27 Eylül 2013 Cuma

Almanya’daki parlamento seçimleri üzerine

2011 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre, 80,2 milyon nüfusu olan Almanya’da yaklaşık 2,7 milyon Türkiye kökenli vatandaş yaşıyor. Bu rakam, Almanya’nın göçmen kökenli vatandaşlarının yaklaşık beşte birine karşılık geliyor. 2,7 milyon kişinin yaklaşık 1,1 milyonu Almanya vatandaşı. Bunlardan oy kullanma hakkına sahip Türkiye kökenli Almanya vatandaşlarının sayısının 700 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.  
 
Türkiye kökenli milletvekilleri
 
22 Eylül 2013 Pazar günü yapılan parlamento seçimlerine 34 parti katıldı ve toplam 4 bin 451 milletvekili adayı gösterdi. Aralarında küçük partilerin adayları ve bağımsızların da bulunduğu 60'tan fazla Türkiye kökenli Alman vatandaşı da aday oldu. Seçim barajını aşması muhtemel 5 partiden 30'dan fazla aday Türkiye kökenliydi ve bunlardan 11’i parlamentoya girmeyi başardı[1].
 
Hristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) ilk Türkiye ve Müslüman kökenli adayı Cemile Giousouf'un meclise girmesi, Almanya'nın göçmen ülkesi olduğunu bile kabul etmeyen CDU'nun geleneksel politikalarında yaptığı değişikliğinin işareti olarak algılanırken, Alman siyasi partilerinde Türkiye kökenlilerin partilerinin yönetim organlarında da görev alması dikkati çekiyor. Örneğin, Emine Demirbüken-Wegner, Hrıstiyan Demokrat Birlik (CDU) Merkez Karar Yürütme Kurulu Üyesi. Aydan Özoğuz, SPD genel başkan yardımcısı. Cem Özdemir de seçim sonuçları açıklanana kadar Yeşiller Partisi eşbaşkanı olarak görev yapıyordu. Özdemir, seçim sonunda bu görevinden istifa ettiğini açıkladı.
 
Bayan Merkel muhafazakâr görüşü destekleyen sosyal ve ekonomik politikalarının sonucunu almış görünüyor ki, yeniden seçiliyor. Seçim sonucunu değerlendirirken yaptığı konuşmada öne çıkan iki husus dikkati çekiyor. Bunlardan ilki Birlik Partilerinin “halk partisi” hüviyeti kazandığı, diğeri ise Hür Demokrat Partinin (FDP) seçimi kaybetmesinden duyduğu üzüntü.
 
Seçim sonucu Alman siyaset sahnesindeki milliyetçi muhafazakâr görüş sahiplerinin yeni zaferi; Merkel gibilerin eğitimini aldığı eski doğu bloğu içinde şekillenmiş dünya görüşünün, olayları kendi bütünlüğü içinde görememenin, konuları birbirinden ayırıp olgulara tek tek bakamamanın ve tarihsel gerçekleri değerlendiremeyecek bir entelektüel donanımın göstergesi olarak değerlendirilebilir.
 

Koalisyon seçenekleri

Geçmiş dönemlerde Türkiye karşıtı katı tutumları ile tanınan Şansölye Angela Merkel, Muhafazakârların oy patlaması yaşadığı seçimlerde önemli bir başarı sağlamasına karşın hükümeti tek başına kuracak çoğunluğu elde edemedi.

Angela Merkel’in liderliğini yaptığı Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) seçimlerden büyük bir başarı ile çıkarken, koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti’nin (FDP) yüzde 4,8 oranında oy alarak seçim barajına takıldığı görüldü. Aynı şekilde Yeşiller de oy hatırı sayılır bir kaybına uğradı. Bu oy kaybında Nasyonal Demokrat Parti (NPD) dışında yeni kurulan Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ve Korsanlar Partisi’nin seçimin kaderini etkilediği konuşuluyor. Özellikle Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Hür Demokrat Parti’nin (FDP) iki puan farkla baraja takılmasını kendi oylarındaki artışa bağlıyor.

Seçim sonuçları açıklandıktan sonra Almanya Birinci Televizyonu (ARD) tarafından yaptırılan kamuoyu araştırmasına göre, halkın % 64’lük bir kısmı büyük koalisyon (CDU/CSU-SPD koalisyonu) isteğini gündeme getirdi. Bununla birlikte Sosyal Demokrat Parti (SPD) yetkilileri kendilerine muhalefet görevi verildiğini ve büyük koalisyonun meclisin %80’ini oluşturacağı için bu durumun mümkün olmadığını belirtmelerine rağmen, en azından önümüzdeki günlerde yapılacak parti kongresinde durumun değerlendirileceğini söyleyerek koalisyona açık kapı bıraktılar.

Koalisyon için başka alternatifler de yok değil. Söz gelimi, pek gerçekçi bulunmayan Yeşiller-Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) koalisyonu halkın %32’si tarafından benimseniyor. Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Sol Parti'den oluşan bir ikili koalisyon gündemde bile değil. Sol Parti, ilke olarak birlik partileri ile koalisyon yapmak yerine Yeşiller, Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Sol Parti'den oluşan bir üçlü koalisyon kurulması konusunda görüş bildiriyor. Kamuoyu araştırmasına göre bu koalisyona verilen destek % 25 oranında (Kaynak: Westdeutscher Rundfunk, www.wdr.de).

Beklenti, Hristiyan Birlik partileri ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) ortaklığındaki büyük koalisyon ya da Birlik partileri ile Yeşillerin kuracağı bir hükümet kurulması ve yeni Şansölyenin Bayan Angela Merkel olacağı yönünde.

 
Türklerin yeni döneme ilişkin beklentileri

Yeni dönemin Türk Alman ilişkileri için yeni işbirliklerine ve aydınlık günlere başlangıç olması herkesin ortak dileği. Bilindiği üzere, Merkel geçmiş iktidar dönemlerinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye yerine ayrıcalıklı üye yapılarak birliğe üye değil, sanki köle olmasını önermişti[2]. Merkel’in bilmediği özelliklerimizin de olduğunun farkındaki sağduyulu politikacılar ilk başlarda bu öneriye pek itibar etmediler ve Türkiye, tam üyelik için tarih aldı, ama zamanla rüzgâr tersten esmeye başladı.

Alman Hıristiyan birlik partileri lideri Bayan Merkel, kadı kalben rüşvet almaya karar vermişse, zalimi mazlumdan ayırt edemez[3] misali Avrupa Birliği içinde Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturma çabalarına devam etti. Türkiye müzakerelerde ucu açık ve müzakere başlıklarının açılmasına karşı değilim şeklindeki karşı duruşlara pes etmeyince, yeni başlıkların açılması geciktirilmeye başlandı. Süreç bitmeyen senfoniye dönüştü.

Bunu gören ve Türk mevkidaşının ve Avrupalı Türk lobisinin sitemiyle karşı karşıya kalan Merkel, son seçim kampanyasında daha dürüst davrandı ve Hristiyan Birlik Partileri’nin (CDU/CSU) görüşünü açık ve net bir şekilde ifade ederek Türkiye'nin büyüklüğü ve ekonomik yapısı AB'ya yük getirecektir dedi. AB ile Türkiye arasında güçlü işbirliği hedefleniyor. Dış konular ve güvenlik konusunda yakın stratejik işbirliği geliştirilmeli diyerek ayrıcalıklı üye tartışmalarına da noktayı koydu. Onun Türkiye’ye ilişkin siyasi öngörüleri, uygulamaya geçirdiği bazı politikalar, kimi zaman sağduyunun, akıl ve mantığın önüne geçiyor ve bizi rahatsız ediyorsa da en azından oyalamıyor. Tarih bilgimiz bize Şansölye Otto von Bismarck’ın Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasına ilişkin uyguladığı siyaseti hatırlatıyor[4].

Bayan Merkel’in Türkiye’yi ve Türkleri sevme gibi bir zorunluluğu yok. Bununla birlikte, ülkesinde yaşayan ve sayıca önemli bir kısmının Alman vatandaşı olduğunu çok iyi bildiği yaklaşık üç milyon Türkiye kökenli insana, sadece Türkiye’den geldikleri için değil ama insan oldukları için saygı göstermesi; bunların onurlarının, Alman toplumu içindeki geleceklerinin kişilerin siyasi ikballerinden daha önemli olduğunu unutmaması gerekir.

Öte yandan deneyimli bir politikacı olarak ülkedeki yoksunluk ve yoksulluk nedeniyle sürekli ötekileştirilen ve hedef gösterilen yabancıların, göçmenleri maruz kaldığı saldırgan politikalara tepkisiz kalmamalı; geçen dönem başlatılan meclis araştırma komisyonu çalışmalarını devam ettirerek somut sonuçlara ulaştırmalıdır.

Almanya’nın son yıllarda verdiği mesaj, işbirliğine açık değil. Hâlbuki Alman toplumu aldığı göçle hızlı bir şekilde çoğulcu bir topluma dönüşüyor ve bu durum birlikte yaşamanın asgari ölçütü olan ötekileştirmemeyi gerekli kılıyor. Ülkede bulunan göçmenlerin de aynı gök kubbe altında yaşadığı ve kader birliği ettiği diğer vatandaşlar gibi siyasetin kirlenmeden, mevcut sorunlara çözüm üretmesini beklediğini düşünmesi; yeni dönemde daha sorumlu bir politika izleyerek “insanları işkembeleri yoluyla avlamayı”[5] amaçlayan halkçı politikalardan vazgeçmesi gerektiğini uygulamaları ile göstermesi gerekir.

Bir diğer husus da ülkedeki göç ve uyum tartışmalarında hemen her taşın altından çıkan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın konuya ilişkin politikalar belirlenip uygulanırken yer alacağı pozisyonu belirlemesi ve çoğulcu toplum anlayışını sınırlayan “yabancılara en yabancı ülke” imajını ortadan kaldırması gerekir. Bunun için de İslamcılık korkusuyla Müslümanların mercek altına alınması, dini gereksinimlerini yerine getirmeleri konusunda gerekli kolaylıkların sürdürülmesi ve sünnetin yasaklanması yönündeki tartışmaların Müslümanlar ve Yahudiler tarafından nasıl algılandığının iyi analiz edilmesi, hatta hiç tartışmaya açılmamasında yarar vardır. Siyaseti siyaset, dini din olarak kabul etmek gerekir. Eğer bu durum günlük hayatta pratiğe geçirilebilirse, halklar arasındaki işbirliği de dün olduğu gibi, bugün de, yarın da siyaset üstü huzur ve güven bağlamında tesis edilir. Bu durum, iki ülke arasındaki siyasi ilişkileri hem de halklar arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlar. Kaldı ki bu tür popülist politikaların tarihte Almanlara nelere mal olduğunu bütün dünya gibi Alman dostlarımız da gayet iyi biliyorlar. Bu nedenle, popülizmin bulaşıcı illetinin yaşandığı Fransa’daki Pujadizm veya Löpenizm’e bakarak Almanya’yı bu illetten bir an önce kurtarmaya bakmalılar.

 
Bitirirken

Bayan Merkel; iktidar nimetlerinin yokluğunu yaşadığı geçmiş yıllarda modası geçmiş, eskimeye yüz tutmuş ceketinin iki yakasını bir araya getirirken ülkesindeki insanları sıcacık sarıp sarmalayan bir devlet ana gibi ihtişamlıydı; güven veriyordu. Ceketini sırtına geçirip işe koyulduğunda, günümüz burjuvasının yarattığı kadına göre gövdesi daha dik, kadınlığı daha duyarlıydı.

Geçmişte yaşadığı kimi olumsuzluklara rağmen Almanya’yı hala bir hayal ülkesi, “dost ve “müttefik” olarak gören kadim Anadolu’nun evlatları “kötü adın çirkinliğinin harften, deniz suyunun acılığının kaptan olmadığını” ayırt eden bir kültürel mirasın bekçisidir. Her iş iyi niyetle, güzel düşüncelerle yapılınca amacına ulaşır, yeter ki niyetler iyi, hedefler belirgin olsun.



[1] WRD'in haberine göre, Sosyal Demokratlardan Cansel Kızıltepe, Gülistan Yüksel, Metin Hakverdi ve Mahmut Özdemir ilk kez milletvekili olurken, SPD'nin Genel Başkan Yardımcılarından Aydan Özoğuz tekrar seçilmeyi başardı. Hristiyan Demokrat CDU'nun ilk Türkiye ve Müslüman kökenli adayı Cemile Giousouf'un yanı sıra, Sol Parti'den Sevim Dağdelen, Azize Tank, Yeşiller'den Ekin Deligöz'ün yanısıra, partinin Eşbaşkanı Cem Özdemir, Özcan Mutlu bu dönemde meclise girdi.
[2] Bu benzetme Ümit ZİLELİ’ye aittir. Bkz.: Ü. Zileli. “Düz Çizgi: ‘Soykırım’ Saldırısı Başladı!”. Cumhuriyet Gazetesi. 3 Mart 2005, s. 17.
[3] Mevlana’dan: Ziya Elitez (Derl.). Mevlana’dan Öğütler. İstanbul: Kozmik Kitaplar, 2004, s. 110.
[4] Bilindiği üzere Alman ulusal birliğinin kurulmasında, belki de en önemli rolü oynamış; 13 Haziran 1878’de Berlin’de düzenlenen konferansa ev sahipliği ve başkanlık yapmış; 13 Temmuz 1878’de Osmanlı, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, İtalya ve Almanya arasında Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasını öngören Berlin Anlaşmasının imzalanmasını sağlamıştır.
[5] Popülizm ile ilgili olarak bkz.: Umberto Eco (Çev. Cemal Karaağaçlı). “Avrupa Popülizmin Tehdidinde” Türk Edebiyatı. 369, 112471/2004/07, s. 19.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...