26 Ocak 2020 Pazar

Değişime direnme


İnsanlar çok uluslu ve çok kültürlü bir toplum yapısına ne kadar direnirse dirensin M.Ö 535-475 yılları arasında Efes'de yaşamış olan filozof Herakleitos dediği gibi, “Değişmeyen şey değişimin kendisidir. Zaman insanları, toplumların yapısını da değiştiriyor; her yeni durumun mevcut yapıya uyumundan söz ediliyor.

Bu süreç zaman zaman siyasal tartışmalara neden olan uç görüşlerin ortaya atılmasının da önüne geçemiyor. Ev sahibi “misafirlerin” baskın kültüre, yahut yönlendirici kültürün günlük yaşam standartlarına uymasını, yaşantı olarak da toplumsal olarak dönüşmesini beklerken, şehrin banliyölerine hapsolmuş insanlar kendini değiştirmek yerine, geçmişe duyduğu özlemle geldiği yeri dönüştürmeye çalışıyor. Bu da zaman zaman çatışmalarını kaçınılmaz hale getirebiliyor.

Kendisi değişmeyip, çevreyi dönüştürmeye uğraşanların bu tutumunun altında yatan neden ise yeniliğe karşı duyulan korkudur. Bu korkunun iki boyutu vardır. Korkulardan ilki farklı olana duyulan tepki, ikincisi de değişime gösterilen dirençtir. Farklı olan, öteki olarak görülen, korkunun kaynağıdır; değişime gösterilen dirençtir. Değişim ise antropolojik açıdan bakıldığında kültürleme sürecidir. Kültürleme sürecinde öteki kültürün ögelerini benimseme ve beğenilen yönlerini kendi yaşam biçimine uygulama istikrarsızlık, bozulma, hatta kültürel beka sorunu olarak görülebilmektedir. Bu endişeler bireyi kendi varlığını sürdürebilmek için içine kapatır; kabuğuna çekilmesine neden olur. Bu durumdaki birey de kendini korumaya aldığını düşünür. Bunun dışındaki davranış şeklinin varlığını tehdit ettiğine inanır. Yani bu davranış modelleri bireyin ya da azınlık toplumların hayatta kalma güdüsünün dışa vurumu olarak da değerlendirilebilir. Kültürleme sürecinin sonu, eğer bilinçli bir strateji uygulanmazsa, baskın kültürün içinde erimeye kadar gidebilir.
Kültürleme sürecinde, birey kendi varlığının yanı sıra ötekinin varlığını da kabul eder, benimser ya da benimsemez, ama saygı gösterirse uyumdan söz edilmeye başlanır. Uyum ile vurgulanmak istenen bireyin kendine ait değerlerden vaz geçmesi değil; şehirlileşmesi, farklı olanla bir arada yaşaması ve kendini yeni şartlara göre eğitmesi; davranışlarını olumlu yönde değiştirmesi; öğrendiği yeni bilgileri aklının ve vicdanın süzgecinden geçirerek benimsemesi ve yaşam biçimine dönüştürmesidir. Dil öğrenmek, eğitim almak, komşuluk ilişkilerini tesis etmek gibi örnekler verilebilir.

Taşra kültürünün taşıyıcıları için kendini değiştirmek zordur; hatta sonun başlangıcıdır; tehdit unsurudur. Onun sorunu kendi alışkanlıklarını sürdürmektir. Bunun için de yaşadığı çevreyi kendine ait kapalı bir alana dönüştürür. Bu içe dönüş bireysel olabileceği gibi particilik, ideolojik, tarikatçılık, cemaatçilik, mezhepçilik, dincilik, sınıfçılık vd. üzerinden de yapılabilir. Bu kapalı alan duyguları bir süre sonra ırkçılığa dayalı hamaset ve farklı olana karşı nefret söylemi ile beslenirse tehlikeli boyutlara ulaşabilir; ırkçılıktan arınma, bedensel ve zihinsel kirlerden arınmadan daha tercih edilebilir olanıdır.

Farklılıkları bir arada uyum içinde yaşatmak şehri yönetenlerin önemli bir sınav alanıdır. Kent kültürünü oluşturan insanlar farklılıklara tahammül ettikleri, saygı gösterdikleri ve saygı gördükleri ölçüde gelişir. Kamusal alanda birbirinin farklılıklarına saygı duyan insanlardır şehirleri yaşanılır kılan. Şehirleri yaşanılır kılmak için risk alan, emek veren insanlara, toplum liderlerine gereksinim vardır. Daha da önemlisi bütün bunları yapacak insanların sağduyusu, ortak aklıdır önemli olan. Bu açıdan bakıldığında, uyum; dışarıdan, belli bir kesimin yönlendirmesi, talep etmesi ve şehir hayatını belli kalıplara uydurmaya çalışması ile değil, içten gelen bir arzu ile sağlanır.

Ortak hayatın, şehir kimliğinin ve ortak aklın oluşturulması için her bir vatandaşın şehir gönüllüsü, iletişim elçisi ve şehir yöneticilerinin danışmanı olması beklenir. Sorumluluk, liyakat sahibi olan insanlardan “ortak şehir aklı” oluşturmak için toplum gönüllüleri oluşturulmalıdır. Bu grup siyasi, ideolojik, dini, etnik ve sınıfsal duvarları kaldırmak üzere gerektiğinde risk alabilen bireylerden oluşmalıdır.

Bir şehirde yaşayanların ortak sorumluluklarından biri de sormak ve sorgulamaktır. Yaşadığı çevrenin sorunlarını görmezden gelmek, duyarsız davranmak, yaşanılan şehre ihanet etmek değil; taşralı kayıtsızlığıdır. Hemşehrilere ve kendine saygısızlıktır. Taşralılıktan kurtulamayan, zihinsel dönüşümünü gerçekleştiremeyen biri şehir hayatını benimseyemez. Şehirli olabilmenin ilk şartı, şehirli gibi davranmaktır. Şehirli gibi davranmanın birinci şartı da yaşanan şehri “benimsemek” olmalıdır. Şehirli ortak duyguda paydaştır. Taşralının “kamusal alan” duygusu zayıftır; bu nedenle gördüğü alanı sahiplenir. Şehrin en güzel parkında kendi zevki için mangal yakarken, etrafa verdiği rahatsızlığı fark etmez; çöpünü, yediği içtiği yerde bırakmak, sigara izmaritini sokağa atmak, ortak kamusal alan bilincinin gelişmemesindendir.

Şehirli biri sokak mobilyasına zarar veren vandalları görünce engel olur; şehri benimsemeyen de ortaya çıkan görsel kirliliğe ve ekonomik kayba göz yumar, gördüğüne kayıtsız kalır.

Şems-i Tebrizi ile bitirelim; “Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
---



Not: Bu yazı Europa-Journal / Haber Avrupa Ocak 2020 sayısı için hazırlanmış olup, http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/januar2020/cakir012020.jpg adresinden erişime açıktır.

24 Ocak 2020 Cuma

Demokrasi Eğitimi

Bu yazıda demokrasi ve eğitimden söz edeceğim. Meramımızı anlatmak için önce kavramları açıklayalım. Demokrasi; halk (δῆμος, dimos) ve iktidar (κράτος, kratos) kelimelerinden kaynaklanır ve halkın egemenliği anlamına gelir. Türkçeye de Fransızcadaki démocratie kelimesinden girmiş ve demokrasi olmuş. Günlük hayatta da bu anlamıyla kullanılmaya başlanmış. Bazen insan hakları ile bazen de yönetim organizasyon konuları ile ilişkilendirilmiş.

Demokrasi bir yönetim biçiminin adıdır ve bu yönetim “siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla özgürce seçtiği temsilcilerinin elinde bulundurduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun, bütün vatandaşların eşit sayıldığı bir yönetim biçimi” olarak tanımlanır.

Demokrasi söz konusu olduğunda hemen herkes kendi bakış açısına, dünya görüşüne göre bir tanım yapma, öteki olarak gördüğünü eleştirme çabasından kurtulamamış; toplumsal ve sosyal hayatta adeta kendi başına buyruk yaşamı tercih ederken, karşı çıkanlara da “Memlekette demokrasi var” sözü dillere pelesenk olmuştur.

Demokrasi ile yönetilen ülkelere bakıldığında, pratikte birbirinden ayrılan modeller görülür. Bu da demokrasi anlayışının farklılıkları olarak görülebilir. Demokrasinin türleri arasında “başına buyrukluk” yoktur. Bir yanda egemenlik yetkisini doğrudan halka veren bir demokrasi; öbür yanda egemenlik yetkisini halkın temsilcisinde gören temsil sistemi uygulanırken referandum, halk vetosu ve halk teşebbüsü gibi uygulamalara da demokrasi denir.

Eşit oy sistemine dayalı “katılım” ve “temsil” gelişmiş demokrasilerin özelliklerini belirleyen iki önemli unsurdur. Hangi şekilde olursa olsun, seçimlerde aday olma, oy kullanma ve demokratik hakların kullanılması konusunda bilinç oluşturma eğitimle gerçekleşir. Bu konuda da eğitim şarttır.

Demokratik hayatın olmazsa olmazlarından olan seçimlerde aday olma, oy kullanma, kazananı tebrik etme gibi olguların içselleştirilmesi gerekir. Seçilenlerin oluşturduğu grubun içinden çıkan ve çoğunluğa sahip grup üyelerince oluşturulan organlar toplumun bütün kesimlerince kabul edilen saygın birer demokratik kurumlar olarak, yine toplum adına çalışır. Bu kurumlar vatandaşların tamamının iradesini temsil etmese de çoğunluğun iradesini temsil eder. Çoğunluğun iradesini temsil eden yönetimler de azınlıkta kalanlara karşı hak ve adalet ölçülerinde hareket ederler. Bazen seçmenlerin seçme ve seçilme hakkını kullanmaması veya bu hakka ilgi göstermemesi, siyasal bilgisizlik veya bilinçsizlik, unutkanlık ve umursamazlık gibi bir dizi nedenlerden dolayı gerçek demokrasi ideal ölçülerden uzaklaşır. Bir yerde demokratik haklardan söz ederken, konunun aktif ve pasif yönlerinin bir arada ele alınması ve arz talep boyutuyla sorgulanması gerekir. Yani seçimde oy kullanmayanların seçim sonrası dönemde oluşturulacak yönetimlerin toplumsal, sosyal, ekonomik vb. beklentilerini, taleplerini karşılayıp karşılamadığını sorgularken, kendilerinin seçim öncesi pozisyonlarını da gözden geçirmeli, seçimlerde oy kullanma hakkının kullanılmasıyla ilgili olarak da seçilmişlerden ne istediğine yönelik bilinçli ve kararlı bir tutum sergilemelidir.

Bu bilinç oluşmayınca baskın kültür içinde daha çok “yabancı” etiketiyle yaşayan “vatandaşlar”, bazen seçme ve seçilme hakkını önemsemediği ve kendi hak ve çıkarlarını savunacak temsilcileri yönetim kademelerine seçmediği için baskın kültür içinde istediği kazanımları elde edemeyebilir.  Yabancılar da normal öğrenciler ile engellilerin bir arada öğrenim gördüğü kaynaştırma sınıfına devam eden, toplumsal ve sosyal olarak “normal” öğrencilere “uyum” sağlaması beklenen öğrenciler gibi muamele görmeye devam eder. Sınıfın öğretmeni de “uyum sorumlusu” gibi kimin ne yapması gerektiğini iyi örnekler üzerinden anlatmaya çalışır. Bu kısır döngüden ancak eğitim yoluyla çıkılır. Eğitim ve bilinç oluşturulduğunda, herkes “uyum sorumlusu” ve toplum lideri olarak görev yapacak pozisyonlara gelebilir.

Avrupalı Türklerin yaşadıkları çevrede söz sahibi olabilmesi ve kendilerini ifade edebilmeleri için, önce toplumsal ve sosyal olarak demokratik hayatın kurallarını benimsemesi ve en temel hakları olan seçme ve seçilme hakkını kullanması; ezberlenmiş rolleri ve modası geçmiş siyasi görüşleri yarıştırmaktan vaz geçmesi gerekir. Bu hakların alınabilmesi için de hangi kesimden olursa olsun, zıt görüşlerin çatıştırılmasını bırakmak doğru olur. Ezberlenmiş görüşlerin çatışmasından kavga çıkar; birey doğru bilgiye sahipse, yaşadığı topluma sosyal, kültürel, politik ve ekonomik katkılarda bulunabilir. Bunun için sorunlar çeşitli disiplinlerin ışığı altında, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde analiz edilmeli; karşılaşılan sorunlara demokratik kanallardan çözüm aramaya çalışılmalıdır. Bu bilincin oluşması eğitimle olur. Eğitim birbirini tutmayan ezber bilgilerin aktarılması ile değil, devamlı ve sürdürülebilir bir gelişmeye yardım edecek ortamlarda yapılır. Bu ideal gerçekleştirilirse, Avrupalı Türkler köken kültüründen getirdiği değerlerle, örnek yaşama biçimleriyle içinde yaşadığı kültürün sosyal dokusuna katkıda bulunarak, yeni olaylar ve olgular karşısında bile içinde yaşadığı topluma yeni açılımlar ve bakış açıları kazandırabilir. Her iki toplumun sahip olduğu değer yargıları zamanın şartlarına göre ortaya çıkan yeni durumlara göre evrilir; ortak Avrupa ideallerine uygun yeni bir kültürün oluşması sağlanır.

Halil Cibran’ın insanlara seslendiği gibi; “Yeryüzü sizlere meyvelerini vermektedir; eğer avuçlarınızı nasıl doldurabileceğinizi bilirseniz, elinize geçecek olanla yetinebilirsiniz.”

Not: Bu yazı Post Atüel Gazetesi Ocak 2020 sayısında yayımlanmıştır. Mustafa Çakır (2019). Demokrasi Eğitimi. Post Aktüel Gazetesi. Ocak 2020, s.20. 

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...