Üniversitemizde
oldukça yoğun geçeceği anlaşılan bir eğim öğretim yılına giriyoruz. Bir yandan kayıt yenileme işlemleri sürerken,
öte yandan rektörlük için “hizmete talip olan” öğretim üyeleri de birimleri
dolaşarak kendilerini anlatmaya, neden aday olduklarını açıklamaya çalışıyor. Öncelikle sağlanan bu demokratik ortamdan duyduğum memnuniyeti belirtmeyi ve
sürecin öğretim üyelerinin öteden beri sözünü ettiği “akademik tutuma uygun” geçmesini diliyorum. Sonra da bugüne değin yaşadığım seçim süreçlerine ilişkin kimi
gözlemlerimi, izlenimlerimi paylaşmak istiyorum; istiyorum ki bazı genç arkadaşlarım yazdığımı kıssadan hisseler
çıkararak okusun...
Hüseyin Hoca geçtiğimiz günlerde Sakarya Gazetesi için yazdığı köşede güzel bir yazı kaleme almış (3 Eylül 2013). "Rektör adaylarından ricalar" başlığı altında yaptığı değerlendirmeler daha çok aday adaylarını ilgilendiriyordu.
Oku(ya)mayanlar için özetle, “öğretim elemanlarını boşuna meşgul etmeyin. Söyleyecek
sözü olan, oda oda dolaşmak yerine, çıkıp herkese anlatsın. Polemiklerden uzak
durun, meslektaşlarınızı da zor duruma düşürmeyin” diyor... Doğru söze ne
demeli.
Madalyonun
bir de öbür yüzü var. Yıllarını bu üniversitede geçirmiş, dostluklar kurmuş
bizler için sıkıntılı bir süreç daha başlıyor. Önümüzde koskoca bir dönem başlıyor.
Buna rağmen, üniversiteyi yaz ortasında seçim havasına sokup enerjimizi
öğrencilerimizi yetiştirmeye, araştırmalarımıza yoğunlaşmaya harcamak yerine
kapalı kapılar ardında kulis yaparak harcatmaya bayılıyoruz sanki... ...
Gördüklerimiz, yaşadıklarımız Ziya Paşa’nın (1825-1880) “İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı /
Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı” (Yüksek
mevkilere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı; önceden
bilmezdik, bu türden hüner ve beceri yeni çıktı.) derken ne kadar da haklı
olduğunu gösteriyor.
Tekrar
ediyorum. Üniversitede yıllarını bir arada geçirmiş, saçlarını ağartmış/seyreltmiş,
geçmişe dayalı belli hukuku olan insanların birbiri ile kurduğu son derece
medeni ilişkilerden anlam çıkarmaya yeltenenler, kim kiminle nerede ne konuşuyor
gibi hezeyanlarla o, orada; bu, burada; şu, şurada diye oraya buraya
seğirtmeler; laf yetiştirmeye, niyet okumaya çalışmalar... Geçmişte olduğu
gibi, kuşkusuz bu dönemde de yaşanacak. Hele Rektörlük için aday adaylığını
deklare edenler bile birbirleri ile kurdukları ilişkileri medeni çerçeve içinde
sürdürüyor, düzeyi düşürmemeye çalışıyorken... Bedensel gelişimleri ile kişisel gelişimi
arasında sorunu olanlar veya kendi olamayıp, birilerinin adamı olmaya gayret
edenler, bu dönemde de oradan oraya parazit gibi bulaşmaya çalışacaklar.
Demedi demeyin... Adayların
geçmişte olduğu gibi bu seçim sürecinde veya seçimden sonra da yüz yüze
bakacağı ve değişik birimlerden edindiği çalışma arkadaşları ile günün her hangi bir saatinde, her hangi bir
yerlerde oturup çay kahve içmesinden, hasbıhal etmesinden anlamlar çıkarmaya
çalışanlar; iki üç kişinin bir arada görülmesinden sosyal ilişki ağı kurup niyet
okumaya yeltenenler, birinin bir anlık fotoğrafını öbür tarafa taşımayı adeta alışkanlık
haline getirenler, bu süreçte de görülecek mutlaka... Bu durumda görev yine deneyimli hocalara düşüyor. Onlar da her zaman olduğu gibi, bunlara yüz vermeyecek; birleştirici ve uzlaşmacı olmayı tercih edecek; seçimden sonra da bir arada yaşayacağımızı hatırlatacaklar...
Düşünüyorum
da... Adayım diye ortaya çıkan birbirinden seçkin akademisyenlerin her birinin 25-30 yıllık ortak geçmişleri var ve bir kaç ay süren seçim rüzgarının gücü köklü ilişkilerin zedelenmesine yetmez. Dolayısıyla seçimin nabzını tutmaya çalışıp kendilerine pozisyon belirlemeye çalışan arkadaşlarımızın bu ortak
geçmişin, yaşanmışlıkların bir kalemde silinip atılacak ilişkiler olmadığını, Anadolu
Üniversitesi kurum kültürün buna uygun olmadığını görmelerinde, öğrenmelerinde yarar
var. İnsana verilen akıl denen zenginlik hırs, menfaatperestlik gibi hislerle beslenirse, sahibine saadet yerine keder verir. Bu nedenle de durduk yerde birilerinin kapılarını aşındırmadan önce durup düşünmelerinde yarar var. Şarkılara yansıdığı gibi “kapıldım gidiyorum,
gönlümün rüzgarına” deyip havalanacak yerde, aklın egemenliğine izin vermelerinde yarar var. Duyduklarını kalp ve akıl süzgecinden geçirip, verecekleri kararın yaşadıkları
çevreye, kendi kariyerlerine sağlayacağı artı ve eksi değerlerini iyi hesaplamaları, sürü
psikolojisiyle her denileni kabullenmemeleri, çok okumalı ve çok dinlemeli; ama mümkün olduğunca az konuşmayı tercih etmeliler.
Doğruyu birileri gözümüzün içine sokabilir; fakat doğru, kişinin aklının algılayabildiği
ettiği kadardır. Geçmiş yer yer sükût-u hayal ile doludur. Latin atasözünde denildiği gibi "insan, insanın kurdu" (Homo homini lupus) olduğu unutulmamalıdır.
Birileri,
“bizim ekip” bunu yapacak/yaptı, şunu edecek/etti deyince Ziya Paşa bir daha aklıma geliyor, “Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”. Lakin, “mani oluyor halimi takrire hicabım”
misali, içimde yükselen ses, otur oturduğun yerde, misafire saygısızlık etme diyor.
Heyecanına veya sabrına egemen olamayan gençlerin aksine, susup dinliyoruz... Sonuçta, rektör de olsan, devletin verdiği bütçe ve yönetmeliklerle ve bütün paydaşların çepeçevre sarıp sarmaladığı kontrol edilebilir, kontrol edilemez nice değişkenlerin çizdiği yol haritasını uyguluyorsun. Dolayısıyla nice nice ortak yaşanmışlıklar, geçmiş seçim
dönemlerinde verilip de tutulmuş/tutulmamış sözler zihnimizi sarıyor. “Seyretti
havâ üzre denir taht-ı Süleyman / Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde”
sözüyle yeniden kendimize geliyoruz.
Hiç
kimse kul hakkından, hukuktan/hukuksuzluktan söz etmiyor; -mış gibi yapanlar da nalıncı
keseri gibi kendine yontuyor. Nasıl olsa, hafıza-i beşer nisyan
ile malulmüş; ama gerçek öyle görünmüyor. Bu sözüm sadece adaylar
için değil, ortalıkta dolanıp duran, oradan oraya laf yetiştirip kulis
yaptığını sanan tatlı su kurnazları için de geçerli. Yalan, hile, haset,
hırsızlık, gıybet, iftira, başkalarıyla alay etmek, ad takmak, küçük görmek,
kötü zanda bulunmak, kötü sözler söylemek, bu yolla insanların arasını bozmak, verdiği
sözde durmamak vb. Bunların hepsi belli değerlere inanan ve inancını
içselleştirmiş kişiler için kul hakkı kapsamına giriyor. Bir toplumun huzur ve barış içinde yaşaması
için, insanların birbirlerini sevmese de karşılıklı haklarına saygılı davranması
gerekir. Modern zaman insanını aldatma telaşı ile yanıp tutuşturan nefsimize
karşı da sorumlu olmalı, istekleri sınırlandırabilmeliyiz. Bu durumu
kendilerine seçim hakkı verilen, verdiği oyun sonuca çok da yansımadığını
görerek deneyim sahibi olmuş öğretim elemanlarının daha iyi değerlendirmesi,
gençlere model olması lazım. Unutmayalım, “İlim yerli yerinde kullanılmazsa
zulüm, yerli yerinde kullanılırsa adalet olur; adaletle donanmış ilim ise fazilettir”.
Yeni dönemde de herkesin
birbirine saygı duyup, birbirinin hak ve hukukuna riayet ederek huzur içinde yaşaması
dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder