Bu yazıda demokrasi ve eğitimden
söz edeceğim. Meramımızı anlatmak için önce kavramları açıklayalım. Demokrasi; halk (δῆμος, dimos) ve iktidar (κράτος, kratos) kelimelerinden
kaynaklanır ve halkın egemenliği
anlamına gelir. Türkçeye de Fransızcadaki démocratie
kelimesinden girmiş ve demokrasi olmuş. Günlük hayatta da bu anlamıyla kullanılmaya
başlanmış. Bazen insan hakları ile bazen de yönetim organizasyon konuları ile
ilişkilendirilmiş.
Demokrasi bir yönetim biçiminin
adıdır ve bu yönetim “siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli
aralıklarla özgürce seçtiği temsilcilerinin elinde bulundurduğu, toplumsal ve
ekonomik durumu ne olursa olsun, bütün vatandaşların eşit sayıldığı bir yönetim
biçimi” olarak tanımlanır.
Demokrasi söz konusu olduğunda
hemen herkes kendi bakış açısına, dünya görüşüne göre bir tanım yapma, öteki
olarak gördüğünü eleştirme çabasından kurtulamamış; toplumsal ve sosyal hayatta
adeta kendi başına buyruk yaşamı tercih ederken, karşı çıkanlara da “Memlekette
demokrasi var” sözü dillere pelesenk olmuştur.
Demokrasi ile yönetilen ülkelere
bakıldığında, pratikte birbirinden ayrılan modeller görülür. Bu da demokrasi
anlayışının farklılıkları olarak görülebilir. Demokrasinin türleri arasında
“başına buyrukluk” yoktur. Bir yanda egemenlik yetkisini doğrudan halka veren
bir demokrasi; öbür yanda egemenlik yetkisini halkın temsilcisinde gören temsil
sistemi uygulanırken referandum, halk vetosu ve halk teşebbüsü gibi uygulamalara
da demokrasi denir.
Eşit oy sistemine dayalı
“katılım” ve “temsil” gelişmiş demokrasilerin özelliklerini belirleyen iki
önemli unsurdur. Hangi şekilde olursa olsun, seçimlerde aday olma, oy kullanma ve
demokratik hakların kullanılması konusunda bilinç oluşturma eğitimle gerçekleşir.
Bu konuda da eğitim şarttır.
Demokratik hayatın olmazsa
olmazlarından olan seçimlerde aday olma, oy kullanma, kazananı tebrik etme gibi
olguların içselleştirilmesi gerekir. Seçilenlerin oluşturduğu grubun içinden
çıkan ve çoğunluğa sahip grup üyelerince oluşturulan organlar toplumun bütün
kesimlerince kabul edilen saygın birer demokratik kurumlar olarak, yine toplum
adına çalışır. Bu kurumlar vatandaşların tamamının iradesini temsil etmese de
çoğunluğun iradesini temsil eder. Çoğunluğun iradesini temsil eden yönetimler
de azınlıkta kalanlara karşı hak ve adalet ölçülerinde hareket ederler. Bazen
seçmenlerin seçme ve seçilme hakkını kullanmaması veya bu hakka ilgi
göstermemesi, siyasal bilgisizlik veya bilinçsizlik, unutkanlık ve umursamazlık
gibi bir dizi nedenlerden dolayı gerçek demokrasi ideal ölçülerden uzaklaşır. Bir
yerde demokratik haklardan söz ederken, konunun aktif ve pasif yönlerinin bir
arada ele alınması ve arz talep boyutuyla sorgulanması gerekir. Yani seçimde oy
kullanmayanların seçim sonrası dönemde oluşturulacak yönetimlerin toplumsal,
sosyal, ekonomik vb. beklentilerini, taleplerini karşılayıp karşılamadığını
sorgularken, kendilerinin seçim öncesi pozisyonlarını da gözden geçirmeli, seçimlerde
oy kullanma hakkının kullanılmasıyla ilgili olarak da seçilmişlerden ne
istediğine yönelik bilinçli ve kararlı bir tutum sergilemelidir.
Bu bilinç oluşmayınca baskın
kültür içinde daha çok “yabancı” etiketiyle yaşayan “vatandaşlar”, bazen seçme
ve seçilme hakkını önemsemediği ve kendi hak ve çıkarlarını savunacak
temsilcileri yönetim kademelerine seçmediği için baskın kültür içinde istediği kazanımları
elde edemeyebilir. Yabancılar da normal
öğrenciler ile engellilerin bir arada öğrenim gördüğü kaynaştırma sınıfına
devam eden, toplumsal ve sosyal olarak “normal” öğrencilere “uyum” sağlaması
beklenen öğrenciler gibi muamele görmeye devam eder. Sınıfın öğretmeni de “uyum
sorumlusu” gibi kimin ne yapması gerektiğini iyi örnekler üzerinden anlatmaya çalışır.
Bu kısır döngüden ancak eğitim yoluyla çıkılır. Eğitim ve bilinç
oluşturulduğunda, herkes “uyum sorumlusu” ve toplum lideri olarak görev yapacak
pozisyonlara gelebilir.
Avrupalı Türklerin yaşadıkları
çevrede söz sahibi olabilmesi ve kendilerini ifade edebilmeleri için, önce toplumsal
ve sosyal olarak demokratik hayatın kurallarını benimsemesi ve en temel hakları
olan seçme ve seçilme hakkını kullanması; ezberlenmiş rolleri ve modası geçmiş
siyasi görüşleri yarıştırmaktan vaz geçmesi gerekir. Bu hakların alınabilmesi
için de hangi kesimden olursa olsun, zıt görüşlerin çatıştırılmasını bırakmak
doğru olur. Ezberlenmiş görüşlerin çatışmasından kavga çıkar; birey doğru
bilgiye sahipse, yaşadığı topluma sosyal, kültürel, politik ve ekonomik katkılarda
bulunabilir. Bunun için sorunlar çeşitli disiplinlerin ışığı altında, aklın ve
bilimin yol göstericiliğinde analiz edilmeli; karşılaşılan sorunlara demokratik
kanallardan çözüm aramaya çalışılmalıdır. Bu bilincin oluşması eğitimle olur. Eğitim
birbirini tutmayan ezber bilgilerin aktarılması ile değil, devamlı ve sürdürülebilir
bir gelişmeye yardım edecek ortamlarda yapılır. Bu ideal gerçekleştirilirse, Avrupalı
Türkler köken kültüründen getirdiği değerlerle, örnek yaşama biçimleriyle
içinde yaşadığı kültürün sosyal dokusuna katkıda bulunarak, yeni olaylar ve
olgular karşısında bile içinde yaşadığı topluma yeni açılımlar ve bakış açıları
kazandırabilir. Her iki toplumun sahip olduğu değer yargıları zamanın
şartlarına göre ortaya çıkan yeni durumlara göre evrilir; ortak Avrupa ideallerine
uygun yeni bir kültürün oluşması sağlanır.
Halil Cibran’ın insanlara seslendiği
gibi; “Yeryüzü sizlere meyvelerini vermektedir; eğer avuçlarınızı nasıl
doldurabileceğinizi bilirseniz, elinize geçecek olanla yetinebilirsiniz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder