İnsanı hakkıyla anlayabilmek ve davranışlarını altında yatan nedenleriyle açıklayabilmek zordur, ayrı bir akademik çalışma alanıdır. Çocukluğumuzdan bu yana duyduğum bir söz vardır. İnsanoğlu, Cenâb-ı Hakk’ın «ahsen-i takvîm» üzere yarattığı bir canlıdır. Bu açıdan bakılınca insan kâinatın bir özü veya tohumu olarak değerlendirilmektedir. Sanırım, onun, yani insanın varlıkların en şereflisi diye tanımlanmasının ardındaki sır hikmeti de buradan kaynaklanmaktadır.
İnsanoğlunu yücelerin en yücesine yükselten özellikleri olduğu kadar, onu aşağıların aşağısına indiren özellikleri de görülebilmektedir. Örnek ararsan etrafa bak… İnsan hayatı, bu iki nokta arasından bir nokta seçme ve orada kendine yakışan bir vakarla varlığını sürdürme için oluşturulmuş bir tiyatro sahnesidir. Yüzyılımıza damgasını vuran oyun yazarı ve tiyatro kuramcılarından Bertolt Brecht (1898-1956), bu durumu “dünya bir tiyatro sahnesine benzer, herkes kendine düşen rolü oynar” diyerek özetlemiştir. Sahip olduğu Marxist anlayışla “dünyanın değişmesinden; insanların fırsat eşitliğine, düşünce özgürlüğüne sahip olduğu, adaletli bir düzenin kurulmasından” yana tavır koymuş; bu uğurda pek çok sıkıntıya göğüs germek zorunda kalmıştır. İslam tasavvuf anlayışına göre ise, insanı insan yapan yegâne özellik, Hakk katında, toplum içinde iyiyle makbul görülmeyenin mücadelesi sırasında bireyin, öz değerini koruyarak elde ettiği ürünü insanlığın yararına sunabilen bir sürece yönlendirmesi ve bu yolla kendine yaşam adı altında ödünç verilen “gök kubbeden” ayrılırken hoş bir seda bırakabilmesidir.
Tasavvuf anlayışına göre Kâmil insan, Hakk’ın aşk ve muhabbetinin etkisi altında olduğu için, bu muhabbetin kendisini mercek altındaki bir kağıdın güneş ışığından yanması gibi acılarıyla, kendi iç hesaplaşmalarıyla yanar, kavrulur. Böylece maddi ve manevi bedeninin her bir zerresinde bulunan ve nefsini tatmin etmeye yönelik her türlü dünyevi duygu ve düşünceyi yakarak ortadan kaldırır. Bu şekilde bir ömür sürenler, çevresinde bir çekim ve cazibe merkezi hâline gelir. Diğer insanlar da gayr-i iradi olarak onu sever ve sayarlar. Bir insanın kendini sevdirmesi, saydırması da zorla, tehdit veya yıldırmayla değil; karşılıklı sevgiyle, muhabbetle gerçekleşir. Gönülden gönüle akan sevgi çayının suyu yolunu bu şekilde bulur. Bunun dışında şeklen gösterilen saygı, sevgiden değil; riyadandır. Akademik süreçlerde ast üst arasında sıkça gözlenen bu tür ilişkiler, astın üste çıkmasından hemen sonra ilişkilerin seyrinin değişmesine neden olmaktadır. Kendini bilene, dünya nimetleri olarak sahip oldukları “…her şey fanidir.” (er-Rahmân, 26). Onlar, geçici bir süreyle de olsa sahip oldukları erki bireysel tahakküm aracı veya nema kapısı değil; Hakk’ın rızasını kazanmak, toplumun yararına kullanmak için kendilerine ödünç verilmiş nimetler olarak görürler. Dolayısıyla, bütün işlerinde itidal üzeredirler. Bütün devinimlerindeki hedef ve gayeleri de Allah rızası içindir. O’nun rızasını kazanan yaratılanın rızasını da kazanır. Kazancının azı ile çoğu, içilen suyun soğuğu ile sıcağı, sürdürülen hayatın zenginlik ile fakirliği fazla bir önem taşımaz. Asıl zenginlik gönüldedir.
Konfüçyüs’ün ifadesiyle "Erdemli kişi, ne kadar zor olursa olsun, hizmeti öne koyar, ondan ne fayda temin edileceği ise daha sonra düşünülecek bir meseledir." Yoksa kimi editörlüğünü yaptığı bir kitaptan, kimi de koordinatörlüğü bahşedilen bir programdan aldığı üç kuruşla düşsel avuntulara kapılıp kendini zengin görür, kimi de Hakk’ın rızasını kazanmış olmanın verdiği huzuru her türlü maddenin üzerinde tutar; vs. vs. Bunların hepsi izafidir; önemli olan, kul’un hakkını yemeden Hakk’ın rızasını kazanmaktır.
Ünlü Fransız yazar ve düşünür J. Paul Sartre (1905-1980) "Hayata yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok." diyor. O halde işimize bakalım; yaratılanın değil, yaratanın rızasını almaya çalışalım. Madem Brecht, dünyayı bir tiyatro sahnesine benzetmiş, biz de bu büyük üstadın senaryosuna uyup bize biçilen rolün gereğini mümkün olduğunca eksiksiz oynamaya bakalım.
Üzüntünün kaynağının kargaşa olduğunu unutmadan, fırtınalardan kendimizi sıyıralım ve iyi yaşanan bugünün, geride kalan her dünü bir mutluluk düşüne çevireceği gerçeğini unutmayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder