Rektör aday adaylarını belirlemek için 12 Aralık 2013 günü yapılan ad hock seçime bu defa alışılmışın
üzerinde ilgi gösterildi ve Anadolu Üniversitesi tarihinde ilk defa dokuz
öğretim üyesi rektörlük yarışına girdi (Sonuçlar için yan taraftaki görsele bakınız). Bu durum, kimi çevrelere göre demokratik hayatın
yansımasını; kimi çevrelere göre de mevcut yönetimden duyulan hoşnutsuzluğu gösteriyordu.
Artık yaşananların hepsi geride kaldı. Öğretim üyeleri oylarını bazı adayların alışılmışın dışına
çıkan kampanyalarını kaale almadan, büyük bir olgunluk içinde kullanırken, 2547’de yardımcı öğretim elemanı olarak
ifade edilen öğretim elemanları da Anadolu Üniversitesi tarihinin en
kapsamlı açıköğretim sınavını yapmak üzere yurdun dört bir yanına dağıldı; olumsuz
hava şartlarına rağmen, başarılı bir sınav uygulaması gerçekleştirdiler.
Üniversitemiz, bu anlamda iki ayrı sınavdan da başarı ile geçti.
Seçimin ertesi hafta, 19 Aralık 2013 günü YÖK Genel Kurulu toplandı ve aday adayları ile yaptığı mülakat sonucu üç adayı belirleyip (sırasıyla Prof. Dr. Naci Gündoğan, Prof. Dr. H. Nüvit Gerek ve Prof. Dr. Davut Aydın) Cumhurbaşkanlığı Makamına sundu. 20 Aralık 2013 günü de Prof. Dr. Naci
Gündoğan'ın yeni dönemin rektörü olarak atandığı bilgisi geldi. Üniversitemiz, yeni yılı yeni bir rektör ile karşılayacak. Üniversite çalışanları bu durumu kendi bünyesinde yetişen, genç ve geleceğe ümit veren bir öğretim üyesinin atanmış olmasını memnuniyetle karşıladı. Ben de kendisini kutlar; başarı dileklerimi paylaşmak isterim.
Bu vesile ile geçmiş dönemlerde üniversite akademik ve idari personeli arasında rahatsızlık konusu oluşturan ve yeni dönemde tekrar edilmesi arzu edilmeyen kimi konulara ilişkin bazı görüş ve önerilerimi paylaşmak isterim.
Bu vesile ile geçmiş dönemlerde üniversite akademik ve idari personeli arasında rahatsızlık konusu oluşturan ve yeni dönemde tekrar edilmesi arzu edilmeyen kimi konulara ilişkin bazı görüş ve önerilerimi paylaşmak isterim.
Artık gazete haberlerinde, TV
mülakatlarında önce sui generis projelerinin
önemine kendini inandırıp ardından bu önemin ağırlığı altında kaybolan rol
modellerine ihtiyaç yok. Her türlü alayü vâlâ
ile yapılan tanıtım ve propagandalara rağmen, yeterince olgunlaştırılmadan ortaya
atılan projeler, ilgililerin kısa bir süre gündemde kalmasından başka bir amaca hizmet etmiyor. Zaten kamuoyundan
önce kimin, ne kadar başarılı projeler ürettiğini bu tür haberlere konu olanların bizzat kendi kalbi, vicdanı biliyor.
Dolayısıyla olumsuz örnekleri tekrar etmek yerine Bolu’da ortaokula gittiğim
yıllarda öğretmenim olan değerli gönül insanı, Sayın Kemal Bilsel Sarısözen’in bir
sözünü tekrar etmek isterim. Taşa çivi
çakılmaz; haset öğüt dinlemez, fesadı yüz sene kaynatsan bir zerresi eksilmez.
Onun için yeni dönemde işimize bakalım; iş üretelim. Başkasının balını, kendimize ağu etmenin alemi yok.
Zaman zaman gündeme taşınan kimi haberlere
bakınca, kerameti kendinden menkul bazı kişilerin basına verdiği demeçleri
okuyunca lahavle demeden edemiyorduk... Kimi öğretim elemanlarının toplumsal
hayatın içinde sıra dışı olma, farkındalık yaratma adına sergilediği yaşam biçimine bakan kimi Eskişehirlilerin, üniversitemiz öğretim üyelerinin adeta bohem hayatı yaşadığı,
bilimsel üretimde geri kaldığı şeklinde önyargı oluşturan, gazete ve dergilerde yer alan ve okuyana burukluk veren bu tür yakıştırmaları görmek
istemiyoruz. Herkesin hayatı kendine... Üniversite çalışanlarının da bir yandan bilimsel bilgiyi üretme, paylaşma, insan yetiştirme çabalarını sürdürürken, öte yandan herkes gibi hayatın gailelerini yaşamak zorunda olduklarını unutmayalım...
Bütün bunların üzerine, otuz yıllık sistemi çöpe atıp yeni sistem kuruyoruz diyenlerin
yaptığı mugalataları, o sistemi kurup bir dünya markası haline
getiren pek çok isimsiz kahramanın istenmeden de olsa sıradanlaştırılıp,
itibarsızlaştırılmasına neden olan demeçleri okumak istemiyoruz. Bunlar yılların çalışanlarını, hocalarını kırıyor;
çalışanların üzerinde olumsuz etki yapıyor; iş barışının da zedelenmesine neden oluyor. Konunun birinci dereceden
muhataplarının suskunluğunu anlıyorum. Lakin ölçüsüz sözlerin sahiplerini hoş göremiyor, yapılan yakıştırmaları anlamakta
güçlük çekiyorum.
Bir diğer konu da üniversitelerdeki nevi şahsına münhasır rol modellerin yer ve zamana uymayan hazırlıksız demeçleri; icraatlarını gereğinden fazla önemsemeleri. Bunlar kimi köşe yazarları için ayrı bir derlem konusu oluşturuyor; üniversitenin itibar kaybına neden oluyordu.
Bir diğer konu da üniversitelerdeki nevi şahsına münhasır rol modellerin yer ve zamana uymayan hazırlıksız demeçleri; icraatlarını gereğinden fazla önemsemeleri. Bunlar kimi köşe yazarları için ayrı bir derlem konusu oluşturuyor; üniversitenin itibar kaybına neden oluyordu.
Ne zaman olursa olsun, sıradan
projelerle ortalığı ayağa kaldıran; Anadolu deyimiyle “ortalığı velveleye
veren”; karşıt görüş belirtmeye yeltenenlere arbitrer ve bas bariton
tonda bir öfke kusan, aba altından sopa gösteren; kendini hikmetinden sual olunmaz
icraatlarıyla kazandığı sui generis başarının baş mimarı olduğuna inandıran; yakın çevresinin yarattığı
sun’i coşkuya kaptıran, erişilmez rol modeller yerine, içimizden biriyle teşrik-i mesai deneyimi istiyoruz. Benim sözümün üstüne söz söylenmez edası
ile kendini ulaşılmaz kılan söz sahiplerinin estirdiği fırtınayı değil. Mümtaz’er
Türköne’nin bir yazısında sözünü ettiği şu durumu paylaşmak isterim: “Bu
topraklarda bireysel husumetin bile bir adabı vardır. Kan davası uğruna eline
silah alan kişi töreye uyar; hasmını sırtından vurmaz. Taziye evinde iki düşman
karşılaştığında sessizce oturmak zorundadır. Daha nice kural, vakit geldiğinde
barışacak tarafların düşmanlık ederken birbirinden nefret etmemesini sağlar.” Akıl
akıldan üstün; olayları Anadolu insanının deyimiyle, “bin biliyorsan, bir
bilene danışarak” istişare edip, mutedil ve yapıcı bir üslupla samimi bir
şekilde istişare etmek lazım. Yani, çalışanları ötekileştirmek, gruplara ayırmak yerine, içimizden değer yaratarak farklılıklarımızı zevkle seyredilen gökkuşağı gibi bir arada tutmaya çalışmak lazım.
Rüzgarın kuvvetli estiği dönemlerde
grup psikolojisi ile birlikte gezen yandaşlar, kurum içinde yaratılan sun’i güçten dayanılmaz
bir haz alıyor, çevreye mesaj vermeye çalışıyor olabilirler. Ama bunların cemaziyülevvelini
bilenler, ortaya koyulan havaların sökmediğini; maziye dönük anılarla geleceği
inşa etmenin mümkün olmadığını çok iyi görüyor; biliyorlar. Bunların çok iyi bilip de bilmezden
geldikleri ise üniversiteler değerlerin her dönem en makbul değerler olduğu. Bu durumu anlamalarını, kendilerini
içine düştükleri sarmaldan kurtarmalarını temenni ediyorum.
Bugün Anadolu Üniversitesi çalışanları olarak yarım
yüzyılı geride bırakan muktedirlik sarhoşluğunun müterakim zekâtını ödediğimizi düşünüyorsak, herkesin aklını başına alıp etraflıca düşünmesi, yaşananlardan dersler çıkarması gerekir. En başta dilimizi, benliğimizi “Üniversiteyi biz kurduk, her
şeyi bize borçlusunuz; bizim sayemizde buralarda çalışıyorsunuz; kimse yokken
biz vardık” gibi ayrımcı söylemlerden arındırmak; birbirimizi ötekileştirmek
yerine birlik ve beraberliğimizi yeniden tesis etmek; kırılan döküleni onarmaya çalışmak;
gönülleri almak için yeniden kucaklaşmak, dostluklarımızı tazelemek gerek diye düşünüyorum.
Halk, üniversitenin ezeli ve ebedi sahiplerinin kim olduğunu zaten biliyor.
Birilerinin vehimlenmesine, yok şuydu, yok buydu diye ortalığı ayağa
kaldırmasına, kendini tekrar tekrar gündeme taşımasına gerek yok.
Yine bazı akademisyenlerin eş
dost sohbetlerinde ortak görevdeşlik duygusu ile oluşturduğu enerjiyi
gazetelerden emanet aldıkları köşelere aktarıp, ne kadar büyük bilimsel
çalışmalar yaptıklarını abartılı sözlerle süsleyip bir yerlere mesaj vermekten,
mesleki maharetlerini hayata geçirmeye vakitleri kalmadığını görüyoruz. Üniversitenin
öteden beri yapageldiği icraatları arşivden çıkarıp kamuoyunun alışkın olmadığı
şekilde cümlelere takla attırıp yeni gibi anlatmak müstesna... Etkinlikler ister
muhtarlara kurs isterse çocuklara ders, her ne ad altında düzenlenirse
düzenlensin, ne hikmetse "İlâhi isimler"in mânâlarının değişik
terkiplerle âşikâre anıldığı kesrete dönüşüp, bilimsellik yaftası ile süslenerek
âlemde teklik sırrına mazhar oluyorsa da kurumu bilimsel sıralamalarda gerilere
düşmekten kurtaramıyor. Bırakın, uygulamadaki iyi örnekler kendini haber yapsın...
En küçük birim yöneticisinden
başlayarak hemen herkes büyük görünme istek ve gayretkeşliği içinde sanki. Bazı bedenler
yakıcı bir aşk ve dünyevi bir tutkuya kapılmış; bunların ihtirasları bedenlerini kavurucu
bir alevin geride bıraktığı kor gibi yakıp tutuşturuyor. Artık ham meyva tadı veren
bu sasık durumun adını koymakta zorlanıyorum. Ağustos sıcağında susuzluktan
kavrulmuş dudaklara verilen bir bardak sudan kanmayıp bir testi suyu başından
aşağı boca etmeye çalışan zahiri bir çaba bu. Aylardır süren, zaman zaman irtifa
kaybeden seçim atmosferi içinde susmaya çalıştıkça, bir şeyler boğazıma
düğümleniyor; bunu da yaz diyordu.
Her yıl bahar gelince gençleri
sokaklara döküp, dünyanın bilmem hangi ülkesindeki karnaval geçişindeki cins-i
latiflerin kostümleri içinde arz-ı endam ettirmek; festival adı
altında Batının trivial yaşamından
alınan kitsch örnekleri topluma modernlik
diye sunarken[1]; karşı
duruşlar ise türlü çeşit etiketlemelere maruz bırakılıyordu; karşı ideler, ilkeler,
adetler yok sayılıyordu. Sanki diyorlar ki siz, bizim izin verdiğimiz veya
öngördüğümüz, hatta bizim tanımladığımız kadar modernsiniz, özgürsünüz; dilediğiniz etkinliği ancak izin
verdiğimiz sınırlar, koyduğumuz kurallar içinde gerçekleştirebilirsiniz; top da
bizim saha da; istediğimiz kadar oynatırız.
Adını Anadolu’dan
alan bir üniversitenin halkla bütünleşmek için topyekûn sokağa döküldüğünde
gözler önüne serdiği hal-i pür melalinin, söz gelimi oğulları kurtuluş savaşında
ve daha sonra da terörle mücadelede savaşan kadim Anadolu insanının kültürünü ne
kadar yansıttığını veya bu kültüre ne kadar sahip çıktığını, Batı taklitçiliği ile nereye
kadar gidilebileceğini sormak, tartışmak istemiyorum.
Siyasette, ticarette, eğitimde,
öğretimde, sanatta, bilimde, teknikte, velhasıl her çeşit kurum ve kuruluşlarda
olayların doğru sonuçları alınabildiği gibi yanlışlara da gidebiliyoruz. En
önemlisi, yaptığımız işlerden ve tecrübelerden ne dereceye kadar ders alıp,
almadığımızdır. Karşılıklı güven, geçmişte yaşanan olumlu, olumsuz deneyimlere bağlıdır. Yeni dönemde, geçmişten geleceğe yaşanacak ne varsa birlikte göreceğiz. Ben de bu süreçte "en iyi yazıcı" olma çabası içinde, bilmiş yazılarla sinir bozmaya değil, ama üniversitemizin tarihinde geçmişten geleceğe yaşanan süreçte zamanı kavramaya gayret eden bir çalışan olarak tarihe not düşmeye devam edeceğim.
Son söz: Evrensellik ilacı, yereli olan için deva; yereli olmayan için ise ölüm meleğine
davetiye imiş.
[1] Bkz.: Anadolu
Üniversitesi Öğrencilerinden sıradışı bahar şenliği yürüyüşü. http://www.youtube.com/watch?v=OBPiFpynoSY
(Son erişim tarihi: 22.12.2013)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder