27 Haziran 2014 Cuma

Namaz kılmak

"Şüphesiz benim namazım da diğer ibadetlerim de yaşamam da ölümüm de alemlerin rabbi Allah içindir" (Kur'an 6:162)

Bir süre önce yazdığım, yayımlayıp yayımlamama konusunda karar veremediğim bu yazıyı, on bir ayın sultanı mübarek Ramazan ayı münasebetiyle yayımlamaya karar verdim. Hayırlara vesile olmasını dilerim. Bugünlerde bazı insanların laf ebeliği yaptığını duyuyorum. Falanca filanca, namaza başlamış deyip, kendilerince türlü çeşit istihzalar yapıyormuş. A benim kadir kıymet bilmez, beynamaz kardeşlerim! Laf üreteceğinize kendinize baksanız, hayatınızın bir anını da kırıp dökmekten vaz geçmiş şekilde geçirseniz, n'olur... Zahir ile batını, şeriatle hakikati bağdaştıran, ilim ve irfanın simge isimlerinden İmam-ı Gazali yıllar önce, “İstihzâ, insanın vekârını (ağır başlılığını) kaybettirir. Yüzünden hayâyı (utanmayı) kaldırır, karşı tarafta kin ve nefret uyandırır. Dostluğun tadını kaçırır. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Hâtıraları öldürür. Kusurları çoğaltır. Günahları açığa çıkartır.” buyurmuş. Gıybetini ettiğiniz arkadaşınızın dünya görüşü, ardında bıraktığı yaşam belirtileri, her yeni günle birlikte alemde tazelenen izdüşümü hem sanal, hem de maddi alemde yeterince paylaşılıp, anlatılmıyor mu? Buna ek olarak birbirimizin maneviyatını sorgulamak da neyin nesi...

Rabbimiz okuduğunuz satırların müellifi olan bu faniye önce tornacı, sonra da lisaniyat tahsil ettirip, kültür bilimci olmayı; kiminin çok isteyip ulaşamadığı, mamafih zaman içinde adeta aşk ve tutku haline getirdiği bir lütfu ile donanmayı, hasılı kelam önce Batının dilini ve kültürünü öğrenmeyi, sonra da öğretmeyi nasip etmiş. Unutmayalım ki Halık-ı Rahman'ın ibadından istediği en önemli iş, şükürdür. Furkan-ı Hakimde de bizleri şükre davet eder. Dolayısıyla, bu halık yaşadığı sürece özüne, sözüne bağlı, Hakk ve hakikatin savunucusu, mütedeyyin Anadolu insanının kültürüne uygun hanif bir yaşamı tercih etmiş. İçine düştüğü yokluk ve yoksunluk, yüreğine düşen ilahi ateşin meftun olduğu aşkın kor olup, küllenmesine izin vermemiş. Üniversiter camiaya katıldıktan sonra da nefsânî arzularına râm olan kimi sözde akademisyenler gibi dünyevi rızkların peşine takılıp rûhânî hayatını terk etmemeye çalışmış. Yarım yüzyılı aşkın sürede yaşadıkları, Osmanlı münevverlerinden Cumhuriyet dönemi aydınına evrilmesine; cehlin karanlığına ışık tutmak için her daim bir adım önde durarak kendine inananlara, sevenlerine model oluşturmasına yardımcı olmuş.

İslamın şartının beş olduğunu; ibadetin en makbulünün de aşıkla maşuk arasındaki muhabbet olduğunu; gönülden gönüle kurulan köprülerin dinin temel direği namaz ve sevgiyle kurulduğunu unutmamış. Arkadaş ilişkilerinde akıldan ziyâde gönüle ağırlık vermesinden doğan kimi dünyevi sıkıntılara, kırgınlıklara aldırmamayı öğrenmiş... Kıldığı namazı gösteri vesile değil; her türlü hâricî tesirden korunmak için imal edilmiş, zor günlerin barınağı, Rabb’in buyurduğu inanç sisteminin giydirdiği koruyucu bir zırh olarak görmüş. Yaşadığı gök kubbenin altındaki hayatı dört duvardan ibaret bina gibi algılamamış; ibadet ve taatleri hayatı güzelce tahkim ve sonra da tezyin etme faaliyeti olarak benimsemiş.

Kıldığı namazı, Hakk’a hakikate yaklaşmak için sarf edilen bir çabanın küçük bir parçası olarak görmüşse de fani dünyanın nimetlerinden nemalanmak için bir araç olarak görmeye, göstermeye yeltenmemiş; buna tevessül etmeye gerek duymamıştır. O, rızkı gönderenin yalnız ve ancak alemlerin Rabbi olduğunu hıfzetmiş. Fani alemin yolcularının rızkı gönderen Rezzâk’ın yolundan gittiğine, Cenâb-ı Hakk’ın diğer takdirleri gibi rızk takdirinin de sebeplere yapışmak ile gerçekleştiğine inanmış ve iman etmiştir. Bunun için gayret ve faaliyette bulunmanın hem şart, hem vazîfe ve hem de zarûrî olduğuna inanmakla beraber; hâsıl olan netîceyi, yani rızkı Rabb’i unutarak kendinden bilmenin, birilerinin peşinden giderek edinileceğine inanmanın gaflet olacağına kalben ve ruhen inanmıştır. Zaten hasıl olan sebepler, uygunluğu ölçüsünde netîce verir. 

İhtiras her yaratılmışın fıtratında derece derecedir; ama mutlaka vardır. Dolayısıyla o da nefsinin isteklerine karşı, Allâh’ın takdirine rıza gösterir; o takdirdeki hikmete itimat eder. Allâh’ın faniler için takdir ettiğine râzı olmayı bilir. Zîrâ bu takdir, kader-i mutlak icabıdır. Kaderse bir sır ummânıdır.

Mâneviyâta teşne, kabiliyetli ve istidatlı kişiler, elde ettikleri olgunluk sayesinde artık bütün hâdisâtı hem akıl, hem de gönül ikliminin derûnî hâlleri ile telakkî ederlermiş. Böylece ibtilâ ve musîbetler karşısında tevekkül ve mukâvemetleri daha ziyâde olurmuş. Makam ve mevkiler de öyle; öncelikle ilâhî takdir ve tasarruftaki hikmet ve sırları idrak etmeyi ve kader-i mutlak ile tesellî, tatmin ve huzur bulmayı talim eder.

İnsan hayatında buhran ve sıkıntıların had safhaya ulaştığı dönemlerde tasavvufî eğilimler, her zamankinden daha fazla öne çıkarmış. Özellikle tasavvufun özünü teşkil eden “Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakış” ufku; zor dönemlerde şifalı bir sevgi, muhabbet ve şefkatin derinleştirdiği bir hissiyât ile zayıf, mağdur ve mazlûmlar için en çok özel bir sığınak, barınak ve âdeta bir ana kucağı görevi görürmüş. O’nun bir avuç kerameti kendinden menkul olanın etkisi altında adeta sisli bir havada rotasını şaşıran gemiye dönen bir kurumdaki sabırla imtihanı, pek bilinmeyen ve tanıtım malzemesi yapılmaya da gerek görülmeyen bu yönünü aşikar etmesini engellemiş; üniversitedeki yaşamında tasavvufla meşk ettiği görülmemişse de nefsânî  arzuları uğruna Rezzâk’ın yolundan ayrılmayı bir an bile aklından geçirmemiştir.

Bitirirken

Her türlü “inhiraf” temâyüllerinin gelişip büyüyerek toplumda büyük bir krize neden olduğu günümüzde mânevî yıkım da kaçınılmaz olmakta, aslında son derece olağan karşılanması gereken durumlardan olan ibadet ve taatlerimiz de bir kısım çevrede olağan dışı gibi gösterilmeye çalışılıyorsa, ne gam! Rahman ve Rahim olana hamd-ü senalar olsun ki bu faniyi kötülemeye çalışanlar, Hakk’ın huzurundaki kıyamından gayrı söyleyecek söz bulamadılar. 

*Bu yazının tasavvufi altyapısına kaynak oluşturan çalışma için bkz.: Osman Nuri Topbaş. Mesnevi Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri. http://abihayatkatreleri.darulerkam.altinoluk.com/ (son erişim 13.10.2013).

22 Haziran 2014 Pazar

Kapı Pervazlarındaki C+M+B İnisiyalleri

Henüz lise öğrencisiyken o yıllarda Avusturya’da yaşayan ailemi ziyaret için gittiğim Avusturya’da bazı binaların giriş kapısına veya kapı pervazlarına beyaz tebeşirle yazılan C+M+B inisiyallerini görür; ne anlama geldiğini merak ederdim. Daha çok eski evlerin giriş kapılarında gördüğüm bu inisiyalleri tedirginlikle analiz ederdim. Hatta çevremdekilere, bunun yabancıların oturduğu evlerin işaretlenmesi için kullanılan özel bir sembol/şifre olup olmadığını sorup soruştururdum. Kimseden de tatmin edici bir karşılık alamazdım.

Kapı üzerine yazılan bir dua örneği. Kaynak: Wikipedia
O dönem yaptığım gözlemlerde bu inisiyallerin sağına ve soluna farklı ikişer rakamın yazılı olduğunu görüp, daha önce gördüklerimle karşılaştırıp, elde ettiğim farklara kendimce anlamlar yüklemeye çalışırdım. Örneğin, söz konusu işaret kimi kapılarda 19-C+M+B-62 iken, kimi kapılarda da 20XC+M+B+14 şeklinde olabiliyordu.

Zaman içinde yaptığım okumalarda, bu işaretin Hristiyan inancı içinde sonradan geliştirilen litürjik bir sakrament (=dua) olduğunu anladım. Sakrament, Hristiyanlık inancı içinde yer alan pek çok dinî uygulama, davranış ve düşünceyi kapsar ve “İlahî Kelam’ın nesneye gelmesiyle oluşan şey” şeklinde tanımlanır. Sonraki yüzyıllarda sakramentler “görünmeyen ilahî lütfun görünür işaretleri” olarak da algılanmaya başlanmıştır[1]. Katoliklere göre sakramentler, kurallarına uygun yapılırsa etkisini iman etmeyenler üzerinde de gösterirken, Protestanların yaklaşımında iman edilmeden yapılan sakramentin geçerli olduğu, ama yapanın üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağı kabul ediliyor.

C+M+B inisiyalleri, geçmişi altıncı yüzyıla kadar geri götürülebilen söylencelere dayanan ve bebek İsa´yı ziyarete geldiklerine inanılan Caspar, Melchior ve Baltazar adındaki üç aziz kralı temsilen kullanılıyor[2]; onların aziz anısını çağrıştırıyor. Bu kişilerin dini anlamda İsa Mesih ile bir bağlantıları olmamasına karşın, Katolik kilise tarafından Hristiyanlığa yaptıkları katkıdan dolayı aziz ilan edilmişler[3]. İnisiyallerin önündeki ve sonundaki rakamlar yazının yazıldığı yılı sembolize ediyor ve söz gelimi 2014 yılı için 20XC+M+B+14 şeklinde bir formüller üretiliyor.

Ağırlıklı olarak 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra gelişen ve daha çok 27 Aralık’tan itibaren Üç Aziz Kral (=Heilige Drei Könige) adına 6 Ocak günü kutlanan bayrama kadar göre sokaklarda şarkı söyleyen (=Sternsingen) ve ev ev dolaşarak hediye veya üçüncü dünya ülkelerindeki dindaşlarla dayanışma fonuna para toplayan çocuklar veya cemaat üyeleri tarafından, hediye alınan evlerin kapılarına yazılan bu inisiyaller, dua niyeti taşıyor. Nitekim, Katolik kilise de giderek artan spekülasyonlar nedeniyle, C+M+B inisiyallerinin söz konusu üç aziz krala gönderme yapmasıyla birlikte, aslı Latince olan christus mansionem benedicat (=İsa bu evi takdis et) sakramentinin inisiyallerine karşılık geldiğini[4] ve bu yazıyla dindaşların yaşadığı evlerin takdis edilmesi için tanrıya yapılan bir yakarışın (=Segensbitte) paylaşıldığını; başka bir anlam içermediğini açıkladı.

Tanrı bütün insanlığı korusun!

20+MCKR+14.


[1] Bkz.: Muhammet Tarakçı (2014). Protestanlıkta Sakramentler. Bursa: Emin Yayınları, 12012, 296 sayfa, ISBN: 9786054487059
[2] Üç çoban kralın sembolik anlamları şöyledir: Melchior, Caspar ve Balthasar; Satürn ve Jüpiter, iki ayrı kralla simgelenir; Melchior (Altın Kralı Jüpiter) ve Caspar (Mür yani koku kralı Satürn); Jüpiter astrolojik anlamda, sağlığı ve zenginliği simgelerken, Satürn ölüm ve mezarın yanı sıra uzun yaşamı simgeler. Mür, Mısır mitlerinde Satürn simgeselliği doğrultusunda, mumyalamada kullanılan bir maddedir. Üçüncü Çoban Kral yani üçüncü gezegen Güneş´e en yakın gezegen olan Merkür´dür, bu da Balthasar´dır (veya Belteshazzar). İsmin anlamı “Yüce Efendi´nin Öncüsü” veya en yakın yardımcısı şeklindedir. Merkür, Güneş´ten biraz önce doğar yani sultanın veziri gibidir. Bebek İsa´ya altın ve mür´ün yanı sıra Balthasar tarafından verilen üçüncü armağan günnük veya buhurdur, günnük simgesel olarak majikal fonksiyonları uyandırır ve Merkür ile astrolojik doğrultuda ilişkilidir. 
Bkz.: Mehmet Hamurkâroğlu (2012). Ya tutarsa 4: Nemrut Dağı ve Ezoterizme Giriş. Içinde: OKU-YORUM. 6 Şubat 2012. URL: http://aclokuyorum.blogspot.com.tr/2012_02_01_archive.html (son erişim: 21.06.2014)
[3] Bkz.: Manfred Becker-Huberti: Die Heiligen Drei Könige. Geschichten, Legenden und Bräuche. Greven, Köln 2005, ISBN 3-7743-0356-8.
[4] Bkz.: Heilige Drei Könige. Wikipedia. http://de.wikipedia.org/wiki/Heilige_Drei_K%C3%B6nige (son erişim: 21.06.2014)

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...