28 Ekim 2010 Perşembe

Cumhuriyetimizin 87. Yılı Kutlu Olsun...

Yurdumuzu işgal eden emperyalist devletlere karşı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde, büyük bir azim ve kararlılıkla yürüttüğümüz Milli Mücadele'nin zafer ve başarılarla taçlanmasının ardından 29 Ekim 1923'te TBMM tarafından ilan edilen Cumhuriyet'imizin 87. kuruluş yıldönümünü kutluyoruz. Kimliklere göre kutuplaşmanın, semboller üzerinden çatışmaların, duygulardaki karşıtlığın körüklenip tahrik edildiği, sıkıntılı günler geçirdiğimiz bu dönemde, Cumhuriyetimizin kazanımlarına daha çok destek olmanın; ayrıştırma yerine birleştirici, kavga etme yerine uzlaşmanın milli ve tarihi bir görev olacağı inancındayım. Milletimize, Devletimize ve Demokrasimize olan inancımız ve bağlılığımızın gereği akademik kimliklerimizle yapacağımız çalışmalar ile daha iyi ve güçlü Türkiye hedeflemeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle, Cumhuriyetimizin kurulduğu bu çok anlamlı günün yıldönümünde, büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve şehitlerimizi minnet ve rahmetle anıyor; şükranlarımızı sunuyorum. Hepinizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutluyor; sağlık ve mutluluklar diliyorum.

Bilginin değeri

Bilgi, “belli bir yapıya bağlı olarak işlenmiş, kullanıcıları için anlamlı olan, mevcut ve gelecekteki kararlar için anlam ifade eden, algılanan veya gerçek değeri olan veriler” olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla bilgi; yaşam kalitesini yükselttiği, işleri ve ilişkileri geliştirdiği, sorunları çözdüğü, verimi, huzuru, güveni ve morali artırdığı ölçüde değeri yükselen bir varlıktır. Böylesine değerli bir varlığı; bedava almak isteyenler ya da seri sonu mağazasındaki defolu malı ucuza kapatmak istercesine davrananlara sunmamak gerekir. Çünkü bu kişiler elde ettikleri bilginin değerini bilmeyecekler ve o bilgiyi üreten, geliştiren kişiyi de küçümseyeceklerdir.

Konuya ilişkin okuma listesi:
İsmet BARUTCUGİL,  Bilgi Yönetimi, İstanbul, 2002.
Hasan ÇOBAN, Bilgi Toplumuna Planlı Geçiş, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1997. 

Aydınların kavgası bitmez

Sanem Altan’ın, Emin Karaca tarafından yazılmış olan “Türk Basınında Kalem Kavgaları” adlı kitaptan yaptığı aktarmaları okurken aklıma neler gelmiş, "aydınların kavgası bitmez" deyip neler yazmışım.

Değer yaratması beklenen insanlarımızın arasındaki anlamsız sürtüşme ve didişmeler 1831 yılında çıkan ilk Türk gazetesi Takvim-i Vakai’den bu yana sürüp geliyor, daha da süreceğe benziyor. Bu sürtüşmelerden bugün Üniversitelerimizde ömür tüketen aydınlarımız da münezzeh değil. Adlarının önüne bir dizi unvanlar sıralanmış koca koca insanlar, bir türlü kendisi olmayı beceremiyor; hayatları boyunca Brecht’i haklı çıkarmaya çalışıp, üstlendikleri rolleri oynamaya gayret ediyorlar. Kimimiz zaaflarımıza yenilip egolarımızı şişirenlerden hoşlanırken, kimimiz de çarşı alış verişini en ucuza getiren veya şehir içi ulaşım masrafını en aza indirme gayretkeşliğiyle hocasını bohça gibi oradan buraya, buradan şuraya taşıyarak paye alacağını zanneden yalak ve salak asistan bozuntularından hoşlanıyor; yahut öyle gösteriyor.

Bu tür şeyler yazmamak; yaşanan istisnai durumları genelleştirmemek lazım belki... Yaşanan örnekleri zaten bilen biliyor… 

Kapalı kapılar ardında oluşturulan nişlerde birilerinin itibarına saldırmak; duygusal tacizde bulunmak kimi çevrelerde adeta yaşam biçimi haline gelmiş.

Bilinen öyküdür, Hüseyin Cahit, Tevfik Fikret’e “Alın Tanin sizin olsun. Tek, hiçbir insani duygu ile titrememiş pis ve leş kokulu  vicdanınızın hırsı, haset ateşleri sönsün!” derken… Tevfik Fikret geri durmamış ve Hüseyin Cahit’e veryansın etmiş: “Yılan yutmuş kertenkele gibi etrafına zehirler kusacağına bir kez eylemlerini ve umutlarını dengele. Genel ve özel yaşamını, şimdiye dek yaptıklarını göz önüne al, görürsün ki sen yırtıcı, çıkarcı, hırslı ve safsatacı bir bencilden başka bir şey değilsin.”

Bir başka gün, Yunus Nadi de kendine saldıranlar için “Yüzleri kasap süngeriyle silinmiş, hayatları sefalet ve zilletin bataklıklarından yoğrulmuş alçaklarla uğraşmaya değer mi?” buyurmuş…  


Ben de Yunus Nadi'nin aziz anısına saygısızlık etmek istemem. Ne diye durduk yerde ‘fallacy’ yapayım ki...  

Unvanımıza bakıp, aydın yaftasını iliştiriyorlar ya o hesap; aydın, mugalâta yapan değil; karanlığa ışık tutanmış. Dorylaionlu Kybele olmaya özenip “fallacy” yapmayı yaşam tarzı olarak seçenler, gün gelip gerçekler ortaya çıktığında Phallpheriada ta’zim edilen Anadolulu Priapos gibi ortada kalır… 

Lakin, iş işten geçmiş olur; ne çare!

Not: "Durduk yerde neler yazmışım" deyip yayımladığım bu yazıyı 03.11.2014 tarihinde güncelledim. 

25 Ekim 2010 Pazartesi

Hintli usta ile çırağı...

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: "Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış." 

Bir kurt öyküsü

Pek çoğumuzun bildiği bir kurt öyküsü vardır vefayı daha net anlatabilmekle ilgili. Anlatım şöyledir:
- Bir gün, bir, kurt avcılar tarafından sıkıştırılıyor. Kurt, ormanda oraya, buraya kaçmaktadır. Ne var ki, peşindeki avcılardan bir türlü kurtulamıyor. Canı tehlikededir. Kurt bu haldeyken bir köylüyle karşılaşıyor, adamın önüne çöküyor ve yalvarmaya başlıyor:
- “Ey insan, ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı. Eğer sen yardım etmezsen, biraz sonra yakalayıp öldürecekler beni”...
Köylü bir an düşünüyor. Sonra yanındaki boş çuvalı açıp, kurda içine girmesini söylüyor. Çuvalın ağzını bağlayıp, sırtına vuruyor, yürümeye başlıyor. Karşılaştığı avcılar civarda bir kurt görüp görmediğini soruyorlar. Köylü “görmedim” diye cevap veriyor.
Sonra çuvalın ağzı açılıyor, kurt dışarı salıveriliyor. Teşekkür ediyor. Köylü tarlasına doğru yürümeye başlıyor. Kurt “bir dakika” diyor. Köylüden yiyecek istiyor.
“Burada senden başka yiyecek olmadığı için, seni yemeliyim” deyince:
Köylü: “Olur mu, senin hayatını kurtardım” derken, kurt; “yapılan iyiliklerden ve hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur.
Bende kendi yararım için iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım” şeklinde cevap veriyor.
Kurt ile köylü karşılarına çıkacak ilk üç kişiye ebu konuyu sorma kararı veriyorlar.
Karşılarına ilk önce yaşlı bir at çıkıyor. At diyor ki; “Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim. Yaşlanınca beni böyle kapıya koydu” diye konuşuyor.
Sonra bir köpekle karşılaşıyorlar; “Ben hizmetin değerini bilen, vefalı bir efendi görmedim. Yıllarca sahibime sadakatla hizmet ettim, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vururdu” biçiminde konuşuyor.
Kurt köylüye dönerek; “Gördün çare yok, seni yiyeceğim” diyor. Köylü itiraz ediyor;
- “Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, beni ondan sonra ye” diyor. Bu kez karşılarına bir tilki çıkıyor. Tilki hep nefret ettiği kurda oyun oynamak istiyor.
“Anladım da küçücük torbaya sen nasıl sığdın?” diye soruyor. Kurt bir şeyler anlatıyor. Tilki İnanmış gibi yapıyor: “Gözümle görmeden inanmam” diye konuşuyor.
İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya giriyor ve girer girmez de, tilki köylüye işaret ediyor ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlayıp eline bir taş alıyor:
- “Beni yemeye kalktın ha, nankör yaratık” diyerek, torbanın içindeki kurdu dövdükçe dövüyor. Tilkiye dönerek diyor ki;
- “Minnettarım, kurttan kurtardın”. Tilki de yanıt veriyor; “Benim için bir zevkti”. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılıyor, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünüyor, beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürüyor. Torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürterek,
- “Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş.” diye konuşuyor...
Âdeme âdem gerektir âdem etsin âdemi
Âdem âdem olmayınca netsin âdem âdemi (Ziya Paşa)

Âdem odur ki adını âlemde andıra
Âdemde ad kalır 
âdem gelir gider (
Âdem Dede)

Turizm Eğitimi - Mersin Bildirisinden Bir Kesit...

Yaşadığımız hiçbir şey ne tesadüfî, ne de boşunadır. Hayati deneyimleme dediğimiz ve içinde yaşadığımız durum, aslında yaşanılan her olayda elde edilen bilgidir. Çünkü insan yaşamı “Zeitgeist”e (dönemin ruhuna) uygun olarak bir dizi alışkanlıkları, çelişkileri ve yanlışlıkları da içermektedir. Yani, sorunun kaynağı dışta olduğu kadar, kendi içimizde de gizlidir. Evren, insan, toplum, doğa, değerler, düşünce, tüm insan başarıları (sanat, politika, din, eğitim, kültür vb.) üzerine sorgulayıcı bir derinliğe sahip olan homo academicus, “kaleidoscopik bir görüngü” diye tanımlanabilecek “turizm” olgusu üzerine de düşünerek, homo politicus ve homo ecomomicus ile uzlaşma ortamı oluşturulmasına, ideal olana yaklaşılmasına yardımcı olacaktır.
Turizm araştırmacısı ekonomi, işletme, maliye, politika, hukuk, mimarlık, çevre bilimi, sosyoloji, demografi, psikoloji gibi birçok bilim dalından yararlanırken; bu disiplinlerin temsilcileriyle kubaşık ve barışık çalışma becerilerini de kazanması gerekmektedir. İnsanın yaşadığı yer dışındaki geçici konaklama ve seyahatlerinden doğan tüm olay ve ilişkileri bilimsel yöntemlerle ele alıp inceleyen bir bilim ve uygulama alanı olarak tanımlanan; bilimsel araştırma objesi olma savındaki akademik turizm alanı, homo academicus’un bireysel tatmin araçlarından arındırılmalıdır. Bu gerçekleştirilemediğinden, turizm araştırmaları bilimsel değerler dizgesi içine oturtulamamakta, dolayısıyla turizm biliminden söz etmek gerçekle bağdaşamamaktadır.
Ülkemizdeki akademik turizm araştırmalarına fütürist açılımlar kazandırılmak isteniyor, turizm eğitiminde köklü reformlar yapılması amaçlanıyorsa; atılacak adımlarda gizemciliği, bilinemezciliği ve bilimden kaçışı çağrıştıran, kulaktan dolma, yüzeysel formulasyonlardan kaçınılması gerektiği unutulmamalıdır. Öğrenmek bir bilgiyi özümsemek ve ona uygun davranmakla eşdeğerdir. Akademik ve alan deneyimleri biçimsel ve kısıtlı bir zaman dilimi içerisinde yapılan stajlarla sınırlı olan, verdikleri eğitimin mezun yeterliklerine ve sektörel gereksinimlerine yönelik ürün ortaya koyamadığı için sektörün gerisinden gelen academia’nın kendi içindeki sorunlara çözüm üretme görüntüsü, bu aşamada ancak bir iyi niyet yansıması olarak değerlendirilebilir.
Akademik turizm araştırmacıları; temel bilimciler, sosyal bilimciler vd. ile bir dizi diyalog içinde kubaşık öğrenme, araştırma ve yayın faaliyeti gerçekleştirerek daha yetkin bir ortak dil ile daha zengin bir düşünsel ortam yaratmaya istekli olmalıdır. Bu isteği eğitimini verdikleri alana ilişkin mezun yeterlikleri ile mezuniyet sonrasındaki mesleki faaliyetlerin standartlarının oluşturulmasında da gösterebilirlerse, bugün için yaptıkları iyi niyetli girişimler soğuk değgini meyvaya dönüşmeden kuşaktan kuşağa aktarılarak bilim dünyasında hak ettiği yeri alabilir. 

7 Ekim 2010 Perşembe

Bugünden kalan...

Hayyam’ın dediği gibi, “Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti; Derede akan su, ovada esen yel gibi. ”Umudumuzu yitirmeyelim; aydınlıklar geç de olsa karanlıkları yenecektir. Mevlana'nın dediği üzere, "Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."

Öğretmenler Günü

Ülkemizde 5 ekim ve 24 kasım tarihlerinde olmak üzere iki kez öğretmenler günü kutlanmaktadır. Bunlardan 24 Kasım "Öğretmenler Günü" 1980 askerî darbesinden bir yıl sonra günü belirlenip, kutlanmaya başlanmıştır. 5 Ekim "Dünya Öğretmenler Günü" ise, 1966`da UNESCO ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) arasında imzalanan ve öğretmenlerin toplum içindeki yerine ilişkin sözleşmeye dayanmaktadır. 1994 yılından itibaren de Dünya Öğretmenler Günü olarak 100`den fazla ülkede kutlanmaktadır. Ülkemizde bugünle ilgili resmi kutlamalar yapılmaz, yalnızca bazı öğretmen sendikaları tarafından kutlanır. Ben yine de yeni öğretim yılı başında bütün eğitim emekçilerinin öğretmenler gününü kutluyorum...

23 Temmuz 2010 Cuma

Söz insanın değeri kadar söylenir...

Nasıl ki su coşkun gelince bağı bostanı yıkarsa söz de çok güçlü geldiğinde konrolden çıktığında gönülleri yıkabilir. diyen Mevlana Fihi ma Fih (25/119=F 26/141) de şunları söylüyor:

Söz, insanın değeri kadar söylenir. Bizim sözümüz bir suya benzer. Bu suyu subaşı (Mirab) akıtır. Su kendisini subaşının hangi çöle akıttığını nereden bilsin? Hıyar tarlasına mı, lahana tarlasına mı, soğan tarlasına mı, yoksa bir gül bahçesine mi? Şu kadarını bilirim ki su çok geliyorsa orada kurak yerler fazladır; az gelirse, sulanacak yer ufak bir bahçe veya dört duvarla çevrili küçük bir yerdir. Tanrı hikmetini dinleyenlerin himmetleri ölçüsünde vaizlerin diline telkin eder.

Su aydınlığın, ışığın, pırıltının, nurun, gözün sembolüdür. Bununla birlikte gözü ihtiraslarla, dünya malıyla, para ve hırsla kararan birinin kendini görmesi, kendi iç alemine bakması mümkün mü? Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, İnsanlar toprak gibidir. Bazıları suyu alır ve onu bitki vb. yetiştirmek için kullanır. Bazısı suyu alır içinde tutar ve insanlar ondan yararlanır. Bazıları da kaya gibidir. Ne suyu tutup bitki yetştirir; ne de insanlara sunarlar.

Anadolu insanı iyi niyetini 'Su gibi aziz ol!' diye dışa vurur.  Su gibi aziz olun...

4 Nisan 2010 Pazar

Eskişehirlilerin Trafik Sorunlarına İlişkin

Bu yazımda Eskişehir'de yaşayan bir vatandaşın gözünden, bu şehirdeki yaşamın daha kolay ve gelişmiş ülkelerin standartlarına getirilebilmesi yönündeki çalışmalara katkı sağlaması düşüncesiyle, kent içi ulaşıma ilişkin görüş ve önerilerimi sıralamak istiyorum.

1. Kent İçi Toplu Taşıma

• Taşıt sayısının fazlasıyla arttığı günümüzde taşıt trafiğini kent merkezine davet eden, hareket kabiliyetlerini kolaylaştıran adımlar yerine, onları zorlayan tedbirlerin alınması; (Park alanlarının kısıtlanması, ücretlerin arttırılması gibi) buna karşılık toplu taşıma olanaklarının arttırılması, geliştirilmesi gerekir.

• Eskişehir kent içi ulaşımın rahatlaması için “hafif raylı sistem” yeni hatlarla geliştirilmelidir. Özellikle Muttalip’te bulunan Anadolu Üniversitesi Havaalanı ile Kampusu şehre bağlayacak hattın bir an önce kurulması, buradan şehir merkezine geliş-gidişlerin rahatlatılması gerekmektedir. Meşelik ile Tepebaşı arasında çalışan tramvayın güzergâhının akşam vaktinde Opera, gündüz vaktinde Tepebaşı olarak yönlendirilmesi ve vagon sayısının veya sefer sayısının acilen artırılması gerekir. Böylece, hem öğrenci trafiği önemli ölçüde rahatlamış olacak hem de gençlerin saatlerce yurt-kampus arasında ulaşım için vakit harcaması önlenecektir. Raylı sistemin kentin doğu-batı (organize sanayi-yerleşim) aksının ve Batıkent şehir merkezi arasında genişlemesinin ve ulaşım gereksinmelerinin bir plan dâhilinde karşılanmasına çalışılmalıdır.

• Ulaşım sistemi, yolcuların en uygun şekilde aktarma yapabilecekleri bütünleşik bir sistem olarak tasarlanmalıdır.

• Kentin içerisinden geçen Ankara-İstanbul demir yolunun, şehir ile Organize Sanayi Sitesi arasında banliyö hattı olarak kullanılması için gerekli çalışmalar şimdiden başlatılmalıdır.

2. Kavşak ve Kaldırımların Düzenlenmesi

• Ulaşım ana planı olmaksızın araçların ve talebin peşinden giden kavşak düzenlemeleri sorunu çözmek yerine, onu bir süre ötelemektedir. Yapılan kavşak düzenleme çalışmalarının şehir içi araç trafiğini geçici olarak rahatlatacağı düşünülebilir. Ancak planlaması yapılan kavşaklardaki yaya hareketleri bu düzenlemelerde unutulmuştur. Bu kavşaklarda yayaların araçlardan korunarak nasıl yürüyecekleri belirsizdir.

• Temel arterler ile bunların kavşak yaklaşımlarında ve kavşak çıkışlarında, yol boyu araçların park etmesi önlenemediği için çok ciddi kapasite düşüşleri yaşanmakta ve kavşakların işlevselliği olumsuz etkilenmektedir.

• Güncel ve moda olan noktasal katlı kavşak ”çözüm girişimlerinin” yarattığı ağır sorunlar nedeniyle daha fazla artmalarına izin verilmemelidir.

• Eskişehir Kenti düz bir arazi üzerinde kurulmasına rağmen şehir içinde kaldırımlar aşırı bir şekilde engebelidir. Bunun nedeni şehir içindeki alışveriş merkezlerinin ve küçük dükkânların önlerindeki kaldırımları istedikleri gibi şekillendirmeleridir. Bu durumun önüne geçilmelidir.

• Cadde ve sokaklar projeye uygun yapılmamakta (bazen projesiz bile olabilmekte), kaldırımlar özellikle park eden araçlar ve yanlış imalat nedeniyle etkin değerlendirilememekte, kavşaklar ise gereğinden daha geniş alanlar kullanılarak tanzim edilmekte ve hatalı sinyalizasyon yöntemleri ile işletilmektedir.

• Bulvar üzerinde yeşillendirme çalışmaları sırasında çoğu defa yaya ve sürücülerin görüş açıları kapatılmaktadır. Bunun önüne geçilebilmesi için kritik notlara ayna koyulmalı veya görüşü engelleyen bitki koyulmamalıdır. Örneğin Osmangazi Üniversitesi’nde şehir merkezine gelirken Atatürk Bulvarı’ndan Vişneevlerinin bulunduğu Sümer Mahallesine dönen kavşakta hem bitki nedeniyle görüş açısının kısıtlanması hem de kavşak içine yeni bir bağlantı yolunun açılmasıyla trafik güvenliğinin ortadan kalkması söz konusudur.

3. Kent İçi Trafik

• Toplu taşıma araçlarının kent içi ulaşımda hız sınırlarına uymadıkları gözlenmektedir. Kentlerin ulaşım altyapısının imkân verdiği maksimum hız 50 km/saat’dir. Araç-insan çarpışmasında yayanın hayatta kalma şansının yüksek olduğu hızın yalnızca 30 km/saat olduğunu araştırmalar ortaya koymaktadır. Özellikle dolmuşların yolcu indirme bindirme noktalarına riayet etmeleri ve trafik akışını bozacak şekilde gayri nizami ağır aksak seyri seferlerine müsamaha edilmemelidir.

• Şehir içi araç trafiği yanında, şehir içi yaya trafiğinin de düzenlenmesi sağlanmalı bu amaçla kaldırımlar yeniden düzenlenmelidir. Kaldırımlarda standart sağlanmalıdır. Vişneevleri gibi kentin prestij mahallelerinde dahi kaldırımlar dar ve tam ortalarına dikilen ağaçlar nedeniyle adeta yürünemez haldedir. Bu şekilde yeni oluşturulan mahallelerdeki sokaklar, iki otomobilin geçişine olanak vermeyecek şekilde bahçe duvarları ve kaldırımlar ile iyice daraltılmakta, yayaların ağaç nedeniyle caddeden yürümek zorunda bırakılmaları nedeniyle, risk altına alındıkları gözlenmektedir.

• Cadde ve sokaklar planlanırken, “Kent insanlar içindir” yaklaşımından hareketle, taşıt trafiğine kapalı alanlar korunmalıdır.

• İnsan öncelikli, yaya ve bisiklet kullanımı ağırlıklı bir ulaşım planlaması esas alınmalıdır. Eskişehir, geçmişte bisikletin yaygın kullanımı ile bilinirken, bugün bu özelliğini tamamen yitirmiştir. Kent Ulaşım Sisteminin motorlu taşıt önceliği yerine insan öncelikli tasarımlanıp, işletilmesi daha fazla ertelenemez bir gereksinimdir. Bu çerçevede güvenli, standardına uygun bisiklet yolları düzenlenmeli ve kent trafiğinde yerleri açık bir biçimde tarif edilmelidir.

• Trafik güvenliğinin arttırılması amacıyla trafik işaretleri teknik gereklerine uygun olarak projelendirilmeli ve uygulanmalıdır. Aynı zamanda bu işaretlerin bakımı ve onarımı sürekli olmalıdır.

• Kentimizin nüfusunun yoğun olarak bulunduğu ve trafik yoğunluğunun da çok olduğu bulvarlarda yayaların emniyetli geçişlerini sağlamak için alt ve üst geçit yapılacak yerler tespit edilerek bir an önce hayata geçirilmelidir.

• Kentin mevcut merkezi toplu taşıma dışında, özel araç trafiğinden arındırılmalıdır. Kent merkezinden çok sayıda toplu taşıma hattının geçmesine izin verilmemelidir. M.K. Atatürk Caddesi, Akarbaşına kadar genişletilmeli, trafik akışı rahatlatılmalıdır. Buradan Orman Dairesi’nden itibaren Akarbaşına tek yönlü gidiş olmalı, sağa Anadolu Hastanesi istikametine giden yol, mevcudu kadar daha genişletilerek trafik akışı rahatlatılmalıdır.

• Bu merkezdeki okul bahçelerinin altına kapalı otoparklar yapılarak, şehir içinde gereksiz otomobil kalabalığı yaratılmamaya özen gösterilmelidir.

• Kaldırımlar genişletilip, yollar daraltılarak tek yön uygulaması yapılmalı ve fiziki düzenlemelerle yaya ağırlıklı 30 km/saat alanlar yaratılmalıdır.

Sonuç olarak

Eskişehir, Türkiye'nin yüz akı şehirlerinden biridir. Yukarıdaki görüş ve öneriler, daha iyiyi arayışın ipuçları olarak değerlendirilmelidir. Toplu yaşamın gerektirdiği düzen, yerel yönetimce oluşturulmaya çalışılırken, bu şehrin bütün paydaşlarının da oluşturulmuş kurallara uyması beklenir. Kurallara uymak medeniyet, kuralları delmeye çalışmak ise açıkgözlülük değil, eğitimsizliktir...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Okuma Notlarım

Değerli öğrencilerim, bu defa değişik kaynaklardan derlediğim okuma notlarımı paylaşmak istedim. Okurken sıkılmamanız için de yazıyı akademik bir formatta (dipnot ve kaynakçalarla) oluşturmadım. Gerek sanal gerekse gerçek ortamlarda araştırdığınızda benzer ifadelere sizler de ulaşabilir, benzer notları çıkarabilirsiniz.

Dr. David J. Schwartz “Bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız aklınız bunun neden imkansız olduğunu ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyin yapılabileceğine inandığınızda gerçekten inandığınızda aklınız onu yapmak üzere çözüm bulmanıza yardım etmek için çalışmaya başlar” demektedir.

Zeka ve yetenek üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan bilim adamı Robert Sternberg bir araştırmasında Akademik zekalar kolay bulunur, ancak yaratıcılık çok nadir ve eşsizdir.” diyor. "Yaratıcılık, yetenekle doğru orantılıdır. Gerçekten de insan, yeteneği olduğu konuda muhteşem eserler yaratır, muhteşem sonuçlara ulaşır.” diye de ilave ediyor. Aşağıda Stenberg’in başarı, başarısızlık ve başarılı gençlerle başarısız gençler arasındaki farka ilişkin değerlendirmelerini özetliyorum.

Çağdaş anlamda başarı kavramının akademik başarı ile sınıflandırılamayacağı, bilgi ve beceri gibi bilişsel davranışlar kadar, ilgiler, kişilik özellikleri ve tutumlar gibi bilişsel olmayan davranışları da içerdiği görülmektedir.

Başarısızlık kavramı ise daha çok çocuğun ya da gencin uzun süreli, (bir eğitim öğretim döneminden daha uzun süre) hemen her dersten, gelişim düzeyinin ve yeteneklerinin altında başarı göstermesi ve bu başarısızlığı bir türlü telafi edememesi durumu olarak kabul edilmektedir.

Yapılan araştırma sonuçlarına göre, başarılı öğrencilerin başarılarını daha çok kişisel etkenlere, başarısız öğrencilerinde başarısızlıklarını daha çok çevresel etkenlere bağladıkları görülmektedir. Aynı şekilde, başarılı öğrencilerin başarısız olanlara göre, kendilerini daha iyi kontrol edebilen, kısa süreli başarılara karşı ilgi göstermeyen, daha çok gelecekle ilgili planlar yapan gençler oldukları tespit edilmiştir.

Bacon, “Kurnaz insanlar okumayı küçümser. Basit insanlar ona hayran olur. Akıllı insanlar ise ondan faydalanırlar" der. İyi bir okur olmak için önerisi şudur: "Yalanlamak ve reddetmek için okuma. İnanmak ve her şeyi kabul etmek için de okuma. Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku.”

M.Ö. 4.yüzyılda yaşayan Eflatun ise, “Devletin temeli üretimdir. Bir toplumun olması mesleklerin farklı olmasını gerekli kılar. Herkes kendine uygun gelen bir işle uğraşır ve diğer alanlara karışmazsa, üretim daha kolay ve daha kaliteli sağlanır” demiştir.

Bu nedenle, her daim okumaya ve kendiniz, çevreniz ve ülkemiz için üretmeye çalışın. Sağlıklı kalın!

10 Ocak 2010 Pazar

Gitar Konçertosu



2010 yılının ilk yazısını bekletmek istemedim. Bu nedenle Rodrigo'nun gitar konçertosunun 2. bölümünü yeni yıl konseri niyetine dinlemenizi arzu ediyorum. http://www.vidivodo.com/136848/rodrigo-gitar-koncertosu
Sağlıcakla...

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...