2011
yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre, 80,2 milyon nüfusu olan Almanya’da
yaklaşık 2,7 milyon Türkiye kökenli vatandaş yaşıyor. Bu rakam, Almanya’nın göçmen
kökenli vatandaşlarının yaklaşık beşte birine karşılık geliyor. 2,7 milyon kişinin
yaklaşık 1,1 milyonu Almanya vatandaşı. Bunlardan oy kullanma hakkına sahip Türkiye
kökenli Almanya vatandaşlarının sayısının 700 bin civarında olduğu tahmin
ediliyor.
Türkiye kökenli milletvekilleri
22 Eylül 2013 Pazar günü yapılan parlamento seçimlerine 34 parti katıldı ve
toplam 4 bin 451 milletvekili adayı gösterdi. Aralarında küçük partilerin
adayları ve bağımsızların da bulunduğu 60'tan fazla Türkiye kökenli Alman
vatandaşı da aday oldu. Seçim barajını aşması muhtemel 5 partiden 30'dan fazla
aday Türkiye kökenliydi ve bunlardan 11’i parlamentoya girmeyi başardı[1].
Hristiyan Demokrat Parti’nin (CDU)
ilk Türkiye ve Müslüman kökenli adayı Cemile Giousouf'un meclise girmesi, Almanya'nın
göçmen ülkesi olduğunu bile kabul etmeyen CDU'nun geleneksel politikalarında
yaptığı değişikliğinin işareti olarak algılanırken, Alman siyasi partilerinde
Türkiye kökenlilerin partilerinin yönetim organlarında da görev alması dikkati
çekiyor. Örneğin, Emine Demirbüken-Wegner, Hrıstiyan Demokrat Birlik (CDU)
Merkez Karar Yürütme Kurulu Üyesi. Aydan Özoğuz, SPD genel başkan yardımcısı.
Cem Özdemir de seçim sonuçları açıklanana kadar Yeşiller Partisi eşbaşkanı
olarak görev yapıyordu. Özdemir, seçim sonunda bu görevinden istifa ettiğini açıkladı.
Bayan Merkel muhafazakâr görüşü
destekleyen sosyal ve ekonomik politikalarının sonucunu almış görünüyor ki, yeniden
seçiliyor. Seçim sonucunu değerlendirirken yaptığı konuşmada öne çıkan iki
husus dikkati çekiyor. Bunlardan ilki Birlik Partilerinin “halk partisi”
hüviyeti kazandığı, diğeri ise Hür Demokrat Partinin (FDP) seçimi
kaybetmesinden duyduğu üzüntü.
Seçim sonucu Alman siyaset
sahnesindeki milliyetçi muhafazakâr görüş sahiplerinin yeni zaferi; Merkel
gibilerin eğitimini aldığı eski doğu bloğu içinde şekillenmiş dünya görüşünün,
olayları kendi bütünlüğü içinde görememenin, konuları birbirinden ayırıp
olgulara tek tek bakamamanın ve tarihsel gerçekleri değerlendiremeyecek bir entelektüel
donanımın göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Koalisyon seçenekleri
Geçmiş dönemlerde Türkiye karşıtı
katı tutumları ile tanınan Şansölye Angela Merkel, Muhafazakârların oy
patlaması yaşadığı seçimlerde önemli bir başarı sağlamasına karşın hükümeti tek
başına kuracak çoğunluğu elde edemedi.
Angela Merkel’in liderliğini
yaptığı Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) seçimlerden büyük bir başarı ile
çıkarken, koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti’nin (FDP) yüzde 4,8 oranında oy
alarak seçim barajına takıldığı görüldü. Aynı şekilde Yeşiller de oy hatırı
sayılır bir kaybına uğradı. Bu oy kaybında Nasyonal Demokrat Parti (NPD)
dışında yeni kurulan Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ve Korsanlar Partisi’nin
seçimin kaderini etkilediği konuşuluyor. Özellikle Almanya için Alternatif
Partisi (AfD), Hür Demokrat Parti’nin (FDP) iki puan farkla baraja takılmasını
kendi oylarındaki artışa bağlıyor.
Seçim sonuçları açıklandıktan
sonra Almanya Birinci Televizyonu (ARD) tarafından yaptırılan kamuoyu
araştırmasına göre, halkın % 64’lük bir kısmı büyük koalisyon (CDU/CSU-SPD
koalisyonu) isteğini gündeme getirdi. Bununla birlikte Sosyal Demokrat Parti (SPD)
yetkilileri kendilerine muhalefet görevi verildiğini ve büyük koalisyonun meclisin
%80’ini oluşturacağı için bu durumun mümkün olmadığını belirtmelerine rağmen,
en azından önümüzdeki günlerde yapılacak parti kongresinde durumun
değerlendirileceğini söyleyerek koalisyona açık kapı bıraktılar.
Koalisyon için başka
alternatifler de yok değil. Söz gelimi, pek gerçekçi bulunmayan Yeşiller-Hristiyan
Birlik Partileri (CDU/CSU) koalisyonu halkın %32’si tarafından benimseniyor. Hristiyan
Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Sol Parti'den oluşan bir ikili koalisyon
gündemde bile değil. Sol Parti, ilke olarak birlik partileri ile koalisyon
yapmak yerine Yeşiller, Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Sol Parti'den oluşan bir
üçlü koalisyon kurulması konusunda görüş bildiriyor. Kamuoyu araştırmasına göre
bu koalisyona verilen destek % 25 oranında (Kaynak: Westdeutscher Rundfunk, www.wdr.de).
Beklenti, Hristiyan Birlik
partileri ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) ortaklığındaki büyük koalisyon ya da
Birlik partileri ile Yeşillerin kuracağı bir hükümet kurulması ve yeni
Şansölyenin Bayan Angela Merkel olacağı yönünde.
Yeni dönemin Türk Alman
ilişkileri için yeni işbirliklerine ve aydınlık günlere başlangıç olması
herkesin ortak dileği. Bilindiği üzere, Merkel geçmiş iktidar dönemlerinde Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne tam üye yerine ayrıcalıklı üye yapılarak birliğe üye değil, sanki köle olmasını önermişti[2]. Merkel’in
bilmediği özelliklerimizin de olduğunun farkındaki sağduyulu politikacılar ilk
başlarda bu öneriye pek itibar etmediler ve Türkiye, tam üyelik için tarih
aldı, ama zamanla rüzgâr tersten esmeye başladı.
Alman Hıristiyan birlik partileri
lideri Bayan Merkel, kadı kalben rüşvet
almaya karar vermişse, zalimi mazlumdan ayırt edemez[3]
misali Avrupa Birliği içinde Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturma çabalarına
devam etti. Türkiye müzakerelerde ucu
açık ve müzakere başlıklarının açılmasına karşı değilim şeklindeki karşı
duruşlara pes etmeyince, yeni başlıkların açılması geciktirilmeye başlandı. Süreç
bitmeyen senfoniye dönüştü.
Bunu gören ve Türk mevkidaşının ve
Avrupalı Türk lobisinin sitemiyle karşı karşıya kalan Merkel, son seçim
kampanyasında daha dürüst davrandı ve Hristiyan Birlik Partileri’nin (CDU/CSU) görüşünü
açık ve net bir şekilde ifade ederek Türkiye'nin
büyüklüğü ve ekonomik yapısı AB'ya yük getirecektir dedi. AB ile Türkiye arasında güçlü işbirliği
hedefleniyor. Dış konular ve güvenlik konusunda yakın stratejik işbirliği
geliştirilmeli diyerek ayrıcalıklı
üye tartışmalarına da noktayı koydu. Onun Türkiye’ye ilişkin siyasi öngörüleri,
uygulamaya geçirdiği bazı politikalar, kimi zaman sağduyunun, akıl ve mantığın
önüne geçiyor ve bizi rahatsız ediyorsa da en azından oyalamıyor. Tarih
bilgimiz bize Şansölye Otto von Bismarck’ın Avrupa’nın yeniden
yapılandırılmasına ilişkin uyguladığı siyaseti hatırlatıyor[4].
Bayan Merkel’in Türkiye’yi ve
Türkleri sevme gibi bir zorunluluğu yok. Bununla birlikte, ülkesinde yaşayan ve
sayıca önemli bir kısmının Alman vatandaşı olduğunu çok iyi bildiği yaklaşık üç
milyon Türkiye kökenli insana, sadece Türkiye’den geldikleri için değil ama
insan oldukları için saygı göstermesi; bunların onurlarının, Alman toplumu
içindeki geleceklerinin kişilerin siyasi ikballerinden daha önemli olduğunu unutmaması
gerekir.
Öte yandan deneyimli bir
politikacı olarak ülkedeki yoksunluk ve yoksulluk nedeniyle sürekli ötekileştirilen
ve hedef gösterilen yabancıların, göçmenleri maruz kaldığı saldırgan
politikalara tepkisiz kalmamalı; geçen dönem başlatılan meclis araştırma
komisyonu çalışmalarını devam ettirerek somut sonuçlara ulaştırmalıdır.
Almanya’nın son yıllarda verdiği
mesaj, işbirliğine açık değil. Hâlbuki Alman toplumu aldığı göçle hızlı bir
şekilde çoğulcu bir topluma dönüşüyor ve bu durum birlikte yaşamanın asgari
ölçütü olan ötekileştirmemeyi gerekli kılıyor. Ülkede bulunan göçmenlerin de aynı
gök kubbe altında yaşadığı ve kader birliği ettiği diğer vatandaşlar gibi siyasetin
kirlenmeden, mevcut sorunlara çözüm üretmesini beklediğini düşünmesi; yeni
dönemde daha sorumlu bir politika izleyerek “insanları işkembeleri yoluyla
avlamayı”[5] amaçlayan
halkçı politikalardan vazgeçmesi gerektiğini uygulamaları ile göstermesi
gerekir.
Bir diğer husus da ülkedeki göç
ve uyum tartışmalarında hemen her taşın altından çıkan Anayasayı Koruma
Teşkilatı’nın konuya ilişkin politikalar belirlenip uygulanırken yer alacağı
pozisyonu belirlemesi ve çoğulcu toplum anlayışını sınırlayan “yabancılara en
yabancı ülke” imajını ortadan kaldırması gerekir. Bunun için de İslamcılık
korkusuyla Müslümanların mercek altına alınması, dini gereksinimlerini yerine
getirmeleri konusunda gerekli kolaylıkların sürdürülmesi ve sünnetin
yasaklanması yönündeki tartışmaların Müslümanlar ve Yahudiler tarafından nasıl
algılandığının iyi analiz edilmesi, hatta hiç tartışmaya açılmamasında yarar
vardır. Siyaseti siyaset, dini din olarak kabul etmek gerekir. Eğer bu durum
günlük hayatta pratiğe geçirilebilirse, halklar arasındaki işbirliği de dün olduğu
gibi, bugün de, yarın da siyaset üstü huzur ve güven bağlamında tesis edilir.
Bu durum, iki ülke arasındaki siyasi ilişkileri hem de halklar arasındaki
ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlar. Kaldı ki bu tür popülist
politikaların tarihte Almanlara nelere mal olduğunu bütün dünya gibi Alman
dostlarımız da gayet iyi biliyorlar. Bu nedenle, popülizmin bulaşıcı illetinin
yaşandığı Fransa’daki Pujadizm veya Löpenizm’e bakarak Almanya’yı bu illetten bir
an önce kurtarmaya bakmalılar.
Bayan Merkel; iktidar
nimetlerinin yokluğunu yaşadığı geçmiş yıllarda modası geçmiş, eskimeye yüz
tutmuş ceketinin iki yakasını bir araya getirirken ülkesindeki insanları
sıcacık sarıp sarmalayan bir devlet ana gibi ihtişamlıydı; güven veriyordu. Ceketini
sırtına geçirip işe koyulduğunda, günümüz burjuvasının yarattığı kadına göre
gövdesi daha dik, kadınlığı daha duyarlıydı.
Geçmişte yaşadığı kimi
olumsuzluklara rağmen Almanya’yı hala bir hayal ülkesi, “dost ve “müttefik”
olarak gören kadim Anadolu’nun evlatları “kötü adın çirkinliğinin harften,
deniz suyunun acılığının kaptan olmadığını” ayırt eden bir kültürel mirasın
bekçisidir. Her iş iyi niyetle, güzel düşüncelerle yapılınca amacına ulaşır, yeter
ki niyetler iyi, hedefler belirgin olsun.
[1] WRD'in haberine göre, Sosyal
Demokratlardan Cansel Kızıltepe, Gülistan Yüksel, Metin Hakverdi ve Mahmut
Özdemir ilk kez milletvekili olurken, SPD'nin Genel Başkan Yardımcılarından
Aydan Özoğuz tekrar seçilmeyi
başardı. Hristiyan Demokrat CDU'nun ilk Türkiye ve Müslüman kökenli adayı Cemile Giousouf'un yanı sıra, Sol
Parti'den Sevim Dağdelen, Azize Tank, Yeşiller'den Ekin Deligöz'ün yanısıra, partinin
Eşbaşkanı Cem Özdemir, Özcan Mutlu bu
dönemde meclise girdi.
[2] Bu
benzetme Ümit ZİLELİ’ye aittir. Bkz.: Ü. Zileli. “Düz Çizgi: ‘Soykırım’
Saldırısı Başladı!”. Cumhuriyet Gazetesi. 3 Mart 2005, s. 17.
[3]
Mevlana’dan: Ziya Elitez (Derl.). Mevlana’dan
Öğütler. İstanbul: Kozmik Kitaplar, 2004, s. 110.
[4]
Bilindiği üzere Alman ulusal birliğinin kurulmasında, belki de en önemli rolü
oynamış; 13 Haziran 1878’de Berlin’de düzenlenen konferansa ev sahipliği ve
başkanlık yapmış; 13 Temmuz 1878’de Osmanlı, Rusya, İngiltere, Fransa,
Avusturya, İtalya ve Almanya arasında
Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasını öngören Berlin Anlaşmasının imzalanmasını
sağlamıştır.
[5] Popülizm ile ilgili olarak
bkz.: Umberto Eco (Çev. Cemal Karaağaçlı). “Avrupa Popülizmin Tehdidinde” Türk Edebiyatı. 369, 112471/2004/07, s.
19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder