Başlıktaki ifadeyi yarım yüzyılı aşkın bir süre önce
rahmetli Adnan Menderes dönemin CHP’sini eleştirirken kullanırmış; günümüzde de kullanıldığı oluyor. Bu ifadeyi genç
okuyucularım için biraz daha belirginleştireyim: İnsanın belleği unutma özürlüdür. Günlük hayatta gençler bu durumu “Balık
hafızası” diye tanımlıyor. Eskiler de “Ateh” ya da “Bunama” derlermiş. Kuşkusuz
yaşlılık kişilere birçok şeyi unuttursa da bizim yaşımız ve işimiz gereği bu
evrenin dışında olduğumuzu ve kimi konuları unutmadığımızı belirtmek isterim.
Bugün Anadolu Üniversitesi
rektörlüğü için ikinci dönem için de aday olduğunu açıklayan rektör Prof. Dr.
Davut Aydın fakültemizi ziyaret edip icraatlarını anlattı. O konuşurken daha
önce yazdıklarımı hatırladım[1];
zihnimi kurcalayan pek çok soru oldu. Kendisine bir rektör nasıl ağırlanması
gerekiyor ve nasıl hitap edilmesi gerekiyorsa, o ölçüde, yani lisan-ı münasiple,
kimi konulardaki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını anlatmaya çalıştım. Rektör
ile öğretim elemanının ilişkilerini, dinleyenlerin sabırlarını zorlamamak için
de kimi hususları paylaşmadım. Bir akademisyen olarak kurum içinde yaşanan bazı
hususların altını çizmek, toplantıda görüşülen konuları ve bu konularla
ilişkili görüşlerimi okuyucularımla ayrıca paylaşmak istedim.
Döner sermaye katkı payı ödemelerinde adil bir sistem getirmişler
Rektör konuşmasının önemli bir
kısmını kime, hangi pozisyondaki öğretim üyesine ne kadar; yüzde kaç oranında
döner sermaye katkı payı ödediklerine ayırdı. Kendisinin ve yardımcılarının
aldığı oranları örneklerle açıkladı. Bir diğer husus da Türkiye’deki öğretim
üyelerinin aldığı maaşı Brezilya, Arjantin gibi ülkelerdeki akademik personel
ile karşılaştırmalı olarak sunmasıydı. Burada ödedikleri döner sermaye katkı
payı ile Anadolu Üniversitesi öğretim elemanlarının aldıkları aylık ücretleri
bu ülkelerdeki eşdeğer öğretim elemanları düzeyine veya üzerine çıkardıkları
hususuydu. Dikkat çeken diğer konu da kendilerinden önceki dönemde döner
sermaye katkı payı ödemelerinde şeffaf ve adil bir uygulama olmadığı; yönetime
yakın kimi öğretim elemanlarına kapalı zarflarla ödemeler yapıldığı; kendi
dönemlerinde bu uygulamaya son verdikleri yönündeki ifadelerdi.
Soru cevap faslına geçildikten sonra, Anadolu Üniversitesi rektörünün göreve başladıktan sonra kimi
üniversitelere model oluşturacak “arama konferansı” gibi uygulamaları
gerçekleştirdikleri, buna karşın bir rektör adayının üniversitenin geçmişte
yaptığı arama konferansında senatoca alınan kararların hangi oranda
uygulanabildiğini, gelecek dönem için hangi akademik çalışmaların,
uluslararası projelerin, altyapı projelerinin öngörüldüğünü açıklamak yerine
toplantının öznesinin döner sermaye katkı payı ödemelerinin oluşturmasının
yürek burkan, üniversiteye yakışmayan bir durum olduğu belirtildi. Ayrıca
kendinden önceki dönemlerde de kapalı zarf usulü ödeme yapılmadığı, bu durumun
olsa olsa ‘90’lı yılların başında, kendisinin vakıf şirketlerinde yöneticilik
yaptığı dönemlerde kalan bir uygulama olabileceği hatırlatıldı.
Öğretim elemanlarının
beklentilerinin, geçmiş yönetimlerin/yöneticilerin eksik veya hatalı
uygulamalarını dinlemek yerine, mevcut yönetimin yaptığı icraatları anlatması,
geleceğe ilişkin öngörülerini paylaşması doğrultusunda olduğu; bunun aksi tutumların
gerçekleştirilen olumlu icraatların da gölgelenmesine neden olduğu görüşü paylaşıldı.
Üniversiteyi siyasallaştırmamış
Anadolu Üniversitesi Rektörü, görev
yaptığı süre içinde üniversiteyi siyasallaştırmadığını, siyaset üstü bir tutum
izlediğini, özellikle yerel siyasete mesafeli durduğunu söyledi.
Unutulmamalıdır ki sıradan bir
eylemin söz ve davranışın muhataplarınca anlaşılır olması, benimsenerek
içselleştirilmesi, onun makul, meşru ve ikna edici olmasına bağlıdır.[2]
Rektör de kendisini meşrulaştıracak bir gerekçe bulmak ve bu gerekçeye dayanarak
yeni dönem için oy istemeyi strateji olarak benimsemiş.
Üniversite ne kadar siyasallaştı
konusuna değinirken şu durumu göz önüne almak lazım. Anadolu Üniversitesi bir
devlet üniversitesidir. Çalışanlar kamu görevlisi, kamu adına işgören
pozisyonundadır. Dolayısıyla siyasal erkin üniversitenin vizyon ve misyonu üzerinde söz söyleme, yol ve yön gösterme, beklentilerini dile getirme hakkı vardır;
bu hakkın sahipleri de dört yıl önce yaşanan atama sürecinde, beklentilerini karşılayacağını umdukları aday lehine bir tercih hakkı
kullanmıştır. Bu durum bile rektörün siyasetle ilgili görüşlerini izahtan vareste tutuyor.
Mevcut rektörün atanması, siyasal
bir tercihtir. Kendisi dört yıl önce yapılan seçim kulislerini ve atama
süreci sırasında yaşadığı olayların perde arkasını, atama sürecini yöneten ve yönlendirenler ile göreve başladıktan sonra siyasetçilerle kurduğu ilişkileri elbette bizlerden daha iyi
biliyordur[3].
Anadolu Üniversitesi çalışanları, kurumun Türkiye’deki saygın konumu ve yükseköğretim sistemi içindeki
ağırlığının bilinciyle, devlet terbiyesi içinde hareket etmiş; karar
vericilerin tercihine karşı bir tutum ortaya koymamıştır. Bu duruş,
kimsenin bir şeylerin farkında olmadığı şeklinde yorumlanmamalı; aksine devlet terbiyesi almış öğretim
üyelerinin kamuoyuna karşı sorumluluğunun bilinci
içinde hareket ettiği şeklinde değerlendirilmelidir.
Üniversitenin siyasallaştırılmamasına
bir başka örnek de Anadolu Üniversitesi tarihinde ilk defa bir siyasetçiye, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı
Sayın Binali Yıldırım’a, Anadolu Üniversitesi Senatosu Kararı ile (08.02.2011 tarih
ve 4/4 karar no ile) “ulaştırma hizmetleri ve ülke kalkınması için yaptığı
hizmetlerden dolayı” Fahri Doktora unvanı verilmesi sağlandı[4].
Sayın Bakan icraatları ile bu unvanı fazlası ile hak ediyor. Bununla birlikte
dönemin senato üyelerinden biri olarak “unvanın tevdi ediliş şekli ile zamanının
uygun olup olmadığı konusuna dikkat çekmeye çalışan” sınırlı sayıdaki öğretim elemanlarından
biriydim. Çekincemin, unvanın tevdi edildiği zaman
dilimi ile üniversitede Ulusal Raylı Sistemler Mükemmeliyet Merkezi’nin
(URAYSİM) kurulma ve planlama aşamasının aynı zaman dilimine denk gelmesi ve bu durumun zihinlerde istifham
yaratacağı endişesinden kaynaklanmaktaydı. Nitekim TCDD,
TÜLOMSAŞ, TÜDEMSAŞ, TÜVASAŞ ile TCDD demiryolu ağı üzerinde işletmecilik yapan
şirketlere test ve akreditasyonunu sağlayacağı öngörülen bu merkezin
faaliyetleri o dönemde gerçekleşmedi; ancak Prof. Dr. Ö. Mete Koçkar gibi deneyimli bir bilim insanın
olaya müdahil olması ile ivme kazandı[5].
Rektör, Eğitim Fakültesi’ne
geldiğinde, kendisine yöneltilen sorulardan biri de İngilizce Öğretmenliği
Programı öğrencilerinden Ali İsmail Korkmaz’ın Eskişehir'deki Gezi Parkı Eylemleri sırasında
aldığı darp sonucu hayatını kaybetmesinden sonraki suskunluğunun nedeni oldu.
Konu, o günlerde yerel basında sıkça ele alınmış; Rektör’ün Ali İsmail’in
ailesine bir taziye ziyaretini neden çok gördüğü sorulmuştu[6].
Rektör, Hatay kültürünü bildiğini, gerekli taziyede bulunduklarını ama kamuoyu
ile paylaşmadıklarını belitti.
Kimse de “Sayın Rektör, siz Anadolu
Üniversitesi Senatosu olarak, öğrencilerin final sınavları döneminde eğitim
öğretim etkinliklerini aksatmamaları konusunda tedbir almak durumundayken, tam
aksine onlara duyuru yapıp, final sınavlarına girmeyenlere mazeretsiz mazeret
sınavı ve bütünleme sınavı hakkı kararı aldığınızı ilan ederken, üniversiteyi siyasallaştırdığınızın
farkında değil miydiniz?” diye sormaya gerek duymadı.
Kimsenin özlük haklarına zarar verilmemiş
Kimsenin özlük haklarına zarar
verilmediyse, haklı ve makul gerekçeleri olan okutmanlar hakkında yaz
tatillerinde yıllık izin/hastalık/doğum/ölüm izinleri kullandırılmayıp,
yüzlerce sınav sorusu hazırlamadı diye haklarında soruşturmalar açıldığı; bir
kısmının Eskişehir dışındaki bürolarda görevlendirildiği, verilen cezaların YÖK
tarafından “yok hükmünde sayıldığı” hatta kimi yöneticilerin maiyetinde
çalışanlara “mobbing” uyguladığı mahkeme kararı ile tescil edilmesi birer şehir
efsanesi mi?
Üniversitenin yurtdışı bürosunda
görevlendirilen personelden birinin aile birleşimini sağlarken diğerinin makul ve mantıklı bir gerekçeye
dayandırılmadan yurtdışı görevinin iptal edilerek derhal Eskişehir’e dönmesinin
talep edilmesi ve bu kişinin yurtdışında uymak zorunda olduğu yerel mevzuat
uyarınca yaptığı kimi tasarrufların Türk mevzuatına göre yorumlanıp, ilgiliye suç
olarak rücu edildiği; geçmişe dönük ödemelerin maaşına haciz konulmak suretiyle
tahsil edilmesi ve bu bağlamda iki çocuklu bir ailenin adeta açlık ve yoksulluğa
mahkûm edildiğinin kulaktan kulağa aktarılması bir Alman masalı mı? Malum,
Almanya Grimm Kardeşler’in masalları ve masal kahramanlarının çevirdiği
entrikalar ile de ünlüdür.
Akademik kadrolarda herkesin kadro sorunu çözülmüş
Akademik kadrolarda yönetime
yakın olanların atamaları sorunsuz bir şekilde yapılırken; kendilerine uzak
duran, kendi halinde çalışmalarını sürdüren pek çok akademisyen için kadro
sorunu çözülememiş; bu durum kimi öğretim elemanları ile kişisel hesaplaşma
boyutuna getirilmiştir. Gerekçe ise “YÖK kadrolara vize vermiyor” şeklindedir.
Bir diğer gerekçe de çalışan, proje üreten birimlere kadro verildiği,
çalışmayanların ise beklediği yönündedir. Bu gerekçe ikna edici değildir.
Rektörün son sözleri
Sayın Rektör, son söz olarak
gelecek dönem için “yeniden atanacağını” seçimden önce bütün aday adayları ile
bir toplantı yapmak ve istişarelerde bulunmak istediğini, seçim günü sabah
kahvaltısını birlikte yaptıktan sonra Anadolu Üniversitesi öğretim elemanlarına
yakışan bir olgunlukta seçim salonuna geçeceklerini, seçim sürecinin de gerek
internet gerekse diğer ortamlardan an be an takip edilebilmesi için gerekli teknolojik
altyapının kurulması yönünde BAUM’a direktif verdiğini söyledi.
Sayın Rektör geçmiş dönemde
yürüttüğü kampanyada son söz olarak “Gelecek sefer buraya rektör olarak
geleceğim demiştim. Dediğim çıktı. Artık beni tanıyorsunuz; ne
yapacağı belirsiz bir adayın yerine tanıdığınız, bildiğiniz adayı tercih edin”
deyip geçen dönemki sözünü tekrar etti. “Buraya yine rektör olarak geleceğim”.
Geçmiş dönemde neden ve hangi gerekçelerle atandı veya kendisinin öne sürdüğü
gibi yeniden atanacak mı? Bilemiyorum. Bu süreçleri yaşamış biri olarak şunu
söyleyebilirim: İkinci defa atamayı yapacak olan erkin dayanağı,
ilk dönemin icraatları ile bağlantılı olacaktır.
Toplantıda gündeme gelmeyen, ama insanların zihinlerini meşgul eden hususlar
Toplantıda gündeme gelmeyen, ama
öğretim elemanlarının sıkça üzerinde görüş bildirdiği bazı konuları da gündeme
getirmek istiyorum. Çünkü bunların da seçmenlerin karar verme sürecinde etkili
olacağını ve dikkate alınmasında yarar olduğunu düşünüyorum.
Yabancı dil öğretimindeki başarısızlık: Yabancı Diller Yüksekokulunun
kurulması, başarılı ve ülke genelinde farkındalık yaratan iletişim bilimleri, turizm ve otel işletmeciliği
gibi alanlarda verilen eğitimin % 30, mühendislik ile iktisadi ve idari bilimler alanlarında
% 100 yabancı dilde verilmesi için alınmış önemli bir karardı. Bu kararın uygulanması
yükseköğretimde uluslararasılaşmanın sağlanabilmesi için atılan önemli bir adımdı; fakat
uygulamada krize dönüştü. Yabancı Diller Yüksekokulu’nun kendi iç
dinamikleri ile ilgili sorunları öğrencilere yansıdı. Üniversite tarihinde
görülmedik öğrenci olayları bu dönemde yaşandı. Başta YÖK’ün forum sayfaları
olmak üzere bütün sanal âlemde Anadolu Üniversitesi aleyhine yazılar yazıldı,
yorumlar yapıldı. Öğrenci başarısızlığı, sistemin sorgulanması, aksayan
yönlerin revize edilmesi gibi çalışma yapmak yerine, her bir konu ayrı bir krize dönüştürüldü ve bu kriz yönetilemedi.
Gelinen noktada, önce derslerin % 30’unun yabancı dilde verilmesi uygulaması
kaldırıldı; ardından geriye doğru üç yıl başarısız olan öğrencilerin % 100 Türkçe
eğitime dönüştürülen programlara geçişleri sağlandı. Yorgan gitti, kavga bitti misali;
yabancı dil öğretimi ve yabancı dilde verilen dersler kaldırılıp öğrenciler
de ilgili programlara geçirilince sorun da çözülmüş gibi oldu.
AB öğrenci ve öğretim elemanı değişim programları: Yabancı dilde öğretime ilişkin kararın alınıp
uygulanmasından önce, Anadolu Üniversitesi AB öğrenci ve öğretim elemanı
değişim programlarında en fazla hareketlilik yaşanan yükseköğretim
kurumlarından biri olarak dikkati çekiyordu ve hemen her ortamda gerek
üniversite yönetimleri gerekse de kamu kurum ve kuruluşlarındaki görevlilerce
örnek gösteriliyordu. Alınan kararın, her ne kadar Erasmus öğrencileri için
özel ders havuzu oluşturularak tedbir alınmaya çalışılsa da, seçkin
üniversitelerden gelecek öğrenci sayısının zaman içinde daha da
azalmasına yol açabilecek bir tehdit oluşturduğu söylenebilir.
Açıköğretim sisteminin yeniden yapılanması ve kredili ders geçme
sistemine geçilmesi ile gerek sistemde çalışanların, gerekse öğrencilerin kimi
algıları değişmek zorunda kaldı. Bu süreçten gelir temin eden üçüncü
kişiler de sistemin değişmesiyle birlikte yeni yapıya uyum sağlamakta sıkıntı
çekti. Öğrencilerin en büyük tepkisi akademik takvimde eskiden bir yılda yapılan
işlemlerin şimdi iki döneme sıkıştırılması ve bütünleme sınavlarının
kaldırılması üzerine oldu. Bütünleme sınavlarının kaldırılması öğrenci
mağduriyetlerine (?) neden oldu; mezuniyet aşamasına gelenler için tek ders
sınavı uygulaması ile sorunun kısmen ortadan kaldırılmasına çalışıldı. Burada
sistemin geçmişiyle ilgili tartışmaları başlatmak yerine, gelecekte ne gibi
iyileştirmeler yapılacağı üzerinde durulması gerekiyor.
Yüksekokulların fakülteye dönüştürülmesi, Türkiye genelinde görülen
bir eğilim olarak dikkati çekiyor. Lisans düzeyinde eğitim verilen her bir
yüksekokulun fakülteye dönüştürülmesi, bana çalışan memnuniyetini sağlama
dışında doğru bir karar olarak görünmüyor[7].
Bu kararların alınması sırasında bilimsel önceliklerin, memleket ihtiyaçlarının
analizinin yapılmasını gerekli görüyorum.
Bitirirken
Eğer “Hafıza-i
beşer nisyan ile malul” ise, yaşananları hatırlatmak, dersler çıkarmak ve
buna göre geleceğe yön vermek gerekir. Anadolu Üniversitesi’nin bütün
paydaşlarına bu üniversitenin kimliğini otuz yılı aşkın bir süredir onurla
taşıyan biri olarak şunu belirtmek isterim ki üniversitemiz yurt içindeki “öncü”
ve “rol model” olma özelliğini uluslararası alana da taşımış; Türkiye’ye sorun
oluşturmak yerine, Türkiye’nin çağdaş uygarlık yolunda karşısına çıkan eğitim sorunlarını
tespit edip, kendine has çözüm ortaklığı uygulamaları ile “sorun çözme” gücü,
bilgisi ve deneyimini kazanmıştır. Sahip olduğu iç dinamizmi ile karşılaşacağı günübirlik
belirsizliklerin üstesinden gelecek güce ve özgüvene sahiptir. Geçiş
dönemlerinde yaşanan kimi belirsizlikler, paydaşlarımızı karamsarlığa
düşürmesin.
Yarım yüzyılı aşan mazisi ile
Anadolu Üniversitesi, Anadolu’nun bağrında yüce bir bilim kalesi oluşturma
yolundaki emin ve kararlı yürüyüşünü sürdürecektir.
[1] Mustafa
Çakır. Seçim olsa n’olacak. http://m-cakir.blogspot.com/2013/11/secim-olsa-nolacak.html
(27.11.2013).
[2] Bkz.:
Hukuki Haber. Özel Röportaj: Hukukta gerekçe. http://www.hukukihaber.net/m/?id=21758
(26.11.2013).
[3]
Bilmeyenler için hatırlatalım. 26.10.2009 tarihinde Anadolu Üniversitesi
Rektörlüğü aday adaylarını belirlemek için yapılan seçimin oy sayım işleminde
saat 20:00’ itibarı ile açılan sandıklarda 778 oy kullanılmış olduğu; yapılan
sayım sonucu oy dağılımının şu şekilde gerçekleştiği anlaşıldı:
Prof. Dr. Davut AYDIN 96
Prof. Dr. Hasan MANDAL 295
Prof. Dr. Fevzi SÜRMELİ 334
Prof. Dr. Ahmet TUNCAN 28
Prof. Dr. Mustafa Çakır,
Prof. Dr. Ö. Zühtü Altan, Prof. Dr. Yılmaz Benligiray, Prof. Dr. Tuncay
Döğeroğlu, Prof. Dr. Nazmi Ulutak, Prof. Dr. Nüvit Gerek birer oy aldı. Boş:
18, Hukuk Müşaviri Gülseren Haspullukçu’ya da bir oy çıktı. Dört aday adayından
sonra, listeyi altıya tamamlamak üzere birer oy çıkan adaylar arasından kur’a
çekimi yapıldı ve listeye girenler de zaten YÖK’e görüşmeye gitmedi. Prof. Dr. Davut Aydın'ın göreve başladıktan sonra siyasetçilerle kurduğu ilişkiler hakkında fikir verecek bir örnek: Mehmet Önel. "CHP Genel Başkanına mektup yazan bizim Davut Aydın mı?" 2Eylül Gazetesi (15 Nisan 2013). http://www.2eylul.com.tr/chp-genel-baskanina-mektup-yazan-bizim-davut-aydin-mi-makale,2363.html (27.11.2013).
[4] Bkz. Anadolu
Üniversitesi’nden Bakan Binali Yıldırım’a Fahri Doktora verilmesi ile ilgili
senato kararı: http://www.anadolu.edu.tr/sites/default/files/Senato%204_0.pdf
ve o güne ilişkin gazete haberlerinden biri. http://www.utikad.org.tr/haberler/?id=7687
(27.11.2013)
[5] Bkz.
Avrupa çapında iki test merkezi. Dünya Gazetesi (14.11.2012). http://www.dunya.com/mobi/news_detail.php?id=171284
(27.11.2013).
[6] Murat
Atikel. Bir taksi durağı kadar değeri yok mu? 2Eylül Gazetesi (18.07.2013). http://www.2eylul.com.tr/taksi-duragi-kadar-degeri-yok-mu-makale,3116.html
(27.11.2013).
[7] Bu
konuya ilişkin görüşlerimi daha önce okuyucularla paylaşmıştım: Mustafa Çakır (21
Kasım 2013). Yüksekokulların Fakülteye Dönüştürülmesi. http://m-cakir.blogspot.com/2013/11/yuksekokullarn-fakulteye-donusturulmesi.html.
(27.11.2013).
Mustafa merhaba,
YanıtlaSilYazdıkların ve düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler. Ancak bu yazdıkların kimi ne kadar bağlıyor soruna cevap olabilecek tepkileri gereğince alıp almadığın konusunda endişelerimin had safhada olduğunu bilmeni isterim. Bırak eski rektöre soru sormayı yeni rektör adaylarına bile gerçek endişelerini belirtemeyen genç akademisyenler ile bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen akademisyenlerin fazlalığı karşısında bazen insanın kanının donduğunu hissediyor ve görüyorum. Bu gözlemimi S Rektör ve yediden adayı Prof. Dr. Davut Aydına sorduğum sorular için gerek telefonla gerekse de odama gelen akademisyenlerin ifadelerine dayandırdım. Diğer yeni adayların toplantılarına katılamadım ancak sadece bilimsel kaliteyi ön plana alan aday sayısının yok denecek kadar az olması beni yaraladı Sözünü ettiğin Almanya madurları ile haksız atamaları esefle kınadım ve izledim. Liyakatsız ve de niteliksizlerin atamalarını sayısız örneklerini bu dönemde yaşadım. Hiç endişe ve korku duymadan düşüncelerimi dile getirdim. Kendimce bu bana yakışan ve akademk duruşumun bir gereği idi. Genç akademisyenlere rol model olduğum söylendiğinde onlardan olması gereken tepkiyi gelecek kayguları nedeni ile alamadım. Bu hezeyan ve yaralanmalar ile bir seçim geçireceğiz ve dediğin gibi 13 Aralık da sadece kapı arkası konuşmalar bir 4 yıl daha sürecek. Kalemine ve eline sağlık. Beni ancak "Aklın yolu birmiş" sözcüğü rahatlatıyor. Selam ve sevgiler..