23 Ocak 2022 Pazar

Çokluk içinde birlik

 Avrupa Birliği 2000 yılından bu yana “United in Diversity” diye bir politika uyguluyor. Bu bizim kültürümüze göre, “çokluk içinde birlik” bir başka deyişle kültürel çoğulculuk içinde birliktelik ilkesini önceliyor. Bu ilke; toplumu oluşturan bütün alt kültürlerle ilgili kanaatlerin genelleştirilmemesini, toplumun asgari müştereklerde buluşulmasını esas alır. Türkler çokluk içinde birlik, birlik içinde çokluk felsefesine inanmış, yaşam biçimine dönüştürmüş bir medeniyetin çocuklarıdır. Bu anlayış, toplumun kültürel çoğulculuğunu hoşgörü olarak yansıtır, ait olduğu kültüre sadakatle bağlı kalır, bu anlayışı da yaşam biçimi olarak içselleştirir.

Anadolu’nun her bir köşesinden Avrupa’ya gelen Türklerin Batı kültürü içinde sürdürmeye, yeniden inşa etmeye çalıştığı yaşam biçimi tarihteki Berlin-İstanbul-Bağdat demiryolu hattının hikâyesi gibi geriye gidiyor. Türkler ile Almanlar arasında adeta bir dostluk bağı oluşturuyor. Türkler yürüttükleri siyaseti, yaşama kültürünü bu minvalde değerlendiriyor. Bununla birlikte zaman zaman karşı karşıya kaldıkları ırkçı saldırılar, hüzün veriyor. Buna rağmen daima daha iyiyi aramaktan, gönül köprüleri kurma girişimlerinden geri kalmıyorlar.

Hemen her toplantıda Almanya ile Türkiye arasındaki iş gücü anlaşmasının üzerinden yarım yüzyılı aşkın bir zaman geçtiği söyleniyor. Doğrudur. Buna rağmen Almanya’da doğmuş veya küçük yaşlarda bu ülkeye gelmiş, eğitim ve kültürel sosyalleşmelerini Batı kültürü içinde tamamlamış, artık göçmen değil de yerleşik metekler -kimi haklardan yoksun yaşayan yabancı kökenliler- haline gelmiş, yurt olarak kabul ettikleri, kederde ve sevinçte birlikte hareket etme dinamiğini geliştirmeye başladıkları bu ülkede kendilerini güvende hissetmedikleri zaman hiç düşünmeden, doğal bir refleksle “Bizim memleketimiz var” diyor. Uzaklarda yaşıyor olsalar da Türkiye’nin sadece mazlum milletler için değil, gurbeti vatan edinenler için de umut; sığınılacak güvenli bir liman olduğunu biliyorlar. Türkleri Türkiye’ye bağlayan duygu dünden bugüne gelişmedi, aksine kuşaklar boyu sürdürülen bir dünya görüşü, yaşam anlayışı. Bugün dört kuşak yetiştikten sonra bile yaşanılan yerin ödünç alınan bir gök kubbeden ibaret olduğu düşünülüyorsa veya böyle bir algı varsa, göçmenlerle ilgili olarak çalışanların “Biz altmış sene boyunca nerede eksik kaldık?” diye düşünmesinde yarar var. Bu bağlamda izlenen politikaların biz ve öteki, benzerlik ve farklılık, birey ve toplum, alt kültür ve üst kültür gibi ayrıştırıcı iklimler bağlamında toplumsal ilişkilere yansıyan etkisinin gözden geçirilmesi düşünülebilir.

Bireyin ait olduğu toplumsal grup, onun aidiyet, himaye ve sosyalleşme ihtiyacını bir ölçüde karşılar ve ona çeşitli sorumluluklar yükler. Toplumsal grup, aynı zamanda kendine göre yeni bir grup kültürü de oluşturarak bu kültürü bünyesinde bulunan bireylerin kimliklerinin bir parçası haline getirir. Egemen kültürün taşıyıcıları ile istendik ilişki kurulamadığı zaman, ortaya çıkan boşluğu örneğin hemşeri dernekleri veya başka türlü toplumsal ve sosyal oluşumlar ikame etmeye çalışır. Buralarda ortaya çakan yeni kültürün ve yarattığı iklimin toplumdaki baskın ve taşıyıcı kültürden farklılık göstermesi, alt –üst kültür farklılaşmasına neden olur. Almanya’da yaşayan Türklerin Türkiye’deki Türklerden farkı bu sosyolojik gerçekten kaynaklanmaktadır ve bu durum doğal bir olgu olup, kültürel zenginliği ifade eder. Almanya’da ortaya çıkan bu kültürel çeşitlilik de Almanya açısından toplumsal bir zenginliktir ve ev sahibi ülke için bugünden yarına ulusal ve uluslar ötesi ilişkiler bağlamında değerlendirilmesi gereken önemli bir kazanımdır.

Çoğulcu, geniş tabanlı olması gereken bu yeni kültürün temel referansları, bünyesindeki alt kültürlerin kesişme noktalarıdır. Bu noktalar; insan hakları, demokrasi kültürü, vatandaşlık hakları ve görevleri, insanı merkeze alan ulusal ve evrensel değerler olarak algılanmaktadır[1]. Bu yüzyılda çokluk içinde birlik anlayışı, genel anlamda öznel kimliklerin fiziksel ve sembolik anlamlarda tanınması olarak yorumlanmaktadır[2]. Bu bağlamda “çifte vatandaşlık” veya “Almanya vatandaşlığı” sembolik olarak ortak yurttaşlık anlayışı gibi birleştirici, duygudaşlığı pekiştirici yapılarla anlatılabilir.

Kültürel çoğulculuk aslında Türklerin tarih boyunca aşina olduğu bir kavramdır. Tarihte bunun yaygın örneklerine sıkça yer verilir. Selçukluların Kudüs’teki kutsal alanların kullanımını düzenleyen ve günümüze kadar gelen çalışması, Osmanlının Fatih Sultan Mehmet’in fermanı ile azınlıklara gösterdiği geniş tolerans, Cumhuriyet döneminde yerel kültürlere saygı ilkesi çok sayıda etnik köken, din ve kültürün yüzyıllarca ciddi bir çatışma yaşanmadan birlikte yaşaması ve farklılıkların anlayışla karşılanması, Türklerin yaşadığı coğrafyalarda ve bilhassa Anadolu’da çokluk içinde birlik olmanın örnekleridir.

Bu kültüre karşı gelişen zenofobi nedeniyle, her türlü ırkçılığın ve ayrımcılığın toplum içinde güçlenmesiyle önüne geçilemeyen toplumsal rahatsızlıklar, acılar ortaya çıkar. Mölln, Solingen şehirlerinde yaşananlar vd., geçmişten geleceğin şekillendirilmesi için ders çıkarılması gereken önemli örneklerdir.

Türkler yaşadıkları bu topraklarda başarıları ile olduğu kadar birilerinin yaptığı, saldırıların muhatabı olarak da gündemde kalmaya devam ediyor; buna rağmen yaşadığı ve ekmeğini yediği yere sadık, vefalı insanlar olarak çokluk içinde birlik anlayışını içselleştiren kadim bir kültürün mensubu olarak bu ülkede kazandığı ekmeğine sabrı katık edip susuyor.

İnsanlık zor zamanlardan geçiyor; hastalıkla, ölümle imtihan oluyor. İnsanların önce can dedikleri bu zamanda Türkler; dirisine değil, ölüsüne de düşmanlık gösterildiği anlarda bile tevekkül ve dayanışma örnekleri gösteriyor, yurt edindikleri topraklar için de “Bizim memleketimiz” diyor.

Ama içinde bulunduğumuz dönemde bazı ilişkiler zorla kurulmuyor. Günübirlik politikalar, bireysel tutunma ve tutundurma çabaları ve iki ülke arasındaki ilişkilerde gönül kırıklıklarına neden olan tutumlar da zamanla değişecek. İlişkilerde öncelik gönül kazanmakla başlar, karşılıklı olarak birbirini anlamaya çalışmakla, kimin kimden neyi beklediğini tahayyül etmekle, yenilerin deyişiyle empati kurmakla, duygudaş olmakla atılır ilk adım… Yani gönül meselesi, gönlü kazanmak lazım önce… Bunun için de yürek lazım, yürekli karar alıcılar ve uygulayıcılar lazım. Görünürde kimse var mı? Var. Karamsar olmamak lazım.

Not:
Bu yazı Post Bayern Aktüel Gazetesi Ocak 2022 tarihinde yayımlanmıştır. 
Mustafa Çakır (2022). Çokluk İçinde Birlik. Post Bayern Aktüel, www.postgazetesi.com. 

[1] Bkz.: Demok (2018). Çokluk İçinde Birlik. Demokrasi ve İnsan Hakları. https://www.demokrasi.gen.tr/cokluk-icinde-birlik/ (14 Ocak 2022).

[2] Bkz.: Abdulvahap Özpolat, Demokratik Vatandaşlık, Hegem Yayınları, Ankara, 2009, s. 210-212

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...