Yazının yer aldığı yayının bibliyografik künyesi:
ÇAKIR, Mustafa (2011). "Almanya İle Belkili İlişkilerimizi Etkileyen Değişkenler" Alman Dili Edebiyatı ve Kültürü Üzerine Araştırmalar: Prof. Dr. Hüseyin Salihoğlu Armağanı (Yay. Ali Osman Öztürk, Zehra Gülmüş, Nevide Akpınar Dellal). Ankara: Barış Kitap, 2011, ss. 378-400 (ISBN 978-9944-137-60-7).
Almanya
İle Belkili İlişkilerimizi Etkileyen Değişkenler
Öz: Bu çalışmada Almanya ile gelenekten geleceğe
paradoksal ve asimetrik ilişkiler ağı içinde olduğumuz; her iki ulusun ötekinin
varlığını görmesine rağmen kendi değerlerine sıkıca sarılıp, kendi sınırlarının
dışına çıkmadan ısrarla öteki ile çok yönlü ilişkileri sürdürmek istediği
(yahut zorunda kaldığı) öngörüsünden yola çıkılmıştır. Ne yasal altyapıya ne de
belli bir öngörüye dayanmayan, ama kervan yolda düzülür mantığı ile sürdürülen
ilişkilerin önemli bir bölümünün öznesini oluşturan Almanya’daki Türklerin ve
Türk kökenlilerin Alman toplumuna uyumu, çokkültürlülük ve kimi zaman birlikte
yaşamı tehdit noktasına gelen yabancı düşmanlığı konularında durum analizi
yapılmıştır. Adeta kaleydoskopik bir sarmala dönüşen ve insanların ortak bir
paydada buluşarak refah içinde yaşaması için gereksinim duyulan kültürel
zenginliklere, her iki kültürün taşıyıcıları tarafından olumsuz anlamlar
yüklenmeye başlanmıştır. Bu durumun, sorunlara çözüm üretmede düşünce
bulanıklığına neden olduğu görülmektedir.
Anahtar
Sözcükler: Almanya, Türk işçileri, çokkültürlülük,
uyum, göç, entegrasyon, yabancı düşmanlığı
“İnsan ne kadar doğruyu söylediğine inanırsa inansın,
hatta bizatihi ne kadar doğru söylerse söylesin, yine de söyledikleri gerçeğin,
kendi gerçeğinin sadece bir kısmıdır; süzgeçten geçirilmiş, onarılmış,
düzeltilmiş bir kısmı hem de”
Stefan Zweig (1881-1942)
GİRİŞ
Gelişen iletişim teknolojisinin sunduğu olanaklarla
giderek daha da küçülen, belirgin farklardan çok ortak yönlere atıfta bulunulan
çokkültürlü bir yaşam modeline geçilmektedir. Bu model içinde 100 milyonu aşkın
kişi tarafından ana dili olarak konuşulan ve 20 milyonu aşkın kişinin de birinci
veya ikinci yabancı dil olarak öğrendiği Almanca, Türkiye’de giderek daha az
tercih edilen bir yabancı dil olmaya doğru gitmektedir. Hâlbuki Almanca
konuşanların 125 milyon Avrupalıyla bu dilde iletişim kurma olasılığı vardır. Ulaşımın
ve iletişimin kolaylaşması, artan uluslararası ilişkiler, ülkeler arası yakınlaşmalar ve insan gücü hareketleri giderek
daha yoğun bir biçimde insanları bir araya getirmektedir. Çok yönlü ilişkiler
ağı içinde bulunduğumuz Almanya ile bu ülkenin dilini ve kültürünü öğrenmek bir
tercih değil, zorunluluk hâline gelmektedir. Bu yapılmadığında din, dil, ırk,
sosyo-ekonomik yaşam düzeyi ve kültür farklılıkları bulunan insanların
birbirini anlamasına ve birlikte etkili bir şekilde çalışmasına ilişkin
sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların azaltılması, özel bir çaba gösterilmesini
ve bazı yeni becerilerin geliştirmesini gerektirmektedir (Barutçugil 2007).
İnsanlar seyahate çıkmadan önce bile gidecekleri
ülkeler ve şehirler hakkında araştırma yapmakta; elde ettikleri bilgilerle farklı
ve özgün olanın ipuçlarını araştırmakta, önemli gezi notlarını okumaya
çalışmaktalar. Yabancı dil öğrenme etkinliği, bireyin kendi kültürü ve bilgi
dağarcığı içinde oluşturduğu çevreden ayrılıp, ayrı bir dünyaya
gerçekleştirdiği yolculuk gibidir. Bu sanal yolculuk, kültür farklılıkları
bulunan insanların birbirleriyle buluşmasına, yol boyunca karşılaştığı ötekini
anlamasına ve gerekiyorsa birlikte çalışmasına yönelik bir girişimdir. Bu girişim,
aynı zamanda bireye özden başka, ötekinin varlığı konusunda bilinçlenme pratiğini
de kazandırmaktadır.
Türk-Alman ilişkilerinde gerekli iyileştirmelerin
yapılabilmesi, insanlığın ortak mirasını oluşturan demokrasi kültürünün, insanlığın
yaşamına ve hayat felsefesine mal olmuş hoşgörü ve tolerans anlayışının
yerleştirilmesi amacıyla hazırlanan bu çalışmada, Almancayı yabancı dil olarak
öğrenmeye karar verenlere dil öğrenme sürecine yansıdığına inanılan olumsuz değişkenlerle
ilgili konularda bilgi verilmektedir. Yabancı dil öğretimi kuramcıları, bu
etkinliği ülke bilgisi (Landeskunde);
turizmciler ise destinasyon araştırması olarak adlandırmaktadırlar. Her iki
alanda da gidilen ülkeye ilişkin bilgi edinme isteği söz konusudur. Almanca
öğrenme sürecinde Almanya’yı tarihî dost ve müttefik olarak görüp, yoğun
bürokratik vize sürecini aştıktan sonra bu ülkeye gitmeyi başaranların,
gittikten sonra düş kırıklıkları yaşamamaları için gereksinim duyacakları ülke
bilgisinin bir bölümü uyum, çokkültürlülük ve yabancı düşmanlığı ile ilgili kesitleri
eleştirel bir bakış açısıyla ortaya koyulmaktadır. Burada Almanca yabancı dil
dersi bağlamında ele alınan çokkültürlülük içindeki kültür anlayışı, Altmayer
tarafından getirilen tanıma dayandırılmaktadır (Altmayer 1997).
BİRİNCİ
KUŞAKTAN GÜNÜMÜZE
Türkler 1761 yılından bu yana ticaret, eğitim vd.
amaçlarla Almanya’ya gitmektedirler. Türk-Alman ilişkilerinin her alanda en
yoğun olduğu dönemin Birinci Dünya Savaşı yıllarına denk geldiği bilinmektedir
(Ergün 1992, 193). Türkler Avrupa'da savaşların bitiminden sonra, ülkenin
kalkınma seferberliğine katkıda bulunmak üzere 1960'lı yılların başında
“davetli” ve “misafir işçi” (Gastarbeiter) olarak alınmışlardı (Abadan-Unat
2002, 47). Öyle ki, ağzında çürük bir dişi dahi olan, bu ülkeye kabul
edilmiyordu. Çoğunluğu kırsal kökenli olan misafir işçilerin amaçları orada bir
miktar tasarruf yapıp geri dönmekti. Bu yüzden ailelerini götürmemişlerdi.
İşçilerin karşılaştığı engelleri aşmak için Türkiye ev sahibi ülkelerle çeşitli
anlaşmalar imzaladı (DOMİT 1998). 1970'li yıllarda petrol krizinin de etkisiyle
Avrupa ülkeleri yeni işçilerin gelmesini istemediler; mevcut işçilerin topluma
uyumunu sağlayacak ve orada sürekli kalmalarını temin edecek önlemler almaya
başladılar. Yılar yılları kovaladı. İkinci ve üçüncü kuşak Türkler Alman
okullarında okumaya, çeşitli sektörlerde işverenliğe yükselmeye başladılar.
Alman bankalarındaki birikimlerinin boyutu 50—60 milyar markı geçti.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine
göre yurt dışındaki 3.37 milyon vatandaşımızın yüzde 88'inin Batı Avrupa'da
yaşadığı, bu miktarın yüzde 84'ünün ise Avrupa Birliği içinde olduğu
bilinmektedir. Batı Avrupa'daki vatandaşlarımızın 1.96 milyonu Almanya'da, 268
bini Fransa'da, 264 bini Hollanda'da, 150 bini Avusturya'da, 85 bini
Belçika'da, 78 bini İsviçre'de, 51 bini İngiltere'de, 35 bini İsveç'te
yaşamaktadır (DPT 2003). Toplam nüfusun üçte birini gurbette doğan ikinci ve
üçüncü kuşağın oluşturduğu vatandaşlarımız, bugün bulundukları ülkelerde
hukuki, siyasi ve kültürel entegrasyonun gerçekleşeceği günleri beklemektedir.
Vergileriyle yaşadıkları topluma katkıda bulunduklarından iş hayatında,
siyasette ve eğitim alanında kendilerine ayrıcalıklı davranılmasını değil,
insanca yaşamak istemektedir.
Almanya’da 40-50 yıldır yaşayan birinci kuşak
Türkler, Alman ekonomisi ve refahına yaptıkları katkı ile bir tarih yazdılar,
Alman ekonomisini sırtladılar (Bkz. Motte ve Santel 2001, 42). Maden
ocaklarında, fabrikalarda, dökümde, inşaatta en ağır işlerde, en ucuz ücretle
çalıştılar. Onlar için önemli olan Almanya’nın kendilerine bir ekmek kapısı
olarak kucak açmasıydı. Tüm enerjilerini Alman ekonomisine harcadılar. Kriz
dönemlerinde en çok onlar etkilendiler, ama yılmadılar.
Birinci kuşak Türkler düşük ücretin düşük emekli
maaşı anlamına geldiğini de pek hesap edemediler. 2000’li yıllarda 500 ile 900 Avro arasında değişen emekli maaşıyla geçinmeye
çalışıyorlar ve hiç olmazsa, son yıllarını ana vatanlarında Almanya’dan
aldıkları para ile iki ülke arasında huzur içinde geçirmek istiyorlar. Ancak bu
arzuları yabancılar dairesindeki memurun takdirine bırakılıyor ve altı aydan
daha fazla Türkiye’de kaldıkları gerekçesiyle, geçmişteki emekleri yok sayılıp,
Almanya’daki oturma hakları iptal edilip, sınır dışı ediliyorlar. İzin
isteyenlere de bu iznin verilmediği yönünde duyum ve şikâyetler alınıyor. Almanya’nın
birinci kuşağa bir şükran borcu var. Umulur
ki şükran duygusu geçmişi anlaşılır kılar, güne huzur getirir, gelecek için uzak
görüşlülük yaratır.
Toplumda ortak sağduyu (common sense) oluşturulmasına yönelik söylemler üreten Alman
siyasiler her fırsatta en iyi uyumu birinci kuşak Türklerin sağladığını söylerken,
bu insanların içinde bulunduğu durumu da görmezden gelmemelidir. Özcan (2009),
“Bu eziyet niye?” diye sormadan duramıyor. Gerçekten, bu eziyet niye? Sorunun
cevabını Almanya Federal Cumhuriyeti tarihinde iz bırakmış gerçek "devlet
adamı" niteliklerine sahip ve herkes tarafından inanmış bir Avrupalı
olarak tanınan Helmut Schmidt şöyle açıklamaktadır (Aktaran, Karaman
19.12.2006):
Avrupa’nın geleceğinde ne olursa olsun
Türkiye’nin yeri yoktur. 70 milyon Türk vatandaşını Avrupa’nın içinde serbestçe
dolaştıramayız. Avrupa’nın Irak, İran, Suriye gibi ülkelerle sınır komşusu
olmasını kabul edemeyiz. Türkiye ile ekonomik ilişkilerimizi sürdürmeliyiz.
Genç ve hızlı büyüyen nüfusunun satın alma gücünden faydalanmalıyız. Ancak, bu
ülkenin globalleşme temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslar arası
kardeşliği içine sindiremediğini de görmeliyiz…
AB ilişkileri ve Türkiye’ye karşı güdülen tutarsız,
çelişkili politikalar bir yana, hukukun ve ahlakın geçerli olduğu, çağdaş
uygarlık ikliminin yaşandığı Almanya’da bürokratların takdir hakkının
insanların tercih özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde kullanılmaması yönünde önlem
alınması gerektiği düşünülmektedir. Farklı kültürlerle bir arada yaşamak, ötekinin
kültürünü anlamaya çalışmayı, dünyaya bakışını algılamayı öğrenmeyi zorunlu
kılar.
UYUM:
Tartışmalı Bir Kavram
Türk Dil Kurumu Sanal Büyük Sözlüğü (TDK-SBS) uyum kavramını “Bir bütünün parçaları
arasında bulunan uygunluk, ahenk” veya “Toplumsal çevreye veya bir duruma uyma,
uyum sağlama, intibak, entegrasyon” şeklinde tanımlamaktadır. Avrupa Birliği
ise uyum projesinin temel değerlerini temel hak ve özgürlüklere
dayandırmaktadır. Bu çerçevede söz konusu değerleri savunmayı ve ırkçılığın
reddini aynı kefeye koymakta ve ırkçılıkla mücadeleyi Avrupa kimliğinin
bütününü oluşturan bir unsur olarak adlandırmaktadır (Yılmaz 2008, 1).
Türkler, Almanya Federal Cumhuriyeti’nde pek çok konuda,
gündeme getirilen konuların öznesi olmakla birlikte uzun süre yasal engellerden
dolayı bu ülkenin yurttaşı olamadılar. Alman anayasasında kan bağı kökenine
dayalı (Abstammungsprinzip)
yurttaşlık maddesinin 01.01.2000 tarihinde değiştirilmesiyle birlikte (BAMF
2009) kademeli olarak yurttaşlığa terfi ettirilmektedirler. Bu yurttaşlık,
şekilsel anlamda olup, yerli halkın islamofobia duyguları ve korkularının yerel
politik kaygılarla, yine yerel politikacılarca bilinçli olarak kışkırtılması
nedeniyle her iki kesim tarafından içselleştirilememekte, Türklerin Almanya’da özde
yurttaş olarak benimsenmesinde güçlük çekildiği görülmektedir (Doytcheva 2009,
75).
Ötekiler olarak görülen yabancıların yurttaş olarak
benimsendiği an, vatandaşlığa geçen yabancıların getirdikleri ve her birinin toplumsal
yaşama kazandırdığı ayrı bir zenginlik olarak görülmesi gereken köken kültürlerini
yadsımadan ortak paydalarda buluşulmaya çalışılması, her alanda eşit yurttaş olma
bilincinin pekiştirilmesi gerekmektedir. Kültürel farklılık ve ekonomik anlamda
yoksulluk bir araya geldiğinde hoşgörüsüzlük artmaktadır (Doytcheva 2009, 115).
Ötekileştirilen yabancılar ile öz olarak kabul edilenler arasındaki bu
ilgileşim hesaba katılmadan, halkı galeyana getiren, bilinçaltlarına düşmanlığı
sokan aşırı gruplara seçimlere katılma hakkı ve maddi destek sağlanması
uygulamaları gözden geçirilmelidir. Aksi hâlde, aldığı mali destekle güçlenen
ve fırsat kollayan muhafazakâr yahut ırkçı politikacıların, yerel bakışlı ve yeterince
irdelenmemiş tezleri destek bularak, daha ziyade muhafazakâr bir görüşün
yansıması olarak görülmeye devam edecektir. Göçmen insanının hassasiyetlerini
gözetmeyen, daha çok muhalif duygularla yürütülen bu tür seçim kampanyaları,
Türkleri yabancı düşmanlığı tartışmalarında odak noktasına almaya devam edecek,
ama yapılan suçlamalar sorunu çözmek yerine daha da karmaşık hâle getirecektir.
Bu durumda Müslümanların çoğunluğunu oluşturan
Türklerin evlerinde yakılmalarına kadar varan barbar saldırılardan gerekli
derslerin çıkarılmadığını söylemek muhataplarına düşecektir.
Bu afişlerin herkesin göreceği şekilde asılmasına
izin veren, yabancıları hedef gösteren her türlü basılı malzemenin dağıtılmasını
onaylayan ve bu grupları ekonomik olarak destekleyen otorite, Almanya Federal Cumhuriyeti’dir. Türkler ve diğer yabancılar hakkında kamuoyunda
oluşturulan yanlış algının, manipülatif ve önyargılarla dolu enformasyonların,
geçmişte yaşanan ve bu süreçte gelecekte de yaşanılması kaçınılmaz görünen istenmedik
olayların sorumluluğu bugünün yabancı düşmanlığına müzahir yöneticilerine ait
olacaktır. Tehlikeye dikkat çekmek, aydın olmanın gereğidir; aydınlar, korkuları alevlendirmek değil, rahatsız
edici de olsa yalnız ve ancak gerçeği hatırlatma, toplumu aydınlatma, yol
gösterici olma sorumluluğunu taşımaktadırlar. İdari sorumlulukların gereğini
yerine getirmek kamu otoritesini temsil eden Berlinli savcılar gibi yöneticilere
düşmektedir [1]. Çünkü yabancıları hedef hâline getiren seçim kampanyalarına
izin verenlerin de uluslararası hukuk kurallarına göre suç işledikleri veya
işlenen suça ortak oldukları bilinmektedir. Yabancıları, özellikle Türkleri
hedef alan ve seçim kampanyalarında kullanılan iletişim araçlarının (her türlü
afişlerin ve diğer görsellerin) kullanılmasına izin vererek suç işlemeye devam
eden Avrupalılar, bu tutumlarına son vermediği sürece, sokaklara asılan ve
yabancı karşıtlığını işleyen çok renkli görsellerin, reşit olmayan çocuk ve
gençlerin körpe dimağlarında ağır izler bırakacağı unutulmamalıdır. Bu kampanyalar
Orta Çağ’daki missae contra Turcas söylemlerini ve Haçlı Seferleri için yapılan çağrılarda
kullanılan propaganda görsellerini (Bkz. Kocadoru 1990 ve Kula 1993)çağrıştırmaktadır.
Bu tür kampanyaların insanlığa ödettiği bedel, çok ağır olmaktadır. Bu
kampanyaları yasaklayacak irade, geride bıraktığımız çağda, Fransızların bir
ulusu özgürleştirme kararı almasıyla
başlayan (Doytcheva 2009, 30) ve Almanya’da sadece o ulusun bireylerinin değil,
bütün insanlığın bugün hatırlamak dahi istemediği yaşanmışlıklar zincirinin
sonunda ortaya çıkan utancın nesnesini oyunun dışında bırakmayı çoktan öğrenmiş
olduğunu da gösterecektir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı kararıyla kabul edilmiş (Yürürlüğü giriş: 23 Mart 1976)
olan Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi
(International Covenant on Civil and Political Rights) Madde 20 aşağıdaki
hükümlerle, düşmanlığı savunma yasağını getirmektedir (IHB
2009, Md. 2) :
Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden
her hangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk
tarafından yasaklanır.
Tarihi dostumuz ve müttefikimiz olan Almanya’nın ülkede
yaşayan ve bir zamanlar “konuk” olarak davet ettiği vatandaşlarımıza yaptığı ev
sahipliğinin yanı sıra, buradaki vatandaşlarımızın aile birleşimi ve diğer
nedenlerle ülkeye gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulamaması
gerektiği uzun süredir tartışılmaktadır (Bkz. Ekşi 2009). Avrupa Topluluğu Adalet
Divanı (ATAD) Türklerin görüşünü onaylamıştır (Bkz. Groenendijk 2009). Fakat
mahkeme kararları uygulamaya dönüştürülmediği gibi, bu ülkede yaşayanlar da
türlü gerekçelerle aile birleşiminden yoksun bırakılmaktadır. Hâlbuki uzmanlar konuya 19 Şubat 2009′da alınan Adalet Divanı kararı (C-228/06) ışığında bakıyorlar ve
hukukun temel prensibi olan “Verilen hak geri alınamaz” ilkesi doğrultusunda değerlendirmektedirler
(Doğan 2009). Konu,
“Katma Protokol yürürlüğe girdiği
tarihte Türklere vize uygulaması yoktu. 1973 yılında Almanya’daki uygulamaya
baktığımız zaman 1980′e kadar çalışma amacı
olmayan bir kişi 3 aydan fazla olmayan bir süre için Almanya’ya vizesiz giriş yapabiliyordu. Bu uygulama 1980 senesinde iptal
edildi. Adalet Divanı kararında, geriye dönerek o tarihte yürürlükte olan Alman
mevzuatına bakmış ve o tarihte Katpa Protokol’ün 41/1. maddesi kapsamındaki
Türk vatandaşları için vize uygulaması olmadığından, bugün böyle bir uygulamayı
hukuka aykırı bulmuştur. Vizesiz seyahat, hizmet sunacak kadar, alışveriş
yapmak, turistik gezi veya tedavi gibi pasif hizmetlerden faydalanmak üzere AB
ülkelerine giriş yapmak isteyen Türkler için de geçerli olmalı. Almanca sınavı
vize uygulamasını baz aldığı için bu durumda bu kişilere Almanca dil sınavı
zorunluluğu getirilemez”
şeklinde yorumlanmaktadır. Mahkeme kararlarını
uygulamayan Almanya’nın inandırıcılığı, güvenilirliği ve bu ülkenin kendisiyle yapılan
uluslar üstü, uluslararası anlaşmalara uyma konusunda gösterdiği ahde vefa (pacta
sunt servanda) ilkesine uyumu konusunda soru işaretlerinin oluşmasına neden
olmaktadır.
Alman tarihini ve kültürünü iyi bilen Germanistler
olarak Almanya’yı anlamak ve muhataplarına doğru anlatmak durumundayız. Her ne
kadar yasal olmadığına inansak da vize konusunda getirilen sınırlamanın, bu
ülkenin kendini savunma reflekslerinden kaynaklandığını belirtmekten
kaçınmamalıyız. Almanya’ya ülkedeki yabancılarla birlikte barış içinde yaşayabileceği
konusundaki güveni vermek; göç ve uyum tartışmalarını yalnızca Almanca
bilgisine indirgemenin göç toplumuna giden çok kültürlü yolu tıkadığını
göstermek de yine bizlere düşmektedir. Huntington
(1993, 25), “insanlar birbirlerini ne kadar tanırsa, sadece dil ve tarih
bakımından değil daha önemlisi, haklar ve ödevler, özgürlük ve otorite, eşitlik
ve hiyerarşinin göreceli önemi konusundaki görüş farklılıkları kadar inanç ve
insan, birey ve grup, vatandaşla devlet, aileler ve çocuklar, koca ve karı
arasındaki ilişkiler konusundaki bakış açıları bakımından oldukça farklı
olduklarını göreceklerdir” diyerek bu duruma dikkat çekmektedir.
Alman Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin 2004
yılındaki kongresinde konuşan o günün parti genel başkanı, bugünün şansölyesi
Bayan Angela Merkel yabancıların Alman toplumuyla kaynaştırılmaları konusunda
çokkültürlü toplum modelinin iflas ettiğini ve artık Almanya’nın hürriyetçi
demokratik öncü kültürünün örnek alınması gerektiğini söylemiştir (Bkz. Narlı
2009, 2). Bu söylem ve bugün gelinen nokta, yabancılara karşı geliştirilen sloganların,
politikacıları iktidara götüren araç olarak görüldüğünün bu parti tarafından da
benimsendiğinin açık göstergesidir. Bu yaklaşım, çokkültürlülüğü bir ideoloji
olarak görenler için doğru olabilir; bununla birlikte, çok kültürlülük bir
yaşam biçimi olarak algılanmalıdır.
Bayan Merkel o dönmedeki konuşmasıyla, bugün de
açıkça savunduğu çokkültürlülük değil, uyum
gerekli görüşünü öne çıkararak, yabancıların ülkeye uyum sağlamasının önemi
ve gereğini vurgulamak, Almanya’nın yabancılar politikasıyla ilgili olarak
kamuoyunu bilgilendirmek, Almanya’daki Türkler üzerinden Türkiye’ye mesaj
vermek istemiştir. Ancak uyum, baskın kültürün ögelerini sorgulamadan alırken,
kendi özünü oluşturan ögelerden vazgeçmek değil; kendi kültürel ögeleriyle
baskın kültürün ögelerini bağdaştırabilme becerisidir. Bunun aksi, uyum değil;
sıkça tartışmalara konu olan eritme politikasıdır. Alman halkı, ötekinin
kültürünü de kendi kültürü ile kıyaslamadan, ötekini kendine uydurmaya
çalışmadan, kendi değer yargılarına göre olması gerektiği gibi değil de sadece
olduğu gibi görerek ve göstererek öteki ile birlikte yaşamayı öğrenmelidir.
Bu bağlamda 12 Temmuz 2007 tarihinde yapılan
toplantıda kararlaştırılan uyum eylem planı çalışması (Bkz: www.bmi.bund.de)
aşağıdaki noktalar üzerinde belli bir uzlaşı sağlandığının göstergesi olarak
kabul edilebilmektedir;
- uyum kurslarının iyileştirilmesi,
- dil öğreniminin erken yaşta gerçekleştirilmesinin teşvik edilmesi,
- eğitim, meslek eğitimi ve iş piyasasının geliştirilmesi,
- kadınların durumlarının iyileştirilmesi,
- uyumun bulunulan yerde gerçekleştirilmesi,
- uyumun ve yurttaşlık bilincinin geliştiği bir toplumun oluşturulması.
Sorunların çözümüne katkıda bulunmak yerine ek
sorunların ortaya çıkarılmasına yönelik edimlerden özenle kaçınılması
gerekmektedir (Bkz. Arslan 2009). Bu arada, Özsoy (2005) tarafından öne sürülen
“Avrupa tarihi Müslümanlara ve Türklere karşı soykırım olaylarıyla doludur.
İspanya’da bir tek Arap bırakmayan, Balkanlarda milyonlarca Türk’ü ve
Müslüman’ı katlederek yok eden bir “medeniyet” ile karşı karşıya bulunulduğu” görüşünü savunan tezlerin doğruluğu tartışılsa
da uyum konusunda uzlaşma arayan çalışmalar bağlamında öne sürülen bu ve benzeri
karşı görüşlerin yersiz ve zamansız şekilde taraftar bulduğu unutulmamalıdır.
Hayat, bir tek görüşten, bir tek yargıdan, bir tek
suçlamadan ibaret değildir. Başkaları da başka türlü düşünebilir. Uyum, bireyin
kendi kültüründen kaynaklanan olguları reddetmeden, farklı kültüre ait ögeleri
de olduğu gibi kabul etmesi ve kendi alışkanlıklarından farklı olanı da
değiştirmeye çalışmadan, karşı kültürdeki farklılıkların bilincine vararak,
bunları bir arada mevcut şekliyle yaşayabilme ve yaşatabilme becerisi olarak
tanımlanabilir (Çakır 2001, 14). Uyum sürecinde bulunan bir kişinin dili, dini
değişik olabilir ve bu durum olduğu gibi kabul edilmeyip, baskın kültürün
diline ve dinine benzetilmek istenirse, bunun adı uyum değil, asimilasyon
(eritme) olur. Türkler de Almanya’ya uyum sağlayabilirler. Dileyen Alman
vatandaşı olur. Bu ortak paydada, ikincil kimliklerini koruyarak bir arada
yaşayabilirler.
Inam (2009), “Anadolu insanının dirliği” konusunu
işlediği yazısında bir dizi soruya yanıt arıyor. Aynı soruların Almanya’da
yaşayan vatandaşlarımıza uyarlanarak cevap aranması mümkündür. Buna göre, Türkler
neden Almanya Federal Cumhuriyeti vatandaşı olmayı isteyecekler? Salt
karınlarını doyurdukları, yaşamlarını sürdürebildikleri bir yer olduğu için mi?
Dinsel değerler mi onları bir araya getirecek? Hangi yorumlarla oluşturulacak
ortak değerler? 'Demokrat' bir ülke tek bir kesimin dinsel değerleriyle var
olabilir mi? Siyaset alanında dillerden düşmeyen demokrasinin manevi, tinsel
karşılıkları ve uyum sorunlarının aşılması için bu ülkede kaç kişi kafa
yormaktadır, kendi dogmalarını karşı tarafa kabul ettirmeye çalışmadan?
ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK
Çokkültürlülük, sınırlı uygulamaların dışında,
toplumu oluşturan bütün bireylerin kültürel olarak tanınma projesi olarak
tanımlanabilir. 20. yüzyılın son çeyreğinde Kanada ve Avustralya’da yerli halk
ile göçmenlerin kültürel farklılıklarını teşvik eden çok kültürü destekleyen bu
politika, modern toplumun selametini görenlerin bayrağı olarak benimsenmiş;
zamanla önce İngilizce konuşulan ülkelere, ardından da Avrupa ülkelerine
yayılmıştır. Bu projeyi, bir dünya görüşü olarak değil; bir ideoloji olarak benimseyen
Avrupa ve Avrupa Birliği’nin iki önemli üyesi Fransa ve Almanya ise, bu
politikanın gereklerini gerçek hayata aktarmakta zorluk çekmiştir. Çokkültürlülüğe
dayalı politikaların başarı ile uygulanması hâlinde yapılacak etkinlikler
arasında “okul müfredat programlarının gözden geçirilmesi, ana dilin
öğretilmesi, göç nedeniyle oluşmuş toplulukların yararına yasal düzenlemeler
yapılması” gibi çalışmalar sayılabilir.
Çokkültürlülük, kamusal alanda farklı kültürlerin
adil olarak teşvik edilmesi projesi olarak tasarlanmış ve savunucularına göre
dünyadaki kimlik hareketlerinin aynı siyasi örgütlenme içinde farklı kültürel
ufuklara sahip nüfus topluluklarının barışçı bir şekilde bir arada var
olabilmesini sağlayacak olan ilaç olarak tanımlanmıştır (Doytcheva 2009, 12). Bu
çalışmalar, bütünün içinde ötekinin varlığını belli ölçülerde sürdürmesine
katkı sağlayacağından, farkı yaratan farklı parçanın bütüne kaynaştırılıp, onun
özelliklerine dönüştürülmesi siyasetine yenilmiş, yarım kalan projeler olarak
dikkati çekmektedir.
Bugün Almanların Hristiyan kökleri üzerinde de facto çokkültürlü bir yapı
oluşmuştur. Almanya bugün, iradesini ortaya koyarak demokratik bir toplumsal
yaşam içinde kültürel farklılıkları –tartışmaya ve yoruma açmaksızın- öznel yorumlara
ve istismara yer vermeyecek şekilde tanımlamak; kimliğe ve kültüre ilişkin
pratikleri “cemaatçiliğe” ya da “kabileciliğe” indirgemeden yaşamın bütün
boyutlarına yansıtabilme çabası içinde olmalıdır. İçişleri Bakanı Dr. Wolfgang
Schäuble tarafından başlatılan
Alman İslam Konferansı toplantıları, en azından inanç alanındaki karmaşanın
önüne geçileceği mesajı vermektedir (www.deutsche-islam-konferenz.de). Kimi
sıkıntılarla başlayan bu süreçteki sorunlar aşıldığında, Almanya gerek
toplumsal gerekse kültürel yapı olarak bugün kendine ifade etmekte güçlük
çektiği “e pluribus unum” (birçoktan
tek bir) pratiğini yaşama geçirebilecektir. Bu politika, ülkenin sosyal,
ekonomik ve siyasi geleceğine de olumlu katkılarda bulunabilecektir. Bu durum
söz konusu oluşumda yer alan bütün paydaşlar tarafından entelektüel sorumluluk
ve akademik bakış açısıyla değerlendirilmeli; gelecekte sosyal refah ve
ekonomik istikrarın korunması için, bilimin öz niteliğinden ödün vermeden yorumlanmalıdır.
Bu yorum açık uçlu bir serüven olan göçün tarihsel, insani ve yaşayan
yönünü de içermelidir. Kültür ve kültürel etkileşim öğrenmenin, birlikte
yaşamanın en önemli bileşenlerinden biridir (Bkz. Roche 2001, 16).
Almanya’daki siyasi erk sahipleri bu süreçte Almanya’da
Türk kimliğine sahip Türklerin kimliğinin korunmasının her iki ülkenin
karşılıklı çıkarına olduğunu kabul etmeli; edinilmiş haklar ile vatandaşların kültürleri
ve etnik kimliğini korumaya ilişkin kaygılarına saygı göstererek, ülkedeki
yabancıların Alman halkı ile kolektif bağlılıklarını güçlendirecek stratejileri
benimsemelidir.
Köln’de bulunan Alman Ekonomi Enstitüsü (IW)
tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ülkede yaşayan yabancıların olumsuz
ekonomik koşullar altında oldukları tespit edilmiştir. Buna göre, yabancılar
arasında işsizliğin daha fazla olduğu, daha düşük ücretle çalıştıkları ve daha
düşük bir meslek eğitimi seviyesine sahip oldukları ve 2006 yılında
Almanya’daki aylık net maaş ortalamasından yaklaşık 300 Avro daha az ücret aldıkları anlaşılmıştır (Bkz. Vogel
2009). Özellikle emeklilerin maaşlarının daha da düşük olduğu ortaya çıkmıştır.
Bugüne değin uygulanan politikaların toplum içinde
uzlaşma için yeterli sonucu ver(e)memiş olduğu (Bkz: Doytcheva 2009, 135);
aksine, farklılıkların özü ötekinden ayıran eşitsizlik algısıyla eş değer yorumlanmasına
ve bütünün içinde asimetrik veya hiyerarşiye dayalı paralel toplumların oluştuğu
algısının yerleşmesine neden olduğu görülmektedir (NTVMSNBC 2008). Bu durumu tespit
ve teşhis eden kimi politikacılar öze dönülmesi ve ötekinin özün içinde geliştirilmesi
taleplerini gündeme getirmeye çalışmaktadır. Yaşanan sürece ve ortaya çıkan olgulara
bakıldığında yabancılarla ortak paydada buluşulacak bir uzlaşma kültürünün
oluşturulması ve her kesimin eğitim taleplerinin karşılanması yönünde
çalışılması gereği kendini hissettirmektedir.
Almanya’da çoğunluğun kültürü “yönlendirici kültür”
(Leitkultur) adıyla, alternatifsiz olarak manipüle edilmekte ve yabancıların
köken kültürlerini bağlamından ayrıştırma eğilimi gösterilmektedir (Bkz. Keskin
2005, 74). Bu eğilimin ardında, Lord Tedbit (2005)’in çokkültürlülüğü eleştirmesi
yatmaktadır. Hâlbuki “toplumları toplum yapanın kültür olduğu ve insanları ırk,
din ve dile göre farklılaştırmanın ve buna dayalı kimlik ve örgütlenme oluşturmanın
kültürel ayrılıkçılığa yol açacağı” (Aktaran: Narlı 2009, 2) dikkatlerden
kaçırılmamalıdır. Hudson (2004, 308) ırkçılığın farklı zamanlarda “öteki”nin
farklı biçimlerde ele alınmasına bağlı olarak ortaya çıkan tarihsel bir görüngü
ve kültürel bir geçmişe sahip olduğuna dikkati çekmektedir.
Çokkültürlülük adına pratiğe aktarılan kimi hatalı
uygulamalar iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmaktan çok, uzaklaştıracak
algıların oluşmasına neden olmaktadır. Fındıkçı (2001, 261) bu durumu şu
şekilde aktarmaktadır:
“Almanya'daki bazı Eyaletler Türkiye ve
Türk karşıtı ne kadar dinci, şeriatçı, bölücü ve terörist örgüt var ise onu
bilinçli bir şekilde himaye etmektedir. Bu örgütlerin üst düzey yöneticileri
bazı Alman eyaletlerinin ya doğrudan finansmanını yaptığı ya da etkisi altında
tuttuğu alanlarda istihdam edilmektedir. Bu örgütlerin Türkiye karşıtı
etkinlikleri "Proje" adı altında finanse edilmekte, örgüt
yöneticileri beslenmekte ve bu örgütler Atatürk Türkiye'sine karşı yönlendirilmektedir.”
Bu görüşler gündeme getirilirken güdülen amaç,
Alman toplumuna karşı bir tavır ortaya koymak değil; ayrımcılığın, fırsat
eşitsizliğinin, politik istençsizliğin, aldırmazlığın ve gelecek için tehlike
oluşturan hususların altını çizmek; bu durumun Almanya’nın demokratik ve çağdaş
toplum yapısına, anayasasına ters düştüğüne dikkat çekmektir. Göçmenlerin,
kendilerini Alman toplumunun kaynaşmış bir bireyi olarak duyumsayabilmeleri
için, dışlanmadan, ayrımcılığa uğramadan, kendi kimlik ve özellikleriyle samimi
olarak kabul ve saygı görmeleri gerekir (Bkz. Keskin 2009).
YABANCI DÜŞMANLIĞI VE IRKÇI SALDIRILAR
Irkçılık, davranış
ve ideoloji olmak üzere iki ayrı görüşe
göre değerlendirilmektedir. Davranış biçimine göre tanımlanan ırkçılık,
tanımlanmış fiziksel özellikleri kendilerinden farklı olan bireylerden nefret
etme ya da bu bireyleri küçük görmenin açıkça ifadesiyken, ideolojinin parçası
olarak tanımlanan ırkçılık ise insan ırkları ile ilgili bir doktrini ifade
etmektedir. Irkçılık kavramı, ırksal gruplar dışındaki etnik ve dinî gruplar
arasındaki önyargı ve hoşgörüsüzlüğü tanımlamak için de kullanılmaktadır. Bu
çalışmada ırkçılık, “sosyal yapıda var olan, fakat biyolojik ve kültürel
faktörler aracılığıyla farklı ırk ve etnik grup olarak tanımlananlara atfedilen
eşitsizliklerin içinde yer aldığı ideoloji, yapı ve süreç” olarak ele
alınmaktadır (Todorov 2000, 214).
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı günümüz Avrupa bütünleşme
projesini temelden sarsan ve etkin bir mücadeleyi zorunlu kılan sosyal bir
hastalık durumundadır (Yılmaz 2008, vii). Toplumlararası farklılıklara dayanan
ayrımcılığın görünür hâle gelmesine rağmen, siyasi iradenin benzer bir hızla
gelişememesi dikkatleri çekmektedir. Geçmiş somut olaylara dayalı çıkarımlar
sonucu oluşan önyargılar, Avrupa halklarının gözünde de facto gerçeklik kazanmaktadır.
Almanya Federal Cumhuriyeti’ndeki yabancı
düşmanlığı ve ırkçı politika Bilici (2007) tarafından ana hatları ile şu
şekilde özetlenmektedir:
“Almanya’daki en önemli ırkçı parti Die Republikaner, yani
Cumhuriyetçiler’in en önemli tezi, kanun ve düzenin sağlanması için
yabancıların sınırdaşı edilmesiydi. Cumhuriyetçiler’in ırkçı damgası yememek
için gizlenmeleri üzerine Alman Ligi ve Alman Halkı Birliği gibi açıktan
ırkçılık yapan siyasi hareketler ortaya çıktı. Anayasayı Koruma Ofisi’nin
verilerine göre 27’si Neo—Nazi olmak üzere 77 aşırı sağcı grup ve 6 bin Dazlak
bulunuyor. Solingen’de 5 Türk’ün hunharca öldürüldüğü 1993’te 2232 ırkçı şiddet
vak’ası yaşandı. Irkçı partilerin yükselişi iktidardaki CDU—CSU'yu 18 yaş
altındakilerden vize istenmesi gibi milliyetçi uygulamalara itiyor. Polis ve
orduya Neo—Nazilerin sızdığı söyleniyor. 1995’te 53 askere ırkçı
davranışlarından dolayı dava açıldı. Almanya'nın sorunlarından yabancıları
sorumlu tutan 15 profesörün Heidelberg Manifestosu (FR, 1982)
ırkçılara ivme kazandırdı.”
Bilici (2007)’ye göre ırkçılık, geçmişte kölelik
sistemini meşrulaştırmak amacıyla kullanılmış ve saf veya üstün ırk oluşturma
çabalarıyla çarpık bir ideoloji ile temellendirilmiştir. Bu ideoloji örneğin
Almanya’da Hitler (2005, 300) tarafından “dünyayı
idare eden ebedi iradeye uyarak, en iyinin ve en kuvvetlinin zaferini
kolaylaştırmak, fena ve zayıf olanların boyun eğmesini sağlamak görevi” ile
yükümlü kılınmıştı. Irkçılık, yalnız ulusların değil aynı zamanda bireylerin de
değer farklarını tespit eder ve “kendinden daha yüksek bir ahlakı savunan bir
ırk için tehlike seziyorsa, ırkçılık o ahlakın yaşam hakkını kabul etmez” (Bkz.
Hitler 2005, 300). Hitler ve yandaşlarınca savunulan bu görüşün Avrupa’ya
faşizmle beraber felaket de getirdiği belleklerden silinmemiştir.
Bugün Almanya’da yeni-ulusalcı uçgörüşü savunan
siyasi partilerin açıkça faaliyet gösterdiği herkesçe bilinmektedir. Bu
partilerin halkı yabancılara karşı kışkırttıkları, yabancılara tehdite varan
içeriklerde mektup veya değişik mesajlar gönderdikleri duyulmaktadır (Bkz.
haberfx 2009). Türkleri hedef alan eylemlerin faali olarak gösterilen NDP (Nationaldemokratische
Partei Deutschlands)‘nin kapatılması mümkün olamamıştır. Alman Anayasa
Mahkemesi 18 Mart 2003 tarihinde Federal Parlamento’nun NDP’nin kapatılması
isteği ile yaptığı başvuruyu, anılan parti yöneticilerinden bir kısmının Federal
Anayasayı Koruma Teşkilatı (Bundesamt für Verfassungsschutz) üyesi olması ve bu
partinin devlet güvenlik teşkilatı ile iş birliği hâlinde faaliyet göstermesi
gerekçesiyle geri çevirmiş olması dikkatleri çekmektedir (Bkz. BVerfG). Bu
partinin yanı sıra, REP (Republikaner) olarak adlandırılan paralel görüşlü
marjinal bir parti daha bulunmaktadır (Bkz. www.rep.de).
Etnik politikaların aşındırıcı yansıması olarak
geçen 6 yılda Türklere karşı düzenlenen ırkçı saldırılarda 31 vatandaşımız
hayatını kaybederken, 48'inin yaralandığı haber bültenlerine düşen kayıtlardan
anlaşılmaktadır. Avrupa ülkelerinde yabancılara karşı yapılan ırkçı
saldırılarda birinciliğin 19 kurbanla Almanya'da olduğu görülmektedir. Almanya'yı
Fransa ve Hollanda izliyor. Fransa'da, 1993 yılında bir Türk ailesinin evinin
yakılması sonucu 6 kişi ölmüş, suçlular yakalanamamıştı. Hollanda'da ise
1994'ten itibaren artan saldırılar, 26 Mart'ta Lahey'de doruk noktasına ulaştı;
aralarında 40 günlük bebeğin de olduğu 6 kişi öldü, 2 çocuk yaralandı. 1991
yılında şiddetlenen Türk düşmanlığı aynı yılın kasım ayında ilk ölümü getirdi.
Berlin'de 3 Alman dazlağın saldırısına uğrayan Mete Ekşi hayatını kaybetti.
Saldırılar devam etti; ancak Almanya'daki Türk toplumu Neo—Nazilerin çirkin
yüzüyle 23 Kasım 1992'de Möln'de karşı karşıya geldi. Türk vatandaşlarına ait 2
evin yakılması sonucu 3 kişi ölürken, 9 kişi de yaralandı. 28 Kasım 1992'de
Köln'de bir vatandaşımızın ölümünün ardından Nazi döneminden sonra Almanya'da
yaşanan en büyük ırkçı şiddet Solingen'de hortladı. 29 Mayıs 1993'te 25 yıldır
Almanya'da bulunan 20 kişilik Genç Ailesi’nin yaşadığı ev kundaklandı. Aileden
5 kişi öldü, 2 kişi yaralandı. Olayın faillerini Alman istihbarat servisinden
bir ajanın eğittiği öne sürüldü. Alman Dışişleri Bakanı Kinkel, saldırının
dünyada yarattığı nefretin etkisiyle, olayların tekrar etmeyeceği güvencesini
vererek, Türklere çifte vatandaşlık düzenlemesinin yapılacağına ilişkin söz
verdi. Olayın sıcaklığı geçince verilen sözler unutulmakla kalmadı, 18 yaşın altındakilere
de vize uygulaması getirildi. 16 Ekim 1996'da Karlsruhe'de 2 Türk ailesinin ve
bir İranlı vatandaşın yaşadığı 3 katlı bina kundaklandı. Üç Türk can verdi. Verilen örneklerden, ırkçı saldırıların sadece
Türkleri hedef aldığı sanılmamalıdır. 1994 yılı içinde 33 yaşındaki bir
Vietnamlı, Doğu Almanya'nın Leipzig kentinde öldürüldü. 25 yaşındaki Ganalı bir
göçmen 4 dazlak tarafından Berlin'de trenden atıldı. 1994'te faşist saldırılara
uğrayan 48 yaşındaki görme engelli Alman vatandaşı bir Yahudi, daha rahat
etmesi için İsrail'e gitmesi uyarısını aldı. Uyarıyı yapan bir polis memuruydu.
Aynı yıl Lübeck'te de bir sinagog yakılmıştı (Bkz. Hürriyet 21.02.2008).
Almanların bu yaklaşımı, Avrupa tarihinin ırkçılık
açısından yeniden hatırlanmasını ve hatırlatılmasını zorunlu hâle getirmektedir.
Çünkü tarih, genç kuşaklara geçmiş bağlamlarından yola çıkarak bugünün
anlaşılmasına yardımcı olmak üzere geliştirilmiş bir öğretidir (Aslan 2006,
164) ve bu öğretiden yararlanılması gerektiği düşünülmektedir.
Birleşmiş Milletler Ayrımcılıkla Mücadele ve
Azınlıkların Korunması Alt Komitesi'nin 1992/5 sayılı kararı ırkçılığın özellikle
Kuzey Amerika ve Avrupa'da görüldüğünü belirtmektedir. Yine BM İnsan Hakları
Komisyonu’nun 1993/3 sayılı kararı ırkçılığın gelişmiş ülkelere has bir problem
olduğunu ortaya koymaktadır. Ertürk (1981, 173)’ün deyişiyle, iyi bir
demokraside kitlelerin ekonomik ve toplumsal refahını yükseltmek uğrunda;
devletin rol oynamasına engel yok, belki zorunluluk vardır. Türkiye’nin
vatandaşlarımızın 1963 Ankara Anlaşması ve 1970 tarihli
Katma Protokol'le tanınan haklarına sahip çıkacağını, Avrupalı Almanya’nın
da bu anlaşmaların gereğini yerine getirmesini beklemek çok daha uzun olmamalıdır.
Çünkü uluslar üstü anlaşma hükümleri, uluslararası anlaşma hükümlerinden farklı
olarak önceliklilik ve doğrudan etkililik özellikleriyle ayırt
edilirler (Gümrükçü 2006, 161) ve uygulanması önceliklidir.
Avrupa Birliği ülkelerindeki ekonomik durgunluk,
işsizlik ve sosyal harcamalardaki kısıtlamaların toplumda meydana getirdiği
rahatsızlıklar, yabancı düşmanlığının asıl nedenleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Almanya'da yapılan bir kamuoyu araştırmasından çıkan sonuçlar, sıralanan bu
konuların müreffeh Avrupa için ne kadar da önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Almanların gözünde en önemli sorun işsizliktir (yüzde 66). İkinci sırada yüzde
17 ile iltica ve göçmen sorunları vardır. Bunları asayiş, çevre ve konut konuları
takip etmektedir. Doğu ve Batı Almanya'daki Almanların konulara bakış
açılarında da farklılık bulunmaktadır. İşsizliğin birinci sorun olduğu
noktasında hemfikirler; ancak Batı’da yaşayan Almanların % 63’ü, Doğu’da
yaşayan Almanların % 75’i işsizliği birinci sorun olarak görmektedir. 4 milyon
işsizin bulunduğu ülkede 1993 yılı içinde 322 bin iltica başvurusu doğal olarak
dikkati çekmekte ve bilinçsiz vatandaşlarda kaygı uyandırmaktadır. Bu durumdan
bezgin bir davranış modeli sergileyen sorumluların, olayları adeta kendi
seyrine bırakmış oldukları görülmektedir. Şubat 2008’de yaşanan Âdem Özdemir
olayı bu durumu örneklemeye yetmektedir (Bkz. Hürriyet 21.02.2008).
21. yüzyıl insanından beklenen; kimilerinde görülen
ve xenophobia olarak isimlendirilen
yabancılarla temas korkusunu tanımadan, başkalarını üstün ya da aşağı görmeden
onlarla birlikte karşılıklı anlayış, saygı ve güvene dayalı bir yaşama kültürü
geliştirmektir. Bu yapılmadığında, etnik azınlıklar ve göçmen gruplar kendi
kültürel çevrelerini, sosyal dışlanmaya maruz kaldıklarını hissettikleri
ortamlarda daha sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. Yabancı düşmanlığının
nedensellik bağı oluşturularak rasyonelleştirilmesi, AB halklarının kendi
kültürel değerlerini koruyarak neo-milliyetçilik yaratmasına ve AB içinde bir
anlamda ekonomik temellerle de desteklenen bir “kültürel milliyetçilik”
oluşumuna yol açmaktadır (Yılmaz 2008, 4).
SONUÇ ve ÖNERİLER
21 yy insanı “düşünme,
algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş; bilgiyi yaratıcı bir şekilde
kullanabilen, bilgi çağı kimliğine uygun, bilim ve teknoloji üretimine yatkın,
kendini tanımaktan ve açıklamaktan korkmayan bireyler” (Erbil 2008) olarak tanımlanmaktadır.
İnsanlar yanı başındaki olaylara uzak olmaları nedeniyle, gerçek insanlarla
dünya seçkinler kulübünün maskeli cemaati arasındaki derin farklılıkları ayırt edememektedir.
Bir dinin veya bir ulusun islamofobiya veya herhangi bir nedenle genel bir suç
ve itham konusu yapılması, insanlığın barış dolu geleceği önündeki en büyük tehditlerden
biridir. Dr. Martin Luther King, Amerikan şehirleri yanarken beyazlara şu
uyarıda bulunmuştu (Acil Durum: URL):
“Bir toplumda nüfusun büyükçe bir kesimi
kendini o toplumun bir parçası olarak görmüyorsa, katkısı olmadığı gibi bir
beklentisi de yoksa umudu ve kaybedecek bir şeyi olmadığını hissediyorsa, ondan
büyük tehlike yoktur. O toplumdan beklentisi olanlar, toplumu korurlar, ama
olmayanlar bilinçaltı olarak onu yıkmak isterler.”
Yakın geçmişte Fransa’da görülen şiddet ve vandalizm
eğilimlerini bu bağlamda değerlendirmek, yaşananlardan Almanya bağlamında ders
çıkarmak gerekir. Milliyetçiliğin bir sonraki ayağını oluşturan ırkçılık
dalgasının çokkültürlülüğün reddinden dolayı Avrupa için bir tehdit unsuru hâline
dönüşmemesi için bilinç artırımına gidilmesi ve kışkırtıcı politik eylemlerin
ortadan kaldırılması için öncelikli girişimlerde bulunulması gerektiği düşünülmektedir.
Almanlar ile tarihin derinliklerinden kaynaklanan
çok yönlü, girişik ilişkiler Almanca öğretimi sürecinde değerlendirildiğinde,
her bir sorun diğerlerinden ayrıştırılıp, ayrı ayrı ele alınmalı; öğrencilerin
zihnindeki belirsizlikler bu süreç içinde ortadan kaldırılmalıdır. Almanca
öğretmeni, öğrencilerinin belleklerindeki tarihi dost ve müttefik Almanya söyleminin
ürünü olan kalaydeskopik bir hayal ülkesi Almanya imajının oluşmasının önüne
geçmelidir. Aksi hâlde, Almanca öğrendikten sonra ruhlarında kin, nefret ve ten
kibrinden başka insanlık adına başkaca değer kalmamış dazlakları, faşistleri,
ırkçıları konuk olarak gittikleri bu ülkede kendilerini aşağılarken gören pek
çok genç insanın yaşayacağı duygusal sarsıntının bırakacağı izler daha tehlikeli
olabilir. Yaşanacak olumsuzluklardan dolayı, Almanya ve Almanlara karşı
beslenen sevgi ve sempatinin yerini kin ve nefret duygularının alabileceği
unutulmamalıdır. Bu duruma dikkat edilmediğinde, gençlerin taze dimağlarında
Almanya’nın hak etmediği olumsuz algıların oluşması, yaşananların
genelleştirilmesi mümkün olabilir. Yaşanan anlık ve çok yoğun olumsuz duygular insan
davranışını yönlendirdiği zaman, olumsuz duygunun belleklerde daha uzun
sürelerde kalacağı ve duygunun yaratacağı tahribat unutulmamalıdır. Bu süreçte,
Almancayı öğretenler kadar, Almancanın öğretilmesini isteyen dostlarımızın da karşılıklı
ilişkilerde üstlendikleri sorumlulukların gereğini göz ardı etmemeleri gerektiği
önerilebilir.
Barutçugil (2007) tarafından bireyler arasında etkili
iletişim kurabilmek için geliştirilen önerilerin, uyum konusuna uyarlanabileceği ve alanda
çalışanlara aşağıdaki ipuçlarını verebileceği düşünülmektedir:
·
Destekleyici sosyal politikalar geliştirin,
empatik davranmayı, gördüklerinizi hoşgörü ile karşıladığınızı belli eden geri bildirim
alıp vermeyi deneyin. Samimi, açık, dürüst ve karşı tarafı cesaretlendirici politikalar
geliştirin (Uyum politikasındaki iyi örnekler çalışmasını teşvik edin).
·
Bütün ayrıntıları ile planladığınız hâlde
yolunda gitmeyen sosyal politikalar konusunda süreçleri ve kendinizi değerlendirin;
zayıf yönlerinizi, önyargılarınızı ve iletişim tarzınızı, doğrularınızı gözden
geçirin.
·
Genelleştirme ve stereotipleme bireyler arası ve
kültürler arası iletişimde kolaycılığa kaçmaktır. Bu tuzaklardan kurtulup
ötekilerin kültürel ve bireysel özelliklerini öğrenmeye çalışın.
·
Farklılığa duyarlılığınızı artırın, farklı olana
değer verin, saygı duyun. Farklılıkları eleştirmeyin, yargılamayın, alaya
almayın; değiştirmeye çalışmadan olduğu gibi kabul edin.
·
İletişim kurduğunuz farklı kültürün insanlarıyla
sözlü ya da sözlü olmayan ortak kodları paylaşın, yeni ortak dil ve davranış
geliştirin. Mevlana’nın deyişiyle, “aynı dili konuşanların değil, aynı duyguları paylaşanların
anlaşabildiğini” unutmayın.
·
Başlardaki zayıf iletişime ve belirsizliğe
hoşgörüyle yaklaşın. Dikkatli geri bildirim alıp vermeler sırasında düzeltme,
uyumlaştırma ve geliştirmeler yapın. Saygı görmek istiyorsanız, saygı gösterin.
·
Siz de dilinizi öğrenmesini istediğiniz ötekilerin
dilini öğrenin; farklı kültürlerin insanlarıyla olabildiğince bir araya gelme
fırsatları yaratıp, öteki grubun bireylerini tanımaya çalışın. Siz onlara yaklaştıkça,
onların da size geleceklerini bilin.
Özdemir Erdoğan, yıllar önce kültürümüze kazandırdığı
‘Sevdim seni bir kere” adlı şarkı ile âdeta Türklerin Almanlara duyduğu bugünkü
–karşılıksız?- sevgiyi anlatıyor gibi. Şarkının devamında “sevgi anlaşmak
değildir, nedensiz de sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir” ifadesindeki
anlam derinliği giderek kayboluyor. Türk Alman ilişkileri ekonomik ilişki
boyutuna geriledikçe de güdükleşiyor, yavanlaşıyor. El birliği ile çözüm
üretmeliyiz…
DİPNOTLAR
[1]. Alman Parlamentosu'nda temsil edilmeyen iki
aşırı sağcı partiden NPD (Nationaldemokratische Partei Deutschlands) ve
REP (Cumhuriyetçiler) dışında hiçbir demokrat parti 27 Eylül 2009 seçimlerinde
Türkiye'nin AB üyeliği konusunu seçim malzemesi yapmadı. Berlin Savcılığı
Sözcüsü Martin Steltner NDP’nin kışkırtıcılık yaptığı şüphesiyle ilgili soruşturma
başlattı. Bkz. Türklere ülkeyi terk edin tehdidi. Milliyet Gazetesi 23.09.2009. URL: http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1142282&Date=23.09.2009&Kategori=dunya&b=Turklere%20"ulkeyi%20terk%20edin"%20tehdidi
(son erişim: 25.09.2009) ayrıca bkz. Almanya, Türkleriyle Sandık Başına
Gidiyor (2). URL: http://www.sondakika.com/haber-almanya-turkleriyle-sandik-basina-gidiyor-2-1766088/
(son erişim: 25.09.2009).
[2]. Bu çalışmanın son okuma sürecine sağladığı
katkı için Yrd.Doç.Dr. Hülya PİLANCI ile Araş. Gör. Hakan YILMAZ’a teşekkür
ederim.
KAYNAKÇA
ABADAN-UNAT, Nermin (2002). Bitmeyen Göç. İstanbul: Bilgi Üniversitesi.
Acil Durum
(2009). http://www.ozetkitap.com/acil_durum.pdf (son erişim tarihi:
26.08.2009).
ALTMAYER, Claus. (1997). “Zum Kulturbegriff des
Faches Deutsch als Fremdsprache” Zeitschrift
für Interkulturellen Fremdsprachenunterricht [Online], 2(2), 25 pp.
Available: http://www.spz.tu-darmstadt.de/projekt_ejournal/jg_02_2/beitrag/almayer3.htm
(son erişim tarihi: 14.09.2009).
ARSLAN, Ömer (2009). “Hoşgörü ve Tolerans
Kavramlarına Etimolojik Açıdan Analitik Bir Yaklaşım”. Cumhuriyet Üniversitesi Bilimsel Yayınları: e-Dergi. http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/
makale/325.pdf (son erişim 31.08.2009).
ASLAN, Erdal (2006). “Neden Tarih Öğretiyoruz?” Dokuz
Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Dergisi. Sayı: 20 (2006). ss. 162-174.
BAMF (2009). “Erwerb der deutschen
Staatsbürgerschaft”. Bundesamt für
Migration und Flüchtlinge. URL: http://www.bamf.de/cln_092/nn_442428/DE/Migration/Informationen/
informationen-04-inhalt.html (son erişim 01.09.2009).
BARUTÇUGİL, İsmet (2007). “Kültürler Arası İletişim
Becerileri”. URL: http://rcbadoor.com/makalevekitaplar/makaleler/kisisel_gelisim/2004_2005/Kulturlerarasiiletisim.htm
(son erişim: 28.08.2009)
BİLİCİ, Abdülhamit (1997). “Medeniyet Yanıyor”. Aksiyon: Haftalık Haber Dergisi. Sayı:
122/ Tarih: 05-04-1997. URL: http://www.aksiyon.com.tr/detaylar.do?load=detay&link=2439
(son erişim: 28.08.2009).
BVerfG (Bundesverfassungsgericht): BVerfG, 2 BvB
1/01 vom 18. März 2003: Entscheidung des Bundesverfassungsgerichts zum
NPD-Verbotsantrag 2003. URL: http://www.bverfg.de/entscheidungen/bs20030318_2bvb000101.html
(son erişim: 25.09.2009).
ÇAKIR, Mustafa (2001). Göçün Kırkıncı Yılında
Almancanın İkinci Dil Olarak Edinimini Etkileyen Kültürlerarası Olgular. Köln:
Kleikamp Druk GmbH. - Ultima Ratio Dizisi, 01 (ISBN 975-93537-0-9).
DOĞAN, Kemal (2009). “Dil Sınavı Kalkmalı”. Hürriyet Gazetesi Almanya. 26 Şubat 2009. URL: http://www.hurriyet.de/haberler/dunya/277584/dil-sinavi-kalkmali (son erişim: 28.08.2009).
DOMIT (Dokumentationszentrum und Museum über die
Migration in Deutschland). (1998). Eine Geschichte der Einwanderung.
Essen: Klarteit-Verlag.
DOYTCHEVA, Milena (2009). Çokkültürlülük (Le multiculturalisme. Çev. Tuba Akıncılar Onmuş).
İstanbul: İletişim.
DPT (2003). Devlet Planlama Teşkilatı VIII. Beş
Yıllık Kalkınma Planı 2001-2005. Sosyal Refahın Artırılması: 7. Yurtdışında
Yaşayan Türk Vatandaşları. URL: http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/viii/
yurtdisi/yurtdisi.htm (son erişim: 28.08.2009).
EKŞİ, Oktay (2009). “Günün Yazısı: Sahipsiz
Türkler”. Hürriyet Gazetesi. 6 Eylül
2009. URL: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=12420695&yazarid=1&tarih=2009-09-06
(son erişim: 30.08.2009).
ERBİL, Oğuz (2008). “Öğrenci Merkezli Eğitim I”. MEB Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü.
URL: http://uretim.meb.gov.tr/egitekhaber/s83/ yazarlar/%C3%96%C4%9Erenc%C4%B0%20merkezl%C4%B0%20e%C4%9E%C4%B0t%C4%B0m.htm
(son erişim: 11.06.2008).
ERGÜN, Mustafa (1992). “Die deutsch-türkischen Erziehungsbeziehungen
während des ersten Weltkrieges”. OTAM: Ankara Üniversitesi Osmanlı
Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi. Sayı: 3 - Ocak 1992. Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi. ss. 193-210. (URL: www.egitim.aku.edu.tr /alman.htm. (son
erişim: 30.08.2009).
ERTÜRK, Selahattin (1981). Diktacı Tutum ve Demokrasi. 3. Baskı. Ankara: Yelkentepe Yayınları
8.
FINDIKÇI, Aydın (2001). “Federal Almanya Örneğinde
"İşçi Göçü"nün 40. Yılında Türk Dernekleri Nerede?” Mülkiye
Dergisi, Cilt: XXV, Sayı: 231, ss. 2009-266.
FR (1982). “Heidelberger Manifest” [“Heidelberg
Manifesto”], Frankfurter Rundschau,
March 4, 1982. URL: http://germanhistorydocs.ghi-dc.org/pdf/eng/Chapter4Doc12Intro.pdf
(son erişim: 29.08.2009).
GROENENDİJK, Kees (2009). “19 Şubat 2009 tarihli ve C-228/06 (Soysal) numaralı Avrupa Topluluğu
Adalet Divanı Kararı ile ilgili JV 2009/144 yorumu” (Çev.: Ali Durmuş). Yabancılar
Hukuku İçtihatı Dergisi. Rotterdam: Radboud University Nijmegen. URL: http://proje.akdeniz.edu.tr/iibf/euromaster/folder-gk/Prof.%20Kees%20Groenendijk_Soysal_tr.pdf
(son erişim: 29.08.2009).
GÜMRÜKÇÜ, Harun (2006). “Uluslararası İşbirliği Kurumu Olarak A(E)T/AB Türkiye Ortaklık İlişkisi
ve Hukuki Güvence(Siz)lik mi?” SBArD.
Eylül 2006, Sayı 8, ss. 159 – 170. URL: http://www.akader.info/sbard/sayilar/2006Eylul/159-170.pdf
(son erişim: 29.08.2009).
HABERFX net (2009). Almanya’daki Türk Adaylara
Tehdit Mektubu. URL: http://www.haberfx.net/almanyadaki-turk-adaylara-tehdit-mektubu-haberi-86864/
(son erişim: 29.08.2009).
HİTLER, Adolf (2005). Kavgam (Çev. Ö. Kenan Yalıntaş). İstanbul: Emre Yayınları.
HUDSON, Nicholas (2004). ‘”Hottentots’ and the
Evolution of European Racism”. Journal
of European Studies. Vol 34 (4). ss. 308-332.
HUNTINGTON, Samuel P. (1993). “The Clash of
Civilizations?”, Foreing Affairs,
72, No: 3 (italikler ilave edilmiştir). Huntington’ın makalesi daha sonra kitap
haline getirilmiştir, The Clash of Civiliaztions and The Remaking of World Order
(New York: Simon and Schuster, 1996). Aktaran: Richard L. Rubenstein.
“Yirmibirinci Yüzyılda Din” (Çev. Bekir Zakir Çoban). Dialogue & Alliance,
vol. 13, no. 2 • Fall/Winter 1999. URL: http://www.darulkitap.com/oku/tarih/dinlertarihi/dinler%20tarihi/dinler2/
Yirmibirinci%20Yuzyilda%20Din/1.htm#_ednref1 (son erişim: 18.09.2009).
HURRİYET (2008). “Adem, nasıl komaya girdi” Hürriyet Gazetesi, 21.02.2008. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8276306.asp?gid=48&sz=55641
(son erişim tarihi: 30.08.2009).
IHB (2009). “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası
Sözleşmesi” Başbakanlık İnsan Hakları
Başkanlığı. http://www.ihb.gov.tr/mevzuat/
um_bm_sozlesmeleri/kisisel_ve%20_siyasal_haklar.pdf (son erişim tarihi:
30.08.2009).
İNAM, Ahmet (2009). Anadolu İnsanının Dirliği
Sorunu. Akşam Gazetesi. 27.08.2009.
URL: http://www.aksam.com.tr/2009/09/10/yazar/14106/ahmet_inam/anadolu_insaninin_dirligi_sorunu.html (son erişim tarihi: 11.09.2009).
KARAMAN, Mustafa (19.12.2006). “Bu tren bu hattan
geçer mi?” Ekometre Online: Ekonominin
seyri, politikanın nabzı. http://www.ekometre.com/get_article.asp?article_id=1556
(son erişim tarihi: 11.09.2009).
KESKİN, Hakkı (2009). Deutsch-türkische Perspektiven. Schwalbach/Ts: Wochenschau Verlag.
KESKİN, Hakkı (2005). Deutschland als neue Heimat: Eine Bilanz der Integrationspolitik.
Wiesbaden: Vs Verlag für Sozialwissenschaften.
KOCADORU, Yüksel (1990). Die Türken: Studien zu ihrem Bild und seiner Geschichte in Österreich.
Avusturya Klagenfurt Eğitim Bilimleri Üniversitesi Doktora Tezi. 1990
KULA, Onur Bilge (1993). Alman Kültüründe Türk İmgesi 2. Ankara: Gündoğan Yayınları. (ISBN:
975-520-060-6)
Milliyet
Gazetesi (23.09.2009) “Türklere Almanya’yı Terkedin Tehdidi” URL: http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1142282&Date=23.09.2009&Kategori=dunya&b=Turklere%20"ulkeyi%20terk%20edin"%20tehdidi
(son erişim: 25.09.2009).
NARLI, Nilüfer (2009). “Demokrasi Ve Medya
İlişkisinde Birlikte Yaşayabilme İçin Yeni Bir Paradigma Arayışında
Kosmopolitanism”. URL: http://www.konrad.org.tr/Medya%20Mercek/Narli%20tr.pdf
(son erişim tarihi: 26.08.2009).
NARLI, Nilüfer (2009, 2’den: Lord Tebbit (2005)
“Integration not Multiculturalism” (“Çok-kültürlülük Değil, Entegrasyon“), http://theconservativevictory.blogspot.com/
2005_08_01_ theconser-vativevictory_archive.html.)
NTVMSNBC (2008). Merkel: “Tartışmayı Erdoğan
başlattı”. (Bülten: 19 Şubat 2008 Salı). URL: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/436147.asp
(son erişim tarihi: 26.08.2009).
MOTTE, Jan ve Bernhard Santel (2001), "Die Einwanderung aus der Türkei in die
Bundesrepublik von 1961 bis heute. Vom kulturalisierenden Blick auf die
"Allzufremden", Sozialwissenschaftliche
Informationen 30 (2001), Heft 1, S. 22-32.
ÖZCAN, Celal (2009). “Sınırdışı Kabusu”. Hürriyet Gazetesi Avrupa. URL: http://www.hurriyet.de/haberler/yazarlar/400334/sinirdisi-kabusu
(son erişim tarihi: 07.09.2009).
ÖZSOY, Ali (2005). “Yön: “Yeryüzünün
Lanetlileri”nin metropolü kuşatan ateşi”. Türk
Solu. 21.11.2005/Sayı:95. http://www.turksolu.org/95/ozsoy95.htm (son
erişim tarihi: 26.08.2009).
ROCHE, Jörg (2001). Interkulturelle Sprachdidaktik: Eine Einführung. Tübingen: Narr
Studienbücher.
TODOROV, Tzveton (2000). “Race and Racism”. Les
Back and John Solomos (Yay.). Theories
of Race and Racism: A Reader. London and New York: Routledge. ss. 213-215.
TDK-SBS (2009). Türk Dil Kurumu Sanal Büyük Sözlüğü: www.tdk.gov.tr.
VOGEL, Sandra (2009) Occupational Promotion of Migrant
Workers The case of Germany. EIRO-Comparative Studies. Beitrag aus dem Institut der deutschen
Wirtschaft Köln zum European Working Conditions Observatory (EWCO). URL:
http://www.iwkoeln.de (son erişim tarihi: 07.09.2009)
YILMAZ, Fatma (2008). Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı: AB Politikalarının
Etkin(siz)liği. Ankara: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu
Yayınları 20, AB Serisi 6.
INTERNET
KAYNAKLARI
Almanya
İçişleri Bakanlığı: www.bmi.bund.de (son erişim tarihi: 07.09.2009
Almanya İslam Konferansı: www.deutsche-islam-konferenz.de (son
erişim tarihi: 07.09.2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder