"'Mükemmel' geçmişte, ardımızda
değil gelecekte, ufkumuzda olmalıdır." Bertrand Russell, 1872-1970
Demokratikleşme Paketi için “fevkalâde dikkatle ve özenle
hazırlanmış, her türlü ayrıntısı düşünülmüş, son yarım asrın en radikal
reformlarını ihtiva etmektedir ve son derece olumlu bir pakettir” (örn. Güzel 2013) diyenler
olduğu gibi, paket içinde öngörülen kimi açılımlara farklı boyutlarda tepki gösterenler ve tarih
tekerrür ediyor diye karaları bağlayanlar da var. Ben hangi gruba yakın olduğumu belirtmek yerine, konunun günlük kıyl ü kâli mûcib
[dedikoduya elverişli] yönünü bir kenara bırakıp uzmanlık alanımla ilgili kısma
değinmeye, tarihe not düşmeye çalışacağım.
Bilimsel olma iddiası taşımayan, ama bilimsel kuramlara göre yapılandırılmış bu kısa yazımda dilin durağan olmadığını, aksine yaşayan
bir organizma olduğunu anlatacak; ardından 1928 yılında Türkiye Türkçesi için
oluşturulan alfabe ile Türkiye Türkçesinin özellikleri hakkında özet bilgi vereceğim.
Ardından Türkçe alfabeye x, q, w gibi harflerin ilave edilip edilmemesi konusundaki kişisel, akademik
görüşlerimi sunacağım. İlerleyen bölümlerde ise anadilde eğitim ile anadili
öğretimi konularındaki görüşleri ve önerileri bir blog yazısı sınırlılıkları içinde birbirinden ayrıştırarak değerlendireceğim.
Dil yaşayan bir organizmadır; yapay müdahaleyi kaldırmaz
Yeniden açılan yeni bir açılım
paketinin tartışıldığı bugünlerde, 01.11.1928 tarihli Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (No. 1353, RG.
03.11.1928/1030) ve bu kanunla yürürlüğe giren “Bütün mekteplerin Türkçe
yapılan tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarda
tedrisat icrası memnudur” (Md. 9) hükmü “demokratikleşme paketinin
açıklanmasıyla birlikte” kamuoyunda tartışmaya açılıyor. Hatta Türkiye Türkçesi
için hazırlanan alfabeye artık X, Q ve W harflerinin de
ilave edildiği; Türkiye’de X, Q ve W harflerinin
kullanımına ilişkin (aslında mevcut olmayan bir yasağın) da kaldırıldığı
söyleniyor.
Öncelikle şu hususun bilinmesinde
fayda var: Türkiye’de bu harflerin kullanılması yasak değil; yasak olduğuna ilişkin
görüşler eksik bilgi içeriyor. Çünkü sokağa çıkan hemen herkes bir yerlerde bu
harflerin kullanıldığı tabelaları görebilir. Hemen her ortamda Almanca,
İngilizce, Fransızca vd. alfabelerinde yer alan bu harflerin kullanıldığı
ortamları saymak etmek mümkün. Hatta Batı dillerinin dışında kalan diğer
dillerde (örn. Arapça) de yazışmak mümkün.
Bununla birlikte, her dilin kendi
alfabesi, diğer dillerden bağımsız olarak kullanılır. Her millet ulusal dilinin
alfabesini hazırlarken, kendi ihtiyacını karşılayıp karşılamama konusuna göre
karar verir. Türkiye Türkçesi için Latin alfabesinden aktarım yapılırken bu
harflere gerek duyulmamış ve nihayet 21’i ünsüz, 8’i ünlü olmak üzere toplam 29
harf yeterli görülmüş (Korkmaz 1991). Bu arada alfabenin sade, kolay
öğrenilebilir olması tercih edilmiş.
Diğer dillere gelince, her dilin
uzmanları kendi ihtiyaçlarına göre karar alıp uygulayabilir; uygulama sırasında
ihtiyaç duyduklarında da daha önce aldıkları kararı revize ederek, harf ilave
edebilir veya eksiltebilirler. Azerbaycan Türkleri alfabelerini (Azərbaycan əlifbasını)
hazırlarken Türkiye’de gündemde tutulmaya çalışılan bu harflerin yanı sıra,
Türkiye Türkçesinde kullanılmayan başka harflerin de kullanılmasını benimsemiş
(Bkz. Karakılıç ve Aydın 2010). Çünkü yaşanılan coğrafya ve o coğrafyada
yetişen insanların anatomik yapıları, farklı sesler üretebilir veya bir başka
coğrafyadaki sesi farklı bir tonda sesletebilir. Her bir sesin farklı tonunun alfabeye
alınması diye de bir uygulama yoktur (Demir 2011, 13). Bu durumu Demir (2011:
7) şu şekilde açıklamış:
Dil, her şeyden önce seslerden oluşur. Ancak insan çok
daha fazla ses çıkarabilecekken, gerçek diller sınırlı sayıda sesle yetinir.
Her doğal dilin kendine özgü bir ses dağarcığı vardır. Diller, diğer yönleri
gibi, sesleri açısından da üstünlük veya zayıflık anlamında karşılaştırılamaz.
Örnek olarak bir Kafkas dili olan Ubıhçada 81 ünsüz, 3 ünlü, Papua-Yeni
Gine’de, Bougainville adasında konuşulan bir dilde 5 ünlü, 6 ünsüz vardır. Ama
bu sayılar birinin diğerinden üstün veya zayıf olduğunu göstermez.
Yazı dillerinde “görece doğru”
biçimleri bir kere belirlendikten sonra, bu “doğru” biçimlerle eğitimini alan
nesiller, yazı dilinde değişiklik olmasından hoşlanmazlar. Oysa konuşma dili
sürekli bir değişim içindedir. Yazı dilinin durağan, konuşma dilinin ise
dinamik olması nedeniyle zamanla yazımla söyleyiş arasındaki uçurum büyür ve
yazı dilinde reform yapma ihtiyacı ortaya çıkar (Demir 2011, s. 8).
Peki, Türkçesinde X, Q
ve W harflerine karşılık gelen ses yok mu? Elbette var. Bununla birlikte
bugün tartışılan ve Türkiye Türkçesinin alfabesine eklenmesi için talepte bulunulan
harfler geçmişte üzerinde tartışılarak, pratik çözümler üretilerek konu sorun
olmaktan çıkarılmış (Kılıç 1991).
Herkesin anlattığı malum öyküyü
hatırlatmak isterim. Latin alfabesiyle ilgili çalışmalar yapılırken konu gelmiş
Q karşılığına. "Kemal" sözcüğünün nasıl yazılacağı konusunda
tartışmalardan yol alınamayınca konuyu çok iyi Fransızca bilen Atatürk’e
danışmaya karar vermişler. "Qhemal" veya "Khemal" gibi seçenekler üzerinde çalışmışlar. Atatürk ikinciyi tercih etmiş; zamanla da kolaylık sağladığından
"K" benimsemiş.
Türkiye’de sarı taksi
uygulamasına geçildiğinde, x harfinin yerine ks kombinasyonunun kullanılmasına
karar verilmiş. ks çevrim yazısı, Türkiye Türkçesinde örneğin, taksi şeklindeki yazım içinde kullanılır olmuş. Bunun dışında başka seçenekler de
var.
w harfine gelince, [v] sesi Türkiye Türkçesinde
de kullanılıyor. Tek çift ayırımı yapılmadan, [v] sesinin duyulduğu yerde
v yazılmasına karar verilmiş.
Böylece X, Q ve W diye bir sorun konuşulmaz olmuş.
Bugüne gelince, daha çok birinci
dili farklı dil ve lehçelerde edinen
yurttaşlarımızın isimlerini doğru dürüst yazamadıkları gerekçesiyle eklenmesi
için talepte bulundukları Latince q, w, x harfleri çözüm değildir.
Zaten Latin alfabesi kullanan dillerdeki x ile Türkiye’deki yerel
dillerin çevrim alfabesinde kullanılan X bir birinden farklıdır. Bu
durumda Türkiye Türkçesine işlevsiz bir harf eklemek yerine bu harflere yakın
olan k, v, h gibi tek harfli; w yerine vv (iki v), x
yerine ch ya da kh, q yerine de kv gibi iki
harfli yazım seçenekleri veya çevrim yazı oluşturmak mümkündür. Fakat
ülkemizin resmi dili olan Türkçede iki farklı [k] sesi, tek [k] ile karşılanmakta
ve yine aynı şey [Ə] ve [e] sesleri için de geçerlidir. Görüldüğü üzere
alfabedeki sorun yurttaşların isimlerini yazması-yazamaması değildir. Dolayısıyla
Türkiye Türkçesi için kullanılan alfabeye yapılacak ilaveler ne ülkeyi daha
fazla ‘demokratikleştirecek’ ne de yurttaşları daha fazla ‘özgürleştirecek’ bir taleptir (Bkz.:
Yitgin 2013).
Türkiye Türkçesi için oluşturulan alfabe ve özellikleri
Alfabe, bir dildeki ses ya da
sesbirimleri gösteren harflerden oluşan bir dizge olarak tanımlanır. Hiçbir
alfabe bir dilde kullanılan seslerin tümünü içermez ve söyleyişi eksiksiz
olarak yansıtmaz. Ancak üzerinde anlaşmaya varılmış işaretlerle söyleyiş hakkında
genel bir fikir verir. (Demir 2011, 15). Türkiye Türkçesi için oluşturulan
alfabede 21 ünsüz, 8 ünlü olmak üzere toplam 29 harf bulunmaktadır. Bugün
dilimizde kullandığımız sözcükler, Türkçe ve Türkçeleşmiş yabancı kökenli
sözcükler biçiminde ikiye ayrılmaktadır. Türkçe, kendi ses düzenine yabancı
asıllı sözcükleri uydurmaktadır.
Ses düzeni bakımından Türkçe
sözcüklerde (sonradan Türkçeleşmiş olanlar hariç) görülen başlıca sesel özellikler
şunlardır:
1. Türkçe sözcüklerde ilk
heceden sonraki hecelerde o [ᴐ] ve ö [ᴓ] ünlüleri bulunmaz: Doktor,
horoz, motor, balon, maydanoz, koro, sigorta, kozmopolit gibi sözcükler Türkçe
değildir.
2. Türkçe sözcüklerde [f,
h, j] sesleri yoktur. Ancak yansıma sözcükleri bu kuralın dışındadır.- F = fakir, faaliyet,
faal, fasıl, misafir, insaf, saf, filiz gibi.
- H = Hayat, havuz, hüküm,
hasır, hisar, sabah, günah gibi.
- J = Jale, jandarma,
jilet, jokey, baraj gibi. Öte yandan j'li sözcükleri dil
kendine benzetir: candarma, cokey, baraş gibi.
Yansıma seslerine gelince, Türkçede
f ve h harfleri yalnızca ünlemlerde ve ses taklidine (veya
yansımaya) dayanan sözcüklerde görülür: fıkırdamak, fısıltı, fısır fısır,
fokurdamak, hırıltı, hışır hışır, hışırtı, of, oh Türkçedir. Bazı Türkçe
sözcüklerdeki f'ler de aslında v'dir: övke-öfke, yuvka-yufka,
uvak-ufak gibi.
3. Türkçe sözcüklerin
başında c, ğ, l, m, n, r, v, z sesleri yansıma dışında bulunmaz: Cahil,
can, cebir, lamba, lazım, leğen, mavi, nane, rapor, renk, rezil, rosto, ruh,
vakum, vasıf, vazo, vezin, vize, zil. Bu sözcüklerden bazılarını dil
kendine uydurmaya çalışır: ilazım, ileğen, ilimon, İramazan, irezil gibi.
Yansıma olan durumlar: melemek,
mırıltı, mışıl mışıl, mışmak, miyav, ninni, vınlamak, vızır vızır gibi
sözcükler Türkçedir.
4. Türkçede sözcük sonunda
b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz: hesab, kitab, tac gibi sözcükler
yabancı kökenlidir. Dil, bunları kendine uydurur: hesap, kitap, taç
gibi. Bu duruma sertleşme veya benzeşme adı verilir. b, c, d, g
ünsüzleriyle biten sözcükler de Türkçe değildir: hac, sac, yad, monolog
gibi.
5. Türkçe sözcüklerde sona
gelen ç, k, p, t ünsüzleri iki ünlü arasında kalınca yumuşarlar: çocuk-çocuğu,
dolap-dolabı, genç-genci, sevinç-sevinci, tat-tadı, yurt-yurdu. Ancak tek
heceli sözcükler yumuşamaz: aç-açık, ek-eki, iç-içim, ip-ipi, süt-sütü,
top-topu gibi. Bunun dışında çok heceli yumuşamayan sözcük varsa büyük
olasılıkla o Türkçe değildir: kaset-kasedi, sepet-sepeti [dil kendine
uyumlandırmış].
6. Türkçe sözcüklerde iki
ünlü bir hecede yan yana kullanılmaz: aile,
arkeolog, fuar, kaos, kuaför, matbaa, realizm, saat, ziraat gibi sözcükler dışardan gelmişlerdir.
7. Türkçe sözcüklerde
başta ve sonda birden fazla ünsüz bulunmaz: Fransa, kral, kraliçe, kravat,
kreş, gram, granit, plan, slav, spor, flört, faks, lens gibi. Bazı
sözcükleri dil kendine uydurmaya çalışır: İskandinav, İslav, İspanya, ispor
gibi.
8. Türkçede sözcük
köklerinde çift ünsüz bulunmaz: bakkal, hakkı, hisse, kıssa, millet,
şeffaf, şiddet, zimmet gibi.
9. Türkçe sözcüklerde ikiz
ünsüzlere ancak eklerin birleştiği yerlerde rastlanır: bıkkın, sessiz,
yolluk, yuttum gibi.
- lç, lk, lp, lt = ölç, kalk, kısalt
- nç, nk, nt = sevinç, dinç, denk, ant
- rç, rk, rp, rs, rt = Türk, sürç, sark, sarp, pars, ört
- st, şt = üst, hoşt gibi.
11. Büyük ünlü uyumuna
uymayan sözcükler Türkçe değildir. Burada –yor, -ken, -leyin, -mtrak ekleri ile
uyumsuz olan Türkçe sözcüklerde ses değişimine uğrayarak büyük ünlü uyumuna
ters düşen anne, kardeş, elma gibi sözcükler ve bileşik sözcükler ayrı tutulmalıdır.
Bunlara örnek olarak, dünya, kitap, mani, saniye, zamir, faiz verilebilir.
12. Küçük ünlü uyumuna
uymayan sözcükler Türkçe değildir. Burada –yor ekiyle çekimlenmiş fiillerle, çamur,
yağmur, kabuk gibi i, u değişimine uğramış Türkçe sözcükler ayrı tutulmalıdır.
Türkçeye uymayan sözcüklere örnek olarak fotoğraf, monolog, kitap, mahir,
tarih, horoz, biyolog vd. verilebilir.
Bugün Türkiye’de x, q, w
kullanımına yönelik tartışmaların Türkiye Türkçesindeki doğal gelişme ve
evrilmenin sonucu olarak ortaya çıkan bilimsel değerlendirmelerden ziyade, siyasi
amaçlara yönelik değerlendirmeler olduğu düşünülmektedir. Türkiye Türkçesi için
kabul edilmiş bir alfabe vardır. Bu alfabe dilbilimsel açıdan öne sürülecek
kimi yetersizliklerine rağmen, bir başka dilde kullanılan isimlerin harf çevrimi yapılarak kullanımına uygundur. Harf çevrimi, bir alfabe ile yazılmış bir metni yorum
yapmadan başka bir alfabe ile göstermektir (Demir 2011, s. 16). Adını
çevrim yapmadan yazmak isteyenler de alfabeye dokunmadan kendi dillerinin
alfabelerindeki özgün şekliyle yazabilir; bunun da Türkiye Türkçesi için
geliştirilen alfabe yönünden bir sakıncası yoktur.
Anadilde eğitim konusunun gündemde
tutulması daha çok siyasal bir anlayışın yansımasıdır. Anadilini öğrenme hakkı
evrensel bir haktır. Kimsenin bu gerçeğe karşı çıkması düşünülemez. Bununla
birlikte anadilini öğrenme ile anadilinde eğitim öğretim yapılması konularının
birbirinden ayrı değerlendirilmesi araştırma konusu yapılması gerekir. Anadilde
verilen eğitim ve öğretim, anaokulundan başlayarak bütün öğrenim sürecini (okul
öncesi, ilk, orta, yüksek) kapsar. Ne var ki anayasanın 42.maddesine göre
Türkiye’de “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk
vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” Ayrıca Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin Bütünlüğü,
Resmî Dili, Bayrağı, Millî Marşı ve Başkenti ile ilgili 3. madde de
devletin dilini “Türkçe” olarak tanımlamıştır.
Siyasetçiler “Anadilde Öğretim
Hakkı” istiyorlarsa, bu isteklerinin yerine gelmesi için Türkiye’nin üniter
yapısının değişmesi, bunun yerine bir federal devlet kurulması gerekmektedir. Talep
edilen “demokratik özerklik” yapısı içinde bile bu isteğin hangi ölçüde nasıl karşılanabileceği
ayrıca tartışılabilir. O da siyaset bilimcilerinin işi.
Anadilini öğrenme konusuna
gelince, bilindiği üzere, yerel dillerin öğrenilmesi için okul dışı
düzenlenecek etkinliklerle, açılacak kurslarla izin verilmişti ve dileyen
dilediği dili öğrenme, öğretme kazanmıştı. Bunun yanı sıra Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlı bütün okullarda anadilde eğitim yerine farklı dil ve lehçelerde eğitim verilebilmesi konusunda yapılan
düzenleme ile artık isteyen istediği dili kamunun sağladığı imkânlarla öğrenme
ve öğretme özgürlüğüne kavuştu.
Üniversitelerimizde Kürt Dili ve
Edebiyatı, Kafkas Dilleri ve Kültürleri, Çerkes Dili ve Edebiyatı gibi programlar
açıldı. Ana dilde verilecek eğitimin gerçek anlamda başlamasının ancak bu bölüm
mezunlarının istihdamı ile ortalama beş yıl sonra olabileceği aşikâr. Ayrıca bu
dillerin müfredatları hazırlanacak, ders kitapları yazılacak, öğretmenleri
yetiştirilecek. Bütün bunların zaman alacağı, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve
Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından yerel dil ve lehçelerde eğitim
verilebilmesi için gerekli müfredatların bir kısmının hazırlatıldığı, bir
kısmının da hazırlık aşaması içinde olduğu bilinmektedir.
Yeni ilan edilen Demokratikleşme
Paketi içinde farklı dil ve lehçelerde eğitim
verilebilecek özel okulların açılmasına imkân verilmesi gündeme geldi.
Dileyene bu fırsatın verilmesi, resmî eğitim dilinin Türkçe olmasına bir
engel oluşturulmayacak; dileyen yurttaşların taleplerinin karşılanması
sağlanabileceği gibi, eğitim sisteminden ayrı bir şekilde eğitim yapılması
anlamına gelmeyecektir (Bkz. Güzel 2013). Kimi yasal düzenlemelerin ardından
dileyen İngilizce, Almanca, Fransızca gibi bir başka dillerde eğitim öğretim
faaliyeti gösteren özel öğretim kurumu açabilecek.
Bu özel okul önerisi fırsat eşitliği getirmeyeceği, vatandaşların
anadilde eğitim için özel öğretim kurumlarına para vermesi gerekeceği gibi
gerekçelerle eleştiriliyor ve anadilde eğitimin özel okullarda değil, kamu
okullarında verilmesi gerektiği öne sürülüyor. Anadilde eğitimin müfredata
ilişkin yapılandırmanın dışında kamu eliyle açılacak ayrı okullarda verilmesi
düşünülüyorsa, bu uygulama uzun vadede toplumsal barışı sağlamaktan ziyade, mevcut
sorunların derinleşmesine, ayrılıkçı düşüncelerin daha da belirginleşmesine yol
açacak sonuçları da beraberinde getirmesin. Bu okullar, kendi dil ve
kültürlerini öğretme işlevinin dışında Balkanlarda yaşanan etnik boğazlaşmaya
zemin oluşturacak, milliyetçi akımların yeşertilmesine neden olmasın (Bkz.
Akyol 2013).
Öte yandan iki dilde eğitim verilen çift dilli devlet okullarının
açılmasının demokratik eğitim sistemi için gerekli olduğunu ileri süren
görüşler de var. Dünya’da yer yer örnekleri görülen bu uygulama çerçevesinde
devletin resmi ve ortak dili olan Türkçenin bütün derslerde temel zorunlu dil olarak kullanılması,
bunun yanı sıra öğrencilerin hangi dilde eğitim almak istiyorsa o dilin
ikinci dil olarak kullanılması önerilmektedir. Bu uygulama için her bir derslikte iki ayrı öğretmenin görev alması gerekir. Her iki öğretmenin de iyi yetiştirilmiş, her iki
dili de çok iyi bilen iki dilli öğretim ortamlarının gereklerini yerine getirecek donanımda olması gerekir. Bu
uygulamaya yaygın olarak geçilebilmesi için üniversitelerde açılan bölümlerin
yeterli sayıda ve arzu edilen yöntem bilgisine sahip öğretmen adaylarını mezun etmiş
olması gerekir. Unutulmamalı ki Türkçenin yanı sıra her hangi bir farklı dil ve lehçeyi bilmek, o dil veya lehçede eğitim verebilecek
donanıma sahip olunduğunun belgesi değil; olsa olsa o dilde eğitim vermek için
gerekli ön şartın sağlanmış olduğunun göstergesi olabilir. Eğitim
sonuçların uzun vadede alındığı ciddi bir iştir. Çözüm
ararken sorun üretmeye, farklı dil ve lehçeleri konuşan çocukların birbirlerine
karşı ayrımcılık ve çatışmaları derinleştirecek uygulamalardan ve ayrımcılık tohumlarının ekilmesinden sakınmak
gerekir. Bu da ayrımcı değil, bütünleşmiş eğitim programları ile mümkün olabilir.
Bitirirken
Tarih Türkiye Cumhuriyeti’nin
ulus devletten “çok uluslu” devlete dönüşümünün seyrini yazarken,
demokratikleşme paketlerinin vatandaşlar üzerindeki etkilerine de yer verecektir.
Halk, artık kontrol edemediği değişkenlerin zorlamasıyla yaşadığı sürrealist dönüşümün bütün haz ve
acılarını bütünüyle hissetmekte ve her kesim kendine göre değerlendirme
yapmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu Cumhuriyet ile yeni bir sayfa açmış; Cumhuriyet
döneminde hayata geçirilen kimi devrimlerin bazıları içselleştirilememiş; ecdadı
ile bağı koparılmak istenen milletimizin üzerinde oynanan bir oyunun parçası
olarak görülmüştür. Özellikle Cumhuriyetin en büyük, en yerleşik ve kalıcı kazanımlarından
olan harf devrimi (Bkz.: Ülkütaşır, 1990), geçmişteki yönetimlerin kimi hatalı uygulamaları nedeniyle sığ tartışmalardan kurtulamamıştır.
Bugün ülkemizde konuşulan farklı dil ve lehçeler için oluşturulmuş alfabelerde yer
alması öngörülen kimi harflerin Türkçe alfabeye de alınmasına yönelik
istek, Türkçe gönüllüleri tarafından istiskal ile karşılanırken, bu talep sahiplerinin
şeftali bahçesinde elma istihsal etmeye çalışması, yorgunu yokuşa sürmesi ve adeta
Türkiye'yi bölünmeye ve parçalanmaya götürecek bir süreci başlatma
çabalarının bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Bu talebi gündemde tutmak isteyen radikal siyasetçiler başta olmak üzere farklı dil ve lehçelerle ilgili politika üretenlerin Türkiye
Türkçesinin alfabesinin yenilenmesiyle ilgili taleplerde bulunmak yerine bilim insanlarına kendi
dil ve lehçelerinin alfabesini hazırlatmaları daha akılcı çözüm olarak
görünmektedir. Bu arada, bu dillerden Türkçeye giren sözcükler özgün yazım
şekilleri ile muhafaza edilirken, kendi alfabelerindeki şekliyle de yazılabilirler. Almanca Volkswagen kelimesinin Türkiye Türkçesi
içinde ayrı bir çevrim yazıya gerek duyulmadan w ile kullanılmasına kimsenin itirazı olmadığı gibi, bu tercihin kullanılması ile Türkiye Türkçesine ait alfabenin doğal süreç dışında değiştirilmesinin de önüne
geçilebilir.
Türkiye Türkçesine gelince,
geçmişte medreselerde verilen eğitim Arapça yapılıyordu; günümüzdeki
üniversitelerde de İngilizceye özeniliyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk
kurulduğu zamanlarda, İznik, Bursa ve Edirne gibi kentlerde açılan
medreselerdeki hocalar Mısır, Suriye ve Irak gibi ülkelerden getirtilmişti;
bugün de bazı üniversitelerimizde İngilizce konuşulan ülkelerde eğitim almış
olan öğretim elemanları tercih edilip, Türkçe yerine İngilizce ile öğretim
yapılmaya çalışılıyor. Özdemir İnce (2003), “Arap hocalar ilk öğrencilerine
doğru-dürüst Arapça öğretemediler; öğrencileri bunların yerine hoca olunca
onlar daha az öğrettiler” diyor. İkinci Meşrutiyet'e kadar medreselerin
eğitim-öğretim dili Arapça olarak kaldı ve o zaman Türkçeleşti. Ne kadar
Türkçeleştiyse o kadar. Bugünkü üniversitelerimiz için fazla söze gerek yok.
Bitirirken,
iki madde ile toparlamaya çalışayım:
1. Bugün artık pek çok uzman
tarafından geçmişte “birinci dil, ilk öğrenilen dil” yerine kullanılan
“anadili” kavramı bilimsel olarak da tercih edilmemekte; “birinci dil” ile
“anadili” kavramlarının içerik olarak örtüşmediği konusunda değişik görüşler
öne sürülmektedir (Günther ve Günther 2013). Bütün bu tartışmalar bir yana
bırakıp, birinci dili anadili olarak kabul edersek, bu dili ve bu dil ile
ilişkili kültürü öğrenme, yaşatma ve sonraki kuşaklara aktarma hakkı bireye
aittir ve evrenseldir; tartışmasının yapılmaması gerekir. Bununla birlikte, bir
dil veya lehçe için bir başka dilin alfabesinin değiştirilmesini talep etmek de
başka bir hakkın ihlalidir.
2. Siyasal bir talep olarak
gündemde tutulmaya çalışılan “ana dilde öğretim hakkı” kamuya aittir ve bu hak
sadece özerk devlette, federal devlette ve bağımsız devlette veya Kanada gibi
ülkelerde sadece azınlık statüsü kazanmış topluluklar için uygulanmaktadır. Ülkenin
kurucu asli unsuru olan Kürtler ile başka bir etnik kökene mensup
vatandaşlarımız en azından federe bir devlet kurarlarsa eğitim ve öğretimi
Kuzey Irak’ta olduğu gibi istedikleri dilde (Kürtçe, İngilizce, Arapça ve
Türkçe) yapabilirler. Bunun aksi talepler veya uygulamalar Türkiye'yi ayrışmaya götürür. Siyasal bağlamda
özerklik ya da federasyon isteyenler, bu milleti ayrı okul tuzağına düşürmeye
çalışarak anlatmak yerine niyetlerini doğrudan, açıkça ifade etmeyi tercih
etsin ve anadilde öğrenim için iktisadi ve sosyal hayatın gerçeklerine uygun işbirliğine
dayalı kubaşık çözümler üretmeye çalışsın.
Son söz: Sorunlara “biz” ve “ötekiler” diye bakmadan, “doğru-yanlış”,
“haklı haksız” gibi kavramları kullanmadan yaklaşmayı denemeli ve milletimizin
sosyal yapısına zarar verecek söylemlerden arındırılmış ifadelerle çözüm aramaya
çalışmalıyız. Ne doğru kimsenin tekelinde ne de hiç birimiz diğerinden daha
akıllıyız; teker kırıldıktan sonra yol gösterenin çok olacağı unutulmamalı.
Yaşadığımız süreçte ne tekerler ne de kalpler kırılsın.
AKSAN, Doğan (2000): Her yönüyle
dil: Ana Çizgileriyle Dilbilim (5. Baskı: 3 cilt bir arada), Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları; 439.
AKYOL, Taha (2013). Rumeli’ye
Elveda: 100. Yılında Balkan Bozgunu. İstanbul: Doğan Kitap.BANGUOĞLU, Tahsin (1990): Türkçenin Grameri, Baha Matbaası, İstanbul, 1974 (Türk Dil Kurumu Yay.: Ankara, 1990).
DEMİR, Nurettin (2011). Türkçe
Ses Bilgisi: Temel Kavramlar. İçinde: Hülya Pilancı (Editör). Türkçe Ses
Bilgisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2362; AÖF Yayını No: 1359,
2-21.
DEMİR, Nurettin (2010). “Yabancı Kelimeler ve Yazım Sorunları.
Tarihi Dönemler ve Günümüzdeki Durum Hakkında Gözlemler”. Türk Dil Kurumu
75. Dil Bayramı. Ankara: TDK. 218-228.
DEMİRCAN, Ömer (2001). Türkçenin
Ses Dizimi (Sesler, Sesbirimler, Ayırıcı Özellikler, Ses Değişimleri, Vurgu,
Vurgulama, Ezgi, Ezgileme), İstanbul: Der Yay.
DENY, Jean (1921). Türk Dil
Bilgisi (Çev. Ali Ulvi Elöve 1941; Ahmet Benzer 2012). İstanbul: Kabalcı Yay.
ERİLASUN, Ahmet Bican (2004).
Başlangıcında Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Ankara: Akçağ Yay.
ERGİN, Muharrem: Türk Dil Bilgisi
(Edebiyat ve Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri İçin),
Bayrak Yay., İstanbul, 2000.
GEMALMAZ, Efrasyap (1995).
"Standart Türkiye Türkçesini İlgilendiren Ses Olaylarıyla İlgili
Terimler" Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Erzurum, s. 1-11.
GENCAN, Tahir Nejat (2001).
Dilbilgisi, Ayraç Yay., Ankara, 2001.
GÜNTHER, Britta; GÜNTHER Herbert
(2007). Erstsprache, Zweitsprache, Fremdsprache. Weinheim, Basel: Beltz Verlag
(ISBN 978-3-407-25474-0).
GÜZEL, Hasan Celal (2013).
Demokratikleşme Paketi I, Sabah Gazetesi, 01.10.2013. http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/guzel/2013/10/01/demokratiklesme-paketi-i
(son erişim: 01.10.2013)
İNCE, Özdemir (2013). Dil
Bayramı. İçinde: Aydınlık. http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/183-oezdemir-nce/25604-dil-bayrami.html.
(son erişim: 01.10.2013)
İNCE, Özdemir (2010). Direnen
Cumhuriyet. İstanbul: Destek Yayınevi (Burada “Cumhuriyet Limited Şirketi
(Hürriyet, 20.06.09), “Anadilde Öğretim Mayını” (Hürriyet, 09.08.09) ve 15
yazılık “Kürtçülük Sorununun Tersi ve Yüzü” (Hürriyet, 02.09.2009-27.09.2009)
başlıklı yazılar).
İNCE, Özdemir (2007). Fesatlar
Sarmalında Türkiye. İstanbul: Remzi Kitabevi (Burada Hürriyet Avrupa’da “Kendal
Nezan’ın Kantarı” (07-19 Ocak 2005) adlı 6 yazı ile yine Hürriyet Gazetesinde
yayımlanan “Ismarlama Yazar” (23.02.05) başlıklı yazılar).
İNCE, Özdemir (2002). Pazar
Yazıları Deneme (16 Ocak 2000 - 14 Temmuz 2002). İstanbul: Gendaş Yayınları.
(Burada 1 Nisan 2001 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanmış. “Devletin
Resmî Dili”, “Kürtçe Eğitim?” (03.02.02) ve “Bir Örnek: İspanya” (07.07.02)
başlıklı yazılar).KARAKILIÇ, Cem; AYDIN, Oğuzhan (2010). Azerbaycan’daki Latin Alfabesi Tartışmalarına Türkiye’deki Azerbaycan Matbuatının Bakışı. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi TAED, 43, Erzurum. 181-203.
KILIÇ, Selami (1991). Türkiye’de
Latin Harfleri Meselesi (1908-1928). Ankara
Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt:2
Sayı:7. S. 551-572.
KORKMAZ, Zeynep (2003). Türkiye
Türkçesi (Şekil Bilgisi), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay. No: 827.
KORKMAZ, Zeynep (1991). Türk Dili
ve Arap Alfabesi. Dil ve Alfabe Üzerine
Görüşler, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları.
s.11-12.
PORZİG, Walter: Dil Denen Mucize: Dil Biliminin Konuları,
Metodları Ve Ulaştığı Sonuçlar (Çeviren: Prof. Dr. Vural Ülkü), Kültür
Bakanlığı Ankara, 1. Cildin 1. baskısı: 1985; 2. Cildin 1. baskısı: 1986 (2.
baskı: Ankara, 1990).
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI.
Kanun No. 2709. Resmi Gazete'de
Yayım Tarihi ve Sayısı: 09/11/1982-17863 Mükerrer.
UZUN, N. Engin (2004): Dünya Üzerinden Örnekleriyle Dilbilgisinin
Temel Kavramları: Türkçe Üzerine Tartışmalar. İstanbul: Türk Dilleri
Araştırmaları.
ÜLKÜTAŞIR, Şakir (1990). Atatürk ve Harf Devrimi. İstanbul: Yeni
Gün Haber Ajansı Yayınları, s.14-15.
VARDAR, Berke - Güz, N.- Öztokat,
E. - Rıfat, M. - Senemoğlu, O. - Sözer, E. (1980): Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü. Ankara. TDK Yayınları.
VARDAR, Berke (1988): Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü,
İstanbul: ABC Kitabevi.
YAKIN, Aziz (1997): Dil Bilgisi
ve Dil Bilimi Terimleri Sözlükleri. Ankara: TDK Yayını (Temmuz - Ağustos
1983, C: XLVII, S: 379-380, s. 3-7 Dil Öğretimi Özel Sayısı Türk Dili Dil ve
Edebiyat Dergisi).
YİTGİN, Burak (2013). Alfabeyi
Rahat Bırakın. Gazete Bilkent.
Internet kaynağı:
http://www.gazetebilkent.com/2013/09/30/alfabeyi-rahat-birakin/#sthash.cXOetAXo.dpuf
(son erişim: 2.10.2013).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder