19 Aralık 2013 Perşembe

Bu şehrin aşıkları, başka maşukların derdine duçar olmuş

Maşuğun aşığına güzel görünmesi gibi, Eskişehirliler de aynı gök kubbeyi paylaştığımız bu beldeye toz kondurmuyor; yaşadığı pek çok olumsuzluğa "kol kırılır yen içinde kalır" anlayış ve olgunluğuyla katlanmaya çalışıyor; gelenekten geleceğe taşıdıkları doğal, mütevazı hayatı sürdürmeye çoktan razı görünüyor...

Bir de büyük şehirlerdekiler, akan sele kapılmış yaprak misali, günlük hayatın koşuşturması içinde oradan oraya savrularak yaşayıp giderken, Eskişehirliler büyük şehirlerde yaşayan, hayat gailesini bir yana atmış bir kısım mutlu azınlığın sahip olduğu uygar yaşam biçiminin nimetlerine daha kolay ulaşabiliyormuş; kültür, sanat çalışmaları gibi etkinlikleri görebiliyormuş.

Uygar yaşam deyince bir duralım. Şehirdeki kültür sanat etkinlikleri deyince yönü sadece Batıya yönelik faaliyetler akla gelmesin. Burada dileyenin dilediği etkinliğe katılması için bolca seçenek var. Örneğin, ney ve kanun isteyenlere Eskişehir Mevlevihanesi Kültür Derneği; caz veya senfoni isteyenlere de kurulduğundan bu yana büyük bir gelişme gösteren Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası kapılarını açıyor. Sinema, tiyatro konusundaki seçenekler de oldukça fazla. Üniversitelerimizin, kültür ve sanat kuruluşlarımızın sunduğu fırsatları saymıyorum bile...

Bu şehir, özellikle dışarıdan gelenler için havanın günlük güneşlik olduğu günlerde plajlı, yel değirmenli, korsan gemili parkları ve yaşam alanları, alış veriş merkezleri ile pek çok şehre göre cazibe merkezi olarak görülüyor...

Bütün bu saydıklarıma rağmen Eskişehirliler mahzun... Şehir genç nüfusuna, hemen her dilden ve her kültürden insanı barındırarak, gökkuşağı gibi seyrine doyum olmayan bir görüntü sunmasına karşın boynu bükük. Eskişehir, Eskişehirlilerin yaşadığı umumi ıstıraplara bir melce ve merhem olarak huzuru, ruhaniyeti ve teselliyi sunmaktan gün be gün uzaklaşıyor. Şehir büyüyüp geliştikçe, değişip dönüştükçe, geleneksel hayatını sürdürmek isteyenler daha bir içine kapanıyor. Kapalı kapılar ardından arada bir başını dışarı çıkarıp "N'oluyor?" diye soranlar, başka gezegenlerden gelmiş teyze, amca muamelesi görüyor; gençlerin sevgisi ve saygısı ile sarılıp sarmalanıyor. Öte yandan, Sir Arthur Conan Doyle tarafından oluşturulan Britanyalı hayalî  dedektif Sherlock Holmes’ün maceralarını çağrıştıran polisiye öykülerin pabucunu dama attıran olaylar da yaşanmıyor değil...

Bu şehir, büyük şehirlerin kurşun gibi ağır havasından kurtulup sakin bir sığınak aramak isteyenler için de sakin bir liman. Buna karşın herkesin gördüğü, her ne hikmetse görmezden gelmeyi tercih ettiği bir fırtına Eskişehir’i yıllardır içten içe kasıp kavuruyor. Evet, içten içe, sessizce... Şehirde sulh, sükûn ve huzuru sağlamak için görev yapanlar, gerekli sorumlulukları üstlenmek, tedbir almak yerine, gözlenen olumsuzlukların sorumlusunu öteki olarak gösteriyor. Bir parmağı ile ötekini gösterenlerin, kalan üç parmağın kendini gösterdiğini de pek ala biliyor olmalı...

Halka rağmen, halk için alındığı söylenen bir dizi kararların akla ağırlık verip bilgiyle desteklenmesi gerekirken, yaşanan olumsuz tecrübelerden ders çıkarılmadığı görülüyor. Sosyal hayatın düzeni için yapılan icraatların, toplumun üst kesimindeki hemşerilerimizi olduğu kadar en alt kesiminde bulunan “asgarî tâkatlilerin”, yani zayıf ve güçsüzlerin istek ve ihtiyaçlarına da cevap vermesi gerekiyor. Eskişehirlilerin hal-i pür melaline bakınca, alınan kimi kararların hangi akla hizmet ettiğini bir blog yazısı sınırlılıkları içinde tartışmak da istemiyorum.

Şunu belirteyim ki sade bir Eskişehirli olarak, sabah evden çıkıp işime giderken, veya akşam evime dönerken avuç içi kadar olan bu şehirde kimi olumsuz deneyimleri yaşamak istemiyorum; yaşadıklarımın, gördüklerimin yurttaş olarak sorumluluklarının bizlere yıkılmasını da kabul etmek istemiyorum.

Söz gelimi, caddelerin bütün yaz boyu çiçeklerle bezenmesini, altyapı çalışmalarının okulların açıldığı hafta başlatılmasını; demiryolu köprüsünün koskoca yaz geçtikten sonra neden bu mevsimde yıkılmaya çalışıldığını anlamıyorum. Ayrıca şehrin adeta bir ucunda belirlenen yerleşke içindeki yurtlarda barınan öğrencilerimizin tramvaya binip şehrin diğer uç alanlarındaki yerleşkelere ulaşmak için neden şehrin orta yerinde aktarma yapmak zorunda kaldığını; hemen hemen bütün ana caddeler üzerindeki lokanta, manav vd. işletmelerin kaldırımlara taştığının zabıtalarca neden görülmediğini; oturduğumuz apartmana ulaşmak için kullandığımız caddelerin hangi gerekçelerle ulaşıma kapatıldığını ve eve ulaşmak için neredeyse bütün bir mahalleyi turlamak zorunda bırakıldığımızı; daha pek çok sorunun cevabını öğrenmesem de olur. Çünkü biz halkız, avamız; bizim bu işlere aklımız ermez.

Halkın bir an önce şu çok kültürlü olduğu, özgürlüklerin alabildiğine yaşandığı vb. gibi öne sürülen bu şehirde, mütemadiyen üretilen efsanelere kanmaktan, kendilerine süslü paketler içinde sunulan seçeneklerden vazgeçip gördüklerine, yaşadıklarına inanması, içine düştüğü gaflet uykusundan uyanması, kendini yönetenlere artık "N’oluyor?" diye sorması gerekmiyor mu? Hakikaten n'oluyor?

N'olacak; bu şehirde herkes kendi hayatını yaşıyor; büyümenin heyecanını ve hazzını doyasıya yaşayan bu şehir, adeta otoriteye baş kaldıran, kendi otonom bölgesini kurmak isteyen ergenlerin gösteri alanı olmuş; herkesin her fırsatta sözünü ettiği öteki arayışının etkisinden kurtulamamış.

Aslında sorunları gören çok; bunlara çözüm üretecek; şehri ve hemşerilerini kucaklayacak; hiddetimizi, öfkemizi, nefretimizi, gıybetimizi, hasedimizi, hırsımızı, hakaretimizi, miskinliğimizi, tembelliğimizi, ülfetimizi biraz olsun gemleyecek, durduracak rahmet anlarını özler olmuşuz.

Eskişehir benim aşkım diyen hemen her aşık, başka maşukların derdine duçar olmuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...