Üniversite kavramının kökeni
Latince “universitas” (lonca, birlik) sözüne dayanmaktadır. Yani bildiğimiz
üniversitenin kökeni, "bilgeliklerini paylaşmak ve aktarmak için bir araya
gelen bilgeler topluluğu!" Bugün bilimsel bilgi deyince, bilge deyince
etrafına bakınanlar topluluğu değil…
Üniversitelerde görevli bilgeler
topluluğuna “öğretim üyesi” deniyor. Yüksek makamlar, orunlar bahşediliyor.
Kamuoyu beklentileri de o oranda yükseltiliyor. Hâlbuki bunlar, bilimsel
bilgiyi üreten; ürettiklerini paydaşları ile paylaşan “ete kemiğe bürünmüş”
sizin gibi, herkes gibi normal, hatta sıradan insandır.
Şimdi de üniversiteyi oluşturan birimlerden
fakülte ve yüksekokul kavramlarını irdeleyelim. Fakülteler, yüksekokullar gibi
üniversitelerin alt birimler olup, bir meslek edindirmekten çok bilimsel bilgi
üreten, bilgelik edinilecek kurumlardır. Yüksekokullar ise mesleğe yönelik
eğitim verilen, uygulama ağırlıklı birimlerdir.
Günümüzde kimi üniversite öğretim
elemanları akademik statü, yöneticiler ise toplumsal ve siyasal yönlendirmeler
ile yüksekokulları fakülteye dönüştürme eğilimi göstermekte ve başta fakülteler
olmak üzere bilimsel bilgi üreten üniversiter birimleri “alma mater” (Lat. Bilimsel
bilginin anası) yerine, “akademik birimler konglomerası” şeklinde bir yapıya
dönüştürerek, lisans düzeyindeki birimlerin tamamını fakülte olarak adlandırmaya
meyletmektedirler. Hâlbuki farkı fark edebilen üniversiteler, milletler arası
platformlarda da fark yaratarak farkındalık yaratan önemli projelere imza
atmaktadırlar. Bu ayırım iyi yapılmaz, roller karışırsa mühendislik programı öğrencilerine
monte ettirilen araç, makinecilik programı öğrencilerinin monte ettiği bir araçla
yarışamaz; yarıştırılırsa da yolda kalır. Tam tersi, mühendislere projelendirme,
teknikerlere de montaj görevi verilirse, üretilen araç sahibini yolda bırakmak
ne kelime, “Otomobil uçar gider…” şeklindeki şarkılar, türküler eşliğinde
uçurur.
Bu ayırım için bir başka örnek vermek
gerekirse: Bir üniversite mezununun mezuniyet sonrası istihdam alanında öğrenim
gördüğü ana disiplinine yakın bir işe (çoğu zaman bunların dışındaki bir işe
de) 3-6 ay gibi bir sürede uyum sağlaması beklenir. Bir yüksekokul mezununun
ise çoğu kez çalışma arkadaşlarının adlarını ve işyerindeki temel ihtiyaçlarını
karşılayacak birimlerin nerede olduğunu öğrenmesiyle işyeri uyumunu
tamamlayacağı belirtilir. Örneği biraz açarsak, bir makine teknikerinin almış
olduğu eğitim bütünüyle doğrudan bu disipline ve uygulamaya yönelik olduğundan,
kendisine sunulan bir makine tezgâhını çalıştırması da verilen bir teknik resmi
okuması da makine mühendisine göre daha az zaman alır. Hatta deneyimler
göstermektedir ki çoğu makine mühendisinin işletmeye girdiğinde ürün ve eldeki ürünü
işleyecek tezgâhı kullanmakta pratik ve özgüven eksikliği çekmektedir.
Mühendislik bilimlerinin dışında,
söz gelimi yönetim ve organizasyon alanında lisans düzeyinde üniversite eğitimi
alanlardan, örneğin turistik bir işletmenin servis ve bar sektöründe
çalışmasını, mutfakta harika yemekler pişirmesini bekleyemezsiniz; en az
öğretim etkinlikleri ve verilen öğretilen içerik kadar önemli olan bu yetkinlik,
fakülte mezunlarında bu düzeyde gelişmemiştir; yüksekokul mezunlarında ise
beceri düzeyi gelişmişken, akademik bilgi düzeyi daha sınırlıdır. Dolayısıyla,
turizm sektöründe istihdam edilecek elemanların doğrudan bu mesleği icra eden
yüksekokul mezunu olmaları (bu ciddî bir oranda mühendislik ile işletme, hukuk
ve iletişim gibi üniversite branşı sayılmakta olan disiplinlerde de, ve hatta sanat
ve edebiyat bölümlerinde de) tercih edilmektedir. Bu durumda, ne meslek
okulları fakültelere, ne de fakültelerin meslek okullarına öykünmesi
gerekir; her bir programın öğrenci ve toplum açısından sağlayacağı
kazanımlar ayrıştırılarak kamuoyu bilincinin oluşması, eğitimin de bir yerde bu
bilinçle verilmesi sağlanmalıdır. Devlet bareminde araştırmacı elemanlarla
diğerleri arasında ciddî bir maddî destek farkı özendirici olabilir.[1]
Üniversitelerin lisans
düzeyindeki yüksekokulları fakülteye dönüştürmesine bağlı olarak, bilimsel bilgiyi
üretenler ile bilginin uygulayıcıları arasındaki fark ortadan
kalkacak, bilimsel bilgi üretimi ve meslek eğitimi ile ilgili görev tanımlarında da belirsizlikler yaşanacaktır. Daha önemlisi "memleket meselesi" olarak görülen meslek eğitimi yükseköğretim düzeyinde sadece Meslek Yüksekokulları düzeyine indirilecektir.
Üniversiter yaşamın içinde olan hemen herkesin bildiği
gibi, camianın içinde biraz “ileri gelenler” biraz da “ileri gidenler” sınıf
vardır. İkinci sınıf, her şeyi bildiğinden ve danışma mekanizmasını işletmeye,
ileri gelenlere sormaya gerek duymadığından, yeni yapılaşmanın yegâne sorumlusu
olarak da Türk yükseköğretim tarihindeki yerini alacaktır.
[1] Bkz.:
Ömür Akyüz. “Yükseköğretim?”. İçinde: Üniversite ve Toplum. http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=167
(29.11.2013).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder