Anadolu Üniversitesi rektörlüğü
için yapılacak aday adaylarını belirleme seçimleri 12 Aralık 2013 günü
yapılacakmış. Peki, sonra n’olacak? Pek çok öğretim elemanı
açısından değişen bir şey olmayacak. Bir kısım peanut ve menfaatperverlerin
dışında kalanlar, on bir aralık günü olduğu gibi, on üç aralıkta da işine
gücüne bakacak; seçim sonucu umduğu gibi
çıkmayan kimi öğretim elemanları, her zamanki gibi kullandıkları oyun zaten
kaale alınmadığından dem vurup, kapalı kapılar ardında bolca “mugalata” yapacak;
farz-ı misal, öğretim üyelerinin iradesine ters bir atama yapılsa bile,
geçmişte pek çok örnekleri görüldüğü üzere, her hangi bir tepki vermeksizin, günlük hayatına devam edecektir.
Üniversite çalışanları
açısından ha Ali’nin ha Veli’nin rektör olması, onların hayatında bir şeyi
değiştirmeyecektir. Hemen bütün öğretim elemanları, gizli aşikâr, döner sermaye
katkı payı ödemesinin devam edip etmeyeceğini, devam etse kime hangi kapsamda
ne kadar ödeme yapılacağını/yapıldığını soracak, korktuğu veya çekindiği için
de sorgulayamayacaktır. Türkiye’de uygulanan sistem istisnaları ayrı tutmak
kaydı ile ne üniversite, ne de bilim insanı bırakmıştır. Giderek ağırlaşan
ekonomik ve sosyal şartlarda herkes geçim derdine düşmüştür. Rektörlük makamını
işgal edenler bile zaman zaman verdikleri demeçlerde üniversiteyi bir holding,
kendilerini de ceo gibi gördüklerini açıklamakta bir sakınca görmemiştir; bu
işte bir şeylerin aksadığını söylemek, şeytanın gör dediğini görüp, millete
göstermek, herkesin harcı olmaktan çoktan çıkmıştır.
Ülkemizdeki bilim insanları
yoksulluk sınırları düzeyinde maaş alan, evine ekmek götürme derdini aşamamış bordrolu
çalışanlar durumuna indirgendiği için, gelecek kaygısı yaşayan akademisyenler,
gördüklerini, bildiklerini yazıp söylemeye dahi çekinir olmuştur. Yani bordrolu
çalışan durumundaki her akademisyen, yer yer kendi kişiliklerine saldırı
düzeyine gelen eleştirilere bile, “Hadi oradan!” deme cesaretini gösteremeyen,
üniversite ile bağı koptuğunda geçim sıkıntısı kaygısını atamayan “mesleksiz” çalışanlara
dönüşmüştür. Ekonomik bağımsızlığı olmayanların bilimsel duruşu bir yaşam
biçimi olarak sürdürmeye kalkması, önemli bir paradigma değişimini gerektirir
ki bu da mevcut şartlarda insanın doğasına aykırı bir ütopya gibi
görünmektedir.
İşte bu nedenlerden dolayıdır ki
üniversite öğretim elemanları, üniversite dışından olup üniversitenin tanımını dahi
yapamayacak haldekilerin, uzak yakın çevrelerinde üniversitelerin içinde
bulunduğu “yoksunluk” ve “çaresizlik” sorunlarını aşmak üzere üretilen geçici
çözümlerin sonucu olarak öğretim elemanı yapılmış donanımsız bir kısmın ahvalini görüp oluşturduğu kanaatten veya üniversite tahsili yapamamanın içinde
bıraktığı ukde ile üniversitelere ve öğretim elemanlarına yönelik eleştirilerde
bulunmayı marifet saymaktadırlar. Bunlara bile “Hadi oradan!” diyememenin
dayanılmaz ağırlığı altında yaşamaya devam etmektedir. Bu durumda kimi uçkuru
gevşek, kimi sözünün ayarını bilmez medya yıldızı öğretim elemanlarının
kamuoyunun bilincinde oluşturduğu öğretim elemanı tasavvurları da olumsuz
yargıları pekiştirmektedir.
Ekonomik durumları görece olarak
daha iyi olan öğretim elemanlarından bir kısmı ise kadim Anadolu kültürüne
sırtını döneli çok olmuş; öykünmeye çalıştığı toplumlarca da kabul edilememiş
olmanın, arada kalmışlığın ezikliğini oraya buraya saldırarak çıkarmak
isterken; bir kısmı da bir iki satırla ülke dışında tanınır olmanın verdiği
tarife hacet kalmayan duyguların dayanılmaz hafifliğine kendini kaptırmış; ne
üniversite, ne de bilimle alakası kalmıştır.
Seçimden sonra asıl dikkat
çekecek olanlar arasından “gemiyi yürütme” telaşına kapılanlar, her devrin, her
dönemin, her yönetimin bir bileni olma iddiasını kimseye kaptırmadan öncü
saflardaki yerini almaya çalışanlar olacaktır. Her yönetim döneminde olduğu
gibi yeni dönemde de ortaya çıkacak “maskeli yüzler”, adeta “padişahım çok
yaşa” diyerek yeni rektörün çevresi ile bağının kopmasını sağlayacaklar; yakın
çevrelerindeki “kifayetsiz muhterisleri” ve onların yardakçılarını göklere çıkarıp;
üniversitede yapıla gelen ve aslında rutin olan hemen her icraatı “büyük
başarı” olarak paketleyip, basına servis etmeye devam edecektir.
Seçim sürecinden muzaffer bir
komutan edası ile çıkan ve üniversite çalışanları, öğrenciler ve şehir halkının
yanı sıra uzak yakın, tanıdık tanımadık pek çok kişinin âlâyı vâlâ ile karşılayıp
uğurlayacağı rektör, kendini “kırmızı plakalı aracın sihrine” kaptırıp “şeyh
uçmaz, müritler uçurur” moduna sokarsa işler yine karışacaktır. Bu durumda
da ilk önce yanında bulunan ve kendini mütemadiyen: "Unutmayın efendim,
siz tanrı değilsiniz!" diye uyaran yol arkadaşlarını “Seni uzaktan sevmek,
aşkların en güzeli” misali çevresinden uzaklaştırıp, muhtemelen bir başka bahara kadar yahut
gelecek seçim dönemine kadar, daldan dala konup göçmeyi tercih edecektir.
Yeni yöneticilerin çok iyi bilim
insanı olması değil, ama üniversitenin paydaşları ile çatışmayan, kendini
kamuoyuna olduğundan daha yüksek gösterme kaygısı ile racon kesmeye kalkmayan,
kısaca “Anadolu” adına yakışan mütevazı bir duruş sergilemesi ve insan kıymeti
bilmesi yeter. Bilimsel çalışmalar mı? Nitelikli bilim insanları yaratılan
uygun iklimde yetişen nadide, turfanda sebzeler gibi gerekli ortamı bulduğunda
birbirinden lezzetli ürünleri kendiliğinden vermeye başlayacaktır.
Mustafa merhaba,
YanıtlaSilYazdıkların ve düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler. Ancak bu yazdıkların kimi ne kadar bağlıyor soruna cevap olabilecek tepkileri gereğince alıp almadığın konusunda endişelerimin had safhada olduğunu bilmeni isterim. Bırak eski rektöre soru sormayı yeni rektör adaylarına bile gerçek endişelerini belirtemeyen genç akademisyenler ile bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen akademisyenlerin fazlalığı karşısında bazen insanın kanının donduğunu hissediyor ve görüyorum. Bu gözlemimi S Rektör ve yediden adayı Prof. Dr. Davut Aydına sorduğum sorular için gerek telefonla gerekse de odama gelen akademisyenlerin ifadelerine dayandırdım. Diğer yeni adayların toplantılarına katılamadım ancak sadece bilimsel kaliteyi ön plana alan aday sayısının yok denecek kadar az olması beni yaraladı. Bu hezeyan ve yaralanmalar ile bir seçim geçireceğiz ve dediğin gibi 13 Aralık da sadece kapı arkası konuşmalar bir 4 yıl daha sürecek. Kalemine ve eline sağlık. Beni ancak "Aklın yolu birmiş" sözcüğü rahatlatıyor. Selam ve sevgiler..