19 Eylül 2013 Perşembe

Üniversitemizden insan manzaraları

Üniversitemizde oldukça yoğun geçeceği anlaşılan bir eğim öğretim yılına giriyoruz. Bir yandan kayıt yenileme işlemleri sürerken, öte yandan rektörlük için “hizmete talip olan” öğretim üyeleri de birimleri dolaşarak kendilerini anlatmaya, neden aday olduklarını açıklamaya çalışıyor. Öncelikle sağlanan bu demokratik ortamdan duyduğum memnuniyeti belirtmeyi ve sürecin öğretim üyelerinin öteden beri sözünü ettiği “akademik tutuma uygun” geçmesini diliyorum. Sonra da bugüne değin yaşadığım seçim süreçlerine ilişkin kimi gözlemlerimi, izlenimlerimi paylaşmak istiyorum; istiyorum ki bazı genç arkadaşlarım yazdığımı kıssadan hisseler çıkararak okusun...

Hüseyin Hoca geçtiğimiz günlerde Sakarya Gazetesi için yazdığı köşede güzel bir yazı kaleme almış (3 Eylül 2013). "Rektör adaylarından ricalar" başlığı altında yaptığı değerlendirmeler daha çok aday adaylarını ilgilendiriyordu. Oku(ya)mayanlar için özetle, “öğretim elemanlarını boşuna meşgul etmeyin. Söyleyecek sözü olan, oda oda dolaşmak yerine, çıkıp herkese anlatsın. Polemiklerden uzak durun, meslektaşlarınızı da zor duruma düşürmeyin” diyor... Doğru söze ne demeli.

Madalyonun bir de öbür yüzü var. Yıllarını bu üniversitede geçirmiş, dostluklar kurmuş bizler için sıkıntılı bir süreç daha başlıyor. Önümüzde koskoca bir dönem başlıyor. Buna rağmen, üniversiteyi yaz ortasında seçim havasına sokup enerjimizi öğrencilerimizi yetiştirmeye, araştırmalarımıza yoğunlaşmaya harcamak yerine kapalı kapılar ardında kulis yaparak harcatmaya bayılıyoruz sanki... ... Gördüklerimiz, yaşadıklarımız Ziya Paşa’nın (1825-1880) “İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı / Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı” (Yüksek mevkilere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı; önceden bilmezdik, bu türden hüner ve beceri yeni çıktı.) derken ne kadar da haklı olduğunu gösteriyor.


Tekrar ediyorum. Üniversitede yıllarını bir arada geçirmiş, saçlarını ağartmış/seyreltmiş, geçmişe dayalı belli hukuku olan insanların birbiri ile kurduğu son derece medeni ilişkilerden anlam çıkarmaya yeltenenler, kim kiminle nerede ne konuşuyor gibi hezeyanlarla o, orada; bu, burada; şu, şurada diye oraya buraya seğirtmeler; laf yetiştirmeye, niyet okumaya çalışmalar... Geçmişte olduğu gibi, kuşkusuz bu dönemde de yaşanacak. Hele Rektörlük için aday adaylığını deklare edenler bile birbirleri ile kurdukları ilişkileri medeni çerçeve içinde sürdürüyor, düzeyi düşürmemeye çalışıyorken...  Bedensel gelişimleri ile kişisel gelişimi arasında sorunu olanlar veya kendi olamayıp, birilerinin adamı olmaya gayret edenler, bu dönemde de oradan oraya parazit gibi bulaşmaya çalışacaklar. 

Demedi demeyin... Adayların geçmişte olduğu gibi bu seçim sürecinde veya seçimden sonra da yüz yüze bakacağı ve değişik birimlerden edindiği çalışma arkadaşları ile günün her hangi bir saatinde, her hangi bir yerlerde oturup çay kahve içmesinden, hasbıhal etmesinden anlamlar çıkarmaya çalışanlar; iki üç kişinin bir arada görülmesinden sosyal ilişki ağı kurup niyet okumaya yeltenenler, birinin bir anlık fotoğrafını öbür tarafa taşımayı adeta alışkanlık haline getirenler, bu süreçte de görülecek mutlaka... Bu durumda görev yine deneyimli hocalara düşüyor. Onlar da her zaman olduğu gibi, bunlara yüz vermeyecek; birleştirici ve uzlaşmacı olmayı tercih edecek; seçimden sonra da bir arada yaşayacağımızı hatırlatacaklar...

Düşünüyorum da... Adayım diye ortaya çıkan birbirinden seçkin akademisyenlerin her birinin 25-30 yıllık ortak geçmişleri var ve bir kaç ay süren seçim rüzgarının gücü köklü ilişkilerin zedelenmesine yetmez. Dolayısıyla seçimin nabzını tutmaya çalışıp kendilerine pozisyon belirlemeye çalışan arkadaşlarımızın bu ortak geçmişin, yaşanmışlıkların bir kalemde silinip atılacak ilişkiler olmadığını, Anadolu Üniversitesi kurum kültürün buna uygun olmadığını görmelerinde, öğrenmelerinde yarar var. İnsana verilen akıl denen zenginlik hırs, menfaatperestlik gibi hislerle beslenirse, sahibine saadet yerine keder verir. Bu nedenle de durduk yerde birilerinin kapılarını aşındırmadan önce durup düşünmelerinde yarar var. Şarkılara yansıdığı gibi “kapıldım gidiyorum, gönlümün rüzgarına” deyip havalanacak yerde, aklın egemenliğine izin vermelerinde yarar var. Duyduklarını kalp ve akıl süzgecinden geçirip, verecekleri kararın yaşadıkları çevreye, kendi kariyerlerine sağlayacağı artı ve eksi değerlerini iyi hesaplamaları, sürü psikolojisiyle her denileni kabullenmemeleri, çok okumalı ve çok dinlemeli; ama mümkün olduğunca az konuşmayı tercih etmeliler. Doğruyu birileri gözümüzün içine sokabilir; fakat doğru, kişinin aklının algılayabildiği ettiği kadardır. Geçmiş yer yer sükût-u hayal ile doludur. Latin atasözünde denildiği gibi "insan, insanın kurdu" (Homo homini lupus) olduğu unutulmamalıdır.

Birileri, “bizim ekip” bunu yapacak/yaptı, şunu edecek/etti deyince Ziya Paşa bir daha aklıma geliyor, “Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”. Lakin, “mani oluyor halimi takrire hicabım” misali, içimde yükselen ses, otur oturduğun yerde, misafire saygısızlık etme diyor. Heyecanına veya sabrına egemen olamayan gençlerin aksine, susup dinliyoruz... Sonuçta, rektör de olsan, devletin verdiği bütçe ve yönetmeliklerle ve bütün paydaşların çepeçevre sarıp sarmaladığı kontrol edilebilir, kontrol edilemez nice değişkenlerin çizdiği yol haritasını uyguluyorsun. Dolayısıyla nice nice ortak yaşanmışlıklar, geçmiş seçim dönemlerinde verilip de tutulmuş/tutulmamış sözler zihnimizi sarıyor. “Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman  / Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde” sözüyle yeniden kendimize geliyoruz.

Hiç kimse kul hakkından, hukuktan/hukuksuzluktan söz etmiyor; -mış gibi yapanlar da nalıncı keseri gibi kendine yontuyor. Nasıl olsa, hafıza-i beşer nisyan ile malulmüş; ama gerçek öyle görünmüyor. Bu sözüm sadece adaylar için değil, ortalıkta dolanıp duran, oradan oraya laf yetiştirip kulis yaptığını sanan tatlı su kurnazları için de geçerli. Yalan, hile, haset, hırsızlık, gıybet, iftira, başkalarıyla alay etmek, ad takmak, küçük görmek, kötü zanda bulunmak, kötü sözler söylemek, bu yolla insanların arasını bozmak, verdiği sözde durmamak vb. Bunların hepsi belli değerlere inanan ve inancını içselleştirmiş kişiler için kul hakkı kapsamına giriyor.  Bir toplumun huzur ve barış içinde yaşaması için, insanların birbirlerini sevmese de karşılıklı haklarına saygılı davranması gerekir. Modern zaman insanını aldatma telaşı ile yanıp tutuşturan nefsimize karşı da sorumlu olmalı, istekleri sınırlandırabilmeliyiz. Bu durumu kendilerine seçim hakkı verilen, verdiği oyun sonuca çok da yansımadığını görerek deneyim sahibi olmuş öğretim elemanlarının daha iyi değerlendirmesi, gençlere model olması lazım. Unutmayalım, “İlim yerli yerinde kullanılmazsa zulüm, yerli yerinde kullanılırsa adalet olur; adaletle donanmış ilim ise fazilettir”.


Yeni dönemde de herkesin birbirine saygı duyup, birbirinin hak ve hukukuna riayet ederek huzur içinde yaşaması dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...