24 Aralık 2013 Salı

Geçmişte yaşananlardan geleceğe düşülen notlar

Rektör aday adaylarını belirlemek için 12 Aralık 2013 günü yapılan ad hock seçime bu defa alışılmışın üzerinde ilgi gösterildi ve Anadolu Üniversitesi tarihinde ilk defa dokuz öğretim üyesi rektörlük yarışına girdi (Sonuçlar için yan taraftaki görsele bakınız). Bu durum, kimi çevrelere göre demokratik hayatın yansımasını; kimi çevrelere göre de mevcut yönetimden duyulan hoşnutsuzluğu gösteriyordu. Artık yaşananların hepsi geride kaldı. Öğretim üyeleri oylarını bazı adayların alışılmışın dışına çıkan kampanyalarını kaale almadan, büyük bir olgunluk içinde kullanırken, 2547’de yardımcı öğretim elemanı olarak ifade edilen öğretim elemanları da Anadolu Üniversitesi tarihinin en kapsamlı açıköğretim sınavını yapmak üzere yurdun dört bir yanına dağıldı; olumsuz hava şartlarına rağmen, başarılı bir sınav uygulaması gerçekleştirdiler. Üniversitemiz, bu anlamda iki ayrı sınavdan da başarı ile geçti.

Seçimin ertesi hafta, 19 Aralık 2013 günü YÖK Genel Kurulu toplandı ve aday adayları ile yaptığı mülakat sonucu üç adayı belirleyip (sırasıyla Prof. Dr. Naci Gündoğan, Prof. Dr. H. Nüvit Gerek ve Prof. Dr. Davut Aydın) Cumhurbaşkanlığı Makamına sundu. 20 Aralık 2013 günü de Prof. Dr. Naci Gündoğan'ın yeni dönemin rektörü olarak atandığı bilgisi geldi. Üniversitemiz, yeni yılı yeni bir rektör ile karşılayacak. Üniversite çalışanları bu durumu kendi bünyesinde yetişen, genç ve geleceğe ümit veren bir öğretim üyesinin atanmış olmasını memnuniyetle karşıladı. Ben de kendisini kutlar; başarı dileklerimi paylaşmak isterim.

Bu vesile ile geçmiş dönemlerde üniversite akademik ve idari personeli arasında rahatsızlık konusu oluşturan ve yeni dönemde tekrar edilmesi arzu edilmeyen kimi konulara ilişkin bazı görüş ve önerilerimi paylaşmak isterim.

Artık gazete haberlerinde, TV mülakatlarında önce sui generis projelerinin önemine kendini inandırıp ardından bu önemin ağırlığı altında kaybolan rol modellerine ihtiyaç yok. Her türlü alayü vâlâ ile yapılan tanıtım ve propagandalara rağmen, yeterince olgunlaştırılmadan ortaya atılan projeler, ilgililerin kısa bir süre gündemde kalmasından başka bir amaca hizmet etmiyor. Zaten kamuoyundan önce kimin, ne kadar başarılı projeler ürettiğini bu tür haberlere konu olanların bizzat kendi kalbi, vicdanı biliyor. Dolayısıyla olumsuz örnekleri tekrar etmek yerine Bolu’da ortaokula gittiğim yıllarda öğretmenim olan değerli gönül insanı, Sayın Kemal Bilsel Sarısözen’in bir sözünü tekrar etmek isterim. Taşa çivi çakılmaz; haset öğüt dinlemez, fesadı yüz sene kaynatsan bir zerresi eksilmez. Onun için yeni dönemde işimize bakalım; iş üretelim. Başkasının balını, kendimize ağu etmenin alemi yok.

Zaman zaman gündeme taşınan kimi haberlere bakınca, kerameti kendinden menkul bazı kişilerin basına verdiği demeçleri okuyunca lahavle demeden edemiyorduk... Kimi öğretim elemanlarının toplumsal hayatın içinde sıra dışı olma, farkındalık yaratma adına sergilediği yaşam biçimine bakan kimi Eskişehirlilerin, üniversitemiz öğretim üyelerinin adeta bohem hayatı yaşadığı, bilimsel üretimde geri kaldığı şeklinde önyargı oluşturan, gazete ve dergilerde yer alan ve okuyana burukluk veren bu tür yakıştırmaları görmek istemiyoruz. Herkesin hayatı kendine... Üniversite çalışanlarının da bir yandan bilimsel bilgiyi üretme, paylaşma, insan yetiştirme çabalarını sürdürürken, öte yandan herkes gibi hayatın gailelerini yaşamak zorunda olduklarını unutmayalım...

Bütün bunların üzerine, otuz yıllık sistemi çöpe atıp yeni sistem kuruyoruz diyenlerin yaptığı mugalataları, o sistemi kurup bir dünya markası haline getiren pek çok isimsiz kahramanın istenmeden de olsa sıradanlaştırılıp, itibarsızlaştırılmasına neden olan demeçleri okumak istemiyoruz. Bunlar yılların çalışanlarını, hocalarını kırıyor; çalışanların üzerinde olumsuz etki yapıyor; iş barışının da zedelenmesine neden oluyor. Konunun birinci dereceden muhataplarının suskunluğunu anlıyorum. Lakin ölçüsüz sözlerin sahiplerini hoş göremiyor, yapılan yakıştırmaları anlamakta güçlük çekiyorum.

Bir diğer konu da üniversitelerdeki nevi şahsına münhasır rol modellerin yer ve zamana uymayan hazırlıksız demeçleri; icraatlarını gereğinden fazla önemsemeleri. Bunlar kimi köşe yazarları için ayrı bir derlem konusu oluşturuyor; üniversitenin itibar kaybına neden oluyordu.

Ne zaman olursa olsun, sıradan projelerle ortalığı ayağa kaldıran; Anadolu deyimiyle “ortalığı velveleye veren”; karşıt görüş belirtmeye yeltenenlere arbitrer ve bas bariton tonda bir öfke kusan, aba altından sopa gösteren; kendini hikmetinden sual olunmaz icraatlarıyla kazandığı sui generis başarının baş mimarı olduğuna inandıran; yakın çevresinin yarattığı sun’i coşkuya kaptıran, erişilmez rol modeller yerine, içimizden biriyle teşrik-i mesai deneyimi istiyoruz. Benim sözümün üstüne söz söylenmez edası ile kendini ulaşılmaz kılan söz sahiplerinin estirdiği fırtınayı değil. Mümtaz’er Türköne’nin bir yazısında sözünü ettiği şu durumu paylaşmak isterim: “Bu topraklarda bireysel husumetin bile bir adabı vardır. Kan davası uğruna eline silah alan kişi töreye uyar; hasmını sırtından vurmaz. Taziye evinde iki düşman karşılaştığında sessizce oturmak zorundadır. Daha nice kural, vakit geldiğinde barışacak tarafların düşmanlık ederken birbirinden nefret etmemesini sağlar.” Akıl akıldan üstün; olayları Anadolu insanının deyimiyle, “bin biliyorsan, bir bilene danışarak” istişare edip, mutedil ve yapıcı bir üslupla samimi bir şekilde istişare etmek lazım. Yani, çalışanları ötekileştirmek, gruplara ayırmak yerine, içimizden değer yaratarak farklılıklarımızı zevkle seyredilen gökkuşağı gibi bir arada tutmaya çalışmak lazım.

Rüzgarın kuvvetli estiği dönemlerde grup psikolojisi ile birlikte gezen yandaşlar, kurum içinde yaratılan sun’i güçten dayanılmaz bir haz alıyor, çevreye mesaj vermeye çalışıyor olabilirler. Ama bunların cemaziyülevvelini bilenler, ortaya koyulan havaların sökmediğini; maziye dönük anılarla geleceği inşa etmenin mümkün olmadığını çok iyi görüyor; biliyorlar. Bunların çok iyi bilip de bilmezden geldikleri ise üniversiteler değerlerin her dönem en makbul değerler olduğu. Bu durumu anlamalarını, kendilerini içine düştükleri sarmaldan kurtarmalarını temenni ediyorum.  

Bugün Anadolu Üniversitesi çalışanları olarak yarım yüzyılı geride bırakan muktedirlik sarhoşluğunun müterakim zekâtını ödediğimizi düşünüyorsak, herkesin aklını başına alıp etraflıca düşünmesi, yaşananlardan dersler çıkarması gerekir. En başta dilimizi, benliğimizi “Üniversiteyi biz kurduk, her şeyi bize borçlusunuz; bizim sayemizde buralarda çalışıyorsunuz; kimse yokken biz vardık” gibi ayrımcı söylemlerden arındırmak; birbirimizi ötekileştirmek yerine birlik ve beraberliğimizi yeniden tesis etmek; kırılan döküleni onarmaya çalışmak; gönülleri almak için yeniden kucaklaşmak, dostluklarımızı tazelemek gerek diye düşünüyorum. Halk, üniversitenin ezeli ve ebedi sahiplerinin kim olduğunu zaten biliyor. Birilerinin vehimlenmesine, yok şuydu, yok buydu diye ortalığı ayağa kaldırmasına, kendini tekrar tekrar gündeme taşımasına gerek yok.

Yine bazı akademisyenlerin eş dost sohbetlerinde ortak görevdeşlik duygusu ile oluşturduğu enerjiyi gazetelerden emanet aldıkları köşelere aktarıp, ne kadar büyük bilimsel çalışmalar yaptıklarını abartılı sözlerle süsleyip bir yerlere mesaj vermekten, mesleki maharetlerini hayata geçirmeye vakitleri kalmadığını görüyoruz. Üniversitenin öteden beri yapageldiği icraatları arşivden çıkarıp kamuoyunun alışkın olmadığı şekilde cümlelere takla attırıp yeni gibi anlatmak müstesna... Etkinlikler ister muhtarlara kurs isterse çocuklara ders, her ne ad altında düzenlenirse düzenlensin, ne hikmetse "İlâhi isimler"in mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre anıldığı kesrete dönüşüp, bilimsellik yaftası ile süslenerek âlemde teklik sırrına mazhar oluyorsa da kurumu bilimsel sıralamalarda gerilere düşmekten kurtaramıyor. Bırakın, uygulamadaki iyi örnekler kendini haber yapsın...

En küçük birim yöneticisinden başlayarak hemen herkes büyük görünme istek ve gayretkeşliği içinde sanki. Bazı bedenler yakıcı bir aşk ve dünyevi bir tutkuya kapılmış; bunların ihtirasları bedenlerini kavurucu bir alevin geride bıraktığı kor gibi yakıp tutuşturuyor. Artık ham meyva tadı veren bu sasık durumun adını koymakta zorlanıyorum. Ağustos sıcağında susuzluktan kavrulmuş dudaklara verilen bir bardak sudan kanmayıp bir testi suyu başından aşağı boca etmeye çalışan zahiri bir çaba bu. Aylardır süren, zaman zaman irtifa kaybeden seçim atmosferi içinde susmaya çalıştıkça, bir şeyler boğazıma düğümleniyor; bunu da yaz diyordu.

Her yıl bahar gelince gençleri sokaklara döküp, dünyanın bilmem hangi ülkesindeki karnaval geçişindeki cins-i latiflerin kostümleri içinde arz-ı endam ettirmek; festival adı altında Batının trivial yaşamından alınan kitsch örnekleri topluma modernlik diye sunarken[1]; karşı duruşlar ise türlü çeşit etiketlemelere maruz bırakılıyordu; karşı ideler, ilkeler, adetler yok sayılıyordu. Sanki diyorlar ki siz, bizim izin verdiğimiz veya öngördüğümüz, hatta bizim tanımladığımız kadar modernsiniz, özgürsünüz; dilediğiniz etkinliği ancak izin verdiğimiz sınırlar, koyduğumuz kurallar içinde gerçekleştirebilirsiniz; top da bizim saha da; istediğimiz kadar oynatırız.

Adını Anadolu’dan alan bir üniversitenin halkla bütünleşmek için topyekûn sokağa döküldüğünde gözler önüne serdiği hal-i pür melalinin, söz gelimi oğulları kurtuluş savaşında ve daha sonra da terörle mücadelede savaşan kadim Anadolu insanının kültürünü ne kadar yansıttığını veya bu kültüre ne kadar sahip çıktığını, Batı taklitçiliği ile nereye kadar gidilebileceğini sormak, tartışmak istemiyorum.

Siyasette, ticarette, eğitimde, öğretimde, sanatta, bilimde, teknikte, velhasıl her çeşit kurum ve kuruluşlarda olayların doğru sonuçları alınabildiği gibi yanlışlara da gidebiliyoruz. En önemlisi, yaptığımız işlerden ve tecrübelerden ne dereceye kadar ders alıp, almadığımızdır. Karşılıklı güven, geçmişte yaşanan olumlu, olumsuz deneyimlere bağlıdır. Yeni dönemde, geçmişten geleceğe yaşanacak ne varsa birlikte göreceğiz. Ben de bu süreçte "en iyi yazıcı" olma çabası içinde, bilmiş yazılarla sinir bozmaya değil, ama üniversitemizin tarihinde geçmişten geleceğe yaşanan süreçte zamanı kavramaya gayret eden bir çalışan olarak tarihe not düşmeye devam edeceğim.

Son söz: Evrensellik ilacı, yereli olan için deva; yereli olmayan için ise ölüm meleğine davetiye imiş.





[1] Bkz.: Anadolu Üniversitesi Öğrencilerinden sıradışı bahar şenliği yürüyüşü. http://www.youtube.com/watch?v=OBPiFpynoSY (Son erişim tarihi: 22.12.2013)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...