29 Mayıs 2013 Çarşamba

Üniversite Üzerine Tezler

Ülkemizde verilen eğitimin en fazla eleştirilmesi gereken noktası halktan ve hayattan kopuk olmasıdır. Bugün üniversitelerimizdeki eğitim de bilimi olduğu kadar halkın eğitim kültür düzeyinin geliştirilmesi ve topluma yön verecek boyutlarda yapılandırılmalıdır. Eğitim hayatın içinde olmalı, eğitim sürecinde aktarılan bilgi, süs olmaktan ziyade işe vuruk olmalı; hayatı kolaylaştırmalıdır.
Akademisyenler toplumsal hayatın içine girmeli
Üniversitelerimizde görev yapan akademisyenlerin önemli bir kısmı kendine bir yaşam biçimi belirlemiş. Hayatın içinde yaşamıyor; aksine toplumsal akışı adeta tribünlerdeki seyircilerin bir müsabakayı izlediği gibi izliyor. Arada bir görüş bildirenlerin ekserisi de “toplum bizim anlayışımıza göre şekillenmeli” diyerek kendini toplumun dışında özel bir konumda görüyor. Toplum, dünyanın dinamizmini yaşıyor; dünyanın bir ucundaki bir olaydan sosyal ve ekonomik olarak etkileniyor ve akademisyen bu dinamizme ayak uyduramıyor, dışarıda kalıyorsa bu şekilde görüş beyan etmemelidir. Bu süreçteki olumsuz etkileşimlerin yaratacağı hasarın en aza indirgenebilmesi bakımından üniversite ile toplum iç içe olmalıdır. Bunun için akademisyenler kendilerini çok iyi eğitmeli, toplum ve yerel yönetimler başta olmak üzere ülkede sorumluluk sahibi bütün paydaşlara model oluşturmalıdır. Bilimsel bilgi uygulamaya dönüştüğü oranda ülkenin refah düzeyine olumlu katkılarda bulunacaktır. Bunun için yönetim kademesinde bulunan başta politikacılar olmak üzere bütün paydaşların akademisyenlere güvenmesi, her ikisinin de birbirini ötekileştirme çabasından vaz geçmesi gerekmektedir. Ötekileştirerek, araya görünmeyen duvarlar örerek sorunlar daha da içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.
Bilimsel bilgi üretildiği gibi paylaşılmalı
Üniversitelerde görevli personelin birincil görevi doğal olarak öğrenciyi yetiştirmek, bilimsel bilgi üretmek ve bu yolla toplumsal refaha katkıda bulunmaktır. Bu süreçte, akademisyenler kendi görevlerini öğrencilerine bilgi aktarmakla sınırlandırırsa, bilimsel üretkenlik sona erer; aktarmacılık başlar. Akademisyenlerin bilimsel bilgi üretmesi, ürettiği bilgiyi öğrencilerine aktardığı kadar toplum ile de paylaşması gerekir. Bu paylaşım sadece bilimsel yayın yoluyla değil, popüler bilim yazıları veya değişik bilimsel platformlarda yapılmalıdır. Bunu yaparken belli ana akım görüşlerin estirdiği rüzgara kapılmak yerine, doğruları ve araştırma sonuçlarını paylaşmak aklın gösterdiği yol olacaktır.
Akademisyenler kendini medyanın çekim alanına kaptırmamalı
Akademisyenlerin uzmanlık alanları dışına çıkarak sadece Türkiye’nin toplumsal ve siyasal sorunlarını akşam, sabah medya üzerinden tartışmaya başladığı andan itibaren güvenilirliklerini yitirmeye başlamaktadır. Onlardan istenen, özellikle ve öncelikle uzmanlık alanlarına giren konularda görüş bildirmeleridir. Aksine tutum izleyerek, ana akım medyanın güdümüne giren görüş sahibinin söyledikleri ne denli doğru ve gerçek olursa olsun, bir süre sonra belli bir görüşün sempatizanı veya sözcüsü izlenimi uyandıracağından, görüş sahibinin inandırıcılığı zayıfladığı gibi akademik misyonu da giderek ortadan kalkmaktadır.
Mevzuat güncellenmeli
Akademisyenlerin alanları ile ilgili faaliyetlerini bilimsel özgürlük sınırları içinde sürdürebilmesi ve hem ulusal hem de uluslararası platformlarda tanınırlık kazanabilmesi için, yükseköğretim ile ilgili idari ve mali mevzuatın da güncel tutulması gerekir. Güncel mevzuatla yönetilen Üniversiteler değişen dünyadaki bilgi akışına daha kolay uyum sağlamaktadır.
Eğitim öğretimle ilgili düzenlemelerde de bir dizi düzenlemenin yapılması gerekmektedir. Öncelikle Türkiye gibi kalkınmakta olan bir ülkede tek bir alanın eğitimi verilmekte, bu süre de gelişmiş ülkelere göre daha uzun tutulmaktadır. Öncelikle yoğun istihdam sorunu yaşanan alanlardan başlamak üzere, öğrencilere öğrenim gördükleri alanlarla ilişkili olan ve tamamen öğrencinin ilgi alanına göre seçilebilen ikinci bir alanla birlikte çift diploma eğitimi alma imkanı sağlanmalıdır. Bu uygulama kimi öğrencinin toplumsal, sosyal baskılarla seçmek zorunda kaldığı bir alana kayıt yaptırdıktan sonra yeniden üniversite sınavına girerek alan değiştirmek için yeniden üniversite sınavına girmesi şeklinde kendini gösteren uygulamanın da önüne geçebilecektir. Öğrenci üniversiteye kayıt yaptırdıktan sonra, yerleştirildiği alanda arzu ettiği ikinci, üçüncü bir alanı seçerek, bu alandan mezun olabilmelidir.  
Üniversitelerde lisans eğitimi süresi ortaöğretimde edinilmesi gerekip de edinilemediği düşünülen kazanımlar için koyulan derslerle gereksiz bir şekilde uzatılmakta, AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’de bir iki yıl fazladan öğrenim görülmektedir. AB uyum çalışmaları kapsamında yeniden yapılandırılan lisans eğitimi programları dört yıl yerine üç yılda tamamlanabilecek kredi sayısına indirilmeli; öğrencilere ikinci anadal zorunlu hale getirilmeli, üçüncü dal da isteğe bağlı sertifika programı şeklinde sunulmalıdır.
Müfredattaki olağanüstü hal döneminin izleri silinmeli
Bu bağlamda olağanüstü hal döneminde müfredata koyulan ve kanun marifetiyle zorunlu olarak okutulan derslerin programla doğrudan ilişkisi yoksa kaldırılmasında yarar vardır. Bu derslerin en azından uluslararası değişim sırasında veya çift diploma programlarının hazırlanması müzakerelerinde gerekçelendirilmesinde güçlük çekilmektedir.
Üniversitenin görevi dil bilmeyene kurs açmak olmamalı
Üniversiteye gelen bir öğrencinin anadilini veya eğitim dilini iyi özümsemiş; en azından bir yabancı dilin her türlü ortamda kullanımı konusundaki yetkinliğini kanıtlamış olması beklenir. Bunun için üniversiteye gelen öğrenciye Türkçe veya bir yabancı dili temelden öğretmeye çalışmak yükseköğretim kurumunun işi olmamalıdır. Öte yandan ülkenin eğitim dilinin dışındaki bir yabancı dilde eğitim öğretim etkinliği düzenlemek de çok anlamlı olmamakla birlikte, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde görülen, biz ve ötekiler ayrıştırmasının, kendini kabul ettirme çabalarının bilinç dışına yansımasıdır. Bu ülkelerin bir kısmında “yabancı dil öğretimi” ve “ikinci dil edinimi” ayırımı dahi yapılamama durumuna gelinmiştir. Yabancı dil sorununu çözmüş olarak yükseköğretim kurumuna gelen öğrencilerin bir yıl daha yabancı dil hazırlık eğitimi görmesine de gerek kalmayacaktır, gereksiz kaynak israfının da önüne geçilecektir. Yabancı diller yüksekokulları bugünkü yönetim ve organizasyon yapıları ile yabancı dil sorununa çözüm üretmekten çok kendileri sorun olmaya başlayan kurumlar haline dönüşmüştür.
Üniversite geleceğin akademisyenlerini yetiştirmede özen göstermeli
Üniversitelerde görevli yardımcı öğretim elemanlarının pozisyonları, öğretim üyelerine göre daha karmaşık ve görev tanımları belirgin değildir. Öğretim görevlisi, okutman veya uzman olarak istihdam edilen grup, üniversite içinde doktora eğitiminden sonraki kademedeki görevlilere göre “mahalledeki komşular” gibi görülmektedir. Zorunlu haller dışındaki iletişim kanalları kapalı olup, çoğu ilişki asimetrik düzeyde gerçekleşmektedir.
Araştırma görevlilerine gelince; mevcut uygulamaya göre araştırma görevlileri iki ayrı statüde istihdam edilmektedir. Bu kadrolarda görev yapan personelin iş tanımları net değildir. Eğitim Sen’in Danıştay’a açtığı iptal davasından sonra önce yürütmesi durdurulan, daha sonra da iptal edilen “doktorayı bitirdikten sonra ilişik kesilme durumundaki” 2547/50d maddesindeki araştırma görevlileri ile 2547/33a’ya göre istihdam edilen araştırma görevlileri olmak üzere aynı pozisyonda, farklı uygulamalara tabi olan iki ayrı grup araştırma görevlisi vardır.  
Aslında 2547/50d maddesi Türkiye’de burslu lisansüstü öğrenci statüsü getiriyordu. Gelişmekte olan ülkede bu durum anlaşılamadı veya tam anlatılamadı. Sisteme dahil olanlar, öğrenimlerinin sonunda kendilerini bekleyen duruma hazır olmadıkları için de uygulama istendik sonuçları getirmedi, aksine gerek öğrenciler (öğrenci asistanlar) gerekse bunlarla beraber çalışan öğretim üyeleri bu durumu istedikleri gibi kullanmayı, bir dizi sorun yumağına dönüştürmeyi tercih ettiler. Bir kısım öğretim üyesi çalışmalarından memnun olmadığı kişinin ilişiğinin kesilmesine ses çıkarmazken, birlikte “iyi iş çıkardığı” araştırma görevlilerinin açıktan kadro atamalarının yapılması için kulis yapmaktan geri kalmadılar. Bu uygulama da ilişiği kesilenlerin tepkisine neden oldu ve olmaya devam ediyor.
Aslında Türkiye’nin her yerinin hizmet alanı olarak görülmesi, gelişmiş üniversitelerde yetişmiş elemanların gelişmekte olan üniversitelerde istihdam edilerek aşağıdan gelen gençlerin “burslu öğrenci” olarak istihdam edilebilmelerinin önünün açılması son derece olağan karşılanmalıdır.
Bunun dışında bir de ÖYP kadrolarına atanan araştırma görevlilerinin durumları var. Onlar da yetiştirilmek üzere görevlendirildikleri üniversitelerde, gittikleri bölümün kendi iç dinamiklerine bağlı olarak ya çok iyi bir eğitim almakta ya da eğitim öğretim etkinlikleri sırasında birlikte çalıştığı öğretim elemanlarının sekreterlik görevlerini yapmaktadır. Yaşadığı olumsuzlukların etkisiyle lisansüstü tezini yazmak için yıllık iznini kullanmak zorunda kalan araştırma görevlilerine rastlamak hiç de olağan dışı bir durum değildir.
Sonuç yerine
Üniversitelerde görev yapan akademisyenler bir yaşam biçimi olarak kabul ettikleri pozisyonları gelecek kuşaklardan ödünç alınmış birer emanet olarak görmeli; geleceğin bir gün geleceğini ve o güne bu günden hazır olmak için kendini öznel düşüncelerden arındırıp toplumun bütün paydaşları ile ortak hareket ederek ülkeyi daha yaşanılabilir hale getirecek hayatın içinden, uygulamaya dönüştürülebilen projelere imza atarak üniversite dışında, gerek kamusal alanda gerekse sosyal ve kültürel alanda da liderlik yapma, sorumluluk alma bilincini kazanmalı; kendi pozisyonlarına gelecek genç kuşakları en az kendileri kadar bilgi ile donatmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...