9 Haziran 2011 Perşembe

Değer Yargıları Değişiyor/Çatışıyor

Bir sosyoloji hocamız vardı, Allah gani gani rahmet eylesin. Bize derdi ki… “Çocuklar, Türkiye ciddi bir süreçten geçiyor. Bu süreçte bütün değerlerin çatışması yaşanır. Sonuçta üstün gelen kabul görür” Bugünkü yazımda, değerli hocamı, Prof. Dr. Yahya Kemal Kaya’yı rahmetle anarak, medyada yaşadığımız kirliliğin bir yönünü anlatmaya çalışacağım.

Postmodern çağlarda tahrik/manipüle edilen lüks hayatların, meşrulaştırılmaya çalışılan şehvet gücünün ülkemizde çıkardığı cinsel anarşiyi toplumca ağzımız açık izliyoruz. Dizilerde sanal; haberlerde gerçek olayları; bıçaklanan, kaçırılan, namusuna el sürülen, satılan, öldürülen gençleri yüreğimiz yana yana seyrediyoruz. Ne yazık ki toplumun bütün kesimlerini bayağı tutkularına meze yapan küresel bir ahlâksızlık dalgası, bütün toplumu kuşatmış durumda. Ahlaki değerlere yapılan saldırılar TV ve medya kanallarını da kullanarak bütün değerlerimizi ahtapot gibi sarmış; damarlarından tüm ahlâkî faziletleri çekip alırken, insanlık namusu adeta çatırdıyor.

Bir duyarsızlık, bir adamsendecilik almış başını gidiyor. Bütün değerler karışmış. Dünün kutsalı, ayıbı; bugünün sıradanı, alışılageleni olmuş adeta… Sorun A ya da B gazetesi dergisi, TV’si değil. Sorun toplum olarak hepimizin sorunu…

Televizyonlarda yaşanan yoğun izlenebilirlik yarışı, basılı medyada hissedilen satış kaygısı, sınır tanımaz rekabet ve kazanma hırsı almış başını gidiyor. TV’ler daha fazla izlenebilmek, gazete ve dergiler daha fazla satış yapabilmek için her yolu adeta meşru görüyor. En güzel kızlar, en yakışıklı delikanlılar… En çarpık ilişkiler, en anlamsız hayat tarzları… Her biri evimizin davetsiz misafiri; kovsan gitmiyor; evine sokmasan olmuyor. Makul ve mazbut bir dizinin izlenebilirliğini, heyecanını artırmak için araya –adeta- çeşni gibi tecavüz sahneleri ilave ediliyor; ya da aile içi ilişkileri temelden sarsan, yeni bakış açıları getiren davranışlara yer veriliyor. Sosyal paylaşım ağlarında da “… yapmam diyenlere ‘kapak’ olsun” diye marifetler anlatılıyor. Böylece bilinçaltına yeni algılar, değer yargıları yerleştirilmeye çalışılıyor. Bir dizi sapkın ilişki ağı çok matahmış gibi süslenerek, lastik gibi sündürülerek haftalarca ekranlara getiriliyor. Bir süre sonra, gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan haberler de “makulmüş de…, şuymuş da, buymuş da…” diye anlatılıyor. Yapılan iş meşru bir yayıncılık gibi gösteriliyor. Karşı çıkanlara da “istemiyorsan başka kanala geçersin, kardeşim…” gibi cevaplar verilerek, bunlar susturulmaya –hatta bir nevi ‘ötekileştirilmeye’ çalışılıyor… İstemiyorsan başka kanala geçersin, sıkıysa geçersin… Geçemezsen, mutfaktaki, arka odadaki TV’ye talim edersin…

Bu uygulamaya alternatif oluşturmaya çalışan bir grup TV ve medya kanalları da adeta "Sanal Kahraman" yaratmanın peşine takılmış gidiyorlar. İnsanların görmeyi arzu ettiği gücü uyarıyor, uyandırıyor, diriltiyor ve postmodern hayata birer "insan meleği modeli" sunmaya çalışıyorlar. Kendi ifadeleri ile “kalbi temiz, yüzü ak, alnı açık, boynu dik, gözleri pırıl pırıl, yanağında pembe hayâ gülleri, pırlanta gibi bir nesil ideali yaratmaya çalışıyorlar”. “Böyle de olabilirmiş!" dedirtiyor. Kendi değer yargıları ile “kalplerdeki imanı güçlendiriyor, hayâ duygusunu ayağa, iradî iffeti şaha kaldırıyor; tövbeye getirip günahlarına ağlatıyor, hakkına girdiklerinden helallik aldırıyor; bir dahi işlememeye azmettiriyorlar”. Adeta bir dünya cenneti vaat ediyor.

Değerlerin bu denli çatıştığı bir ortamda verilen mesajların hangisi doğru? Benimsediği dünya görüşüne uymadığını görünce etiketlenmeyi göze alarak ortaya çıkan, bin bir dereden su getirerek yanlış bir anlayışı alışılagelen kolaycılıkla savunma yoluna sapmayan bir avuç insana destek oluyor muyuz? Bu insanların aydın duruşuna yakışan serinkanlılıkla, akılcılıkla ortaya koymaya çalıştığı toplum sorunlarından dersler çıkarmaya çalışıyor muyuz? Sanırım, kocaman bir HAYIR…

Ortaoyunu gibi, hepimizin gözü önünde sergilenen rezalete dur demeye çalışan, yayanların orta yolunu bulmaya gayret gösteren iyi örneklere sahip çıkalım. Yozlaşmış, çürümekte olan bir anlayıştan, sağlıklı, geleceğe dönük bir anlayışa geçemeyen bizlere dayatılan parıltılı yaşamı gerçek sanarak kendimizi kaptırmayalım…

Moderniteyi yaşamadan postmodern olunmaz...

Geçenlerde okurken aldığım notlardan aklımda kalanları paylaşmak isterim. Okuduklarım bana son derece ilginç geldi.

Postmodern çağda henüz moderniteyi görememiş olmanın getirdiği sıkıntıları yaşayan bir toplumuz. Bugün geleceğin planlarını yapmak yerine, geçmişin telafisini, muhakemesini yapmakla meşgulüz. Bu durumda, insanlar aradığı ilgiyi bulamamak, sosyal ve ailevî sorunlar yaşamak, bir eş olarak eşinden kötü muamele görmek, kandırılmak, hakarete uğramak, aldatılmak, şiddete maruz kalmak, hak ettiğini alamamak gibi daha pek çok nedenle mazlum ve mağdur duruma düşebilmektedir. Bununla birlikte, aynı davranışlarla hak arama yetkisi, mazlum ve mağdurun durumunu değiştirip onu zalim yapar. Yalanı yalanla, aldatmayı aldatmayla, haksızlığı hırsızlıkla tedavi edemeyiz. Karşı karşıya kaldığımız olumsuz davranışlar bizleri de aynını yapmaya yöneltmemeli. Yoksa biz de kaybedenlerden olur, kendimizi haklı zanneder, haksızlığımızı göremeyecek kadar kötü bir duruma düşeriz de düştüğümüzü bile anlayamayız.

Bu davranışı sürdürmeye devam edenler, “Canım, ben kızınca aklıma geleni söylerim; sonra da unuturum” diye gülücükler dağıtarak hoyratlık yaptıkları insanlarla yeni ilişkiler kurmaya çalışamaz. Bu işin özeleştirisi olmalıdır. Yapılan hoyratlıklara maruz kalanlarla dostluğunuz bitmiştir. Bitmemesi kötüdür. Burada, bireyciler gibi, unutkanlığa sığınamazsınız. Her sözünün sorumluluğunu taşıyan insanlar arasındasınız. “Yanılmışım” diyeceksiniz. Güçtür, çok güçtür… Gerçekten aydın olmak, kendini aşabilmek, bireycilikten sıyrılmak, halk için yanmak güçtür… Moderniteyi yaşamadan postmodern yaşamın içinde boğulmak bu olsa gerek.

Çokluk içinde birliği başarabilmek için

Çevremize baktığımızda her türlü insan görüyoruz. Çevresindekilere her haliyle ders veren, onları eğiten, model oluşturan yetişmiş; çevresindekileri yetiştiren insanlar. Bunların yanı sıra yaşadıkları sosyal çevrenin etkisiyle, şişirilmiş bir benlik geliştirenler. Her şeyi bildiğini sanıp, hiçbir şey bilmediğini bilmeyenler. Bu şişirilmiş “balon” benlik, insan davranışını inceleyen uzmanlara göre, ortalamayı aşamayan insanların sınırlı yeteneklerini gizleme kaygısından ileri geliyormuş...

Özellikle üniversite çevresinde sıklıkla görülen ve Ahmet (İnam) Hoca tarafından “ortalama akademisyen kasıntısı” diye tanımlanan bir durum daha var. Hoca, bu durumu şöyle özetlemiş (Ahmet İnam, 22.08.2006, http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=38760): Topluluk içinde, öğrenciler karşısında yetersizliğini kavramış vasat, sınırlı donanım ve yetenekteki insan, olduğu ile olmayı umduğu arasındaki boşluktan dolayı acı çeker. Bu acı, onu kendisine, öğrencilere ve diğer akademisyenlere zulmetmeye götürür. Sürekli olay çıkarır, küser, kavga ederler. Bunlarla başa çıkabilmek için ignore etmek yeterli değildir. Bu durumda daha da bilenirler, kendi gibi olmayanları ötekileştirerek yok etme kavgası başlatırlar.

Yine çevreye baktığımızda ülkemizin en önemli sorunlarından birine daha tanıklık ediyoruz. Sorun şu: “kendine benzemeyene hoyratlık yaparak, kendine benzemeyene saygısızlık ederek, hatta kendine benzemeyene şiddet uygulayarak var olmaya çalışan” bireysel farklılıkları törpüleyerek kendine benzetmeye çalışarak “ötekini” ortadan kaldırmaya gayret eden bir grup var. Bu grup için sayılan davranışlar adeta yaşamın temel amacı olmuş.

Hâlbuki bizim ayakta kalabilmemiz, çokluk içinde birliği başarabilmemize bağlıdır. Gökkuşağını çekici kılan çoklu renkleri bünyesinde barındırmasıdır.

Turizmde Nöbet Değişimi

Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Mustafa Çakır, 2005 yılından buyana sürdürdüğü görevini İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Celil Koparal'a devretti.

10 Mayıs Salı günü gerçekleştirilen devir teslim töreninde, Çakır, "Makam ve mevkiler geçici, geride bırakılan değerler kalıcıdır; bırakılması gereken noktada bırakmayı, nokta koymayı bilmek gerekir." diyerek taşıdığı emaneti zamanında devrettiğini, yeni müdüre başarılar dilediğini söyledi. Rektör Prof. Dr. Davut Aydın da Prof. Dr. Mustafa Çakır'a yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür etti ve yeni müdür Prof. Dr. Celil Koparal'ın Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu'nda iyi bir miras devraldığını, onun görevinin de kurumu daha ileriye taşımak olduğunu belirtip, kendisine başarılar diledi.

Görevini 2005 yılından bu yana sürdüren ve bu süre içinde Yüksekokula Skal International tarafından "en iyi turizm eğitimi verilen kurum" ödülü kazandıran ve Avusturya Cumhurbaşkanlığınca devlet liyakat nişanı ile taltif edilen Prof. Dr. Mustafa Çakır, 6 Mayıs Cuma günü Yüksekokul Müdürlüğü görevinden ayrıldı.

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...