik gelişmişlik düzeyi gibi eğitimdeki gelişmişlik düzeylerine göre de sınıflandırılmaktadır. Türkiye eğitim alanında da “gelişmekte olan” ülkeler grubunda yer almaktadır. Gelişmiş ülkelerde yaşayan bir çocuğun eğitimine yapılan yatırım, hem toplumu, dolayısı ile insanlığı geliştirmek, hem de çağdaş uygarlık iddiasında olan milletin geleceğini güvence altına almak üzere atılan küçük ama anlamlı bir adımdır. Gelişmiş ülkelerde eğitim hedeflerinin belirlenmesi ve bu yöndeki çalışmalar partiler üstü bir strateji içerir ve iktidarlar değişse de hedefler değişmez. Bu ülkeler yeni kuşağı geleceğin öngörüleri ile eğitirken, geçmiş kuşaklardan devralınan kültürel mirası, günübirlik kavgalar ve çatışmalardan uzak tutar; günün mirasçıları geçmiş kuşaklardan devraldıkları değerler ile barışık şekilde yaşarken ve yerel değerlerini geleceğin ihtiyaçlarına göre yapılandırılmak, evrensel değerler manzumesi içine taşımak için toplumsal uzlaşma içinde çalışılır. Eğitim süresince öğrenilen bilimsel bilgiler, hayatın gereksinimleri için uygulamaya geçirilirken, kuramsal alandan pratik alana aktarılır. Bu süreçte bilimsel bilgiyi üretenlere gösterilen saygı ve toplumun ihtiyaçlarına karşılık veren kişilere değer verilir, mevcut değerler maddi ve manevi desteklerle rol modeller olarak ileri pozisyonlara taşınır. 

Gelişmiş ülkelerde gelişmişliğin göstergesi olarak okumuşların, okumaz yazmaz bireylere dönüşmesi ve zamanla hayata başlanan zaman ile yaşanan an arasındaki gelişmelerden doğan boşluğu kendi kültür kodları ile araya mesafe koyarak kapatmaya çalışan nobranlara rastlanılmaz; aydınların toplumdan uzaklaşması söz konusu değildir. Toplum, kendi ihtiyacına uygun insanı kendi öz kaynağı içinden yine kendine özgü yöntemlerle geliştirdiği eğitim sistemi ile somut, ulaşılabilir hedefler koyarak, yani ülkenin gerçekten ihtiyaç duyduğu insan kaynağını yetiştirmeye çalışırlar. İthal sistemler ile toplumun bünyesine uymayan, vitrinde şık göründüğü halde giyince üzerine uymayan sun’i elbiseler peşinde koşmazlar. Bilgi ile etkileşime girer, bilimsel bilgi üreterek bireysel anlamda refah düzeyine ulaşmak, yüksek standartlarda bir hayat kurmak ve sürdürmek için çalışırlar. Bunlar toplumsal kalkınmayı sağlamış ve gelişmiş ülkeler kategorisinde yer alırlar. Devam ettirmek için de ekonomik gelir düzeyine paralel olarak demokratik ve sosyal hukuk devletini oluşturan sistemi kurup, onu geliştirmenin yolunu ararlar.

Yaptığınız ve yapacak olduğunuz projelerden bahsedebilir misiniz?
Özgeçmişimde yaptığım çalışmalar kısmen yer alıyor. Geçmişte yapılanlar elbette önemli; ama geride kalmış başarılar ile oyalanarak, geleceğe yönelik planlamalar göz ardı edilmemeli. Her yeni güne dünden çıkarılan derslerle, yeni umutlarla, planlarla başlamalı; yeni adımlar atılmalı. Mevlana’nın dediği gibi, “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”. Geleceğe yönelik projelere gelince; Avrupa Türk toplumunun bütün sosyal katmanları ile birlikte daha gelişmiş, çağdaş standartlarda bir hayata ulaşması için çalışıyoruz. Bu süreçte temel önceliğimiz eğitimdir. Ben de bu kendi görev bölgemdeki eğitim faaliyetlerini planlayan, uygulayan ekibin lideri ve yurt dışı teşkilatı olarak adlandırılan sistemin bir parçasıyım. Görev bölgemdeki rutini yönetmenin yanı sıra, Avrupa Türk toplumunun öncelikli eğitim sorunlarının çözümü için çok uluslu çok paydaşlı projeler üzerinde çalışıyoruz. Bu projelerde Avrupa Türk toplumunun eğitim ve kültür düzeyinin ileri toplumların düzeyine gelmesi, sosyal sınıf bilincinin geliştirilmesi, gençlere akademik bilginin yanı sıra beceri ve mesleki formasyon kazandırılmasını hedefliyoruz. Gençlerin içinde yaşadığı toplumun dilini ve kültürünü öğrenerek sosyal hayata uyum sağlamalarını teşvik ediyor; bu süreçte de köken kültürünü unutmaması; sahip olduğu değerleri gelecek kuşaklara taşıması gibi hedefler koyuyor; her birinin mesleki saygınlığı olan, sosyal sorumluluk sahibi entelektüel bireyler olarak yetişmesi için mesai harcıyoruz. 

Sivil toplum kuruluşları ile birlikte çalışıyor musunuz? İletişim halinde misiniz?
Bizim işimizin bir parçası da STK’lar ile yürütülüyor. Hem iyi bir eğitim altyapısı oluşturmak hem de oluşturulan yapının içinde verimli ve üretken nitelikte insan yetiştirmek gerektiğine inanıyorum.

Dergiye, http://byprotokol.com/3224-2/ adresinden ulaşılabilir.
(X) Bu kısım sonradan eklenmiştir.

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...