Sanem Altan’ın, Emin Karaca tarafından yazılmış olan “Türk Basınında Kalem Kavgaları” adlı kitaptan yaptığı aktarmaları okurken aklıma neler gelmiş, "aydınların kavgası bitmez" deyip neler yazmışım.
Değer yaratması beklenen insanlarımızın arasındaki anlamsız sürtüşme ve didişmeler 1831 yılında çıkan ilk Türk gazetesi Takvim-i Vakai’den bu yana sürüp geliyor, daha da süreceğe benziyor. Bu sürtüşmelerden bugün Üniversitelerimizde ömür tüketen aydınlarımız da münezzeh değil. Adlarının önüne bir dizi unvanlar sıralanmış koca koca insanlar, bir türlü kendisi olmayı beceremiyor; hayatları boyunca Brecht’i haklı çıkarmaya çalışıp, üstlendikleri rolleri oynamaya gayret ediyorlar. Kimimiz zaaflarımıza yenilip egolarımızı şişirenlerden hoşlanırken, kimimiz de çarşı alış verişini en ucuza getiren veya şehir içi ulaşım masrafını en aza indirme gayretkeşliğiyle hocasını bohça gibi oradan buraya, buradan şuraya taşıyarak paye alacağını zanneden yalak ve salak asistan bozuntularından hoşlanıyor; yahut öyle gösteriyor.
Bu tür şeyler yazmamak; yaşanan istisnai durumları genelleştirmemek lazım belki... Yaşanan örnekleri zaten bilen biliyor…
Kapalı kapılar ardında oluşturulan nişlerde birilerinin itibarına saldırmak; duygusal tacizde bulunmak kimi çevrelerde adeta yaşam biçimi haline gelmiş.
Bilinen öyküdür, Hüseyin Cahit, Tevfik Fikret’e “Alın Tanin sizin olsun. Tek, hiçbir insani duygu ile titrememiş pis ve leş kokulu vicdanınızın hırsı, haset ateşleri sönsün!” derken… Tevfik Fikret geri durmamış ve Hüseyin Cahit’e veryansın etmiş: “Yılan yutmuş kertenkele gibi etrafına zehirler kusacağına bir kez eylemlerini ve umutlarını dengele. Genel ve özel yaşamını, şimdiye dek yaptıklarını göz önüne al, görürsün ki sen yırtıcı, çıkarcı, hırslı ve safsatacı bir bencilden başka bir şey değilsin.”
Bir başka gün, Yunus Nadi de kendine saldıranlar için “Yüzleri kasap süngeriyle silinmiş, hayatları sefalet ve zilletin bataklıklarından yoğrulmuş alçaklarla uğraşmaya değer mi?” buyurmuş…
Ben de Yunus Nadi'nin aziz anısına saygısızlık etmek istemem. Ne diye durduk yerde ‘fallacy’ yapayım ki...
Unvanımıza bakıp, aydın yaftasını iliştiriyorlar ya o hesap; aydın, mugalâta yapan değil; karanlığa ışık tutanmış. Dorylaionlu Kybele olmaya özenip “fallacy” yapmayı yaşam tarzı olarak seçenler, gün gelip gerçekler ortaya çıktığında Phallpheriada ta’zim edilen Anadolulu Priapos gibi ortada kalır…
Lakin, iş işten geçmiş olur; ne çare!
Not: "Durduk yerde neler yazmışım" deyip yayımladığım bu yazıyı 03.11.2014 tarihinde güncelledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder