12 Ekim 2015 Pazartesi

Halepçe’den Halep’e insanlık dramı ve Türkiye

Bundan yaklaşık 27 yıl öncesini hatırlıyorum. Öğrenci olarak bulunduğum Viyana Üniversitesi’nin Yeni Enstitü Binasının giriş holünde bir fotoğraf sergisi açılmıştı. Sergide Avrupalı dostlarımızın sattığı kimyasallarla katledilen binlerce insanın dramı yansıtılıyordu. O zamanlar Kuzey Irak’ta yaşayan binlerce insan can güvenliği nedeniyle akın akın Türkiye’ye geliyordu. Türkiye ise bunlara adeta kucak açmış, onların dertleri ile dertleniyordu. Katledilen masum insanlar Batılıların neredeyse umurunda bile değildi.

Günümüze gelince… Bu defa Suriye’de yeni bir oyun oynanıyor. Başrol oyuncularından Saddam gitmiş, yerine Esat gelmiş. Senaryo aynı, figüranlar değişmiş. Sıradan vatandaşlar bir lokma ekmek, bir kap sıcak yemek derdinde. Deyim yerindeyse yeni bir kavimler göçü yaşanıyor. Suriyelilerin bir kısmı denizlerden, bir kısmı da karadan olmak üzere kendilerine daha güvenli topraklar arıyor.

Suriye’de Batılı ülkelerden temin edilen silahlar ve bu ülkelerin varoşlarından devşirilen eğitimsiz cahil bir sürü insanın beş yıla yakın bir süreden beri estirdiği bir terör var. Halk iç savaş ve devlet terörü nedeniyle canından bezmiş durumda. Suriyeliler yüz binleri katleden Esat rejimi ve İran’ın ateşe benzin döken politikasının gölgesindeki DAEŞ/IŞID terör örgütünün zulmü nedeniyle perişan olmuş, yurdundan yuvasından olmuş; denizler cesetlerle dolmuş durumda.

Batı cephesinde kayda değer bir tepki görünmüyor. Ta ki bir gün Bodrum sahillerine vuran on iki kişinin cansız bedeni toplanana kadar. Bunların arasında kadınlar, erkekler ve çocuklar da vardı ki en yürek yakanı da minik Aylan Kurdi’nin dünya basınında manşet haber olan cansız bedeniydi. Aylan’ın fotoğrafı taşlaşan yürekleri biraz olsun yumuşatmayı başardı. Avrupalı da bu vesile ile mültecilere kapılarını açmaya başladı.

Almanya’da Şansölye Merkel, önemli muhalefete rağmen Suriyelileri kabul ediyor. Avusturyalıların Macaristan sınırından itibaren Almanya geçişine kadar gösterdiği ev sahipliği de dikkatlerden kaçmıyor. Buna rağmen Avrupalılar bu durumdan çok fazla etkilenmiş görünmüyor. Daha çok kendi iç dünyası ile meşgul. Yaşanan süreçlerde kendi geleceğine ilişkin kaygıları ön plana çıkarıyor. Kültürünün kimliğinin bu göç dalgası ile zarar göreceğini düşünüyor; düşünmekle kalmıyor kimi politikacılar aracılığı ile dillendiriyor. Sınır kapılarına dayanan göçmenlerin varlığını kendilerine yönelik bir tehdit olarak görüyor ve sırf bu nedenle yerel milliyetçi akımlar giderek güç kazanıyor. Siyasetçi ile devlet adamı sorumluluğunun ayırdında olanların dışında günübirlik yaşayanlar, insanları bizden ve öteki dünyadan olanlar diye ayırmakta bir sakınca görmüyorlar. Kendi değerlerini öne çıkaran zihniyet, göçmenlerin barındırıldığı yerlere saldırmakta bir sakınca görmüyor. Kendi değerleri söz konusu olduğunda, İslam dinini ve dolayısı ile Müslümanları Avrupa kültür değerlerine yönelik bir tehdit olarak tanımlamakta da bir sakınca görmüyor.

Avrupalılar tam anlamıyla ne yapacağını şaşırmış durumda. Avusturya savaş döneminden sonra en büyük yedinci göç dalgasını yaşıyor. Pek çok Suriyeli, Afgan, Iraklı, Somalili ve Eritreli insan Avusturya’yı bir geçiş güzergâhı haline getirmiş durumda. Göçmenlerin kısmı Almanya’ya gitmek isterken, bir kısmı da daha kuzeydeki, daha uzaktaki ülkeleri tercih ediyor. Bununla birlikte bu insanların yakın bir zamanda Avrupa ülkelerine dağıtılarak eritilmesi mümkün görünmüyor.

Yaşanan insanlık dramı bir yanda, kimi “süper güç” olduğunu düşünen kimi ülkeler de yeni bir harita oluşturma çabası içinde. Hem Rusya, hem ABD ve hem de AB ülkeleri kimi çeteleri her kapıyı açan maymuncuk gibi kullanmaya gayret ediyor ve deşifre olan her bir oyunun yerine hemen her gün yeni bir senaryo yazıp uygulamaya çalışıyor. BM toplantılarında birbirlerine selam vermeyenler, ortak çıkarlar söz konusu olduğunda şerefe kadeh kaldırmaktan çekinmiyorlar.

Bu arada olan Türkiye’ye oluyor. Resmi rakamlar üç milyona yakın Suriyelinin ülkemizde “muhacir” olarak kayıtlı olduğunu gösteriyor. Uluslararası örgütler, insanlık adına katkı sağlamak yerine adeta “ensar” ülkedeki “muhacire” ne yapıyor, edası ile müfettiş yolluyor. Bunlar da gördükleri karşısında susup, bir iki gönül alıcı sözün ardından çekilip, kendi parıltılı dünyalarına geri dönüyorlar. Türkiye ise kendi sınırlı imkânları ile tarihe not düşmeye, gelecek kuşaklar için insanlık dersleri vermeye devam ediyor.

Türkiye’de bir insanlık dramı yaşanırken, birileri durumdan kendine pay çıkarmaya çalışıyor. Söz gelimi Türkiye sınırındaki Ayn el Arap (yeni deyimle Kobani) ve çevresinde yaşananlar, gelecek kuşaklara anlatılacak bir ders niteliğinde. Esat yönetimine karşı yapılan işbirliği ve ABD ve Almanya gibi ülkelerin YPG’ye gönderdiği silahların bir kısmı DAEŞ’e bir kısmı PKK’ya gitti. Hatta benzetme yerindeyse, Halepçe’den Halep’e giden silahlar, Türkiye topraklarından geçirildi. O silahlara sahip olanlar ise dilinden barış sözünü eksik etmeyenlerin gözleri önünde uykusunda vurularak sonsuzluğa gönderilen polislerin vebalini aldı, çarşı iznine çıkan silahsız ve sivil askerlerin katledilmesinde kullanıldı. Duruma sesini çıkarmayanlar; artık tamamen seçim atmosferine girmeye başlayan Türkiye’nin meydanlarında barış diye diye dolaşmaya devam ediyorlar.

Bütün bu yaşananlar sırasında, Ortadoğu’daki önemli bir müttefikini kaybetmek istemeyen Rusya’nın da duruma müdahil olması kaçınılmazdı ve beklenen de oldu. Politika yeni bir boyut kazandı. Türkiye ve Rusya iyi komşuluk ilişkilerini muhafaza etmeye yönelik açıklamalar yaparken, NATO bir yandan Türkiye’ye destek mesajları verse de, üye ülkelerden bir kısmı Türkiye’nin de adeta savaşa katılmasını teşvik edecek gibi bir politika izliyor. Ülkemiz yakın tarihte hiç olmadığı kadar gündemde. Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak isteyenler; Türkiye’ye rağmen Türkiye’yi de yakından ilgilendiren kararları alıp uygulama peşinde. Hemen her gün yeni bir gündem oluşuyor; oluşturuluyor.

Anlayacağınız, Türkiye’de gündem çok yoğun, bazı kesimlerde zihinler çok karışık. Halepçe’den Halep’e yaşanan kargaşalar bir yana, sıradan halk iş ve aş derdinde. Bir yandan yaklaşan milletvekili seçimleri öte yandan etrafımızı yakan ateş çemberi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi iç güvenlik sorunları. Dünyanın ilgi odağındaki Türkiye’de bütünün içindeki ayrışmalar yaşanmaya, yaşatılmaya devam ediyor ise de ülke ayakta kalmaya, yeni bir seçim atmosferinden başarı ile çıkıp, gelecek aydınlık günlere ulaşmaya çalışıyor.

Bu yıl da anayurtta yaşayan Türk’ün ateşle imtihanı devam ederken yurt dışında yaşayan 2 milyon 880 bin 599 seçmenin 25 Ekim 2015 Pazar gününe kadar oylarını kullanması bekleniyor.


KAYNAK
Bünyamin Aygün (2015). IŞID'in Elinde 40 Gün. İstanbul: Doğan Kitap. 

Not:
Bu çalışma Europa-Journal Ekim 2015 sayısı için 10.10.2015 AnKARA acısı yaşanmadan önce yazılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...